101- EL-MUHÎT
Allah Tealâ şöyle buyurur:
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Ve Allah her şeyi kuşatmıştır."1605
"Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiç bir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır."1606
O, ilmi, kudreti, rahmeti ve egemenliği her şeyi kuşatandır. O'nun ilmi bilinecek şeylerin hepsini, görmesi görülecek şeylerin hepsini, işitmesi işitilecek şeylerin hepsini kuşatmıştır.
O'nun iradesi ve kudreti bütün varlıklara nüfuz eder. O'nun rahmeti göklerdeki ve yerdekileri kucaklar. Üstünlüğü ile bütün mahlûkata galip ve egemendir. Her şey O'na boyun eğer. 1607
102- EL-KÂFÎ
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Allah kuluna kâfi değil mi?" 1608
O, kullarının bütün ihtiyaçlarını gidermede ve karşılamada yeterlidir. O, özellikle kendisine inanan, tevekkül eden ve yardım isteyen kimselerin dînî ve dünyevi ihtiyaçlarını karşılayandır. 1609
SONUÇ
Bütün hamd evvel, âhir, varlığı ve birliği aşikar, mahiyetinin bilinmesi gizli olan Allah'adır. Şehadet ederiz ki O'ndan başka ilah yoktur. O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. Selatu selam son peygamber, müslümanların ilki, Alemlerin Rabbi tarafından övülenlerin en hayırlısı Muhammed (a.s.) üzerine olsun. O peygamber ki yüce Allah hakkında "Senin üzerine sena yapmaktan aciziz. Sen kendini övdüğün gibi senaya layıksın" buyurmuştur.
Sonuçta Allah Resulünden gelen "et-Tabibi" ile renklemek güzel olacak. Kainatın efendisi şöyle buyuruyor:
"et-Tabib demeyin fakat er-Refık (dost) deyin. Çünkü gerçek Tabib (çare veren) Allah'tır. Bunun manası her ne kadar sanatında mahir, kendisine helal ve temiz rızık verilen manasına gelse de buradaki manası, "beşerin hastalıklarına derman veren" demektir. Bazen tıp ilmi, her ne kadar hastalığı tanısa ve teşhis etse de hastalığı kuşatamaz. Hastalığın miktarını, hastalığın bedende ne kadar beklediğini ve etkisini anlayamaz. Hastasına ancak etkisine inandığı ilacı verir ve isabetli olabilir de olmayabilir de. Bu durumda "er-Refik", isminin kullanılması "et-Tabib" isminden daha güzeldir. Çünkü doktor hastaya acır ve onu bedenine zarar verecek şeye karşı himaye etmeye çalışır, ona göre tedavi uygular.
"Et-Tabib" ise derman ve çarenin hakikatına, sıhhat ve şifaya gücü yeten demektir. Bu sıfatta ancak her şeyin yaratıcısı ve şekil vereni olan Allah'a mahsustur. Bir başkasının bu isimle isimlendirilmesi doğrudur. Bununla birlikte: "Ey Allah'ım sen sıhhat veren dertlere derman veren tabibsin" denilmesi dua adabına daha uygundur. "Ya tabibu" şeklinde denilmez.
Eş-Şafı' de Esmâ-i Hüsnâ'dandır.
Allah (c.c): "Hastalandığım zaman bana şifa veren Odur." 1610
Resulullah (s.a.v): "Allah'ım Sen şifa verensin, şifa yer" diye dua ederdi. Aişe (r.a.) diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) bir hastanın huzuruna girdiği zaman elini hastanın şikayetçi olduğu yere koyar sonra da:
"Ey İnsanların Rabbi, ağrıyı gider, şifa ver, sen şifa verensin. Senden başka şifa veren yoktur. Sen onulmaz dertlere şifasın" diye dua ederdi."
Yine Aişe (r.a.) diyor ki:
"Peygamber (s.a.v.) hastalandığında elimi onun üzerine koydum. Bu duayı okuyarak gezdirdim. "Allah'ım! Sen en yüce dostsun, Allah'ım! Sen yüce dostsun" buyurdu."
El-Hennan ve el-Mennan, el-Vakî de Allah'ın güzel isimlerindendir.
"... Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucun vardır." 1611
"Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu." 1612
Ey Allah'ım! Bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün en güzel isimlerle niyazda bulunuyoruz. Senden bizi sana itaatle ve güzel kullukla nimetlendirmeni, dostlarına bağışladığını bize de lütfetmeni, senden bizleri seni zikir ve övgüyle nimetlere erişenlerden kılmanı istiyoruz. Ey Allah'ım! Bizi dünya ve ahiret saadetiyle rızıklandır. Bizi zatını temaşa edenlerden eyle!
Ey Allah'ım! Sen emsali olmadan yaratan, yarattıklarına şekil veren, hükmedenlerin en hikmetlisisin. Sen bizi en güzel şekilde yaratansın. Bizi güzel ahlak üzere kıl! Ey Allah'ım! Suretlerimizi güzelleştirip bizi tasvir ettiğin gibi amellerimizi de güzelleştir. Senin her şeye gücün yeter. Dualarımızı kabul buyur.
Allah Tealâ'dan beni ve okuyucularımı takva üzere kılmasını ve kendisine hidayet üzere itaat edenlerden eylemesini, günahlarla aramıza kendi korkusunu sokmasını niyaz ediyorum. Allah korkusu ise Allah'ı bilmekle, ilimle olur. Bunun için Allah (c.c): "Allah'tan ancak âlim kulları korkar." 1613 buyuruyor.
Her kim de Allah'a asi oluyorsa, okuyup anlasa bile onu unutmuş demektir.
Cenab-ı Hak şu ayeti kerimede bize bunun nasıl olacağını öğretiyor.
"Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma."1614
Gelin Allah'ı çokça zikretme hususunda yarışalım, ona en güzel isimlerle duada bulunalım.
"İş bunlar cennet nimetlerine erişmiş Allah'ın mukarreb kullarıdır.
O sonu olmayan bir sondur. Bunu Muhyiddin b. Arabi (ö.638 h) şöyle tefsir ediyor:
"Allah'ın isimlerinden her bir isim nmuayyen bir manaya delalet etmektedir. Bu isim ancak medih sıfatlarına ve celal sıfatlarına delalet ettiği zaman güzel olur. Bu manalara delalet eden her isim güzel olur. Zira Cenab-ı Hak: "En güzel isimler (el-esmâ'i-hüsna) Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin." 1615 buyurmaktadır.
Allah'ın dört bin ismi vardır denilmiştir. Bunun bin tanesi Kur'ân-ı Kerim'de ve sahih hadislerde geçmiş, diğer bini Tevrat'ta, bin tanesi İncil'de, bin tanesi de Zebur'da geçmektedir, denilmiştir. Diğer bir görüşe göre bin tanesi Levhi mahfuz'dadır. Fakat bu beşer alemine ulaşmamıştır, denilmiştir. Ben bunun uzak olmadığını düşünüyor ve bilakis Allah'ın hikmetinin izleri her yerde vardır. Allah'ın isimlerine muttali olmanın yolları çoktur. Allah'ın medhi ve tazimini gerektiren sıfatlara vukufıyetin sebepleri de çoktur. Bir kimse insanın göğsünü yarıpta yaratılıştaki rahmet ve hikmetin on binini görebilse, on bin tanede Allah'ın sıfat ve Esmâ-i Hüsnâ'sına muttali olur. Onun tazim ve medhini gerektiren şeyleri görür. Sonra bir kimse mahlukâtta daha önce anlattığımız rahmet ve hikmetin sayılarına vakıf olabilse bunun bildiklerinden daha çok olduğunu görür. Bu durumda Allah'ın güzel isimlerini saymak, sınırlandırmak sayı ile ifade etmek, ayeti kerimede de buyurulduğu gibi mümkün değildir.
"Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız." 1616
Bu hikmetlerin her bir çeşidine vakıf olmak, Allah'ın isimlerinden diğerine ulaştırır.
Sonuçta, bu konuda her şeyi yazmak isterdim. Esmâ-i Hüsnâ'nın bütün derinliklerini, Rahman'ın sıfatlarının her türlüsünü. Fakat onun güzel simlerini hasr etmek mümkün değildir. Bu sonsuz bir şeydir. Çünkü onun zat ve sıfatları sonsuzdur. Biz onun hakkında her şeyi ifadeden aciziz. Ancak biz onun rızasını umarak bize verilen az bilgi ile bunlar yazdık. Bu konuda O'nun rızasını taleb diyoruz. O'nun azı bize göre çok çok fazladır.
Esmâ-i Hüsnâ'yı belli bir sayıyla sınırlamak ve saymak mümkün olabilir mi? Sonra onun bütün manalarını ince detaylarına kadar anlamak mümkün mü? O'nun indirdiklerinin tevilini de On'dan başka kimse bilemez. O'nun isimlerinden her bir isimde kelimeler yetersizdir. O'nu anlatmada derya tükenir. Onun için Rabbimize şöyle dua ediyoruz.
"Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme! Bize tarafı ilahinden rahmet bahşet! Şüphesiz ki sen lütufta bulunursun."
Ey Allah'ım! Biz böyle dua ediyoruz. Sen icabet buyur. Gayret bizden muvaffakiyet Senden.
Biz O'ndan geldik ve dönüşümüz de O'nadır. Allah'tan başka hiçbir güç ve kudret sahibi yoktur. 1617
Muztarîp Beşeriyet Îçin Birîcîk Kurtuluş Yolu
İnsanlık târihi gözden geçirilsin... Felâketlerin, musibetlerin, ardı arkası kesilmeyen hücumlarıyle nice medeniyetlerin, cemiyetlerin yok olup gitmesinin iç sebepleri araştırılsın... Görülecektir ki, bu müthiş, faciaların her birinde hep aynı sebep, aynı âmil hâkim olmuştur: Allah bilgisizliği.
Allah duygusu gönüllerden silindiği zaman, hakikî insanlık kıymetleri ve bütün ahlâkî faziletler de derhal yıkılır. Ondan sonra artık o topluluk medenî ve insanî bîr topluluk değildir. Sırtlanların yaşayışından daha kötü bir saldırganlık görülür. Zamanımızda bütün çalışmalar, bütün düşünceler maddiyatın hududu içinde kalmıştır. Bu maddî dünyâda bir çokları arasında maneviyat düşmanlığı, medeniyet ve kibarlık ölçüsü olarak kabul edilmiş, münkirlik alabildiğine yayılmıştır. Bu şımarıklığın, tabiat kanunlarına hâkim bulunmanın verdiği sarhoşluktan ileri geldiğine şüphe yoktur. Ancak şu da muhakkak ki, bugünkü maddî ilerlemeler, maneviyatla muvazî elarak başbaşa yürüseydi, dünyâ yüzünde hakikî ve samimî bir medeniyet havası bütün gönüllere genişlik ve ferahlık verecek, içinde bulunduğumuz bunaltıcı ve ıztıraplı bir yaşayış olmayacaktı.
Ne yazık ki, böyle olmadı. Tabiî kuvvetlerden faydalanmak fazileti, ahlâkı ve insanlığı bütün bütün atmak bahâsına satın alınmış oldu. Asrımızın tamâmiyle maddîleşmiş ve âdeta bir taş kesilmiş olan insanları, tavırlarıyle, hüviyetleriyle işte meydanda. Dış cepheleri ne kadar temiz, iç cepheleri ne kadar iğrenç!
Kalblerinde binbir çeşit hile, iğfal, yalan ve ihtiras kaynaşırken, giyinişlerindeki zarafet, yüzlerindeki tebessüm ve hele asla yürekten olmayan samimiyet ve nezaket gösterileri, ruhlara i'timat yerine, nefret telkin ediyor.
Bu içsiz medeniyet dünyâsında yer yer dalgalanan kargaşalıklar ve bu yüzden dökülen kanlar, çekilen ızdıraplar hep maneviyatta hâsıl olan tezebzübün ve Allahsızlığın tabiî bir neticesidir. Allah'ı unutmakta ısrar edildikçe, bu hallerin korkunç bulut katarları gibi, birbiri ardınca devam edip gitmesinden korkulur.
Tek çare: Allah'ı bilmek ve Allah'a dönmektir. Onun için insanlık âşıklarının, ruh mürebîlerinin fikir ve elbirliğiyle ancak bu nokta üzerinde çalışmaları icâbettiğine inanmış bulunuyoruz ve bu inancımızın sevkiyledirki, aczimize ve hiçliğimize bakmayarak, Ulu Allah'ın 99 adını bildiren hadîs-i şerifi şerhettik.
Gayemiz, zâten gönüllerde var olan Allah bilgisini açmak ve kökleştirip kuvvetlendirmekti. Bu i'tibarladır ki, şayet bazı sözlerimizde bir nevi' tekrarlama olmuşsa bile, biz bunları bililtizam çok görmediğimiz gibi, şuracıkta da yazılarımızın bir icmalini kaydetmekten kendimizi alamadık: (Tekerrürden, tekarrür hâsıl olur).
Evet Allah'ı bilen bir cemiyet efratı, birbirini seven bir cemiyettir. Allah'ı bilmeyen yığın da anarşi halinde kaynaşan bir volkandır.
Üzerlerinde Allah'ın hâkim ve murakıp bulunduğunu kabul etmeyenler, yalnız iki şeydan korkarlar: Kanunun hükümlerinden, zabıta kuvvetinden... Şayet kanunun hükümlerinden, zabıtanın takibinden serbest kalacaklarını bilseler, onların yapamıyacağı yoktur. Fakat ruhlarının derinliklerinde gizledikleri niyet ve düşüncelerinden Allah'ın haberdar olduğunu bilenler, kötü maksat ve düşüncelerinden dolayı Allah'a karşı utanırlar da, kanunun cezalandırmıyacağına veya zabıtanın ulaşamıyacağına emin olsalar bile, ruhlarını kirletmezler.
Onların ruhları, hisleri, fikirleri, lekesiz ve tertemiz olur. Allah'ı hakkiyle bilenin yalan aklına gelmez. Hileyi hiç düşünmez, kimseyi aldatmaz. Çünkü bütün bunlar Allah'a ehemmiyet vermemenin neticesi olan kötü şeylerdir.
Allah'ın lûtfunu bilen intihar etmez. Keremini bilen me'yûs olmaz. Büyüklüğünü bilen büyüklenmekten titrer. Birliğini bilen, insanlığın şeref ve haysiyetini yok eden, ruhu kirleten şirkten kurtulur. Allah'ın hilmini bilen, yapmakta olduğu kötülüklerin cezasının geriye bırakıldığını ve bu arada nedametle vazgeçtiği surette afva uğrayacağını, ısrar ettiği takdirde korkunç bir akıbetin kendisini beklemekte olduğunu takdir eder. Allah'ın kudsiyetini bilen, Allah'tan başka her şeyin, ne kadar büyük olursa olsun, âciz, muhtaç, eksik olduğunu tasdik eder. Emniyetin, selâmetin yalnız Allah'tan olduğunu bilen, içine düştüğü her türlü darlık ve ızdıraptan dolayı yanlış kapıya yalvarmaz. İzzet ve Kibriya sıfatlarının Allah'a mahsus olduğunu bilen, haysiyet ve şerefini muhafaza eder de Allah'tan başkasına zillet göstermez. Varları yok, yokları var edip duran Allah'ın, öldükten sonra tekrar dirilteceği hakkındaki va'dine inanır ve giderini ona göre düzenler.
Allah'ın adlini bilen, kötülükten uzaklaşır. Mülkün sahibinin Allah olduğunu bilen, elindekinin başında; (ileride hesabını vermek mecburiyetinde olan) bir emanetçi olduğunu i'tiraf eder. Kendisine ulaşmış olan her ni'metin, ancak Allah'ın sevk ve iradesiyle geldiğini bilen, yalnız Allah'a boyun eğer. Verilen ni'metler hayır yollarında kullanıldığı surette Allah'ın bunları kat kat arttıracağını ve ebedîleşeceğini bilen, önüne çıkan her hayırlı işi kıymetli birer fırsat telâkki eder... ilâ-âhirihî.
Velhâsıl Allah'ı bilenler sevişir, birbirlerine kenetlenir, bir cisim gibi olur. Ara bozan şeytan, aralarına girmez. Dünyâ ve âhiretin saadeti de, işte bu birlikten doğar. Allah'ı bilmeyenler de hep dövüşür, birbirlerine düşmanlık kapısı açar. Şeytan araya girer, derken her birinin başına bir çok gaile düşer. Rahat ve huzur görmeden bu âlemden göçerler.
İşte önümüzde iki yol: Biri suret-i mahsusada dikkatle, önemle açılmış ve üzerinde milyarlarca ayak izleri görülen bir yol... bir cadde... Öteki de ötede caddeden ayrılmış, belli belirsiz, tek tük bir kaç iz... Evvelkisi Allah'ı tanıyanların yoludur. Görülen izler de, peygamberlerin, temiz yürekli fazilet sahiplerinin, dinli ve îmânlı ilim ve hikmet adamlarının izidir, ikincisi de, nefsinin arzularına uyan, görmez, işitmez, ne yaptığım bilmez bir kuvvet olan tabiata tapanların yolu... Sevgili okuyucu! Bu yolların hangisinde selâmete çıkacağını kendin tâyin et ve ona göre git!..1618
Dostları ilə paylaş: |