EğİTİm sen 2015-2016 Eğitim Öğretim Yılı Sonunda EĞİTİMİn durumu


İmam Hatip Ortaokulu Sayıları (İHO)



Yüklə 204,48 Kb.
səhifə2/2
tarix03.05.2018
ölçüsü204,48 Kb.
#50019
1   2

İmam Hatip Ortaokulu Sayıları (İHO)








Bağımsız İHO

İHL içinde İHO

Toplam İHO

2012-2013

730

369

1.099

2013-2014

946

415

1.361

2014-2015

1.219

378

1.597

2015-2016

1.622

339

1.961

2012-2013 eğitim öğretim yılında 730’u bağımsız, 369’u imam hatip lisesi bünyesinde toplam bin 99 imam hatip ortaokulu varken, 2014-2015 eğitim öğretim yılında bin 219’u bağımsız, 378’i imam hatip lisesi bünyesinde toplam bin 597 imam hatip ortaokulu bulunmaktadır. İmam hatip ortaokullarındaki sayısal artış sadece okul sayısı ile sınırlı değildir.



2012-2013 eğitim öğretim yılında imam hatip ortaokullarında okuyan toplam öğrenci sayısı 94 bin 467 iken, 2015-2016 eğitim öğretim yılında 5 kat artarak 524 bin 295 olmuştur. Bu artışın en önemli nedeni MEB’in imam hatip ortaokullarına yönelik özel teşvik politikalarıdır. MEB, devlet okullarına ihtiyacı kadar ödenek ayırmayıp, eğitimin finansmanı için elini velilerin cebinden çıkarmazken, imam hatip okulları söz konusu olunca bütün parasal kaynaklar ve diğer imkanlar seferber edilmekte, yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları her açıdan desteklenerek, tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak, özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri yönünde çalışmalar yapılmaktadır.

İmam Hatip Liseleri (İHL) ve Okuyan Öğrenci Sayısı





Eğitim Yılı

Öğrenci Sayısı

Okul Sayısı

2002-2003

71.100

450

2003-2004

90.606

452

2004-2005

96.851

452

2005-2006

108.064

453

2006-2007

120.668

455

2007-2008

129.274

456

2008-2009

143.637

458

2009-2010

198.581

465

2010-2011

235.639

493

2011-2012

268.245

537

2012-2013

380.771

708

2013-2014

474.096

854

2014-2015

546.443

1.017

2015-2016

555.870

1.149

4+4+4 öncesinde 2011-2012 eğitim öğretim yılında 537 imam hatip lisesinde (İHL) 268 bin 245 öğrenci varken 2015-2016 eğitim öğretim yılında İHL sayısı bin 149’a, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı ise 555 bin 870’e yükselmiştir. Açık öğretim imam hatip lisesinde okuyan 121 bin 335 öğrenciyi de eklediğimizde, Türkiye’de toplamda İHL’lerde okuyan öğrenci sayısı 677 bin 205’e ulaşmaktadır. Başka bir ifade ile Türkiye’de liseye giden her 100 öğrenciden 15’i İHL’ye gitmektedir.

Türkiye’de imam hatip okullarında okuyan toplam öğrenci sayısı Milli Eğitim Bakanlığı’nın üstün gayretleri ve devletin bütün imkânlarını seferber etmesi sonucunda 1 milyon 15 bin’e çıkmış durumdadır. Bu sayıya açık öğretim imam hatip lisesi rakamlarını da eklediğimizde toplam sayı 1 milyon 136 bin olmaktadır. Türkiye’de okulların fiziki donanım ve altyapı sorunları sürerken, fiziki altyapı sorunları en az olan, teknik olarak en donanımlı okulların imam hatibe dönüştürülmesi, siyasi iktidarın kamu okulları arasında siyasi tercihleri üzerinden resmen ayrımcılık yaptığını göstermiştir. AKP hükümetinin imam hatip aşkını yıllar içinde imam hatip ortaokulları ve liselerinin sayısındaki hızlı artışta görmek mümkündür.

Milli Eğitim Bakanlığı kamu okulları karşısında özel okullara her fırsatta ayrıcalık tanırken benzer bir durum imam hatip ortaokulları ve liseleri için de geçerlidir. Yıllardır çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği nedeniyle sorunlarla baş başa bırakılırken, imam hatip okullarının ödenek talepleri anında yerine getirilmiştir. Bugüne kadar özel okullar ve imam hatip okulları konusunda eğitimle ilgili hemen her konuda ayrımcılık yapmayı kendisine görev edinmiş olan Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda da ayrımcı uygulamalarını sürdürmüştür. Siyasi iktidarın yıllardır “arka bahçesi” olarak gördüğü imam hatip okullarına yönelik “pozitif ayrımcılık” her fırsatta karşımıza çıkmaktadır. Çok sayıda devlet okulu ödenek yetersizliği ile karşı karşıya kalırken, bugüne kadar hiçbir imam hatip okulu kaynak sıkıntısı çekmemiş ve talepleri anında yerine getirilmiştir.



Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrımız, Türkiye’de her konuda ve her alanda yaşanan ayrımcı uygulamaların toplumun geleceğinin şekillendiği okullarda yapılmamasıdır. Türkiye’de hiçbir okul türü diğerlerine göre ayrıcalıklı olmamalı, MEB politika geliştirirken ve bu politikaları uygularken bütün eğitim kurumlarına eşit mesafede yaklaşmalıdır.
MEB’İN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI, DİNİ VAKIF VE DERNEKLERLE İŞBİRLİĞİ
AKP hükümeti döneminde altın çağını yaşayan “vakıf mekanizması” aracılığıyla, başta değerli arazilerin bedelsiz tahsisi olmak üzere, kamusal kaynaklar siyasi iktidarın bekası adına, dini vakıf ve cemaatlere aktarılmaktadır. Bunun dışında, büyük kamu ihalelerini almak isteyen sermaye gruplarının bu vakıflara bağış yapmaları gerekiyor. Toplanan paralarla “paralel” eğitim kurumları oluşturulmakta, yurtlar, dershaneler, okullar açılmaktadır. Dini vakıf ve cemaatlere ait okullar, yıllar içinde hızla dinselleştirilmiş olan eğitim sistemi içinde tamamen siyasi iktidara hizmet eden ayrı bir dinsel eğitim sisteminin inşa edilmesini sağlamıştır.

Vakıf, her şeyden önce önemli bir gelir kaynağıdır. Yurttaşların dini duygularını istismar ederek bağış adı altında toplanan paralar siyasal İslamcılığın temel finansman kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Vakıf, sadece finansal bir aygıt değil; aynı zamanda bir örgütlenme ve “dindar” nesiller yaratmanın aracı haline gelmiş ya da getirilmiştir. Toplanan paralar, dini istismar politikası yürütenlerin sivil toplum alanında yaptığı en büyük ve en önemli alan olan “eğitim” alanına aktarılmaktadır. Devletin bilinçli bir şekilde boşalttığı bu alan, dini vakıf ve cemaatler tarafından okullar, yurtlar, kurslarla doldurulmuş ve iktidar desteği ile büyüyen bu sistem tıpkı bir örümcek ağı gibi bütün bir ülkeyi kuşatmıştır. Çocuklarını okutmak isteyen yoksul aileler, kaçınılmaz olarak bu eğitim kurumlarına yönelmekte, dindar nesiller en çok emekçilerin, yoksulların çocuklarından devşirilmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı, ideolojik yönelimleri doğrultusunda çalışmalar yapan söz konusu dini vakıflar ile çeşitli protokollere imza atarak eğitimi dinselleştirme sürecinde bu vakıflara özel görevler vermektedir. MEB’in işbirliği yaptığı başlıca vakıflar şunlardır;
TÜRGEV

06.11.2015 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı ile TÜRGEV arasında öğrencilere yönelik sosyal, kültürel, sportif, mesleki ve teknik kurslar düzenlenmesine ilişkin protokol imzalandı. Geniş kapsamlı ifadelerle imzalanan protokol gereği TÜRGEV tüm okullara ulaşma şansını yakaladı. Ayrıca, TÜRGEV’in protokol kapsamında düzenleyeceği etkinlik ve kurslarda görevlendirilecek öğretmenlerin ücretlerinin MEB tarafından ödenmesi kararlaştırıldı. Bunun yanı sıra Limak İnşaat ve Ticaret A.Ş. tarafından yaptırılan Siirt Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin, öğrenci pansiyonu, konferans salonu ve spor salonu TÜRGEV’e tahsis edildi.



İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı
MEB ile İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı ilişkisi ortak yürütülen “Her Sınıfın Bir Yetim Kardeşi Var” projesiyle somutluk kazanmıştır. Türkiye'deki okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde özel ve devlet okulu ayrımı yapılmaksızın “gönüllük esası” çerçevesinde ilgili projeye desteğin sağlanması talimatını içeren MEB kararı doğrultusunda söz konusu projenin tanıtımı için il il kampanyalar örgütlenmiştir. 2011 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla vergi muafiyeti tanınan İHH Vakfı’na, 01.04.2013 tarihinde de "yardım toplamada izne tabi olmama" statüsü verilmiştir.
Ensar Vakfı

Milli Eğitim Bakanlığı ile Ensar Vakfı arasında Değerler Olimpiyatı ve Namaz Bilinci ve Diriliş temalı protokoller imzalandı ve sayısız konferans yapıldı. Ensar Vakfı’nın ülke genelinde 159 şubesi bulunuyor. Ayrıca, 32 kız öğrenci yurdu ve apartı, 14 erkek öğrenci yurdu ve apartı var.


Birlik Vakfı

30.01.2015 tarihinde MEB ile Birlik Vakfı arasında Osmanlı Türkçesi Eğitimi düzenlenmesine yönelik işbirliği protokolü imzalandı. Protokol gereği Birlik Vakfı, halk eğitim merkezlerinde düzenleyeceği Osmanlı Türkçesi Eğitimi kursları aracılığı ile tüm vatandaşlara ideolojik propaganda yapma fırsatı yakaladı.


Hayrat Vakfı
23.07.2014 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı ile Hayrat Vakfı arasında Osmanlı Türkçesi Eğitimi ve Kur’an-ı Kerim Okuma, Anlama ve Yorumlama eğitimleri düzenlenmesine yönelik işbirliği protokolü imzalandı.
Hizmet Vakfı 

15.07.2014 tarihinde MEB ile Hizmet Vakfı arasında üç yıl boyunca okullarda “Değerler Eğitimi” verilmesine ilişkin işbirliği protokolü imzalandı. Vakfın kurucuları Said Nursi’nin talebeleri. Bazı kurucuları: Abdullah Yeğin, Bayram Yüksel, Hüsnü Bayramoğlu, Said Özdemir, Mustafa Sungur, Ahmet Aytimur ve Tahir Mutlu.


LAİK EĞİTİMİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK TEHDİT MEB VE POLİTİKALARIDIR
Türkiye’de uzunca bir süredir başta eğitim sistemi olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanları, okullar, diğer eğitim kurumları ve üniversiteleri de kapsayan bir şekilde siyasi iktidarın hedefleri doğrultusunda yeniden düzenlenmektedir. Eğitim ve toplumsal yaşamın bütün alanlarını dini kural ve referanslara göre biçimlendirmek isteyen merkezi ve yerel iktidar güçleri, attıkları her adımda laik-bilimsel eğitime ve laik yaşam tarzına karşı resmen meydan okumaktadır.

Türkiye’deki bütün eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırılmıştır. Laik olmayan bir eğitim sisteminin demokratik ve bilimsel olması, bireylerin inançlarını, kimliklerini ve kültürlerini hiçbir baskı altında kalmadan özgürce yaşaması mümkün değildir.

Laik eğitimde öğretim programları, MEB’in yapmak istediği gibi dini kural ve referanslara göre değil, bilimsel bilgiler üzerine kurulmak zorundadır. Öğretim programlarında tek ve değişmez doğru olmadığı, cansız maddenin bile bir yandan çözülüp dağılırken, diğer yandan da yeni biçimler altında örgütlenmekte olduğu anlatılmalıdır. Bu şekilde öğrenciler, eğitimde sıkça kullanılan dini söylemlerden farklı olarak, sürekli değişim gösteren gerçekliğin “tek ve değişmez” açıklaması olamayacağını daha iyi anlayacaklardır.

Laik eğitimin en önemli göstergelerinden birisi iktidarın ve yandaş sendikanın bir süredir hedefi olan “karma eğitim”dir. Karma eğitim sadece eğitim alanı ile ilgili olmayan, toplumsal, sosyolojik ve pedagojik açıdan çok yönlü özellikleri olan bir uygulamadır. Kız ve erkek öğrencilerin küçük yaşlardan itibaren bir arada okutulması, farklı cinslerin birbirini tanıması, farklılıklarına saygı göstermesi ve kadın erkek eşitliğinin okul çağlarından itibaren bilince çıkarılması açısından önemlidir. Bu şekilde daha dengeli kişilikler oluşmakta, farklı cinslerin birbirlerine ve farklılıklarına saygı göstermesi eğitim süreci içinde öğretilebilmektedir. Karma eğitim karşıtlarının kız ve erkek öğrencilerin önce ayrı sınıflarda, daha sonra ayrı ayrı okullarda öğrenim görmesini istemelerinin arkasında yatan, çocukların cinsiyetlerine göre ayrı ortamlarda eğitilerek, dini eğitim üzerinden günahlardan uzak tutulacağına olan inançtır.

Benzer yaklaşımı değerler eğitimi konusunda da gözlemlemek mümkündür. Değerler eğitimi ahlaki inançları ve davranışları içerdiği gibi anlam olarak bu kelimenin birbirinden farklı iki yönü daha vardır. Bunlar kişisel tercihler ve kurallardır. Tercihler ve kurallar birbirine zıt anlamdadır. Tercihler kişisel olduğu için subjektif (taraflı), kurallar ise objektif olduğu için herkes için eşit düzeyde geçerlidir. Din ya da inanç alanı bireylerin kişisel tercih alanı olduğu için, MEB tarafından okuldaki dersler içinde verilen “dini değerler” eğitimi çocukların sağlıklı gelişimi açısından ve pedagojik açıdan sorunludur. Tıpkı din eğitimi gibi, dini değerler eğitiminin de okul dışında, aile tarafından verilmesi gerekir.

Eğitimin dini kurallara göre düzenlenmesini isteyenler, dini gerekçelerle kız ve erkek çocuklarının ayrı okul ya da sınıflarda eğitim görmesi gerektiğini savunmakta, değerler eğitiminden sadece “dini değerleri” anlamakta, okulların çocuklar için sadece eğitim değil, aynı zamanda bireysel gelişim ve önemli sosyalleşme mekanları olduğu gerçeğini göz ardı etmektedirler. Bu çarpık zihniyetin çocukları birey olarak değil, doğrudan birer “cinsel obje” olarak görüp değerlendirmesi dikkat çekici olduğu kadar, son derece tehlikeli bir durumdur.

Türkiye’de okullarda, bizzat devlet baskısıyla ve zorunlu olarak, bütün çocuklara fiilen tek bir din ve tek bir mezhep öğretilmektedir. Bu durum, Türkiye gibi çok kültürlü, çok inançlı ve çok mezhepli bir toplumda, okuldan başlayarak birçok sorunun ve eşitsizliklerin doğmasına yol açmaktadır. Bu noktada farklı inançlara karşı açık bir ayrımcılık ortaya çıkarken, “tek din ve tek mezhep” üzerinden tüm toplumun tek tipleştirilmesini onaylamak mümkün değildir.

12 Eylül ürünü zorunlu din dersi dayatmasına ek olarak getirilen zorunlu seçmeli din dersi dayatması, son yıllarda karma eğitimin hedef haline getirilerek, sınıfların cinsiyete göre ayrılması, sıbyan mektebi uygulamaları, okullarda “değerler eğitimi” adı altında “tek din, tek mezhep” propagandası yapılması, ders kitaplarının içeriğinin dinselleştirilmesi, dini vakıf ve cemaatlerin MEB onayı ile okullarda dini propaganda faaliyetleri içine girmesi, kütüphane ve laboratuvarların kapatılarak mescide dönüştürülmesi gibi laik-bilimsel eğitim anlayışıyla çelişen uygulamalardan derhal vazgeçilmelidir.

Öğrencilerin eleştirel bir zihinsel yapı ile mi, yoksa kendilerine verilen bilgiyi aynen ezberleyerek kabul ettikleri bir eğitim yapısı ile mi yetiştirilecekleri sorusu önemlidir. Hiçbir toplum birbirinin aynı ve tamamen aynı inancı paylaşan insanlardan oluşmadığına göre, tüm inançlara aynı mesafede bulunması gereken devletin, laik eğitim ve laik yaşam ile çelişen adımlar atması tehlikeli ve son derecede yanlış bir uygulamadır.

ÇATIŞMA BÖLGESİNDE YAŞAYAN ÇOCUKLARIN EĞİTİM HAKKININ ENGELLENMESİ
Bilindiği üzere 7 Haziran seçim sonuçlarını hazmedemeyen AKP, 1 Kasım seçimlerinden iktidarını güçlendirerek çıkmak için her türlü şiddet politikasına başvurmuştur. Eğitim hizmeti de AKP’nin söz konusu politikalarından büyük yaralar almıştır. Önce, turizme katkı sağlamak iddiasıyla okulların açılışı ertelenerek eğitim öğretim için uygun ortamın oluşturulmasından vazgeçilmiş, sonrasında ise öğretmenler, olmayan hizmet içi eğitimlere çağrılarak okulların boşaltılması sağlanmıştır. Bu süreç zarfında binlerce öğrencinin eğitim hakkı, doğrudan Milli Eğitim Bakanlığı eliyle gasp edilmiştir. Binlerce öğretmen ise öğrencilerinden zorla koparılmıştır.

TİHV raporlarına göre, 16 Ağustos 2015- 20 Nisan 2016 arasında 1 şehir merkezi ve 7 şehrin 22 ilçesinde onlarca mahalleyi kapsayacak şekilde en az 65 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği il ve ilçelerde, 2015-2016 eğitim öğretim yılının başından itibaren eğitim hizmeti durmuştur. Nusaybin’de 32 bin, Derik’te 7 bin, Dargeçit’te 17 bin, Cizre’de 41 bin, Silopi’de 39 bin, Şırnak merkezde 40 bin, İdil’de 24 bin, Sur’da 30 bin, Silvan’da 28 bin ve Yüksekova’da 33 bin, toplamda yaklaşık olarak 300 bin öğrencinin eğitime erişim hakkı doğrudan ortadan kalkmıştır. Eğitim öğretime öngörülemez ve süresiz şekilde ara verilmesi; başta anayasa olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan yükümlülüklere temelden aykırıdır ve ilgili mevzuat hükümlerinin açıkça ihlali anlamına gelmektedir.

Sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçe ve illerde; okula devam oranları ve okula devam edemeyen veya sınavlarına giremeyen çocuk sayıları, gözaltına alınan, tutuklanan çocukların sayıları, göçe maruz kalan çocuk sayısı tespit dahi edilememiştir. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde çocukların eğitim haklarının ellerinden alınması ve telafisi imkânsız mağduriyetler yaşamalarının yanı sıra özellikle Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı’na (TEOG) giren 8’inci sınıf öğrencileri ile Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ve Lisans Yerleştirme Sınavı’na (LYS) başvuran öğrenciler yeni bir eşitsizlik ve ayrımcılık ile karşılaşmıştır. Nusaybin, Dargeçit, Derik, Şırnak Merkez, Cizre, Silopi, İdil, Sur, Silvan ve Yüksekova’da 8’inci sınıfa kayıtlı olan yaklaşık 20 bin öğrenci ile bu ilçelerde YGS ve LYS sınavına başvuran yaklaşık 13 bin öğrencinin haklarını gözeten hiçbir adım atılmamıştır.

Şubelerimizden edindiğimiz bilgilere göre; hukuksuz bir şekilde sokağa çıkma yasağı ilan edilen il ve ilçelerdeki tablo da şu şekildedir:

Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı Diyarbakır / Sur ilçe merkezindeki 15 okul, 7 bin 450 öğrenci ve 300 öğretmen yaşananlardan birinci derecede etkilenerek, eğitim öğretimin dışında kalmıştır. Söz konusu 15 okulun 8’i yıkılmış, geriye kalanlara ise askeri yığınak yapılarak okullar karargâha dönüştürülmüştür. Öğrencilerin yaşam hakkının ihlal edildiği bir ortamda, Milli Eğitim Bakanlığı göstermelik uygulamalara başvurarak 5 okulu birleştirmiş ve öğrencilere taşımalı sistemle eğitim öğretim hizmeti sunmuştur. Ancak bu okullarda öğrencilerin %10 ile 15’i eğitimlerine devam edebilmiştir.

Şırnak/Cizre’de ise 600 öğrencinin öğrenim gördüğü Cizre Endüstri Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, emniyet amirliğine dönüştürülmüş, bin 200 öğrencinin öğrenim gördüğü İsmail Ebul İz Ortaokulu karakola dönüştürülmüştür. İmam Hatip Lisesi pansiyonuna ise özel harekat timleri yerleşmiştir. Yine 714 öğrencinin hizmet aldığı Atatürk Anadolu Lisesi pansiyonuna da özel harekat timleri yerleşmiştir. İstiklal Ortaokulu ise kapatılmış ve öğrencileri Nuh Nebi İlkokulu’na yönlendirilmiştir.

Şırnak/İdil’de ise 4 okulda [Cumhuriyet İlkokulu – Ortaokulu, Bener Cordan İlkokulu-Ortaokulu, İdil Anadolu Lisesi, Atatürk Ortaokulu] eğitim öğretim durmuştur. Bu ilçede 103 öğrencisi olan Zübeyde Hanım Anaokulu ile 320 öğrencisi olan Atatürk İlkokulu karakola dönüştürülmüştür.

Şırnak/Silopi’de ise 790 öğrencisi olan Cumhuriyet İlkokulu, 900 öğrencisi olan 23 Nisan Ortaokulu, 280 öğrencisi olan Senan İdin Anadolu Lisesi ve 100 öğrencisi olan Sevgiyolu Anaokulu kapatılmıştır. 1300 öğrencisi olan Cumhuriyet Ortaokulu, 202 öğrencisi olan Yavuz Selim İlkokulu, 600 öğrencisi olan Fatih İlkokulu, 810 öğrencisi olan Sevgi İlkokulu ve 280 öğrencisi olan Senan İdin Anadolu Lisesi pansiyonu karakola dönüştürülmüştür.

41 bin 127 öğrencinin eğitim öğrenim gördüğü Şırnak/Cizre’de sokağa çıkma yasağı süresince sadece 950 öğrenci telafi eğitimi görmüştür. Şırnak/Silopi’de sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra haftanın 6 günü, öğrencilere bulundukları okullarda telafi eğitimi verilmektedir. Şırnak’ın Şenoba ve Kumçatı beldelerinde ise yaklaşık 800 kadar 8. sınıf öğrencisine yatılı bölge okullarında telafi eğitimi verilmektedir. Geri kalan öğrenciler ise gittikleri yerlerde misafir öğrenci olarak okullara gitmektedirler. İdil’deki öğrenciler de çevre köylerdeki ve Mardin ilçelerindeki okullarda misafir öğrenci olarak eğitimlerine devam etmektedirler.

Toplam 100 okulun bulunduğu, bin 330 öğretmenin görev yaptığı ve 32 bin öğrencinin öğrenim gördüğü Mardin’in Nusaybin ilçesinde ise 11 okul kullanılamaz hale gelmiş ve 6 okul da karakola dönüştürülmüştür. Yine Mardin/Derik’te 2 okul, Mardin/Dargeçit’te ise 3 okul kullanılamaz hale gelmiştir.

Hak ihlallerinin yoğun olarak yaşandığı, çocukların hayatlarını kaybettiği bir ortamda dönemin Milli Eğitim Bakanı çocukların sorunlarını görmemiştir. Savaş travması yaşayan çocuklara o dönem içerisinde hiçbir psikolojik destek sunulmamıştır. Altyapısı hazırlanmadan, psikolojik destek sunulmadan çocuklar farklı okullara gönderilerek sorumluluktan kurtulmaya çalışılmış, çocuklar ve okullar kendi kaderine terk edilmiştir.
SONUÇ
Eğitimde 4+4+4 dayatması sonrasında okullarda yaşanan ve giderek derinleşen sorunları, acil çözüm bekleyen okula başlama yaşına ilişkin gelişmeleri, kalabalık sınıfları, okullarda yeterli altyapının olmamasını, fiziki donanım eksikliklerini, kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitimin önündeki engelleri, eğitim sisteminde yıllardır çözüm bekleyen sorunlardan ayrı ve bağımsız değerlendirmek mümkün değildir.

AKP iktidarı ve Milli Eğitim Bakanlığı eğitimdeki çürümenin ve mevcut karanlık tablonun öncelikli sorumlusudur. MEB, yıllardır yaptığı değişikliklerle eğitim sistemini yap-boz tahtasına çevirmiş, öğrenci ve velilerin kafasını karıştırmak dışında eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirememiştir. Öğrencileri yarış atı gibi sınavdan sınava koşturan bir eğitim sisteminin, hangi model benimsenirse benimsensin, ne kadar başarılı olacağı tartışmalıdır.

Milli Eğitim Bakanlığı’na çağrımız tüm toplumun ve öğrencilerin geleceğini doğrudan olumsuz etkileyecek politika ve uygulamalara derhal son verilmesidir. Bunun için öncelikle hiçbir öğrencinin not ya da sınav baskısı altında kalmadan, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, hangi alanda okuyacağına kendisinin karar vereceği bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır.

Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin laik, bilimsel ilkeler doğrultusunda verilmesine, demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim vardır. Kamusal, parasız, demokratik, nitelikli, bilimsel ve anadilinde eğitimin önündeki engellerin kaldırılması için somut adımlar atılmalı, eğitimi ticarileştirme ve dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir.






Yüklə 204,48 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin