Edirne Büyük Sinagogu’ndaki restorasyon çalışmalarının sona ermesinin ardından yeniden ibadete açılması vesilesiyle Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç tarafından yapılan konuşma
Sayın Vali,
Muhterem Hahambaşı Vekili,
Türk Musevi Cemaatimizin kıymetli mensupları,
Yurtdışından gelen değerli misafirler,
Kordiplomatiğin ve korkonsülerin değerli temsilcileri,
Hanımefendiler, Beyefendiler,
Öyle şehirler vardır ki, şehrin bizzat kendisi bir tarih öğretmeni, çok değerli bir kitap, bir abidedir. İşte Edirne böyle bir şehirdir. Edirne, bir medeniyetin tarih serüvenini anlatan bir şehirdir. Bu şehrin geçmişi, şerefi, çektiği acılar sadece Edirne’yi, Edirneli’yi anlatmaz. Bu şehri kuran, bu şehri medeniyetin merkezi yapan insanların da onurunu, tarihini, şanını ve acılarını anlatır. Edirne’yi anlamak gerekir, Edirne bir başşehirdir. Sadece tarihin bir döneminde bir imparatorluğa merkezlik yapmış bir başşehir değil, bu topraklarda yaşayan medeniyetin, iradenin ruhunu, estetiğini, kudretini simgeleştirmiş, topraklarında ölümsüzleştirmiş, abideleştirmiş bir şehirdir. Edirne, tarihin büyük imtihanlarını başarıyla vermiş bir şehirdir.
Şairin dediği gibi:
“Üç nehri zülfüne bağlayan güzel,
Boynu bükük lalesi ağlayan güzel.”
İşte bugün, bu mukaddes şehirde, Edirneli kardeşlerimizin ve Türk Musevi Cemaatimizin uzun süredir özlemle beklediği, şehrin simge eserlerinden Büyük Sinagogu Edirnemize tekrar kazandırmak ve ibadete açmak için bir araya geldik.
1909 yılında, o dönem Avrupa’nın en büyük ikinci sinagogu olarak ibadete açılan, ancak ileriki yıllarda bakımsızlık sebebiyle harabe haline gelen Edirne Büyük Sinagogu’nun, 2010 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün, bütçesinden 4 milyon TL ayırarak başlattığı büyük restorasyon ve yenileme çalışmaları neticesinde, eski azametine tekrar kavuştuğunu görmekten büyük memnuniyet duymaktayım.
Türkler ve Yahudiler, bu topraklarda tarih boyunca barış ve karşılıklı hoşgörü içinde bir arada yaşamışlardır. Edirne şehrimiz de bunun sayısız simgelerinden biridir. Osmanlı Sultanı I. Murad, 1361 yılında Edirne’yi fethetmesinin ardından Anadolu’daki Romanyot Yahudilerini şehre yerleşmek üzere davet etmiş; takip eden on yıllarda Macaristan ve Fransa’dan ayrılmak zorunda bırakılan Yahudiler de Edirne’de kendilerine güvenli bir yurt bulmuştur.
1492’den sonra ise, İber Yarımadasını terk ederek Osmanlıya sığınan Sefarad Yahudilerinden bazı gruplar şehre yerleşmişlerdir. Yeni göçmenler, geldikleri bu kenti kısa sürede benimsemiş ve Edirne’nin önemli bir ticaret ve kültür merkezi olarak gelişmesinde büyük bir rol oynamışlardır.
İbadet özgürlüğünün ve birlikte yaşamanın bir gelenek olduğu Osmanlı topraklarında, bizzat II. Abdülhamid’in talimatıyla inşa edilen Edirne Büyük Sinagogu, sözkonusu geleneğin günümüze kalan en somut örneklerinden biridir. Bu sebeple, ecdadımızdan kalan bu eseri tekrar ayağa kaldırmak bizim için ayrı bir anlam ifade etmektedir. Edirne’de bu büyük geleneği görünür kılmak bizim için büyük önem taşımaktadır.
Ülkemizde son yıllarda hız verilen demokratikleşme çalışmaları çerçevesinde, farklı inanç ve kültürlere ait grupların özgürce yaşaması için çalışmalar sürdürülmektedir. İbadet yerlerinin ihyasına hızla devam edilirken, vakıf mallarının iadesi de sürdürülmektedir. Bu kapsamda; Vakıflar mevzuatında yapılan düzenlemelerle, 2003-2014 yılları arasında toplam 1029 taşınmaz malın cemaat vakıfları adına tesciline, 21 taşınmaz malın da bedelinin cemaat vakıflarına ödenmesine karar verilmiştir.
Değerli Konuklar;
Tarihe, medeniyetimize dair, farklı inanç ve değer sistemlerinin medeniyetimiz içindeki durumuna, o dönemdeki hoşgörü iklimine dair sözlerimizin kurumsal altyapısının en önemli unsuru vakıflardır. Vakıf olgusu bu anlamda bu hoşgörü medeniyetinin somutlaşmış halini oluşturuyordu. İnanç değerlerinin biçimlendirdiği vakfetme duygusu dalga dalga büyüyerek bütün toplumda, farklı inançtaki toplumsal yapılarda da tesirini gösteriyordu. Sonra bu etki vakıflara, vakıfların finanse ettiği ibadet ve hayır kurumlarına dönüşüyordu. Bugün ülkenin dört bir yanında medeniyet anlayışımızın mührü olan bu yapıları görebiliyoruz. İşte bunları yeniden ayağa kaldırmak, asli işlevlerine döndürmek, Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak asli vazifemizdir.
Bu gaye için yoğun bir biçimde çaba gösteriyor, vakıf eserlerimize bakarken din, dil, ırk, mezhep ayırmaksızın vakfedenin gözüyle bakmaya çalışıyoruz. Çünkü vakıf medeniyetine yakışan bakış budur, vakıf medeniyetine yakışan yaklaşım biçimi budur. İşte bu çerçevede, ülkemizde yaşayan çeşitli din gruplarına ait 9 ibadethane restore edilmiştir. Hatay İskenderun Süryani Rum Katolik Kilisesi, Diyarbakır Sur Ermeni Protestan Kilisesi, Gaziantep Şahinbey Havrası, Çanakkale Gökçeda Ayamarina Rum Ortadoks Kiliseleri bu çalışmalara örnek olarak gösterilebilir. İstanbul Edirnekapı Aya Yorgi Kilisesinin restore çalışmaları ise hala devam etmektedir.
Ayrıca, bu yıl içerisinde ilk defa ülkemizde yaşayan azınlıklara mensup vatandaşlarımıza, gıda yardımı yapılarak bu vatandaşlarımızın da kurumumuz hizmetlerinden istifade etmeleri sağlanmaktadır.
Değerli Misafirler,
Son yıllarda İsrail Hükümetiyle ilişkilerdeki sorunlar sebebiyle, bazı çevrelerin ülkemize yönelik suçlamalar getirdiğini, aynı şekilde bazı grupların Türk Musevi Cemaati’ni suçladığını üzüntüyle gözlemlemekteyiz. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, devletlerarası ilişkilerle toplumlar arasındaki ilişkiler birbirlerinden ayrı olarak değerlendirilmelidir.
Yahudilerle aramızdaki bağ, İsrail’in varlığıyla başlamış bir ilişki değildir. Ülkemiz, dünyanın farklı bölgelerinde zulüm görmüş Yahudilerin ihtiyaç duyduklarında sığınacakları bir huzur limanı olmuştur. Gerek 500 yıl önce İspanya’dan, gerek 1930’larda Nazi Almanyası’ndan kaçarak gelen Yahudiler, bu toprakları vatanları olarak kabul etmiş, tarih ve kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olmuş ve ülkemize her alanda değerli katkılarda bulunmuşlardır.
Bu çerçevede, Sayın Başbakanımızın, 11 Şubat 2015 tarihinde gayrimüslim STK temsilcileri ve kanaat önderleriyle biraraya geldikleri yemekte dile getirdiği hususları bir kez daha ifade etmek isterim. Bu ülkede varolan her inanç ve kültürel grup, aynı bağın gülüdür. Her biri bu toprakların asli unsurudur ve herhangi bir grubun bir başka gruba üstünlüğü bulunmamaktadır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra yeni kuracağı şehre sadece Türklerin değil, yakın coğrafyadaki tüm farklı grupların iskan edilmesini arzulamıştır. Bu bağlamda, dönemin Edirne Baş Hahamı’ndan Avrupa Yahudilerine gelip İstanbul’a yerleşmelerine ilişkin çağrı yapmasını istemiştir. Bu davete icabet ederek İstanbul’a gelen Yahudiler, bu benzersiz şehrin kurulması ve yaşatılması noktasında ter dökmüşler, büyük emek vermişlerdir. Bu vatanda bir Müslüman’ın ne kadar hakkı varsa, bir Yahudi’nin, bir Hristiyan’ın veya bir başka inanç grubuna dahil olan bir kişinin de o kadar hakkı vardır. Bu bağlamda, Türk Musevi Cemaatimiz ülkemizin ayrılmaz bir parçası ve eşit paydaşıdır.
Nitekim, bugün açılış töreni vesilesiyle dinleme fırsatı bulduğumuz, Türk Sanat Müziği makamları kullanılarak icra edilen Edirne yöresine ait Maftirim adlı sinagog ilahileri de, kültürlerin ne kadar iç içe geçtiğinin, birbirimizden et ve tırnak gibi ne kadar ayrılmaz olduğumuzun adeta bir göstergesidir.
Değerli Katılımcılar,
Günümüzde dünya genelinde antisemitizmin, İslamofobinin, yabancı düşmanlığının ve ırkçılığın artmakta olduğunu üzüntüyle müşahede ediyoruz. Toplumların gelişmesiyle tarihin karanlığına gömüldüğünü düşündüğümüz o eski hastalıklarla mücadelede, gerek devletlere gerek sivil topluma önemli pay düşmektedir.
Bu anlayışla, Türkiye, 2008 yılından bu yana Holokost eğitimi ve antisemitizmle mücadeleye odaklanan bir hükümetlerarası örgüt olan Uluslararası Holokost Anma İttifakı toplantılarına gözlemci olarak geniş bir heyetle aktif bir biçimde katılmaktadır. Heyetimiz içinde Dışişleri Bakanlığımızın, Türk Musevi Cemaati’nin bugün aramızda bulunan değerli temsilcilerinin yanısıra, Yüksek Öğretim Kurumumuz ve Milli Eğitim Bakanlığımız temsilcileri de yer almaktadır. Örgüte tam üye olmak yönünde samimi bir istek ve gayret içinde olduğumuzu da belirtmek isterim. Ayrıca, ülkemiz Uluslararası Holokost Anma İttifakı, Aladdin Projesi, Anne Frank Evi, Yad Vashem gibi kuruluş ve kurumların katkılarıyla Holokost’un öğretilmesi ve antisemitizmle mücadele için çeşitli seminerler, sergiler ve konferanslar düzenlemekte, düzenlenen faaliyetlere aktif bir biçimde katılmaktadır.
Bu çerçevede, bu yıl 70. yıldönümü gerçekleştirilen Holokost Anma Günü’ne devletimiz yoğun bir katılım sağlamıştır. Ülkemizde 5 yıldır düzenlenen 27 Ocak anma törenleri, bu yıl ilk kez Ankara’da, devlet erkânımızdan üst düzeyde katılımlarla gerçekleşmiştir. Sözkonusu törene, Sayın TBMM Başkanımız ile Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız iştirak etmişlerdir.
Bunun yanısıra, Prag’da Çek Parlamentosu tarafından, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Yahudi Kongresi'nin işbirliğiyle 26 Ocak 2015 tarihinde düzenlenen bir foruma, Sayın TBMM Başkanımız, Türk Musevi Cemaati Başkanı Sayın İbrahimzadeh ile birlikte katılmıştır. Ayrıca, Sayın Dışişleri Bakanımız da beraberinde Musevi Cemaatimizin üyelerinden müteşekkil bir heyetle birlikte Auschwitz-Birkenau kampının kurtarılışının 70. yıl törenlerine iştirak etmiştir. Bu arada, Auschwitz-Birkenau Müzesi’ne bu yıl da mütevazi bir bağışta bulunduğumuzu ve katkımızı 3 katına çıkardığımızı belirtmek isterim.
Öte yandan, Türkler ve Yahudiler arasındaki tarihe ilişkin belki de en dramatik sayfa olan Struma Faciası, bu sene ilk kez 24 Şubat gününde bir devlet töreniyle anılmıştır. 12 Aralık 1941 tarihinde Romanya’nın Köstence limanından İngiltere mandasında bulunan Filistin’e ulaşmak için demir alan, ancak İngiltere’den vize alamaması sebebiyle 70 gün boyunca İstanbul’da beklemek zorunda kalan, karmaşık bir süreç ve trajik olayların neticesinde Karadeniz’de kaderiyle başbaşa bırakılan ve 24 Şubat 1942 tarihinde bir Sovyet denizaltısı tarafından torpillenerek batırılan Struma Gemisi’nde hayatını kaybedenler için düzenlenen törene, Sayın Kültür ve Turizm Bakanımız iştirak etmiştir. Türkiye, o günleri üzüntüyle anmakta ve ebediyete göç eden 768 insanın acısını hala yaşamaktadır. Bu büyük acının unutulmaması ve benzer olayların yaşanmamasına ilişkin derslerin alınması için Struma Faciası’nın her yıl anılmasına ilişkin irademizi tekrar ifade etmek isterim.
Dile getirdiğim anma törenlerinde aldığımız aktif tutumun, antisemitizm, İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi tehditler karşısında aklı ve vicdanın her zaman diri ve uyanık tutulmasına yardımcı olacağını düşünüyorum.
Değerli Misafirler,
Sözlerime son verirken, Edirne Büyük Sinagogu’nun restorasyonunda emeği geçen başta Vakıflar Genel Müdürlüğümüz olmak üzere tüm kurumlarımıza, restorasyon çalışmalarında görev alan mimar, mühendis ve işçi kardeşlerime tekrar teşekkür ederim. Keza, bu uğurda gönüllü olarak görev yapan Yahudi Cemaatimizin kıymetli temsilcilerine şükranlarımı sunarım. Büyük çabalarla ihya edilen Edirne Büyük Sinagogu’nun ayakta kalması ve tüm ihtişamını koruması sorumluluğunun, bize olduğu kadar Edirnelilere, Türk Musevi Cemaatimiz üyelerine ve tüm Dünya Yahudilerine de ait olduğunu hatırlatmak isterim. Bu bağlamda bugünkü açılış törenine katılmak üzere dünyanın dört bir yanından gelmiş Yahudi konuklarımıza da teşekkürü borç bilirim. Bu harikulade eserin gerek Edirneliler gerek Türk Musevi Cemaatimiz gerek dünyanın farklı yerlerindeki Yahudilerden hakettiği ilgiyi göreceğine ve azametini her daim koruyacağına olan inancım tamdır.
Dostları ilə paylaş: |