Beşinci faktör olarak da Anadolu’da oluşan temelde muhafazakar değerlerle yoğrulmuş olan Anadolu burjuvazisinin, temelde muhafazakar olan ideolojisini, kapitalist gelişmeye engel olmayacak bir içerikle yeniden yorumlamayı başarabilmiş olmasını sayabiliriz.16
Bu beş faktörden ilk ikisinin, Türkiye’de kentlerde yaşanmakta olan dönüşümün kapsamını, gelişmiş ülkelerde yaşanan dönüşümlere göre daha geniş hale getirdiği söylenebilir. Ama kanımca, yaşanan dönüşümün esas farklılığını yaratan faktörler, üçüncü ve dördüncü olarak sayılanlardır. Dönüşümün güçlü aktörler eliyle ve otoriter/totaliter eğilim taşıyan iktidarlar döneminde gerçekleşmekte olması müzakereci, demokratik süreçlere yer bırakmamaktadır. Bu durumda emrivakilerle dolu, bende ciddi kaygılar yaratan, bir gelişme dinamiğini ortaya çıkarmaktadır. Beşincisi ise yaşanmakta olan dönüşüme karşı doğabilecek çeşitli dirençlerden önemli birinin neden ortaya çıkmadığına bir açıklama getirmektedir.
Kanımca bu beş faktörden en önemlisi, İstanbul’da yaşanan dönüşümün şiddetini belirleyeni, bu konuda Türkiye’nin güçlü aktörler yaratabilmesi olmuştur. Bu bakımdan ilk gelişenler özel kesimdeki aktörler olmuştur. Bu gelişmenin gerisinde 1970’li yıllardan günümüze kadar uzanan bir arka plan sözkonusudur. Cumhuriyetin başından itibaren devletin altyapı ve bina inşaatlarıyla belli bir birikim sağlayan müteahhitler, 1970’li yıllardan sonra dış dünyaya açılmış ve günümüzde dünyanın en büyük 225 müteahhitlik firması arasına 33 Türkiye kökenli firmayı sokabilecek bir düzeye gelmiştir. Bu firmaların bir kısmı dış dünyada sağladığı birikimleri o ülkelerde gayri menkul girişimcisi haline gelmekte kullanmışlardır. Bu kapasitesinin oluştuğu dönemde, Türkiye’de Gayri Menkul Yatırım ortaklıklarının kurulması ve orta sınıfların genişlemesiyle birlikte konut finansmanında banka kredilerinin yaygın olarak kullanılmaya başlamasıyla birlikte toplu konut ve büyük gayri menkul yatırım projeleri için gerekli büyük kaynakları oluşturabilme olanakları ortaya çıkmıştır. Gayrimenkul alanında böyle büyük kapasitelerin oluşması sonucu 2010 ‘da Türkiye’de 800.000’nün üzerinde konut inşaatı başlatılabilmiştir. Bu tabii ki bu büyük bir kapasitedir.
Artık inşaat müteahhitleri müteahhitlik yapmıyorlar. Varyap’a Dumankaya’ya, Ağaoğlu’na, Özyazıcılara sorduğunuzda size biz müteahhit değil gayrimenkul veya konut geliştiricisiyiz diyeceklerdir. Binlerce konutun inşa ve pazarlamasından sorumlu olan şirketlerde çalışan mimar ve mühendis sayısı toplam çalışanlara göre çok azdır. İnşaat alt taşaronlara ihale edilerek gerçekleştirilmektedir. 17
Bu büyük aktörlerin ortaya çıkması kentlerin büyüme biçimlerini değiştirmiştir. Kentler artık 1980’ler öncesinde olduğu gibi kenti dışa bağlayan ana yollar etrafında tek tek binaların eklenmesiyle yağlekesi gibi büyümemekte, şimdi büyükçe kent parçalarının kent saçağına sıçrayarak eklenmesiyle büyümektedirler.
Böyle bir büyüme kalıbı işlemeye başlayınca kentlerdeki projeler için en kıt faktör büyük toprak parçası haline gelmiştir. İlginçtir, kurumsallaşmış olan imar planı yapma pratiği de bu soruna çözüm bulmaktan uzaktır, varolan toprak parçalarını küçük parsellere ayırarak büyük toprakların kıtlığına katkı yapmaktadır. İşte bu noktada siyaset devreye girerek kamu kuruluşlarının mülkiyet haklarına müdahale yetkileriyle donatılmış güçlü kamu aktörleri oluşturmaktadır.
Bu konuda bir çözüm bulmak için iki kamu aktörünün yetkileri artırılmaktadır. Bunlardan birincisi Büyükşehir Belediyeleridir. 2005 ‘de yürürlüğe giren 5393 sayılı belediyeler yasasının 73. maddesinde nüfusu 50.000’den büyük belediyelere 50 dönümden büyük alanlarda dönüşüm alanı ilan etme yetkisi verilmiştir. 2010 ‘da bu yetki Büyükşehir Belediyelerine de verilmiştir. Bu iki kurum dönüşüme ilişkin, işlemlerini kolaylaştıracak ve özellikle küçük mülkiyet sahiplerinin dirençlerini kıracak olağan üstü yetkilerle donatılmışlardır. Bu konuda atılan son adım 16 Mayıs 2012’de çıkartılan 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” olmuştur. Kamu oyunda Dönüşüm Yasası diye bilinen bu yasanın taslağı sunulurken gönüllülük esasından söz edilmesine karşın yasanın maddeleri içinde daha çok zor kullanma yöntemleri tariflenmiştir.18
Güven Sak bu yasayla TOKİ’de ki yetki yoğunlaşmasını;beğendiği Hazine arazisini, imara açabilmekte, bu arazinin imar düzenlemesine kendi karar verebilmekte, bu arazide ya doğrudan kendi inşaat yapabilmekte, ya da bu arazide kimin inşaat yapacağına karar verebilmekte, şirketleri yarıştırmadan, kime ihale edeceğini seçebilmekte ve rantı kendi belirlerken kime dağıtacağına da karar verebilmektedir. Bu yasa TOKİ’nin kararlarının sonuçlarını büyük ölçüde denetim dışında bırakmaktadır. TOKİ bu yetkiler çerçevesinde yaptığı uygulamalarla, müteahhitlik sektörünün taşaronlaştırılmasına yol açmaktadır.19
Aslında TOKİ’ye verilen bu yetkilerin gerisindeki meşruiyet kaynağını, toplumun düşük kesimli gruplarına konut sağlamasıyla görevlendirilmesi oluşturmaktadır. Bunun dayanağını da İnsan Hakları Bildirgesinde ve Anayasadaki konut hakkı teşkil etmektedir. Oysa TOKİ yüksek gelirli kesim için de konut üretmektedir. Son zamanlarda AVM’ler okullar, hastaneler, iş yerleri vb. yapmaktadır. Yaptıklarının hepsini toplu konut alanlarının tamamlayıcı bir parçası olarak değerlendirmek olanağı yoktur. TOKİ Başkanı Şehircilik ve Çevre Bakanı olduktan sonra benzer ve daha güçlü yetkiler yeni bakanlıkta temerküz ettirilmeye başlanmıştır.
Bu mekanizmalarla büyük arsalar üretilerek, güçlü yapımcı aktörlere yeni binalar yapımı için verilmesi olanağı sağlandığında, bu büyük kuruluşlar büyük kent parçalarını inşa edebilmek için kentin çeperlerine sıçrayabilmekte, bu yeni kentsel parçayla kentin yerleşik kesimleri arasındaki alanlar da küçük girişimciler, başka bir deyişle yapsatçılar tarafından, arsa sahiplerine daha yüksek paylar verilerek, inşaa edilmektedir.
Bu noktaya kadar konuşmamda soruna sadece arz dinamiği açısından yaklaştım. Tabii bu konuda bu arzı satın almak için yeterli talep yaratılamıyorsa bir bunalımla karşılaşılacaktır. Bu nedenle yaşanan dönüşümün yeterli talebi yaratmakta hangi mekanizmalardan yararlandığı üzerinde de durmak gerekir. Bu bakımdan en kritik olan faktör dünyada yaşanmakta olan dönüşümün ortaya çıkardığı orta sınıfların genişlemesi olgusudur. Türkiye’nin yaşadığı dönüşüm içinde özellikle Anadolu Kaplanları diye adlandırılan kentlerde bir muhfazakar burjuvazi ve orta sınıf gelişmesi oldu. Türkiye’de eski dönemlerin geleneksel muhafazakar kesimin düşünürleri yüksek yapılara, gösterişçi tüketime karşıydılar. Böyle düşünenlere örnek olarak Nurettin Topçu’yu, Ekrem Hakkı Ayverdi’yi, Turgut Canseveri, Mehmet Şevki Eygi’yi sayabiliriz. Oysa günümüzdeki muhafazakarların önemli dinamik bir kesimi farklı düşünüyor. Muhafazar kesim kalkınmacı retoriği benimsemesi, içerdiği antiemperyalist damar dolayısıyla ötekisinin başarı diye gösterebildiğini, kendisi de başarmak istemeye başlamıştır.20 Yeni Anadolu burjuvazisi muasırlaşmayı, bayındır etmeyi içselleştiriyor. Zenginlik utanılan ve saklanılan bir şey olmaktan çıkarak sergilenilebilecek bir şey niteliğini kazanıyordu. Buna paralel olarak dünyevi mülkiyetçi hatta giderek hırslı gösterişçi bir zenginlik anlayışı gelişiyordu.
Bu kesim sınıfsal konumuyla birlikte yer değiştiriyor, kentte yatırım yapıyor, bu yatırımla birlikte kentin dönüşümüne katkıda bulunuyor, yatırımlarının getirisini alıyordu. Bu grup batılı yaşam tarzını islamlaştırmak istemektedir. Bu sınıf içinde marka düşkünlüğü ortaya çıkmakta, islami çöpçatanlık, islami moda, tesettür otelleri, islami gazeteler yaygınlaştırılmak istenmektedir. Bir tür islami habitus oluşturulmaya çalışılmaktadır.21 İslami gıda, giyim, eylence gibi tüketim pazarları ve bunların içinde markalar oluşmuştur. Benzer eğilimler turizm ve konut tercihlerinde de görülüyordu. Bu süreç içinde pahalı lüks konut kapitalist bir ürün olduğu kadar, islami bir ürüne dönüştürülmüş oluyordu.
Gerçekte tüketim nişlerinde bazı farklılıklar yaratılmasına rağmen ister modern ister muhafazakar kesimde olsun gelişen burjuvazi ve orta sınıfların kapitalizmin gelişmesine ve kentsel dönüşüme katkılarının aynı kanalda işlediği gözlenmektedir. Her iki kesimin de yıkıcı bir yapıcılığı benimsedikleri söylenebilir22.
Aslında bu yetkiler, bu güçlü aktörler ve sözünü ettiğim iktidar kullanma biçimi bir araya geldiği zaman, merkezi siyasetin istekleri karşısında yerelin hiçbir gücü kalmamış olmaktadır. Onun için başbakan şehirlere gidip proje ilan ediyor. Bir başbakanın şehir projesi ilan etmesi bana tuhaf geliyor, bu tutum yerel demokrasinin alanını daraltıyor.
Dostları ilə paylaş: |