Savunma avukatı: «Başkaları için hangi ölçüyü kullanırsanız, sizin için de aynı ölçü kullanılacaktır!» diyor ve aynı anda, sanki İsa, bizim için kullanılmış olan ölçü neyse, başkalarına da o ölçüyü kullanmak gerektiğini öğüt vermiş gibi bir sonuç çıkarıyor. Hem de bunu gerçekleri ve mantığa uygun anlayışları savunan bir kürsüde yapıyor! Demek ki, İncil'i ancak konuşma yapacağımız günlerin arifesinde, oldukça orijinal ve belki de dinleyenlere bir etki yapmak için kullanabileceğimiz bir kitabı okur gibi okuyacağız ve okudu-
KARAMAZOV KARDEŞLER
443
ğumuzu belirterek bilgimizle göz kamaştıracağız. Ne kadar ihtiyacımız varsa, o kadarını okumalıyız. Demek bizde hersey ihtiyaçlarımıza göre olmalı. Oysa İsa hiç de öyle yapmamızı öğüt vermiyor. Aksine, biz bağışlamalıyız, bize tokat vurulunca, öbür yanağımızı uzatmalıyız! Bizi incitmiş olan kimselerin kullandıkları ölçüyü kullanmamalıyız. İşte bizini Tan-rı'mız bize bunları öğretmiştir. Çocuklara babalarını öldürmeyi yasak etmenin modası geçmiş bir ön yargı olduğunu öğ-retmemistir. Bu bakımdan, bu kürsüde Tanrı'mızın İncil'inde bulunan gerçekleri ve akla uygun prensipleri düzeltmeye çalışmayalım. O Tanrı ki, savunma avukatı burada onu, sadece: «insanları seven haca gerilmiş varlık» olarak tanımlamıştır. Oysa tüm ortodoks Rusya, ona yalvararak: «Sen bizini Tann'mızsınız!» demektedir.
Bu sırada söze başkan karıştı ve konuşmasının heyecanına kapılmış olan savcının herşeyi büyütmemesini, gereken sınırda kalmasını ve yargıçlar heyeti başkanlarının bu gibi olaylarda söylediklerine benzer şeyleri söyledi. Zaten salonda bulunanlar da huzursuzdu. Halk kımıldayıp duruyor, hatta öfke ile bağıranlar oluyordu. Petyukoviç bunlara itiraz bile etmedi ve kürsüye sadece elini göğsünün üzerine bastırarak gücenmiş bir tavırla, ağırbaşlılıkla birkaç söz söylemek için çıktı. Yalnız hafifçe ve alaylı olarak gene: «Roman* ve psikoloji» sözlerine değindi. «Jüpiter! Öfkeleniyorsun! Demek ki haksızsın!» sözünü tam yerinde kullandı. Halk arasında sözlerini destekleyen birçok gülüşmeler oldu. Çünkü İppolit Kirilloviç. hiç de Jüpiter'e benzemiyordu. Ondan sonra çok güvenli bir tavırla, güya genç kuşağa babalarını öldürmelerine izin veriyormuş diye, kendisine karşı yapılan suçlamaya itiraz bile etmeyeceğini söyledi. Sahte bir İsa ortaya çıkarmış olmasına ve İsa'yı Tanrı olarak göstermeyip de, sadece «haça gerilmiş insan sever varlık» olarak tanımlamasının «Ortodoksluğa aykırı olduğu ve gerçeklerle akla uygun prensipleri savunan bir kürsüden, bu gibi şeylerin söylenemeyeceği» iddiasına gelince, Fetyukoviç, «İmalı» konuşarak, «Buraya gelirken hiç değilse bir yurttaş olarak ve tam anlamıyla devlete sadık bir insan olarak bu kürsünün kişiliğim için tehlikeli bazı suçlamalardan uzak olduğuna inanıyordum» dedi. Ama bu sözleri söyler söylemez, başkan onu susturdu. Bunun üzerine Fetyukoviç eğilerek selâm verdi vs444
KARAMAZOV KARDEŞLER
sözlerini bitirip salonda bulunanların destekleyici mırıltıları arasında kürsüden çekildi. Bizim bayanlara göre İppolit Kirilloviç: «Bir daha baş kaldıramayacak şekilde ezilmişti.»
Ondan sonra sanığa söz verildi. Mitya ayağa kalktı, ama fazla konuşamadı. Hem moral bakımından, hem de vücutça gücünü yitirmişti. Bitkin bir haldeydi. Sabahleyin salona gelirken göze çarpan o kayıtsız ve güçlü tavrı hemen hemen yok olmuştu. Sanki o gün ömrünün sonuna dek üzerinde etki bırakacak ve kendisine eskiden kavrayamadığı çok önemli şeyleri öğreten müthiş bir acı yaşamıştı. Sesi gittikçe zayıflıyordu. Artık eskisi gibi bağırmıyordu. Sözlerinde artık kaderine boyun eğdiğini, yenildiğini, ezildiğini gösteren bambaşka bir şey seziliyordu.
— Ne söyleyebilirim sayın jüri üyeleri! Artık hesap günüm geldi. Tanrı'nın elini üzerimde hissediyorum. Artık yolunu şaşırmış olan insanın sonu geliyor! Ama Tann'ya açıklar gibi size açıklıyorum: «Ben babamın kanına girmedim! Kayır! Suçlu değilim! Son kez olarak tekrar ediyorum: ben öldürmedim! Gerçi çok serserilik ettim, ama iyilik etmeyi severdim. Her an kendimi düzeltmeye çalışıyordum. Ama vahşî bir hayvan gibi yaşıyordum. Savcıya teşekkür ederim, bana kendi hakkımda şimdiye dek benim bile bilmediğim birçok şeyler öğretti. Ama babamı öldürdüğüm doğru değil. Savcı bu konuda yanıldı! Savunma avukatına da teşekkür ederim. Onu dinlerken ağladım. Ama babamı öldürdüğüm yalan! Bunu bir an için olsun kabul etmemeliydi. Doktorlara ise. inanmayın. Aklım başımda. Yalnız yüreğimde bir ağırlık var. Erer bana acırsanız, beni serbest bırakırsanız sizin için dua ederim. Daha iyi „ bir insan olurum, söz veriyorum. Evet, Tanrı'nın karşısında söz veriyorum. Yok eğer mahkûm ederseniz, kılıcımı başımın üzerinde kendi elimle kırıp, parçalarını öperim! Ama bana acıyın, beni Tann'dan yoksun bırakmayın, nasıl bir insan olduğumu biliyorum, isyan ederim. İçimde bir ağırlık var sayın baylar... bana acıyın!
Kendini iskemlenin üzerine attı. Sesi birden kesilmişti. Son cümleyi güçlükle söylemişti. Sonra yargıçlar heyeti, jüri heyetine sorulacak sorulan tespit etti ve tarafların son sözünü sordu. Ama ayrıntılara girmeyeceğim. En sonunda jüri üyeleri, aralarında tartışmak için kalkıp gittiler. Başkan çok yorgundu. Bu yüzden onlara çok zayıf bir etki yapan,
KARAMAZOV KARDEŞLER
öğüt verici birkaç söz söylemekle yetindi: «Tarafsız kalın, savunma avukatının parlak sözlerine kapılmayın, ama gene de herşeyi tartın, üzerinizde büyük bir görev bulunduğunu unutmayın» falan filân...
Jüri üyeleri dışarı çıktılar. Oturuma ara verildi. Yerinden kalkmak gezinmek, biriken izlenimleri kararlaştırmak, büfeden çöplenmek serbestti. Vakit artık çok geçti. Gecenin hemen hemen biriydi. Öyleyken hiç kimse evine gitmiyordu. Herkesin sinirleri o kadar gerilmişti ve herkes öyle bir ruh halinde bulunuyordu ki. artık eve gidip dinlenmek kimsenin aklına bile gelmiyordu. Herkes içi ürpererek bekliyordu. Bununla birlikte, herkes heyecanlı değildi. Yalnız bayanlar isteriye varan bir sabırsızlık içindeydiler. Ama yürekleri rahattı. «Muhakkak beraat eder» diyorlardı. Hepsi, herkesin dayanılmaz bir heyecana kapılacağı o son müthiş dakikaya hazırlanıyorlardı. Şunu söylemem gerekir ki, salonda erkeklerin bulunduğu bölümde de, sanığın muhakkak beraat edeceği kanısında olanların sayısı pek çoktu. Bazıları seviniyor, bazıları kaşlarını çatıyor, bazıları da üzgün tavır takınıyorlardı. Bunlar beraat etmesini istemiyorlardı; Fetyukoviç'e gelince, o başarısına kesin olarak inanıyordu. Çevresi kalabalıktı. Kendisini kutlayanlar vardı. Bazıları da gözüne girmeye çalışıyorlardı. Sonradan anlatıldığına göre Fetyukoviç konuştuğu gruplardan birinde:
— Savunma avukatı ile jüri üyelerini bağlayan, görünmez bağlar vardır, demişti. Evet, öyle bağlar vardır. Bunlar daha savunma avukatı konuşurken meydana gelirler ve kendilerini duyururlar. İşte ben bu bağların varlığını hissettim. Bu bağlar vardır. Hiç üzülmeyin, bu işi kazanacağız!
Çatık kaşlı, şişman, yüzü çiçek bozuğu bir bay, kentin kenarında çiftliği olan bir bay, konuşmaların bulunduğu bir gruba yaklaşarak:
— Bakalım şimdi bizim köylüler ne diyecekler? diye sordu.
— Ama orada yalnız köylüler yok ki! Dört tane de memur var.
Bölge kurulu üyelerinden biri yaklaşarak:
— Evet bakalım, memurlar da ne diyecekler?
— Siz Nazariyev'i Prohor İvanoviç'i tanıyor musunuz?445
KARAMAZOV KARDEŞLER
Hani göğsünde madalyası olan tüccar jüri üyesi var ya, nasıl adam olduğunu bilir misiniz?
— Neden soruyorsunuz?
— Çok kafalı adamdır da.
— İyi ama hep susuyor.
— Varsın sussun. Daha iyi ya. Petersburg'ludan ders öğrenecek değil. Kendisi tüm Petersburg'a akıl öğretebilir. On iki tane çocuğu var, düşünsenize!
Bir başka grupta genç memurlardan biri:
— Acaba gerçekten beraat ettirirler mi ne dersiniz? diye yüksek sesle soruyordu.
Kesin bir sesle:
— Muhakkak beraat ettireceklerdir! diyordu. Memur yüksek sesle:
— Beraat ettirmezlerse çok ayıp, rezilce bir şey olur! diye bağırıyordu. Öldürmüş de olsa! O baba, ne babadır! Hem zaten o kadar kendinden geçmiştir ki. Belki de gerçekten havanelini sallamış, öbürü de yere düşmüştür. Yalnız işin içine uşağı karıştırmaları kötü oldu. Gülünç bir şey. Savunma avukatının yerinde olsaydım, doğrudan doğruya: öldürdü, ama suçlu değildir. Allah kahretsin hepinizi!
— Zaten öyle yaptı. Yalnız «Allah sizi kahretsin» demedi.
Araya üçüncü bir adamın incecik sesi karıştı:
— Öyle deme Mihayıl Semyoniç! Bunu söylemiş kadar oldu.
— Rica ederim baylar! Büyük perhizden önce sevgilisinin karısının boğazını kesen tiyatro sanatçısını beraat ettirdiler ya!
— Canım tam kesmedi ki!
• — Olsun, olsun, kesmeye başladı ya! Siz ona bakın!
— Hele evlâtlardan söz ederken neler söyledi? Çok güzel konuştu doğrusu.
— Çok güzel!
— Peki ya, o mistisizm için söyledikleri? Ya mistisizm için ileri sürdükleri.
Biri daha:
— Canım bırakın şimdi mistisizmi! diye bağırdı. Siz şu İppolit'i bir düşünün, bugünden sonra ne yapacak, onu düşünün! Karısı yarından tezi yok Mityenka yüzünden gözlerini oyacak!
KARAMAZOV KARDEŞLER
447
— Karısı bur da mı ki?
— Burada olur mu? Olsaydı burada oyardı gözlerini. Evde kalmış, dişleri ağrıyormuş! Ha, ha, ha!
— Ha, ha, ha!
Üçüncü grupta ise şöyle konuşuluyordu:
— Öyle görünüyor ki Mityenka'yı beraat ettirecekler.
— Bir de bakarsınız, yarın «Başkent» meyhanesini altüst eder, on gün durmadan içer.
— Hay, şeytan götürsün onu!
— Evet. Doğrusu şeytansız olmamıştır bu iş. Şeytan burda olmaz da, nerede olur?
— Doğru! Gerçekten güzel konuştu baylar. Ama babalarının kafalarını kantar topuzlarıyla parçalamak olur mu? Bunu hoş görürsek iş nereye varır?
— Ya arada, zafer arabası konusunda söylediklerini ha-hatırlıyor musunuz?
— Evet, taş arabasını zafer arabası yaptı!
— Yarın da zafer arabasından taş arabası yapar, «ihtiyaç» neyi gerektirirse o olmak değil mi ya, herşey ihtiyaca göre!
— Millet ne açıkgöz olmuş! Zaten bizim Rusya'da artık gerçek diye bir şey kaldı mı baylar? Yoksa gerçek diye birşey yok muydu?
Bu sırada çıngırak çaldı. Jüri üyeleri tam bir saat tartışmışlardı. Ne daha az, ne daha fazla. Dinleyiciler yerlerine oturur oturmaz, derin bir sessizlik oldu. Jüri üyelerinin salona girişlerini hatırlıyorum. Sonunda beklenen an gelip çatmıştı işte! Bütün sorulan harfi harfine belirtecek değilim. Zaten hepsini unuttum. Yalnız başkanın ilk ve en önemli sorusu yani «hırsızlık için önceden niyet besleyerek mi öldürdü> sorusu, (nasıl sorulduğu aklımda kalmadı ama) üzerine herşey bir ölüm sessizliğine gömüldü. Jüri üyelerinin başkanı hepsinden daha genç olan memur üye, mahkeme salonunun derili sessizliği içinde gür ve kesin bir sesle:
— Evet, suçludur! dedi.
Ondan sonra ele alınan tüm noktalarda hep aynı şey söylendi: «Suçludur, evet suçludur.» Hem de en küçük bir hafifletici neden kabul etmediler! Bunu hiç kimse beklemiyordu. Herkes hiç değilse hafifletici bir neden tanınacağı ka-448
KARAMAZOV KARDEŞLER
nısındaydı. Tüm salonun içine gömüldüğü ölüm sessizliği bozulmuyordu. Herkes taşlaşmış gibiydi. Mahkûm olmasını çılgınca istiyenler de, büyük bir istekle beraatini bekliyenler de sanki donup kalmışlardı. Ama yalnız ilk anlarda öyle oldu. Ondan sonra müthiş bir karışıklık başladı. Erkek dinleyiciler arasında memnunluk duyan birçok kişi vardı. Hatta bazıları sevinçlerini gizlemeden, ellerini bile oluşturuyorlardı. Hoşnut olmayanlar ise ezilmiş gibiydiler. Omuzlarını kaldırıyor, fısıl-daşıyorlardı. Sanki daha akılları başlarına gelmemiş gibiydi. Hele bayanlar, tanrım onlar ne durumdaydı! Neredeyse, ayak-lanaca-klar sandım. Önce kendi kulaklarına inanamıyor gibiydiler. Sonra birden tüm salonu cınlatırcasına: «Canım nedir bu? BU da ne böyle?» sesleri duyuldu. Bayanlar yerlerinden fırlamışlardı. Herhalde bütün bunlar onlara hemen tekrar değiştirilebilirin.!;, düzeltilebiiirmiş gibi geliyordu. Bu sırada. Mitya birden ayağa kalktı ve garip, insanın içini parçalayan bir sesle, kollarını ileri doğru uzatarak:
— Tanrı adına ve öbür dünyada beni bekliyecek olan korkunç yargıya yemin ederim ki, babamın kanına girmedim! Seni bağışlıyorum Katya! Kardeşler, dostlar, öbürüne acıyın!
Sözünü tamamlayamadı, tüm salonu çınlatan avaz avaz bir sesle, kendisininkine benzemiyen, bambaşka, beklenmedik; tâ içinden kopan bir sesle, birden hıckıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yukarda balkonun arka köşesinde bir kadının tiz çiğliğa duyuldu: Bu Grusenka idi. Genç kadın hukukçuların tartışmaları başlamadan önce kendisini salona almaları için yalvarmış, sonunda bunu sağlamıştı. Mitya'yı alıp götürdüler. Kararın savcı tarafından okunması ertesi güne bıra-kıld:. Bütün salon müthiş bir karışıklık içinde ayağa kalkmıştı. Ama ben artık beklemedim, söylenenleri de dinlemedim. Yalnız artık eşikte, dışarıya çıkacağım sırada, birkaç kişinin yüksek sesle konuştuklarını duydum.
— Maden ocaklarında en az yirmi yılı var!
— En az!
— İste böyle! Bizim köylüler ne mal olduklarını gösterdiler!
— Ve Mityenka'mızı mahvettiler!
BİTİŞ
MİTYA'YI KURTARMA PLÂNLARI...
Mitya'nın yargılanmasından beş gün sonra sabahleyin, erkenden, daha saat dokuzda, Alyoşa her ikisi için önemli olan bir iş için son konuşmaları yapmak ve kendisine verilen bir görevi yerine getirmek için Katerina îvanovna'ya gitti. Genç kadın Alyoşa'yi, bir vakitler Gruşenka'yı kabul ettiği odaya aldı. Onunla orada konuştu; yandaki odada ise ateşler içinde yanan İvan Fiyodoroviç kendinden geçmiş bir halde yatıyordu. Katerina İvanovna, mahkemedeki o sahneden sonra, hasta ve baygın İvan Fiyodoroviç'in evine getirilmesini emretmişti. Böylece ileride çıkacak söylentilerle, toplumun kendisini bu davranışından ötürü kaçınılmaz bir şekilde kötülemesine önem bile vermediğini göstermişti. Yanında oturan kadın akrabalarından biri o mahkemedeki sahneden hemen sonra Moskova'ya gitmiş, öbürü ise yanında kalmıştı. Ama ikisi de gitmiş olsaydı, Katerina İvanovna gene de kararını değiştirmiyecek, hastaya bakmaya devam edecek, gece gündüz baş ucundan ayrılmayacaktı.
İvan Fiyodoroviç'i, Varvinskiy ile Herztzenstube tedavi ediyorlardı. Petersburg'lu doktor ise hastalığın nasıl hir gelişme göstereceği konusundaki düşüncesini açıklamayı reddederek Moskova'ya dönmüştü. Kalan doktorlar ise gerçi Katerina İvanovna ile Alyoşa'yu cesaret vermeve devam ediyorlardı ama, belliydi ki. kesin bir ümit verecek durumda değildiler. Alyoşa hasta ağabeyine günde iki kez uğruyordu. Ama bu sefer özel ve zihnini çok uğraştıran bir işi vardı. Hissediyordu ki, bu konuda söze başlaması bile çok zor olacaktı. Oysa çok acele ediyordu. Bundan başka, aynı sabah, bir başka yerde, ertelenmesi imkânsız bir işi daha vardı. Onun için bir an önce davranmalıydı. Katerina İvanovna ile bir çeyrek saattir konuşuyorlardı. Genç kadın yorgundu ve sararmıştı. Aynı zamanda hastalık derecesine varan bir sinir gerginliği içindeydi. Ayrıca Alyoşa'nın kendisine ne için geldiğini hissediyordu. Kesin bir tavırla ısrar ederek:450
KARAMAZOV KARDEŞLER
— Onun vereceği karardan hiç korkmayın! dedi. Öyle de, böyle de, nasıl olursa olsun aynı sonuca varacaktır: Kaçmaktan başka çaresi yok! O zavallı, o çok dürüst, o çok vic-rianh bir adam... Öbürü değil, Dimitriy Fiyodoroviç değil, öteki... Kapının arkasında yatan ve kendisini ağabeyi için feda edenden söz ediyorum.
Katya bu sözü gözleri kıvılcımlanarak söylemişti.
— O kaçış plânını bana çoktandır bütünüyle açıklamıştı. Biliyor musunuz, birileriyle ilişkiler kurmuş bile... Zaten sise bu konuda bir şeyler söylemiştim... Sizin anlayacağınız, bu iş, herhalde burada Sibirya'ya sürülen mahkûmlar yola çıkarılınca, üçüncü kez konakladıklarından sonra olacakmış. Ah! Daha buna epey zaman var! İvan Fiyodoroviç yolculuğun bu üçüncü bölümünü üzerine almış olan kafile komutanı ile görüştü bile! Yalnız asıl grup komutanının kim olduğu bilinmiyor. Ama bunu zaten daha önce bilmeğe imkân yokmuş. Yarın, belki size plânı tüm ayrıntılarıyla göstereceğim. İvan Fiyodoroviç'in mahkemeden bir gün evvel, bir şey olursa... diye bana bırakmış olduğu plânı. Bunu bana tam o akşam, bizi tartışırken gördüğünüz zaman oldu, hatırlıyor musunuz? Kendisi merdivenden aşağıya iniyordu, ben de sizi görünce onu zorla geri çevirmiştim. Hatırlıyor musunuz? O zaman neden kavga ettik biliyor musunuz?
Alyoşa:
— Hayır bilmiyorum! dedi.
— Tabiî, bilmezsiniz, o vakit bu işi sizden saklıyordu,: tşte bu kaçış plânı yüzünden tartışıyorduk, işin önemli kısmını bana daha üç gün önce açıklamıştı... O zaman kavga ettik. Çünkü İvan, bana Dimitriy'in mahkûm olursa, o yaratıkla birlikte dış ülkelere kaçacağını söylemişti. Bunu söylediği vakit birden kızdım... Neden kızdığımı söyliyemiyeceğim. Zaten kendim de bilmiyorum... Ha! Tabii o yaratığın, o kadının yüzünden öfkelendim. Evet, onun yüzünden! Onun da Dimitriy ile birlikte Avrupa'ya kaçacağına kızmıştım!
Katerina İvanovna, bunu birden sesini yükselterek, öfkeden dudakları titreye titreye bağırmıştı.
— İvan Fiyodoroviç benim o yaratık yüzünden ne kadar kızdığımı görünce, hemen Dimitriy'i kadından kıskançlığımı, kıskandığım için de Dimitriy'i sevmeye devam ettiğini sandı. İşte ilk kavgamız böyle oldu. O zaman ne demek iste-
KARAMAZOV KARDEŞLER
451
diğimi açıklamak istemedim. Bağışlanmamı da diliyemedim. İvan gibi bir insanın öbürünü eskisi gibi sevdiğimden şüphelenmesi bana çok ağır geliyordu... Hem de ne zaman? Yüzüne karşı Dimitriy'i sevmediğimi, yalnız onu sevdiğimi söylememden sonra! Ben, sadece içimde o yaratığa karşı müthiş bir kin duyduğum için kızmıştım! Üç gün sonra, işte sizin geldiğiniz akşam İvan bana kapalı bir zarf getirmişti. Kendisine bir şey olursa, bu zarfı açamakmışım. Evet, hastalanacağını önceden sezmişti! Bana kaçış plânının tüm ayrıntılarıyla birlikte o zarfın içinde bulunduğunu söyledi. Eğer kendisi ölürse ya da başına tehlikeli bir hastalık gelirse, ben Mitya'yı tek başıma kurtaracakmışım! Ayrıca o anda bana on bine yakın para da bıraktı. Savcının birilerinden bozdurmağa gönderdiği ve konuşmasında değindiği işte bu paraydı! İvan Fiyodoroviç'in beni hâlâ kıskandığı ve Mitya'yı sevdiğime hâlâ kesin olarak inandığı halde, ağabeyini kurtarmak düşüncesinden vazgeçmemesine, kurtuluşunu sağlamak işini bana vermesine şaştım kaldım! Fedakârlık buna denir işte! Siz öyle bir fedakârlığın ne olduğunu anlayamazsınız, Aleksey Fiyodoroviç !
İçimden hayranlık içinde ayaklarına kapanmak geliyordu! Ama o anda böyle bir şey yapacak olursam, bunu sadece Mitya'yı kurtaracaklarına sevindiğim için yaptığımı sanacağım düşündüm. (Muhakkak öyle düşünecekti!) Bunu sanmakla, bana karşı ne kadar haksızlık etmiş olacaktı; bunu düşününce gene sinirlendim ve ayaklarına kapanacak yerde, onunla kavga etmeğe başladım. Ah, bu huyumdan ötürü ne kadar mutsuzum! Ama ne yapayım, karakterim öyle benim! Kötü, berbat bir huy işte! Göreceksiniz daha neler yapacağım. Şimdiden biliyorum, öyle şeyler yapacağım ki, eninde sonunda beni bir başkasının uğruna, birlikte daha rahat yaşı-yabileceği bir başkası uğruna bırakacak. Tıpkı Dimitriy'in yaptığı gibi. Ama o zaman... evet, o zaman artık buna dayanamam! Öldürürüm kendimi! Geldiğinizde size seslendiğim, ona da geri dönmesini söylediğim vakit, sizinle birlikte içeri girdiği anda, bana öyle bir nefretle, öyle bir kinle baktı ki, bunu görünce öfkeden deli gibi oldum! Birden bağıra bağıra katilin Dimitriy olduğuna onun beni inandırdığını söyledim. Mahsus iftira ettim! Tek onu bir daha iğnelemek için! Oysa, o hiç bir zaman bana katilin ağabeyi olduğunu' Söylememişti. Ak-452
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV KARDEŞLER
453
sine bu kanıyı onda ben uyandırmak istemişimdir! Ah, her-şey, benim bu huysuzluğumdan oluyor! Evet, mahkemedeki o uğursuz sahne de benim yüzümden oldu. İvan bana ne kadar vicdanlı olduğunu, onun ağabeysini sevdiğim halde, gene de, ona karşı kin ve kıskançlık duyarak, Dimitriy'i mah-vetmiyeceğini göstermek istedi. İşte mahkemeye onun için çıktı... Bütün bunların nedeni benim, suçlu olan yalnız benim!
Katya o zamana dek, Alyoşa'ya bu çeşit açıklamalarda bulunmamıştı. Alyoşa onun, şimdi gururlu bir insan için gerçekten katlanması zor bir an yaşadığını, kendi gururunu çiğnediğini, yerlere kapanacak hale geldiğini ve müthiş açı çektiğini hissediyordu. Ayrıca o anda genç kadının çektiği bu acının bir nedeni daha vardı ve Alyoşa onu da biliyordu. Katya, Mitya'nın mahkûm oluşundan sonra bu nedeni ne kadar saklamaya çalıştıysa da, Alyoşa onu gene de sezmişti. Ama nedense hissediyordu ki, genç kadın o anda kendini yere atarak ona bu nedeni açıklayacak olsa, müthiş bir üzüntü duyacaktı! Katya mahkemede Dimitriy'i ele verdiği için acı çekiyordu ve Alyoşa anlıyordu ki, duyduğu vicdan üzüntüsü o kadar şiddetliydi ki, o anda ağlaya ağlaya, bağıra bağıra, çırpına çırpına kendini suçlamak isteğini duyuyordu, içindeki duygu kendisini buna zorluyordu. Ama Alyoşa böyle bir anın gelip çatmasından korkuyor, üzüntü içinde kendini mahveden genç kadını böyle kendini perişan etmekten korumak istiyordu. Bu yüzden oraya gelirken üzerine almış olduğu görev ona daha da ağır geliyordu. Bunun üzerine gene Mit-ya'dan söz açtı. Katya inatla ve kesin bir tavırla:
— Ziyanı yok, ziyam yok, siz onun için korkmayın! Onda herşey bir anlıktır. Ben onu bilirim! Onun nasıl bir yürek taşıdığını çok iyi bilirim ben. İnanın, kaçmaya razı olacaktır. Hem zaten bu şimdi olmıyacak ki, daha karar vermek için epey zamanı var! O vakte kadar İvan Fiyodoroviç iyi olacak ve işi kendisi idare edecektir. O zaman benim için yapılacak bir şey kalmaz! Üzülmeyin, kaçmaya razı olacaktır. Zaten razı olmuştur da: Hiç o yaratığı bırakabilir mi? O kadını Sibirya'ya bırakmazlar. Böyle olunca, kaçmayıp da ne yapacak? Aslında hep siz ahlâk bakımından onun kaçışım doğru bulmazsınız diye korkuyor. Evet, bundan korkuyor, ama bu konuda sizin karar vermeniz o kadar gerekli bir şeyse büyük
J
bir cömertlik göstererek onun bunu yapmasına izin vermelisiniz.
Katya, bunu mahsus kinle söylemişti. Bir süre sustu, sonra alaylı alaylı gülerek gene söze başladı:
— Orada söylenip duruyor! İlâhiler okuyacakmış, taşıyacağı bir hac varmış, falan filân! Artık hatırlamıyorum neler dediğini. İvan Fiyodoroviç, bana o zaman birçok şeyler söylemişti. Ah!'Ne kadar çok şey söylemişti bir bilseniz!
Katya bunu birden karşı duyulmaz bir heyecanla ve yüksek sesle söylemişti.
— Bir bilseniz! Bana bunları söylediği sırada; zavallıyı ne kadar sevdiğini: aynı zamanda ondan ne kadar nefret ettiğini bir bilseniz! Bana gelince, ah, ben o vakit anlattıklarını da, gözyaşlarını da gururlu, alaylı bir gülüşle karşıladım! Allah beni kahretsin! Asıl âdi yaratık benim! İvan benim yüzümden beyin hummasına tutuldu! Öbürüne, mahkûm olana gelince, o da şu anda ileride çekeceği tüm acılara hazır mı sanki? Zaten öyle bir adam acı çeker mi? Onun gibi insanlar hiçbir zaman acı çekmezler.
Katya sözlerini sinirlilik içinde bitirmişti. Söylediklerinde artık bir nefret, çirkin bir küçümseyiş seziliyordu. Oysa Dimitriy'i kendisi ele vermişti. Alyoşa içinden: «Kimbilir belki de şimdi kendisini onun karşısında ne kadar suçlu hissediyordur. Belki de zaman zaman ondan nefret ediyordur» diye düşündü. İçinden bu nefretin sadece «zaman zaman» olmasını diliyordu. Katya'nın son sözlerinde bir meydan okuyuş sezmişti. Ama bu meydan okuyuşa karşılık vermedi. Katya daha da şiddetli bir şekilde çatıyormuş gibi:
— Sizi bugün buraya onu bu işe razı etmeniz için çağırttım! dedi. Yoksa siz de mi kaçmayı şerefsizce, yakışıksız ya da... insanlığa uymayan bir şey sayıyorsunuz?
Alyoşa:
— Hayır, ben bir şey demiyorum. Ona söylediklerinizin hepsini söyliyeceğim, diye mırıldandı.
Sonra kesin bir tavırla genç kadının gözlerinin içine bakarak birden:
— Ağabeyim sizi oraya çağırıyor, dedi.
Katya birden irkilerek, oturduğu divanın üzerinde geriye çekildi. Sapsarı olmuştu:
— Beni mi?... Öyle şey olur mu? diye mırıldandı.454
KARAMAZOV KARDEŞLER
Alyoşa ısrarla ve sanki yeniden canlanmış gibi:
— Olur ve olmalı, dedi. Onun asıl şimdi size çok ihtiyacı var. Eğer bir zorunluk olmasaydı, sizi vakti gelmeden üzmek ve bundan söz etmek istemezdim. Ağabeyim hasta. Neredeyse delirmiş gibi. Hep sizi istiyor. Ama barışmak için çağırmıyor sizi. Tek gelin, sadece ona kapının eşiğinden görünün, yeter Ağabeyini o günden bu yana çok şeyler geçirdi. Sizin karşınızda ne kadar suçlu olduğunu ancak şimdi anlıyor. Ama bağışlamanızı dilemiyor. «Beni bağışlaması imkânsız» diyor. Aynen öyle söyledi. Yalnız kapıda görünmeniz...