EL-MÎZÂN TEFSİRİNİN ÖZELLİKLERİ
1- Merhum Allâme Tabatabaî (r.a) Kur'ân'ın zahiri hakkında
oldukça kapsamlı ve geniş bir bilgiye sahipti. Tefsir etmek için ele
aldığı her ayeti incelerken, Kur'ân-ı Kerim'in tamamını göz önünde
bulundururdu. İlgili ayetin tefsirinde muvafık ayetleri istidlâl ve istimdat
amacıyla söz konusu eder, muvafık ayetlerin olmaması hâlinde
başka ayetlerle çelişki oluşturmamasına gerekli dikkati gösterirdi.
Başka ayetlerle çelişki oluşturabilecek ihtimal ve görüşü
deliller ileri sürerek reddederdi. Çünkü ayetler arasında çelişki durumu
ilâhî kitabın mucizevî insicamıyla asla uzlaşmaz.
2- Masumların (a.s) kesin sünneti sahasında çeşitli boyutlarıyla
derin ve uzun bir araştırması olan Merhum Üstat Allâme
Tabatabaî (r.a) incelemeye aldığı her ayeti tefsir ederken sünnette
eğer bir delil veya teyit edici bir rivayet varsa, ondan istidlâl veya
istimdat şeklinde yararlanırdı. Eğer sünnette bir delil veya teyit edici
yoksa, ilgili ayetin tefsirinde sünnetle çelişki oluşturmamasına
azamî dikkati gösterirdi. Çünkü Kur'ân ile Resulullah (s.a.a) ve onun
pak itretinin sünneti iki ilâhî kurtuluş ipi olup birbirinden ayrılmaları
imkânsızdır. "...O ikisi havuzun başında bana ulaşıncaya
kadar asla birbirinden ayrılmazlar."
3- Allâme Tabatabaî (r.a) aklî tefekkürde eşine az rastlanır bir
derinliğe sahipti. İncelemeye aldığı her ayetin tefsirinde aklî açık
veya açıklanmış ilkeler arasında bir delil veya teyit edici bulunursa,
ondan aklî öğretiler konusunda -şer'î-taabbudî hükümlerde
----------
1- Bihar'ul-Envar, c.89, s.39
değil- istidlâl veya istimdat mahiyetinde yararlanırdı. Aklî ilimlerin
dışında kalan konularda ilgili ayetin kesin aklî delillere aykırı olmayacak
biçimde anlamlandırır, kesin aklî kıstaslara -kesin olmayan
doktrin ve bilimsel hipotezlere değil- aykırı olacak her ihtimalin
batıllığını ispat ederdi. Çünkü akıl ile vahyin çelişkiye düşmesini
ne kesin akıl, ne de ilâhî vahiy kabul eder. Allah'ın uyum içerisindeki
iki hücceti (akıl ile vahiy) birbirine aykırı olamaz. Akıl aydınlatan
bir lamba, vahiy dosdoğru bir yoldur. Bu ikisinden hiçbiri
ötekisinden ayrı faydalı olamaz.
4- Allâme Tabatabaî (r.a) fıkıh ve usul gibi naklî ilimlerde görüş
sahibi ve temel konularında yeterince derinleşmiş olduğundan
tetkik ettiği ayet hakkında naklî herhangi bir delil bulunmuyorsa,
bu ilimlerin kesin temelleriyle çelişki oluşturacak bir tefsir
yapmazdı. Çünkü naklî konular her ne kadar teferruatla ilgili olsa
da Kur'ân ve sünnetin kesin ilkelerine göre tanzim edilirler. Ayetin
içeriği ile bu ilimlerin kesin ilkeleri arasındaki herhangi bir çelişki;
Kur'ân'ın Kur'ân'la, sünnetin sünnetle veya sünnetin Kur'ân'la çeliştiği
anlamına geleceğinden kesinlikle kabul edilemez.
Bunun için el-Mîzân'da bir ayetten çeşitli anlamlardan biri çıkarılırken
ya da ayet bu anlamlardan birine uyarlanırken, diğer anlamlarla
uyum içerisinde olmasına ve başka ilimlerin kesin ilkelerine
aykırı olmamasına azamî dikkat gösterilmiştir.
5- Kur'ân-ı Kerim'in muhkem ayetlerinin tümünü tanıyan ve
"Muhkem ayetlerinin en belirgini, 'O'nun gibi hiçbir şey yoktur.'
ayetidir." diyen Merhum Allâme Tabatabaî, müteşabih ayetleri tanımada
da üstün bir beceriye sahipti. Müteşabihleri, Kur'ân'daki
konuların temeli ve "Ümm'ül-Kitab" olan muhkem ayetlere döndürür,
müteşabihleri izlemek yolunu kalbi kararmışlara kapatır, hadisleri
Kur'ân'a sunmada muhkem ayetleri ölçü alır, başka ilimlerin
temellerini aklın da önünde eğildiği bu kesin kıstasla değerlendirdi.
İmam Rıza'nın (a.s) buyurduğu üzere bu, dosdoğru yolu
kat etmenin işaretidir. "Her kim, Kur'ân'ın müteşabihini muhkemine
döndürürse, doğru yola hidayet olmuştur."1
----------
1- Bihar'ul-Envar, c.89, s.377
6- Burhanın temelleri ve ön koşulları konusunda derin bir bilgiye
sahip olan Merhum Allâme Tabatabaî bilimsel varsayımları
asla kanıt olarak görmez ve bunu pergelin sabit ayağına benzetirdi.
İşin gerçekte sabit değil de hareket hâlindeki ayak tarafından
yapıldığı gerçeğinden hareketle kanıtlanmamış varsayımlara ayetlerin
tefsirinde yer vermekten şiddetle kaçınır, ilim ve teknolojinin
ilerlemesini o varsayımın doğruluğuna delil olarak görmez, her
varsayımın başka bir varsayıma dönüşme ihtimali tehlikesini gözden
uzak tutmaz ve şöyle derdi: "Sabit olan Kur'ân-ı Kerim'i değişken
olan geçici bilimsel varsayımlarla tefsir edemez, onlara uyarlayamayız."
7- İrfan'ın temelleri, keşfin genel hatları ve şühudun çeşitleriyle
mükemmel boyutlarda tanışık olah Merhum Allâme Tabatabaî,
tehzib-i nefse, Kur'ân'ın tezkiye yönteminden yararlanmaya davet
etmek, meşru riyazeti onaylamak ve tefekkür yöntemi yanında
kalp yolunu açıklamakla birlikte hiçbir zaman kendisi veya başkalarının
irfanî keşfini tefsir ölçüsü olarak almaz; o münkeşif ve
meşhudu doğru olması hâlinde sadece ayetin anlamının bir mısdakı,
bir örneği olarak görürdü, ayetin temel ekseni olarak değil.
8- Merhum Allâme Tabatabaî, mefhum ve mısdakın (örnek)
teşhisinde engin bir tecrübeye sahip olarak hiçbir zaman tefsiri
tatbikle, mefhumu yaşanmış ve görünmüş dıştaki örnekleriyle
karıştırmazdı. Muteber bir rivayetin, ayetin nüzul sebebini açıklamasını
veya içeriğinin sahabeden biri veya bir grubuna intibak
etmesini, ayetin genellik kisvesinden çıkıp kişisel muhtevaya bürünmesine
sebep saymaz, bunun kavramsal tefsir hanesine girmesine
izin vermezdi. Ayetin bir tek mısdaktan başka diğer bir
mısdakının olmamasını da ayetin şümullü anlamı ve genel kavramı
yönünde tefsir edilmesine engel görmezdi. Çünkü Kur'ân ayetlerinden
biri kavramsal kapsamlılığını yitirerek dıştaki bir fert
düzeyinde belirginleşirse, bu ferdin zevaliyle ayetin mesajı da ortadan
kalkmış olur. Hâlbuki Kur'ânı-ı Kerim, Güneş ve Ay dünyayı
aydınlattığı sürece nuruyla insanlığın yolunu aydınlatacaktır. Mısdakların
değişmesi, tefsirin de değişeceği anlamına gelmez. Çünkü
sözcükler anlamların ruhları için koyulmuş olduğundan bir şeyin
ruhu korunduğu sürece dıştaki örneklerinde birtakım değişimler
meydana gelmiş olsa da adı korunmuş olur. Çünkü sözcük
kavramda kullanılır, mısdakta değil. Mısdakların farklılığı mefhumda
değişim meydana getirmez.
9- Merhum Allâme Tabatabaî, tefsirinde asaleti, önceliği zahire
verir, ayetin kavramsal tefsiri makamında batını esas almazdı.
Sadece ayetin zahirinin hüccet değerini korumak suretiyle batına
geçer ve o batından başka bir batına yol bulurdu.
10- Merhum Allâme Tabatabaî, dinî öğretileri metafizik (tabiat
ötesi) sınıfında değerlendirir, dinî öğretileri madde ve hareket kanunlarından
uzak tutar, maddî olarak azalıp çoğalmayı bu sahaya
sokmaz, dini değişim ve tekâmül hâlinde olan, eskime ve çürümeye
maruz bulunan gelenek ve töreler gibi görmez, bu tür düşünce
tarzını şiddetle reddederdi.
11- Kur'ân-ı Kerim hakkındaki mükemmel bilgisi sayesinde
Kur'-ân'daki kelime ve ayetleri birbirine yönlendirme, dayandırma
yöntemiyle tefsir eden Rabbanî âlim Merhum Tabatabaî, aynı metodu
hu-ruf-i mukattaa (sure başlangıçlarındaki kopuk harfler) tefsirinde
maharetle uygulardı. "Elif, Lâm, Mîm" ve "Sâd" gibi basit
sure başlangıçlarına sahip sureleri ve yine "Elif, Lâm, Mîm, Sâd"
gibi mürekkep sure başlangıçlarına sahip sureleri tetkik etmek
suretiyle, sure başlangıçlarının surenin içeriğine dair bir remz ve
gizli bir işret olduğu sonucunu çıkarırdı. Hatta Merhum Üstat,
Kur'ân'a olan engin ilgi ve muhabbeti sayesinde tarihî bilgileri göz
önünde tutmadan önce surenin metni üzerinde tedebbür ve tefekkür
etmek suretiyle onun Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi
indiğine emin olur, daha sonra bunu doğrulayan naklî-tarihî delilleri
getirirdi.
Dostları ilə paylaş: |