İşte şimdi, yargıçların, kaderini tayin edecek insanların karşısında bulunuyor. Sayın jüri üyeleri, bizim meslekte olan insanların yaşantısında öyle anlar olur ki, bir insanın karşısında ve o insanın akıbeti için müthiş bir korku duyarız-Bu anlar suçlunun artık herşeyin mahvolduğunu gördüğü, ama hâlâ çırpındığı, hâlâ bizimle savaşmaya niyetli olduğu ve o kapana kıstırılmış bir hayvanın korkusuna benzeyen
KARAMAZOV KARDEŞLER
399
Korku içinde olduğunu hissettiğimiz dakikalardır. Böyle anlarda, suçlunun içinde kendisini korumak için ne kadar yaratılıştan doğan içgüdü varsa, hepsi birden ayağa kalkmıştır! Suçlu kendisini kurtarmak için çırpınırken, size içinizi okumak istiyormuş gibi keskin bir bakışla, yalvaran, acı çeken bir bakışla bakar. Her hareketinizi izler, yüzünüzü, düşüncenizi anlamaya çalışır, hangi yönden kendisine bir darbe indireceğinizi araştırır. Sarsılan zihninde bir an içinde binlerce plan kurar, ama gene de konuşmaktan korkar, ağzından bir şey kaçırmaktan çekinir! İnsan ruhunun bu küçük düşürücü çırpınışları, bir insanın çektiği çilelerin üzerinden yapılan bu geçiş, bu hayvanca kendini koruma tutkusu müthiş bir şeydir ve bazen suçluya karşı, savcıda bile içten gelen bir titreme, bir acıma uyandırır!
İşte biz tüm bunlara tanık olduk. Önce şaşırmıştı ve korku içinde dudaklarından kendisini feci bir şekilde ele veren birkaç söz döküldü: «Kan! Bunu hak ettim!» ama çabucak kendini toparladı. Ne söylemesi gerekirdi, nasıl bir karşılık vermeliydi? Bunlar daha henüz zihninde hazır değildi. Yalnız, pek bir şey ifade etmeyen basit bir inkâr vardı:
— Babamı öldürmedim, suçlu değilim!
İşte, geçici olarak meydana getirebildiği tek sığınacak şey, tek siper buydu. Bu siperden sonra belki de bir fırsatını bulup bir barikat kurabilirdi. Kendisini ele veren ve bağırarak söylediği o ilk sözleri daha bu konuda kardeşine soru sormamıza fırsat vermeden, sadece uşak Grigoriy'i öldürmüş olmaktan ötürü suçlu olduğunu belirterek düzeltiyor:
— Bu kanın dökülmesinden suçluyum. Ama babamı kim öldürdü, baylar? Kim öldürdü? Onu benden başka kim öldürebilirdi?
İşitiyor musunuz? Kendisine bu soruyu sormak için gel-miş olan bizlere bunu soruyor! Daha ortada bir şey yokken söylenen bu: «Eğer ben öldürmediysem!» sözünü işitiyor musunuz, yasamaya devam edebilmek için başvurulan bu kur-ûazlığı, bu saflığı, bu Karamazov'lara özgü sabırsızlığı gö-rüyor musunuz? Demek istiyor ki: «Ben öldürmedim, benim Sürdüğümü aklınıza bile getirmeyin!» Sonradan da hemen, acele ederek, evet, müthiş bir aceleyle:
— Öldürmek istiyordum baylar, öldürmek istedim! diye400
KARAMAZOV KARDEŞLER
açıklamada bulunuyor, ama gene de suçlu değilim ben öldürmedim! diyor.
Lütfen öldürmek istemiş olduğunu kabul ediyor. Bize: «Siz ne kadar içtenlikle konuştuğumu görüyorsunuz! Bunu ne kadar çabuk görürseniz, katilin ben olmadığıma o kadar çabuk inanırsınız demek istiyor: Evet, bu gibi durumlarda suçlu, bazen inanılmayacak kadar düşüncesiz ve herşeye çabucak inanan biri oluveriyor. İşte bu sırada, sorgu makamı, birden, kendine sorulabilecek en basit suali soruyor:
— Sakın Smerdyakov öldürmüş olmasın?
O zaman tam beklediğimiz gibi oldu: kendisine önceden haber verdiğimiz için, onu hazırlıksız ve daha Smerdyakov'u ne zaman ortaya çıkarmanın kendisi için daha uygun olduğunu düşünemediği, o anı seçemediği bir sırada yakaladığımız için kızdı. Yaratılışı bakımından inkarcı olduğu için, hemen aşırılığa düşerek vargücü ile cinayeti Smerdyakov'un işlemiş olamayacağını ileri sürdü, bizi Smerdyakov'un elinden cinayet çıkabilecek bir insan olmadığına inandırmaya çalıştı. Ama bu sözlerine inanmayın. Bu sadece bir kurnazlıktır: kendisi daha Smerdyakov'u ortaya çıkarmaktan vazgeçmemiştir. Hiç vazgeçmemiştir. Aksine, onu sonradan ortaya çıkarmaya kararlıdır. Çünkü ondan başka kimi ortaya sürecektir. Ama bu işi başka bir zamanda yapacaktır. Çünkü şimdilik işi bozulmuştur. Smerdyakov'u belki ancak ertesi günü ya da birkaç gün sonra, münasip anını bulunca ileri sürecek ve bize: «görüyorsunuz, Smerdyakov'un cinayeti işleyebileceğine, ben, sizden daha büyük bir şiddetle itiraz etmişimdir. Bunu siz kendiniz de hatırlıyorsunuz. Ama şimdi ş" kanıya vardîm ki, «Evet cinayeti o işlemiştir. Katil ondan başkası olamaz» diyecekti. Ama o an gelmeden önce, bizimle konuşurken somurtkan ve sinirli bir inkarcılığa başvuruyor. Bununla birlikte sabırsızlığı, öfkesi, onu en beceriksizce, en gerçeğe aykırı bir açıklamayı yapmaya sürüklüyor-babasının pencereden içeriye baktığını, sonra da oradan saygıyla uzaklaştığını ileri sürüyor. İşin asıl önemlisi, bunu ileri sürerken, daha içinde bulunduğu koşullan, kendine gelmiş olan Grigoriy'in ifade verirken ne derece açıklamalarda bu lunduğunu bilmiyor. Sonra etraf gözden geçiriliyor ve arama yapılıyor. Bu aramalar sanığı öfkelendiriyor, ama aynı za manda ona cesaret de veriyor: çünkü üç bin rublenin heps
KARAMAZOV KARDEŞLER
401
Bulamadık. Ancak yarısı bulunmuş oldu. İşte, öfke ile sustuğu ve herşeyi reddettiği o sırada, tabiî birden aklına o bez parçası hikâyesini uydurmak geliyor. Muhakkak ki, uydurduğu bu hikâyenin inanılacak bir şey olmadığını kendisi de hissetmiştir. Hatta onu daha inanılabilir bir şey haline getirmek, artık gerçeğe benzeyen, tam anlamıyla bir roman uydurabilmek için, daha ne söyleyebileceğini müthiş bir üzüntü içinde düşünüp durmuştur. Bu gibi olaylarda, soruşturma makamının ilk görevi, sanığa hazırlanmak imkânını vermemektir. Onu beklenmedik bir anda gafil avlamaktır. Öyle ki, suçlu en gizli düşüncelerini, onları ele veren tam bir içtenlikle, tüm o gerçeğe aykırılıkları ile ve birbirlerine olan karşıtlığı içinde açığa vursun.
Suçluyu konuşturmak ise önce ona sanki rastgeleymîş gibi, herhangi bir yeni olayı, dava ile ilgili herhangi bir durumu, önemi bakımından çok büyük bir rol oynayan, ama kendisinin o ana kadar hiç bir şekilde düşünmediği, aklına bile getirmediği bir şeyi dinletmekle olur. Böyle bir olay, elimizin altında bulunuyordu. Evet, çoktandır hazırlamıştık bunu: Bu kendisine gelmiş olan uşak Grigoriy'in kapının açık olduğuna dair verdiği ifadeydi: sanık işte o kapıdan çıkıp gitmişti. Ama onu büsbütün aklından çıkarmıştı. Grigoriy'in bunu görmüş olabileceği ise aklından bile geçmemişti. Olay müthiş bir etki yaptı. Sanık, yerinden fırladı ve birden bize:
— Smerdyakov öldürdü. Smerdyakov! diye bağırdı. Böylece asıl tasarladığı gizli düşünceyi, en gerçeğe aykırı Şekilde açıklamış oldu. Çünkü Smerdyakov cinayeti ancak Dı-mitriy, Grigoriy'i yere yakıp kaçtıktan sonra işleyebilirdi. Kendisine Grigoriy'in daha yere düşmeden önce kapıyı açık gördüğünü, yatak odasından çıkarken de bölmenin arkasında Eleyen Smerdyakov'un sesini işittiğini haber verdiğimiz vakit, Karamazov bu sözlerin ağırlığı altında gerçekten ezildi. Meslektaşım saygıdeğer ve nükte meraklısı Nikolay Par-fenoviç'imiz, sonradan bana, o anda sanığa gözleri dolacak kadar acıdığını söyledi. İşte, bu sıradadır ki, sanık durumu-mu düzeltmek için, acele ile o sözü edilen dikili bez parça-açıklıyor: «Eh ne yapalım, bari bu masala inanın» der ir. Sayın jüri üyeleri, olaydan bir ay önce paraların bez parçasına içine sarılıp dikildiği konusunda söylenen-405, KARAMAZOV KARDEŞLER
lerin, neden akla gelebilecek en saçma, aynı zamanda fn gerçeğe aykırı şey saydığımı, size bu husustaki düşüncelerimi açıklayarak bildirmiştim. Bir bahse tutuşsak ve: «Daha inanılmayacak ne bulunabilir?» diye sorsak, inanın bundan daha kötü bir şey uydurulamaz. Bu noktada bazı ayrıntıları, gerçek hayatta daima bol bol bulunan, ama ellerinde olmayarak, kendi uydurdukları düşünceleri ileri süren bu mutsuz kişilerin, hiç bir şey ifade etmeyen gereksiz küçük şeyler olarak küçümsedikleri, hatta akıllarına bile getirmedikleri ayrıntıları ileri sürerek, düşüncelerini çürütmek, sıfıra indirmek mümkündür. Evet, o anda böyle ayrıntıları düşünecek durumda değildirler. Akıllan sadece bir bütün meydana getirmeye uğraşır. Zihinleri böyle önemli şeylerle uğraşırken, kendilerine karşı böyle küçük şeyler ileri sürmek cesaretini gösteriyorlar! Ama işte, böyle önemsiz şeylerle tuzağa düşürürler!
Sanığa:
— Peki, o sizin sözünü ettiğiniz bez parçası için kumaşı nerden aldınız? Kim dikti size o bez parçasını? diye 'soruyorlar.
— Kendim diktim, diyor.
— Peki, bezini nereden aldınız?
O zaman sanık, güceniyor, bunu kendisi için nerdeyse hakaret anlamı taşıyan önemsiz bir şey sayıyor. Hem de bunu söylerken gerçekten içtenlikle konuşuyor! Evet hepsi öyledir.
— Gömleğimden yırttım, diyor.
— Çok güzel. Öyleyse yarın çamaşırınız arasında içinden bir parça koparılmış gömleğinizi buluruz, diyorlar.
Şunu unutmayın ki sayın jüri üyeleri, gerçekten bu gömleği bulmuş olsaydık (gerçekten bu gömlek varsa, onu muhakkak bavulunda ya da dolabında bulacaktık.. Başka türlü olmasına imkân yoktu) bu bile artık bir delil, ifadelerin doğruluğunu gösteren elle tutulur bir delil olacaktı! Ama kendisi bunu kavrayamıyordu.
— Hatırlamıyorum, belki de gömleğimden kopardım, ev sahibinin başlığının içine dikmiştim onu, diyor.
— Hangi başlığın içine?
— Eski basma, berbat bir başlığı vardı, yerlerde sürü» yordu, onu aldım.
KARAMAZOV KARDEŞLER
403
— Bunu kesin olarak hatırlıyor musunuz?
— Hayır, kesin olarak hatırlamıyorum.
Hem de bunu söylerken kızıyor, öfkeleniyor. Ama düşünün: Böyle bir şeyi hatırlamamaya imkân var mı? Hayatın en korkunç, anlarında, idama götürülürken bile insanın aklında asıl bu önemsiz şeyler kalır. Böyle bir insan herşeyi unutur da, yolda giderken gözünün takıldığı yeşil bir damı ya da örneğin haça konmuş bir kargayı unutmaz. Paraları o bez parçasına dikerken evdekilerden saklanıyordu, değil mi? Herhalde elinde iğne ile onu dikerken odasına girip de onu suç üstü yakalamasınlar diye, nasıl gurur yaralayıcı bir korku içinde kaldığını hatırlaması gerekirdi. Herhangi bir ses duyunca nasıl yerinden fırlayıp, bölmenin öbür tarafına kaçtığını (çünkü evinde bir bölme vardı) unutmuş olamaz ya!
îppolit Kirillovic birden sesini yükseltti:
— Bütün bunları size ne diye bildiriyorum sayın jüri üyeleri? Neden size bütün bu küçük ayrıntılardan söz ediyorum? Çünkü sanık şu ana kadar o saçma sözlerinin üzerinde inatla duruyor! Tüm bu iki ay içinde, ta kendisi için uğursuz olan o geceden bu yana, hiç bir şey açıklamamış, eskiden ileri sürdüğü hayali aşan sözlerine hiç bir şey eklememiş, durumu açıklayacak gerçek bir olay gösterememiştir. «Hep bunlar küçük şeyler, siz namusuma inanın!» der gibidir. Doğrusu seve seve inanmak isteriz: Buna inanmak için herşeye razıyız. Sadece namusuna inanmaya hazırız! Biz, insan kanına susamış çakallar mıyız sanki? Bize sanığın lehine bir tek olay gösterin, buna hemen seviniriz. Ama bize gerçek bir olay gösterin. Öz kardeşinin sanığın yüzüne bakarak çıkardığı bir sonucu ya da onun göğsünü yumruklarken, üstelik karanlıkta muhakkak boynunda asılı bir bezi işaret ettiği-ni belirten sözleri değil, bir tek olay gösterirseniz, bizi sevindirmiş olursunuz! Hemen suçlamamızdan vazgeçeriz. Sözlerimizi derhal geri alırız. Şimdilik ise adalet, hakkın aran-^asını istiyor, biz de sözlerimizde ısrar ediyor ve hiç bir sözümüzden vazgeçmiyoruz.
İppolit Kirillovic sözün burasında konuşmasının son bö-'ümüne geçti. Sıtmaya tutulmuş gibiydi, dökülen kan için, hırsızlık etmek gibi adi bir amaçla» oğlu tarafından öldürü-len babanın kam için bağırdı durdu. Kesin bir tavırla olay-404
KARAMAZOV KARDEŞLER
ların trajik ve birbirlerini tamamlayan gerçekliliğine işaret
etti.
— Burada sanığın ustalığı ile ün salmış savunucusundan (İppolit Kirilloviç ondan söz etmekten kendini alamamıştı) neler işitirseniz işitin, burada duygululuğunuzu uyandırmak için ne kadar güzel ve dokunaklı sözler söylenirse söylensin, şunu unutmayın ki, şu anda sizler adaletimizin ışığını temsil ediyorsunuz. Unutmayın ki, siz, bizim olan gerçeği, kutsal Rusya'mızı, evlâtlarını, ailelerini, kutsal olan nesi varsa hepsini savunan kişilersiniz! Evet, sizler şu anda burada Rusya'yı temsil ediyorsunuz, kararınız yalnız bu salonda değil, tüm Rusya'da duyulacaktır! Tüm Rusya, sizi kendi savunucuları ve yargıçları olarak dinleyecek, vereceğiniz karardan cesaret bulacak, ya da karamsarlığa düşecektir. Rusya'ya acı çektirmeyiniz, bekleyişlerini boşuna çıkarmayınız. Kadere doğru giden troykamız belki de yıldırım hızıyla felâkete doğru gidiyor. Belki de çoktandır tüm Rusya'da, kollarını yukarı doğru kaldırarak, onun bu karşı durulmaz, dört nala çılgınca gidişini durdurmak için yalvaran vardır ve eğer başka milletler rüzgâr gibi dört nala giden bu troykanın önünden iki yana çekiliyorsa, belki de bunu hiç de şairin dilediği gibi saygılarından ötürü değil, doğrudan doğruya korkudan yapıyorlardır. Buna parmak basın! Korkudan, hatta belki de ona karsı bir tiksinti duydukları için çekiliyorlar. Hem iyi ki öyle yapıyorlar. Yoksa bir de bakarsınız çekilmekten vazgeçerler ve dört nala gelen hayalet karşısında sağlam bir duvar halinde dikilerek kendilerini, kültürü ve uygarlığı kurtarmak için, bizim bu doludizgin gidişimizi durdururlar! Avrupa'dan gelen bu endişeli sesleri daha önceden de işittik. Şimdi artık iyiden iyiye duyulmaya başlandı bu sesler! Onları kışkırtmayın, özbeöz babasını öldüren bir adamı beraat ettirerek, suçsuz gösterecek bir karar vererek, içlerinde her gün biraz daha artan nefreti kızıştırmayın!
Sözün kısası, İppoîit Kirilloviç, ölçüyü çok kaçırmasına rağmen, gene de sözlerini içten gelen bir seslenişle sona erdirdi ve sözleri gerçekten olağanüstü bir etki yaptı. Konuşmasını bitirdikten sonra acele ile dışarı çıktı ve tekrar ediyorum, öbür odada neredeyse baygın düştü. Salondakiler al~ kışlamıyorlardı. Ama ciddi insanların hepsi memnundu. Yal" nız bayanlar pek o kadar hoşnut olmamışlardı. Öyleyken bu
KARAMAZOV KARDEŞLER
405
konuşmayı onlar da güzel bulmuşlardı. Zaten bu sözlerin sonucundan hiç korkmuyor ve Fetyukoviç'lerinin söze başlamasını bekliyorlardı: «En sonunda o konuşmaya başlayacak ve tabiî herkesin sözünü sıfıra indirecek!» diyorlardı.
Herkes Mitya'ya bakıyordu; Mitya, savcının tüm konuşması boyunca ellerini yumruk yapmış, dişlerini sıkmış, .gözlerini yere indirmiş olarak hiç konuşmadan oturdu. Ancak arada bir başını kaldırıp konuşulanları dinliyordu. Özellikle Gruşenka'dan söz açılınca, öyle yapıyordu. Savcı, Raki-tin'in Gruşenka hakkında düşüncesini bildirdiği vakit dudaklarında öfkeli bir gülümseyiş belirdi ve oldukça gür bir sesle:
— Bernard'lar; diye söylendi.
İppolit Kirilloviç, onu Mokroye'de nasıl sorguya çektiğini, ona nasıl eziyet ettiğini anlatırken, Mitya, başını kaldırmış, sözlerini merakla dinlemişti. Hatta bir ara yerinden fırlayarak birşeyler bağırmak istemiş, ama kendisini tutmuş, ancak nefretle omuzlarını silkmekle yetinmişti. Sonraları, savcının konuşmasının son bölümünde,- suçlunun Mokroye'de sorguya çekilmesi sırasında kendisinin gösterdiği marifetler-lerden söz ettiğini söylerken sosyetede onunla alay ede ede «sabredemedi, marifetleri ile övünmeden duramadı» diyorlardı. Celseye ara verildi. Ama bu çok kısa süren bir ara idi. Ancak bir çeyrek saat kadar ya da en çok yirmi dakika sürdü. Dinleyiciler arasında çeşitli konuşmalar, yüksek sesle bağırmalar duyuluyordu. Bazı konuşmaları hatırlıyorum. Gruplardan birinde bir bay kaşlarım çatarak:
— Ciddî bir konuşma! diyordu. Bir başka ses duyuluyordu:
— Pek fazla psikoloji karıştırdı canım!
— Ama söyledikleri hep gerçek! Saklanması imkânsız gerçekler.
— Ha bakın, bu konuda ustadır.
— İşin özetini yaptı. Üçüncü bir ses araya karıştı:
— Bize de veriştirdi, bize de. Konuşmasının başlangıcında herkesin Fiyodor Pavloviç gibi olduğunu söylememiş miydi?
— Sonunda da öyle oldu. Ama burasını uydurdu.
— Evet, belirsiz kalan noktalar vardı.
J406
KARAMAZOV KARDEŞLER
— Azıcık fazla kaçırdı.
— Haksızlık etti! Haksızlık etti, doğrusu.
— Yok canım, ne de olsa ustaca lâf etti. Adamcağız konuşacağı günü uzun bir süre bekledi. Sonunda da söyledi işte. He, ne, ne!
— Bakalım savunma avukatı ne diyecek? Başka bir grupta da şöyle konuşuluyordu:
— Petersburglu'yu demin boşuna gücendirdi. Hani «duyguları etkilemeye çalışanlar» demişti ya, hatırlıyor musunuz?
— Evet, o noktada beceriksizlik etti.
— Acele etti.
— Sinirli adam canım.
— Biz şimdi gülüyoruz, ama bakalım sanığın durumu nasıl?
— Orası öyle. Mityenka'nın durumu nasıl?
Üçüncü grupta ise şöyle demliyordu:
— O tek saplı gözlüğü olan ve kenarda oturan şişman kadın kim?
— Bir general karışıdır. Kocasından ayrıldı, kendisini iyi tanırım...
— Demek general karısı olduğu için tek saplı gözlük kullanıyor.
— Beş para etmez.
— Yok canım, hoş kadın.
— Yanında, iki koltuk ilerde bir sarışın oturuyor, o daha güzel.
— O vakit, Mitya'yı Mokroye'de nasıl da ustaca kıskıvrak yakalamışlar, değil mi?
— Ustaca olmasına belki öyledir. Savcı bunları önceden de anlatmıştı. Burada her gittiği evde neler neler anlatmadı!
— Şimdi de sabredemedi. Gururunu yenemedi.
— Ne yaparsın, gururu kırılmış adamın. He, he, he!
— Öyle de alıngan ki. Hem çok lâf etti. Nedir o uzun uzun cümleler?
— Hep de korkutup duruyordu. Dikkat edin bakın, hep bizi korkutmak istiyor. Troykadan söz ettiği yeri hatırlıyor musunuz? «Onlarda Hamlet'ler var, bizde ise henüz yalnız Karamazov'lar Burasını çok güzel söyledi doğrusu.
KARAMAZOV KARDEŞLER
407
— Bu lâfları liberalizmi eleştirmek için söyledi. Ondan korkuyor!
— Zaten avukattan da korkuyor.
— Orası öyle, bakalım Bay Fetyukoviç ne söyleyecek?
— Ne derse desin, bizim köylüleri kandıramaz.
— Öyle mi sanıyorsunuz?
Dördüncü grupta da şu konuşmalar duyuluyordu:
— Troykadan söz ederken güzel konuştu! Hani milletlerden söz ettiği yerde.
— Gerçekten de doğru söyledi, hatırlıyor musun, hani milletler beklemeyecek diyordu ya, gerçekten doğru.
— Ne olmuş ki?
— Canım, İngiliz parlamentosunda geçen hafta bir milletvekili nihilistler konusunda bakanlığa soru yöneltmiş. «Bu barbar milleti ele alıp uygarlığa kavuşturmanın zamanı gelmedi mi?» demiş. İppolit onu kastetti, biliyorum. Ondan söz etti. Daha geçen hafta bunu söylemişti.
— O çaylaklara burası uzak gelir.
— Hangi çaylaklara? Hem neden uzak gelir diyorsun?
— Çünkü Kronştad'ı kapatırız ve onlara ekmek vermeyiz. O zaman ekmeği nereden bulacaklar?
— Amerika yok mu? Şimdi Amerika'dan buğday alıyorlar.
— Atma!
Ama bu sırada çıngırak çaldı ve herkes yerine koştu, Kürsüye Fetyukoviç çıktı.
SAVUNMA AVUKATININ KONUŞMASI
İki ucu sivri değnek
Konuşmacının ilk sözleri duyulduğu vakit, herkes sustu. Salonda bulunanların hepsi, gözlerini ona dikmişlerdi. Kendisi söze dosdoğru, gösterişsiz ve güvenli bir tavırla, hiç züppelik taslamadan başlamıştı. Güzel lâflar etmek, sesine karşısmdakilerde acıma uyandıracak bir ton vermek, karşısındakiler! duygulandıran kelimeler kullanmak gibi şeylere408
KARAMAZOV KARDEŞLER
başvurmuyordu. Sadece, yakınlık beslediği ve söylediklerine ilgi gösterecek kişilerin arasında konuşan bir insan gibiydi Sesi çok güzeldi. Gür ve cana yakındı. Tonunda bile içten gelen, candan bir anlam vardı. Ama herkes hemen şunu anladı ki, konuşmacı birden gerçekten dramatik bir yüksekliğe tırmanabilir ve oradan «beklenmeyen bir şiddetle yürekleri altüst edecek bir darbe» indirebilirdi.
Belki de İppolit Kirilloviç kadar düzgün konuşmuyordu. Ama uzun cümleler yapmıyor ve daha kesin konuşuyordu. Yalnız bir tek şey bayanların hoşuna gitmemişti: konuşur-ien, özellikle sözlerinin başlangıcında, hep iki büklüm eğilip duruyordu. Bunu selâm veriyormuş gibi değil, dinleyicilerine doğru atılıyormuş, daha doğrusu yaklaşmak istiyormuş gibi yapıyordu. Sanki ince uzun sırtının ortasında yerle tam bir dik açı meydana getirebilecek şekilde eğilmesini sağlayan bir yay vardı.
Başlangıçta, garip bir şekilde sanki hiç bir düzeni yokmuş gibi, olayları karmakarışık bir şekilde ele alarak konuşuyordu; ama sonunda sözlerinden bir bütün ortaya çıktı. Konuşmasını iki bölüme ayırmak mümkündü: Birinci yarısı, bir eleştiriydi, savcılık makamının iddialarını çürütüyordu ve bazen öfkeli ve alaycı sözlerle doluydu. Ama konuşmasının ikinci bölümünde, birden tonunu, hatta kullandığı metodu değiştirdi ve birden dramatik yüksekliklere tırmandı. Salondakiler de bunu bekliyorlarmış gibi heyecandan titremeye başlamışlardı.
Doğrudan doğruya dava konusu olayı ele alarak söze başladı ve önce aslında Petersburg'da çalıştığı halde, sanıkları savunmak için Rusya'nın başka kentlerine gidişinin ilk olmadığını, bunu daha önceden de yaptığını, ama yalnız suçsuz olduklarına inandığı ya da suçsuzluklarım tahmin ettiği kişilerin savunmasını üzerine aldığını belirtti.
— Şimdi de aynı şey oldu, diye anlattı. Daha gazetelerde çıkan ilk röportajlarda sanığın lehine olan ve beni olağanüstü şaşırtan bir şey îarketmiştim. Sözün kısası beni herşeyden önce, hukuk prosedüründe sık sık tekrarlanan, ama bana öyle geliyor ki, hiç bir zaman şimdi üzerinde tartıştığımız davada olduğu kadar, dolgun ve böylesine karakteristik özelliklerle belirmemiş bir nokta ilgilendirdi. Bu noktayı ancak konuşmanın sonunda, sözlerimi bitirirken
KARAMAZOV KARDEŞLER
409
malıydım. Öyleyken düşüncemi daha başlangıçta açıklayacağım. Çünkü benim âdetim, etkileyeceğim hiç bir şeyi ertelemeden, izlenimleri azar azar kullanmaya çalışmadan, doğrudan doğruya konuyu ele almaktır. Bu belki benim tarafımdan hesaplı bir davranış olmaz, ama buna karşılık içten gelen bir şeydir. Düşüncem, daha doğrusu zihnimde tasarladığım plan şu: İleri sürülen olaylar özetlenirse, ezici bir çoğunluğu sanığın aleyhindedir. Öyleyken, bu olayları teker teker ele alıp, birbirlerinden ayrı olarak eleştirirsek, böyle bir eleştiriye dayanabilecek bir tek delil bulamayız! Söylentileri ve gazeteleri izledikçe, düşüncem gittikçe daha da kuvvetleniyordu. İşte o zaman birden sanığın akrabalarından onu savunmam için bir davet aldım. Hemen buraya hareket ettim. Buraya gelince de artık bu konuda tam olarak bir kanıya vardım. İşte, bu olaylar arasındaki korkunç bağı kırmak ve sanığı suçlayan her bir delilin, hiç bir şey ispat etmediğini, fantastik bir şey olduğunu göstermek içindir ki, bu davada savunmayı üzerime aldım.
Sözün burasında savunma avukatı, birden sesini yükseltti:
— Sayın jüri üyeleri! Ben buraya yeni gelmiş bir insanım. Bütün izlenimlerimde hiç bir ön yargı yoktur. Karakter bakımından öfkeli ve duygularında aşırı olan sanık, bu kentte belki yüzlerce insana yaptığı gibi, beni daha önceden kırmış değildir. (Oysa birçokları, onlara karşı iyi davranmadığı için, önceden ona karşı ön yargılar beslemektedirler). Tabiî şunu da kabul ederim ki, burada toplumun ahlâk duyguları haklı olarak gerçekten zedelenmiştir; sanık, azgın ve sınır tanımayan bir kişidir! Öyleyken sosyetede, hatta çok yüksek yetenekleri olan sayın savcının ailesinde bile çok iyi karşılanıyordu. (Not: Bu sözler üzerine halk arasında iki üç kişinin gülüştüğü duyuldu. Gerçi bu gülüşmeler hemen kesildi, ama herkes onları farketmişti) Bizde herkes biliyordu ki, savcı Mitya'yı kendi isteğine aykırı olarak, sadece son derece iyiliksever ve saygıdeğer, ama olmayacak şeyler yapan, daima kendi kafasına göre hareket eden ve bazı durumlarda, özellikle önemsiz şeylerde kocasına karşı koymaktan hoşlanan karısı ilgi çekici bulduğu için, evine kabul ediyordu. Bununla birlikte Mitya, onlara pek sık gitmezdi.
Savunma avukatı:
— Ama cesaretimi hoş görün, şunu belirtmek isterim ki,410
KARAMAZOV KARDEŞLER
hasmım gibi hiç de etki altında kalmayan bir zekâya ve haksever bir karaktere sahip olan bir insanda bile, müvekkilim konusunda bazı yanlış ön yargılar uyanmış olabilir, diye devam etti. Evet, bu çok tabiî bir şeydir: o mutsuz adam kendisine karşı daima bir ön yargı beslemesine hak kazanmıştır. Moral bir hakaret, hatta estetik duygusunun zedelenmesi, bazen insanları karşılarındakine hiç acımamaya yöneltir. Demin savcılık makamının o parlak konuşmasında sanığın karakterinin ve davranışlarının kesin bir tahlilini işittik. Dava konusu olayın sert bir şekilde eleştirildiğini duyduk. Asıl önemlisi, işin özünü bize anlatmak için, gözümüzün önüne öylesine psikolojik derinlikler serildi ki, sanığın kişiliğine karşı önceden birazcık olsun belirli bir niyet ile öfkeli bir ön yargı olmasa, böylesine derinliklere inmeye imkân yoktur. Ama bu gibi durumlarda, bir davaya önceden öfkeli ve önceden niyet besleyerek bakmaktan daha kötü, hatta daha kahredici şeyler vardır.