421
XII HAYIR, CİNAYET DE İŞLENMEMİŞTİR!
Sayın jüri üyeleri! Rica ederim, şunu unutmayın ki, burada söz konusu olan bir insan hayatıdır. Bu bakımdan daha ihtiyatlı olmalıyız. Daha önceden işittik ki, savcılık makamı (kendilerinin de belirttikleri gibi) son güne dek, evet bugüne, mahkeme gününe dek, sanığın cinayeti tam anlamıyla önceden beslenen bir niyetle işleyip işlemediği konusunda kararsızlık içinde kalmıştır. Ta o bugün mahkemeye ibraz edilen ve «sarhoş ağzı ile» yazılmış mektup ortaya çıkıncaya kadar buna bir türlü karar verememiştir. «Yazıldığı gibi olmuştur!» deniliyor. Ama ben gene tekrar ediyorum ki: sanık o kadının yanına, onun peşinden, sadece nerede olduğunu öğrenmek için koşmuştur! Bu olayı değiştirmeye imkân yoktur! Eğer kadın evde olsaydı, sanık hiçbir yere koşmıyacak, onun yanında kalacak ve mektupta söylediği şeyi yerine getirmiyecekti. Elinde olmıyarak, birden koşmuştu oraya! «Sarhoş ağzıyla» yazdığı mektup ise, belki o sırada aklından tüm olarak silinmişti.
«Havanelini alıp götürdü» diyorlar. Hatırlıyorsunuz ya, bu havanelinden bile söz ederken, bir sürü psikolojik tahminler ileri sürülmüştür. Bu havanelini neden silâh olarak almısmış, onu bir silâh olarak kullanmak amacı ile kaptıktan sonra, falan... filân. Şimdi aklıma çok basit bir düşünce geliyor: peki bu havaneli, göz önünde, rafın üstünde, sanığın onu aldığı rafın üstünde olmayıp, dolaba kaldırılmış olsaydı, o zaman sanığın gözlerine ilişmiyecekti değil mi? Sanık silâh almadan, elleri boş olarak koşup gidecekti, o zaman da hiç kimseyi öldürmiyecekti. O halde bu havanelinden söz ederken, sanığın silâhlandığını ve bunun önceden bir niyet beslediğini gösteren bir delil. olduğunu, nasıl ileri sürebilirim? Evet ama, meyhanelerde babasını öldüreceğini bağıra bağıra söylemişti ve iki gün önce, o sarhoş halde mektubu yazdığı akşam, sessizce oturmuş, meyhanede yalnız bir satıcı ile kavga etmişti, bunu da güya «bir Karama-zov kavga etmeden duramadığı için» yapmıştı. Buna karşılık ben de şunu söyliyeceğim: eğer bir insan böyle bir cinayeti tasarlamış, üstelik plânını yapmış, yazdığı gibi ye-422
KARAMAZOV KARDEŞLER
rine getirmeye karar vermişse, herhalde bir satıcı ile kavga etmez, hatta belki meyhaneye bile uğramaz. Çünkü böy-Is bir şey tasarlamış olan bir varlık, sakin bir yer, gizlenecek ,bir yer arar. Kendisini görmesinler, yaptığı bir şeyi işitmesinler diye ortadan kaybolmak .ister: «İmkân varsa beni unutun, aklınızdan çıkarın!» der gibi davranır. Hem de bir takım hesapları olduğu için değil, sadece içinden öyle geldiği için yapar.
Sayın jüri üyeleri, psikoloji iki ucu .sivri bir değnektir. Biz de psikolojiden anlarız. Tüm bu ay içinde meyhaneler-deki o bağırıp çağırmalarına gelince: çocuklar, ya da eğlenceden çıkan sarhoşlar meyhanelerin önünde birbirleri ile kavga ederek az mı «seni öldürürüm» diye tehditler sa-vururlar? Ama gene de öldürmezler değil mi? Hem zaten o uğursuz mektup sinirli sinirli tehditler savurarak meyhanelerden çıkar, bir adamın sarhoş ağzıyla: «Öldürürüm! Hepinizi öldürürüm!» diye bağırması değil mi? Neden herşey dediğimiz gibi olmasın? Niçin bunun böyle olabileceğini imkânsız sayıyoruz? Neden bu mektup kaderi altüst eden bir mektup sayılıyor da, tersine gülünç bir şey olarak kabul edilmiyor? Çünkü öldürülmüş bir babanın cesedi bulunmuştur. Çünkü bir tanık sanığın silâhlı olarak bahçeden koşarak kaçtığını görmüştür! Hatta kendisi de onun eliyle yere serilmiştir. Demek ki, her şey yazıldığı gibi olmuştur. Demek bu yüzden mektup gülünç bir şey değil, kaderi tayin edici bir şey olmuştur. Çok şükür sonunda belirli bir noktaya vardık. «Madem bahçedeydi, demek ki o öldürdü.» Şu halde bu iki söz, yani «Bahçedeydi» sözüyle «demek ki* sözü savcılık makamının ileri sürdüğü suçlamayı özetlemiş oluyor. «Madem oradaydı, demek ki...» deniliyor. Peki ya. orada bulunduğu halde, «demek ki» diye ileri sürülen İŞi yapmadıysa? Evet, kabul ediyorum ki bu işte olaylar birbirini tamamlıyor, gerçekten birçok olaylar aynı ana rastlamıştır ve gerçekten oldukça anlamlı olaylardır. Ama tüm bu olayları bir de aynı zamanda meydana gelmelerinin etkisi altında kalmadan ayrı ayrı inceleyin. Savcılık makamı, neden sanığın babasının penceresi önünden koşarak kaçtığını açıklarken, doğru söylediğini kabul etmiyor? Hatırlayın! Bu konuda savcılık makamı «saygıdan» hatta i bîrden uyanan «iyi dürüst» duygulardan söz ederek,
KARAMAZOV KARDEŞLER
«23
bile etmişti. Peki ama, bu işin içinde gerçekten böyle bir şey olmuşsa, yani bir saygı diyemiyeceğim, ama dürüst bazı duygular rol oynamışsa, o zaman ne olacak? Sanık, soruşturma sırasında «Herhalde o anda annem benim için dua etmiştir!» diye ifade vermiştir. İşte, bu yüzden, Svet-lova'nın babasının evinde bulunmadığını öğrenir öğrenmez, oradan koşarak uzaklaşmıştır. Savcılık makamı: «Ama bunu pencereden bakarak anlayamazdı» diyor. Neden anlaya-masın? Pencere, sanığın işaret olarak kabul edilen vuruşları üzerine açılmıştı ya! Bu arada Fiyodor Pavloviç, herhangi bir söz söyleyebilir, birşeyler bağırabilirdi, sanık da bundan birden Svetlova'nın orada olmadığını anlayabilirdi. Neden ille hayalimizden geçirdiğimi?, gibi, daha doğrusu başkalarının hayalimizde uyandırdığı sahnelere göre tahminlerde bulunalım? Gerçekte en ince gözlemci olan bir roman yasarının bile gözünden kaçan binlerce şey vardır! «Ama Grigoriy kapıyı açık görmüştü, demek ki sanık evdeydi, evde olduğuna göre de, cinayeti o işledi.» diyorlar.
Gelelim bu kapı konusuna, sayın jüri üyeleri... bakın bu kapının açık olduğuna ancak bir kişi tanıklık ediyor. Oysa bu tanıklık eden kişi, o sırada öyle bir halde bulunuyor ki... Her neyse, varsın kapı açık olsun! Diyelim ki, sanık inkâr etti, kendisini korumak için yalan söyledi. Bu onun durumunda bulunan biri için o kadar anlaşılır bir şeydir ki! Diyelim ki, kendisi evdeydi, eve girmişti... Peki, neden eve girdiğine bakarak cinayeti muhakkak onun işlemiş olduğunu ileri sürelim? Zcrla içeri girmiş olabilir. Odadan odaya koşmuş, babasını itmiş, hatta onu vurmuş bile olabilir. Ama Svetlova'nın babasının yanında olmadığını görünce, koşarak oradan uzaklaşmıştır. Kadının orada bulunmadığına, elinden bir kaza çıkıp babasını öldürmediğine sevine sevine koşa koşa uzaklaşmıştır. Belki de bir dakika sonra, kendinden geçtiği bir sırada yere serdiği Grigoriy'in yanına, duvardan aşağı atlaması da temiz bir duygu duyabil-mesinden, başkasına acıyabilmesinden, o insan için üzüle-bilmeainden ileri gelmiştir. Babasını öldürmek istediği halde, bu işi yapmadığı, vicdanı lekesiz kaldığı, yani babasını öldürmediği için sevinç duymuştur. Bunun için atlamıştır yere!
Sayın savcı bize sanığın Mokroye'deki durumunu içimizde dehşet uyandıracak şekilde, parlak sözlerle, tüyleri-424
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
425
mizi diken diken ederek anlatmıştır: «Aşkı yeniden tadacağı sırada, sevgilisi onu yeni bir hayat yaşamağa çağırdı-fı sırada, artık sevmek imkânından yoksun bulunduğu bir anda, arkasında babasının kan içindeki cesedini bıraktığından ötürü ve cesedin arkasından da müthiş bir ceza geleceği için, bu aşkı yaşamasına imkân kalmadığını anlamıştı.) Bununla birlikte, sayın savcı, gene de sanığın bir sevgi duyabileceğini kabul etmiştir ve bunu kendine göre bir psikoloji ile açıklamıştır: «Sarhoş bir durumdaydı!» diyor. «Bir idam mahkûmu idam yerine götürülürken, daha uzun bir süre beklemek gerektiğini düşünür... filân... falan.» demişlerdir.
İyi ama savcı acaba karşımızda bambaşka bir tip canlandırmış olmuyorlar mı? Bunu gene soruyorum. Gerçekten, sanık elleri babasının kanına bulandığı halde, o anda aşkı ya da yargıçları atlatmayı düşünecek kadar kaba, ruhsuz bir varlık mıydı? Hayır, hayır, hayır! Kadının onu sevdiğini, onu birlikte uzaklara gitmeğe çağırdığını, ona yeni bir mutluluk sunduğunu anladığı anda yemin ederim ki, kendisini öldürmek için iki misli, üç misli daha şiddetli bir istek duymuştur ve eğer arkasında babasının cesedini bırakmış olsaydı, muhakkak kendini öldürürdü! Evet, tabancasının nerede olduğunu unutmazdı! Sanığı tanıyorum: sayın savcının onda bulunduğunu ileri sürdüğü vahşî, duygusuz, acımak bilmiyen katı yüreklilik, onun karakteri ile bağda-şamıyacak bir şeydir. Kendisini muhakkak öldürürdü! İn-tihar etmediyse, bunu «annesi kendisi için dua ettiğinden ötürü» ve ellerini babasının kanına bulamadığı, bu işte suçsuz olduğu için yapmamıştır. O gece, Mokroye'de, hep yere serdiği ihtiyar Grigoriy için acı çekmiş ve ihtiyar adam kendisine gelip ayağa kalksın, vuruşu öldürücü olmasın, Grigoriy yüzünden cezaya çarptırılmasın diye Tanrı'ya dua etmiştir. Neden olayların bu tür açıklanmasını kabul etmiyoruz? Sanığın bize yalan söylediğini gösteren kesin bir delilimiz var mı? Bize hemen «İşte, babasının cesedi!?- diyeceklerdir. «Sanık oradan koşarak çıkmıştı. Eğer o öldürme-diyse, kim öldürdü ihtiyarı?» diyeceklerdir.
Tekrar ediyorum, savcılık makamının dayandığı tüm mantık budur: «O öldürmediyse, kim öldürdü?» Demek istiyorlar ki, onun yerine konacak bir sanık yoktur. Öyle de~
ğil mi sayın jüri üyeleri? Gerçekten, onun yerine bir başkasını koyamadıkları doğru mu? Hepimiz savcılık makamının o gece, o evde bulunan kişileri tek tek saydığını işittik. Beş kişi bulunmuştu orada! Kabul edelim ki, bunlardan üçü hiçbir şekilde suçlandırılmaz, bunlar da: öldürülen adamın kendisi, ihtiyar Grigoriy ve karışıdır. Geriye sanık ile Smer-dyakov kalıyor. İşte sayın savcı, büyük bir ciddilikle, sanığın, başka birini suçlayamadığı için Smerdyakov'u suçlu olarak gösterdiğini ileri sürüyor. Eğer bir altıncı kişi hatta, altıncı bir kişinin bulunduğunu gösteren en küçük bir işaret olsa, sanık hemen Smerdyakov'u suçlamaktan vazgeçip, bu yaptığından utanarak o altıncı kişiyi suçlayacakmış!
İyi ama, sayın jüri üyeleri, bunun tam tersi bir sonuç çıkaramaz mıyız? Ortada iki kişi var: Sanık ile Smerdya-kov. O halde, müvekkilimi sadece suçlayacak başka bir insan bulamadığınız için suçladığınızı ileri süremez miyim? Daha önce Smerdyakov'u tüm şüphelerden uzak tutmaya karar verdiğiniz için başka bir şüpheli kişi bulamadığınızı ileri süremez miyim? Gerçi doğru söylemek gerekirse, Smerdyakov'u yalnız sanık, sanığın iki kardeşi, bir de Svetlova suçluyorlar. Ama ifade veren tanıklar arasında da bu şekilde konuşan bazı kişiler vardır: sözlerinde gerçi belirsiz bir şey sezilmiştir. Ama zaten çevremizde de bir şey varmış, şüpheli bir şey kalmış gibi belirsiz söylentiler dolaşıyor. Bir bekleyiş seziliyor. Sonra, kesin olmamakla birlikte oldukça dikkati çeken bir olay rastlantısı var. Önce tam felâket günü gelip çatan sara krizi, savcının nedense ger-Çek olduğunu savunmak zorunluluğunu duyduğu bir kriz 'ar. Sonra Smerdyakov'un mahkemenin başlıyacağı gün-öen bir gün önce intiharı geliyor. Ondan sonra da en az bu söylediklerim kadar beklenmedik bir şey ortaya çıkıyor: bu da, bugüne dek ağabeyinin suçlu olduğuna inanan ortanca kardeşin ifadesidir!
Evet, sayın yargıçlarla ve savcı ile bir noktada birleşi-yorum o da şudur: İvan Karamazov hastadır, ateşler içindedir, verdiği ifade gerçekten sayıklarken tasarladığı ve suÇu intihar edenin üzerine yükleyerek ağabeyini kurtarmak için yaptığı umutsuz bir çırpınış olabilir. Ama gene de adı geçmiştir ve gene de, ortada sanki bi-bir şey kalmıştır. Sanki son söz söylenmemiştir.426
KARAMAZOV KARDEŞLER
Bitmemiş bir şey vardır sayın jüri üyeleri! Belki de bu yarım kalan sözler, daha tamamlanacaktır. Ama bu konuyu daha sonra ele alacağız, bunlar daha sonraki şeyler
Sayın yargıçlar biraz önce celseye devam etmek kararını aldılar. Ama şimdi verecekleri kararı beklerken, örneğin ölen Smerdyakov'un, savcı tarafından bu kadar ince ve bu kadar yetenekli olarak yapılan karakter tahlili konusunda bir şeyler söyliyebilirim. Sayın meslek arkadaşımın ustalığına hayran kalmakla birlikte, bu karakter tahlilini tam olarak kabul edemiyeceğim. Ben Smerdyakov'a gittim, onu gördüm ve kendisi ile konuştum. Smerdyakov, benim üzerimde bambaşka bir etki yaptı. Sağlık bakımından zayıf bir insandı, burası doğru. Ama karakter bakımından, yürek bakımından hayır, hiç de savcının sözlerinden çıkardığı sonuçta belirttiği gibi, zayıf bir insan değildi. Özellikle onda bir çekingenlik, savcının bu kadar karakteristik bir şekilde belirttiği çekingenlikten eser görmedim, Saflığa gelince, onda hiç de öyle bir şey yoktu. Tersine, ben onu başkalarına hiç güvenmeyen sinsiliğini ve zekâsını saflık perdesi altında saklıyan ve birçok şeyleri kavrıyabilecek bir insan olarak gördüm! Evet! Savcılık makamı, onu zayıf, geri zekâlı biri sayarken, aşırı bir saflık göstermiştir. Smerdyakov benim üzerimde çok kesin bir izlenim yaratmıştır: yanından kesin olarak kötü yürekli, gözünü hırs bürümüş, kinci ve rahat vermiyecek derecede kıskanç bir varlık olduğu kanısı ile ayrıldım. Bu konuda bazı bilgiler de topladım: kendisi çıktığı aileden nefret ediyordu, ondan utanıyordu ve «pis kokulu bir kadının» oğlu olduğunu dişlerini gıcırdatarak hatırlıyordu. Çocukken kendisine karşı bir velinimet olarak davranmış olan Grigoriy ile karısına karşı saygısızca davranıyordu. Rusya'ya lanet ediyor ve onunla alay ediyordu. Fransa'ya gitmek hayali ile yaşıyordu; orada bir Fransız haline gelmek için! Daha eskiden sık sık bu işi yapacak parası olmadığından söz etmişti. Bana öyle geliyor ki, kendinden başka hiç kimseyi sevmiyordu. Kendisini de şaşılacak kadar yüksek bir varlık sayıyordu. Onun gözünde aydın olmak, güzel giysiler, temiz gömlekler giymek ve parlatılmış çizmelerle dolaşmaktı. Kendisini Fiyodor Pavloviç in meşru olmayan oğlu saydığı için, (ki bunu gösteren deliller vardır) efendisinin meşru çocuklarına kıyasla, içinde bulunduğu durumundan nefret edebilirdi. «Onlar için her-
KARAMAZOV KARDEŞLER
427
şey var, benim için bir şey yok, tüm haklar onların, miras da onlara ait, ben ise sadece bir uşaktan başka bir şey değilim» diyebilirdi.
Bana paralan pakete Fiyodor Pavloviç ile birlikte koyduğunu söylüyordu. Bu paranın, kendisine bir iş sağlıya-bilecek olan bu paranın kullanılacağı amaç, tabii ona, nefret edilecek bir şey olarak görünüyordu. Bundan başka, üç bin rubleyii, pırıl pırıl, renk renk: banknotlar olarak gör-muştu. (Bu konuda kendisine mahsus soru sordum). Ah, kıskanç ve egoist bir insana hiçbir zaman büyük bir parayı bir arada göstermeyiniz. Smerdyakov ömründe ilk kez olarak, bu kadar çok paranın bir elde toplandığını görmüştü. O renk renk destenin izlenimi, hayalinde acı bir etki yapabilirdi. Bu etki, birinci seferinde hiçbir sonuç yaratmamış olabilir.
Üstadım sayın savcı, Srnerdyakov'u bu cinayetle suçlamak ihtimalinden söz ederken, bunun leh ve aleyhinde olan tüm noktaları olağanüstü bir incelikle belirtti ve özellikle şu sorunun üzerinde durdu: «Smerdyakov neden mahsus sara krizine tutulmuş gibi rol yapsın?» Ama belki de rol yapmamıştır. Kriz, çok tabii bir şekilde gelmiş, hasta da sonradan kendine gelmiş olabilirdi. Tabii hastalıktan bir anda kurtulamazdı. Ama gene de herhangi bir anda, kendine gelebilir, ayılabilirdi. Saralılarda öyle olur. Savcılık makamı «Smerdyakov cinayeti hangi anda işlemiş olabilir?» diye soruyor. Bu anı göstermek o kadar kolaydır ki! Smer-dyakev ayılıp, derin uykusundan (çünkü o sırada kendisi uykudaydı: sara krizinden sonra insan her zaman derin bir uykuya dalar) uyandığı anda ihtiyar Grigoriy koşarak kaçan sanığı duvarın üzerinde ayağından yakalamıştır. Etrafı çınlatırcasına «baba katili!» diye bağırmaktadır. İşte sanık o sırada uyanmıştır. Zaten onu uyandıran şey de belki sessiz ve karanlık gecede duyulan bu alışılmamış çığlıktır. O sırada uykusu belki de o kadar derin değildi. Tabii ki daha bir saat öncesinden yavaş yavaş uykusu hafiflemiş olabilir. Yatağından kalkınca, hemen hemen bilinçsiz olarak ve hiç ard niyet beslemeden, bu çığlık nedir, diye bakmak için dışarı çıkmıştır. Başında hastalığın yarattığı bir karışıklık vardır. Zihni daha uyuşmuş bir haldedir. İşte bu durumda bahçeye çıkıyor, aydınlanmış pencerelere yaklaşıyor ve ta-428
KARAMAZOV KARDEŞLER
bu onu görünce sevinen efendisinden korkunç bir haber alı-yor. O zaman, içi birden tutuşuveriyor. Korku içinde bulunan efendisinden tüm ayrıntıları öğreniyor.
İşte o zaman bozulmuş, hasta zihninde bir düşünce, korkunç, ama çekici ve hiç de mantığa aykırı olmayan bir düşünce doğuyor: Efendisini öldürüp, üç. bin rubleyi almak, sonra da herşeyi küçük beyin üzerine yıkmak! Zaten katil olarak küçük beyden başka kimi akla getirebilirlerdi? Küçük beyden başka kimi suçluyabilirlerdi? Bütün deliller meydandaydı. Üstelik kendisi oraya girmişti, değil mi ya? Korkunç bir para hırsı, müthiş bir avı ele geçirmek isteği, yapacağı hareketin cezasız kalacağı düşüncesiyle birlikte, tüm varlığını sarmış olabilirdi. Ah, böyle beklenmedik, kaçınılmaz, içten gelen bir atılma ihtiyacı çoğu zaman böyle, bir fırsat çıkınca akla gelir. Asıl önemlisi, böyle bir istek bu tip katillerin içinde, daha bir dakika sonra cinayeti işlemek hevesine kapılacaklarını akıllarına bile getirmedikleri bir sırada uyanır! İşte Smerdyakov efendisinin yanına girerek plânım böylece yerine getirmiş olabilir. Kem de bunu herhalde herhangi bir silâh yerine, bahçede elinin altına ilk gelen taşla yapmıştır. Peki ama bu işi niçin, hangi amaçla yapmış olabilir? O üç bin ruble, kendisi için bir kariyer yapma imkânıydı. Evet, kendi sözlerimle çelişkiye düşüyor değilim: Belki de öyle bir para vardı. Hatta belki de nerede bulabileceğini, efendisinin odasının neresinde bulunduğunu, yalnız Smeıdyakov bilebilirdi. «Peki, ya paraların bulunduğu zarfın kâğıdı, ya yerde sürüklenen yırtık paket kâğıdı?» diyeceksiniz. Demin sayın savcı, bu paketten söz ederken, sen derece ince bir düşünce ileri sürdü: Ona göre, bu kâğıdı ancak hırsızlık etmeye alışmamış, Karama-zov gibi biri yerde bırakmış olabilirdi. Smerdyakov ise, arkasında böyle bir delili katiyen bırakmazdı. Demin bu sözleri dinlerken, bana yabancı gelemeyen bir şey işitiyormuşum gibi geldi sayın jüri üyeleri. Düşünün, aynı düşünceyi, aynı tahmini, yani Karamazov'n bu paketi nasıl açmış olabileceğini, ben daha iki gün önce Smerdyakov'un kendisinden işitmiştim. Hatta Smerdyakov'un bu sözlerine şaşırmıştım-Bana öyle geldi ki, mahsus yapmacıklı, saf bir tavır takınıyor ve olayları atlayarak bana bu düşünceyi kabul ettirmek istiyor, benim aynı sonuca varmamı bekliyor, hatta söy-
KARAMAZOV KARdEŞLER
429
liyeceklerimi bana dikte ediyordu. Acaba bu düşünceyi aynı şekilde sorgu yargıcına da Smerdyakov fısıldamış olmasın? Aynı şeyi üstadım sayın savcıya zorla kabul ettirmesin? Diyeceklerdir ki: ya ihtiyar kadın, ya Grigoriy'in karısı? O kadın, hastanın tüm gece yanıbaşında inlediğini duymadı mı? Doğru! Duymuştur. Ama bu ileri sürülen itiraz, çok zayıf olur. Ben bir kadın tanırdım, acı acı tüm gece avluda havlayan bir köpeğin kendisini uyutmadığından şikâyet ederdi. Oysa, zavallı kepek, sonradan öğrenildiği gibi tüm gece içinde ancak iki kere havlıyordu. Bu tabii bir şeydir; bir insan uyurken birden bir inilti duyar, bu iniltinin kendisini uyandırdığına fena halde canı sıkılarak uyanır, ama sonradan birden gene uykuya dalar. İki saat kadar sonra, gene bir inilti olur, adam gene uyanır, sonra gene uykuya dalar. Sonunda aynı inilti, aradan iki saat geçtikten sonra bir kez daha duyulur. Yani uyuyan, tüm olarak bu iniltiyi üç kez duymuş olur. Ama sabahleyin uyandı mı, gece sabaha dek birinin inleyip durduğundan, bu yüzden gözünü bile kırpmadığından şikâyet eder. Grigoriy'in karısının basına da aynı şey gelmiştir. Her biri iki saat süren uykuları olmuştur, ama bunu hatırlamaz. Sadece uyandığı anları hatırlar. Bu yüzden de ona kendisini tüm gece uyandırmışlar gibi gelir.
Sayın savcı, «ama Smerdyakov intihar etmeden önce yazdığı kâğıtta neden bir açıklamada bulunmadı?» diye soruyor. «Birini yapmaya vicdanı elverdi de, öbürüne elvermedi mi?» diyor. Yalnız rica ederim, vicdan denildiği vakit, artık pişmanlıktan söz edilmiş olur. İntihar eden adam pişmanlık duymıyabilirdi. İçinde yalnız umutsuzluk olabilirdi. Umutsuzluk ve pişmanlık... bunlar birbirinden apayrı şeylerdir. Umutsuzluk kinle karışık ve barışmayı imkânsız hale getiren bir duygu olabilir. İntihar eden adam, hayatına son verirken, ömrünün sonuna dek kıskandığı insanlara karsı iki misli nefret duymuş olabilir. Sayın jüri üyeleri, adlî bir hata işlemekten sakının! Şimdi size söylediğim bu sözlerde ve anlattıklarımda akla uygun olmayan ne vardır? Yürüttüğüm düşünce zincirinde bir yanlış bulun, olması imkânsız saçma bir şey bulun! Ama eğer ileri sürdüğüm şeylerin bir kıl payı kadar da olsa, mümkün olabileceğini görüyorsanız, tahminlerimde bir parçacık olsun gerçeğe uy-430
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
431
günlük varsa, suçluyu cezalandırmaktan kaçının! Hem burada söz konusu olan şeylerin doğruluğu yalnız bir kıl payı kadar mı? Tüm kutsal şeylerin üzerine yemin ederim ki, size cinayet konusunda ne söylemişsem, onu size anlatmış-sam, hepsine kesin olarak inanıyorum. En önemlisi, evet en önemlisi de şudur: savcılık makamının sanığın aleyhinde ileri sürdüğü, üst üste yığdığı o koca deliller yığını arasında, birinin olsun bir parçacık da olsa, itiraz edilemiyecek bir yönünün bulunmamasına şaşıp kalıyorum. Böyle olması beni deli ediyor. Zavallı adanı, sadece olayların aynı ana rastlamasından ötürü felâkete sürükleniyor. Evet bu rastlantılar feci bir şeydir: O kan, o parmaklardan akan kan, o kanlı iç çamaşırı, o «baba katili!» bağırışıyla çınlayan karanlık gece, o çığlık atan ve kafası kırılmış olarak yere serilen adam, ondan sonra da o yığınla söz, ifade hareket bağırış... Tüm bunlar insana öyle bir etki yapabilir, insanı öyle kandırabilir ki! Ama tüm bunlar, sizi bir kanıya yöneltebilir mi? Siz buna kanar mısınız sayın jüri üyeleri? Hatırlayın ki. size bir yetki verilmiştir, eli kolu bağlı bir insan hakkında karar verme yetkisi! Ama bu yetki ne kadar büyükse uygulaması da o derece korkunçtur!
Şimdi söylediklerimden bir sözümü olsun geri almıyorum. Ama ziyanı yok, öyle olsun! Bir an için savcılığın iddiasını kabul edeyim, zavallı müvekkilimin ellerini babasının kanına buladığmı kabul edeyim. Tabii bu, ancak sözde kalan bir kabul ediştir. Tekrar ediyorum: bana kalırsa suçsuz olduğundan hiç şüphe etmiyorum. Ama gene de bir an için, sanığın babasını öldürdüğünü kabul edeyim. Bu durumda bile, böyle bir düşünceyi kabul ettiğim halde, gene de söyliye-ceğim sözü dinleyin. Vicdanımın üzerinde ağır bir yük var. Size bir şey söylemek istiyorum, çünkü hissediyorum ki, yüreklerinizde de, zihninizde de müthiş bir savaş var... Yüreklerinize ve aklınıza seslendiğim için özür dilerim, sayın jüri üyeleri. Ama sonuna dek içimden geldiği ve gerçeğin emrettiği gibi konuşmak istiyorum. Hepimiz olduğumuz gibi görünelim!
Bu sırada savunma avukatının konuşması, oldukça §i detli bir alkışla kesildi. Gerçekten de son sözlerini öyle iç ten gelen bir sesle söylemişti ki, herkesin içinde belki de, gerçekten söyliyeceği bir şey vardır, belki de şimdi
yacağı gerçekten en önemlidir diye bir his uyanmıştı. Ama başkan, alkışları duyunca, gür bir sesle: «Böyle bir olay bir daha tekrar edilirse» mahkeme salonunu boşaltmak tehdidini savurdu. Herşey sessizliğe gömüldü ve Fetyukoviç bambaşka, o zamana dek konuştuğundan apayrı, duygulu bir sesle söze başladı.
XIII
DÜŞÜNCEYE İHANET
Fetyukoviç:
— Müvekkilim! felâkete sürükleyen şey, yalnız olayların bir araya rastlaması değildi, diye söze taşladı. Hayır! Mü vekkilimi gerçekte yalnız bir tek şey felâkete sürüklüyor, o da babasının cesedidir! Eğer ortada basit bir cinayet olsaydı, delilleri aynı zamana rastlayan ve birbirine bağlı şeyler olarak değil de, ayrı ayrı olarak ele almış olsaydınız, bunların önemsizliğini, hiç bir şeyi ispat edemediklerini, fantastik şeyler olduklarını görürdünüz, o zaman hiç değilse içinizde (gerçi sanığın hak ettiği) ama gene bir ön yargıdan başka bir şey olmayan düşüncenize dayanarak bir insanın kaderini mahvetmekten çekinirdiniz! Hem burada söz konusu olan basit bir cinayet değildir, bir babanın öldürülmesidir! Bu, insanı etkiler, hem de o kadar etkiler ki sanığı suçlamak için ileri sürülen deliller ne kadar önemsiz ne kadar hiçbir şeyi ispat edemiyen şeyler olursa olsun, en tarafsız insana bile artık pek o kadar değersiz ve bu derece hiçbir şey ispat etmeyen bir şey olarak görünmez.
Böyle bir sanık, nasıl beraat eder? Ya cinayeti işlediy-se, ya cezasını görmezse? İşte, herkesin içinde, elinde olmı-yarak duyduğu his budur. Evet, bir babanın, hayata kavuşturan, evlâdını seven, çocuğu için canını ve hayatını esirge-ttüyen, çocuğunun geçirdiği hastalıkları kendisi çekiyormuş gibi acı duyan, ömrü boyunca evlâdının mutluluğu için uğraşıp didinen, onun sevinçleri ile, onun başarıları ile yaşayan bir babanın kanına girmek, korkunç bir şeydir! Sayın Jüri üyeleri, baba, gerçek bir baba ne demektir? Bu sözde