Allâme (r.a), Kur'ân'ın anahtar ayetlerine, "Gurer-i Ayat" adını
verir. Bu ayetler, sadece Kur'ân'ın geri kalan ayetlerinin anlaşılması
için aydınlatıcı projektörler işlevini görmekle kalmaz, aynı
zamanda birçok hadisin anlaşılmasında da sağlam bir temel
fonksiyon üstlenirler. Değerli el-Mîzân Tefsirinin birinci cildinin
mukaddimesinde sayılarını yedi temel bilime vardırdığı bütün bilgilerin
temelini oluşturan ve onlara oranla mihenk konumunda
olan ayetlerin sarih veya açık olarak tevhide ilişkin bilgileri veren
ayetlerdir. Çünkü Kur'ân'da ortaya konan akait, ahlâk ve ahkâm
gibi bütün meselelerle ilgili olarak sunulan açıklamalar mutlaka
Allah'ın birliğiyle irtibatlandırılırlar. Nitekim Merhum Allâme bu
hususla ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Kur'ân ayetleri söz konusu ilâhi bilgilere, hakikat ilkelerine
ilişkin ayrıntılar içermelerinin yanı sıra, aslında bir tek gerçeğe dayanmaktadırlar.
Bu gerçek asıldır, diğer ayrıntılar ise füru konumundadır.
Dinin binası da bu temele dayalı olarak kurulmuştur.
Bu temel, İslâm dinin açıkladığı şekliyle Allah'ın birliğidir. Yani, Allah'ın
her şeyin Rabbi olduğuna, O'ndan başka Rab olmadığına ve
her açıdan sadece O'na yönelinmesi gerektiğine iman etmek. O'-
nun Rab oluşunun kabul edilmesinin bütün gereklerinin yerine getirilmesi,
kalben O'ndan başkasından korkulmaması, amelde de
O'ndan başkasına boyun eğilmemesi."
"Temel prensip budur. Kur'ân'ın içerdiği diğer tüm ayrıntı nitelikli
anlamlar, bilgiler, yasalar ve kanunlar son tahlilde bu temele
dayanır. Bütün açıklamalar, bileşim olarak da gelip bu temele
dayanırlar."1
Merhum Allâme, bir ayeti ele alırken, söz konusu ölçüye dayanarak
temel ve anahtar ayetler olarak belirlediği bu ayetleri eksene
alarak, onları ileri sürülen yorum ve ihtimallerin değerlendirildiği
bir eksen olarak kullanır ve bu görüş ve değerlendirmeler içinde
tevhide aykırı olanları batıl olarak nitelendirir, bunun yanında
yorum ve ihtimaller içinde tevhide yakın olanları da yakınlıkları
oranında kabul ederdi. Buradan hareketle dünya görüşü ve ideolojik
bağlantılarını tahlil ederdi. Çünkü her dünya görüşü özünde bir
ideoloji barındırır. Şöyle ki materyalist düşünce, toplumsal hayata
maddî ve somut zevkler ve kemalleri beraberinde getirecek ve insanları
bu amaca ulaştıracak şekilde bir düzenleme getirir. Aynı
şekilde putlara tapmak, özünde putları memnun etmeye dönük
bir toplumsal düzenin kurulmasını kaçınılmaz kılar. Fakat Allah'a
ve kıyamet gününe iman etmek ise, insanın hem dünya hayatındaki
mutluluğunu, hem de ahiret hayatındaki mutluluğunu garanti
eden bir sosyal düzenin kurulmasını öngörür.
----------
1- el-Mîzân, c.10, s.139 ve c.20, s.543
[Not: Verilen adreslerde el-Mîzân'ın Arapça'sı esas alınmıştır.]
Dolayısıyla insanların toplumsal hayatlarında ortaya çıkan
farklılıklar, insanların inanç sistemlerinin farklılığından kaynaklanır.
Merhum Allâme buna şöyle değinmiştir: "Çünkü değişik mezhepler,
toplumlarda egemen olan özel yasaların belirginleşmesi
üzerinde birinci derecede etkili olurlar... Dolayısıyla toplumsal hayatın
şekli, evrenin hakikatine ilişkin inançların şekillerinin farklılığı
oranında farklılık arzeder..."1
Tevhidî ilkelerin, Kur'ân'ın anahtar ayetlerini oluşturmaları hasebiyle,
ahlak sorunu ile ilgili olarak, ahlâkın izafîliğinin reddedilişi
ve bu bağlamda güzellik ve çirkinlik kavramlarının izafîliğine ilişkin
yaklaşımların mahkûm edilişi; erdem ve alçaklığın insanın öz
doğasına dayanmadığını, bilâkis çevrenin ve türlü değişimlerin etkisiyle
belirginleştiğini savunan düşüncelerin çürütülmesi, bu temel
ilkelere da-yalı olarak gerçekleştiriliyor. Ahlâkın temel prensipleri
ortaya konulurken, ahlâk alanında boy gösteren üç disiplin
ele alınıyor ve bunlar içinde, ahlak kurallarını makam, şöhret, toplumsal
sempati, tarihî ihtişam ve ruhsal azıklanma için benimseyen
disiplin ile bu kuralları cehennemden kurtuluş ve cennete giriş
için benimseyen disiplin dışlanarak en üstün ahlak disiplinin, ahlak
prensiplerini Allah'a kavuşma, O'nun sonsuz hoşnutluğunu kazanma
amacına yönelik olarak benimseyip pratize eden disiplin
olduğu vurgulanıyor. Bu ise, tevhidin ta kendisidir. Merhum Allâme
şöyle vurguluyor bu hakikati: "...Şu anda, sadece Rabbinin hoşnutluğunu
ister... Erdemlilik veya alçaklıkla bir ilgisi olmaz. Güzel
nam ve övgüye aldırış bile etmez. Dünyaya, ahi-rete, cennete veya
cehenneme göz ucuyla bile olsa dönüp bakmaz. Bütün ilgisini
Rabbine yöneltir; azığı, kulluk zelilliğidir ve yol göstericisi, kanıtı
Allah'ın sevgisidir."2
Allâme'ye göre, bütün bilgilerin, bu arada ahlâkın ve olumlu,
beğenilen davranışların temeli tevhittir. Ve bu tevhit, şecere-i
tayyibe'nin (iyi ağacın) sağlam gövdesini oluşturur, dalları da ta
göklere kadar u-zanır. Meyvelerini de aralıksız verir. Bu bağlamda
şunları söyler: "Ayetlerin genel akışından da anlaşılacağı üzere,
tefsirini sunduğumuz ayetin asıl maksadı tevhittir. Ki diğer hak i-
---------
1- el-Mîzân, c.16, s.200-201, "Dinin Fıtrî Olması Üzerine" bölümü.
2- el-Mîzân, c.1, s.379
nançlar bu temelin uzantılarıdır. Tertemiz ahlak buradan kaynaklanıp
gelişir. Burası salih amellerin de menşeidir."1
Bu tevhidî perspektiften bakınca, bütün bağışların Allah'ın katından
geldiği görülür. Hiçbir varlık Allah'tan bağımsız değildir. Allah'tan
başka hiçbir dayanağı yoktur. Ve kesinlikle hiçbir varlık
doğal çerçeve içinde izah edilemez. Bilâkis her varlığın gaybî bir
boyutu vardır. Allâme, bu temele işaret eden ve Kur'ân'ın her türlü
tahrif girişimine karşı korunduğunu vurgulayan ayeti, "Seçkin ve
Kilit Ayetler"den kabul eder ve der ki: "...Bu surede yer alan, "Hiçbir
şey yoktur ki hazineleri O'nun katında olmasın..." ayeti, birçok
gerçeği içermesi bakımından Kur'ân'ın "seçme ayetler"inden biridir..."2
Çünkü, "Hiçbir şey yoktur ki hazineleri O'nun katında olmasın..."
ayetine dayanarak demirin indirilmesi,3 giysinin ve süslenecek
eşyanın indirilmesi,4 hayvanlardan sekiz çiftin indirilmesi5
gibi meseleleri Kur'ân'ı Kur'ân'la tefsir ederek halletmenin yanı sıra
vahyin, meleğin ve Kur'ân'ın indirilişi; ayrıca, "Bizim emrimizle
hidayete ulaştıran imamlar..." olarak nitelendirilen imamet meselesinin
temelini de oluşturan melekutî hidayet olgusunu da çözüme
kavuştururdu.
Ayrıca Zerr Âlemi'nde insanların iman etmeleri, Allah'ın birliği
üzerine onlardan misak alınması, kazanın kaderden önce oluşu
meselesi, silme ve yerinde bırakma levhinin (levh-i mahv ve ispat)
levh-i mahfuzla bağlantısı meselesi ve diğer ilâhî meseleleri, bu
ayetin ışığında çözüme kavuştururdu. Bu münasebetle Kur'ân'ın
tümü baştan sona bir nurdan ibaret olmakla birlikte, Ra'd suresinde
yer alan bazı ayetleri parlak, nuranî ayetler olarak değerlendirirdi.
Aslında sırf bu gerekçeyle de olsa Kur'ân baştan sona bir
nurdan ibarettir. "...Bu surede yer alan göz kamaştırıcı gerçeklerden
bazısı da aşağıdaki ayetlerde dile getirilmişlerdir: 'Allah gökten
bir su indirdi...', 'Haberiniz olsun! Kalpler ancak Allah'ı an-
----------
1- el-Mîzân, c.12, s. 50
2- el-Mîzân, c.12, s.98
3- Hadîd, 25
4- A'râf, 26
5- Zümer, 6
makla mutmain olur...', 'Allah dilediğini siler ve dilediğini bırakır,
Ana kitap O'nun katındadır...', Bütün çareler Allah'ındır."1
Yüce Allah sadece bütün varlık kemalatına sahip değildir, aynı
zamanda her türlü varoluşsal kemal da O'ndan kaynaklanır. Hatta
yüce Allah sonluluk ve noksanlıkla karışık her türlü kemal sıfatından
da münezzehtir. Daha doğrusu varlığın sınırsız kemalatı, âlemlerin
Rab-binin kendisidir. O'nun her ismi, bu kemalattan birine
delâlet eder ve yaratılanlar ile yaratıcı arasında bir irtibat yolu
işlevini görür. Bu açıdan, "Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel
isimler O'na hastır."2 ayetini de Kur'ân'ın "Seçkin ve Kilit Ayetler"
inden biri kabul eder ve şöyle der: "Bu ayet, Kur'ân'ın 'Seçkin
ve Kilit Ayetler'inden biridir. Çünkü putperestliğin zatta teklik, ibadette
ortaklık tezine karşılık Kur'ân'ın sunduğu zatta teklik, ibadette
teklik gerçeğini aydınlatıyor."3
Aynı münasebetle, "Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. En güzel
isimler O'nundur."4 ayeti hakkında, "Seçkin ve kilit ayetlerden biri
de surede yer alan şu ayettir..."5 değerlendirmesini yapar.
Yine "Allah göklerin ve yerin nurudur..."6 ayeti, gayet açık bir
üslûpla bütün Kur'ânî bilgilerin temeli olan Allah'ın birliği ilkesini
göstermektedir. Merhum Üstadın bu konudaki sözleri şunlardır:
"Bu surede yer alan 'Seçme Ayetler'den biri Nûr ayetidir."7
Bu nedenle, gerçek birliğin açık bir şekilde ortaya çıktığı gün,
çok-luk bulutu, dağılır ve o gün, bütün işlerin Allah'tan kaynaklandığı
anlaşılır. Ki o gün, gerçek tevhidin ortaya çıktığı gündür. Bundan
dolayı Allâme, "O gün hiçbir nefis bir başka nefis için hiçbir
şeye sahip değildir ve o gün emir sadece Allah'ındır."8 ayetinin
"Seçkin ve Kilit Ayetler"den olduğunu söyler.9
----------
1- el-Mîzân, c.11, s.312
2- İsrâ, 110
3- el-Mîzân, c.13, s.3 ve s.239
4- Tâhâ, 8
5- el-Mîzân, c.14, s.129
6- Nûr, 35
7- el-Mîzân, c.15, s.84
8- İnfitâr, 19
9- el-Mîzân, c.20, s.334
Bu hususu vurgulamak bağlamında bir hatıramı aktarmak
istiyorum. Bir gün merhum Üstat Allâme'ye, Yâsîn suresine neden
Kur'ân'ın kalbi denilmiştir?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi:
"Aynı soruyu ben de üstadımız merhum Kazî hazretlerine sordum.
(Meşhur Arif ve Rabbanî âlim.) O zat, bana şu cevabı verdi: Surenin
sonunda yer alan şu iki ayetten dolayı bu nitelemede bulunulmuştur:
'Bir şey yaratmak istediği zaman O'nun yaptığı, 'Ol'
demekten ibarettir. Hemen oluverir. Her şeyin melekutu kendi elinde
olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! Siz de O'na döneceksiniz.' 1"
Bu yüzden Allâme bu iki ayetle ilgili olarak şu değerlendirmeyi
yapardı: Bu surede Kur'ân'ın 'Seçkin ve Kilit Ayetler'i kategorisine
girecek ayetlerden biri de şu ayettir..."2
Aynı şekilde yaratılışın sonunun, varlık dünyasının idaresinin,
insanlık âleminin kervanının son konağının yüce Allah olduğunu
açıklayan "Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir." ayetini ve aynı
şekilde, kıyamette amel ile amel eden arasındaki zorunlu ilişkiyi
söz konusu eden "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur."
ayetini, varlık dünyasındaki yolcuların seyir çizgisini bütünsel olarak
çizmesi, ceza ve mükâfat olgularının hangi kriterlerle belirleneceğini
ortaya koyması açısında, anahtar ayetler kapsamına almakta
ve şu değerlendirmeyi yapmaktadır: "Necm suresinde yer
alan, 'İnsana çalışmasından...' ayeti, Kur'ân'ın 'Seçme
Ayetler'indendir."3 Çünkü, "Ve şüphesiz son varış..." ayetinde bütün
tedbirler, varlıklar arasında bağlantıların meydana getirilmesi,
varlıkların yönetilmesi sadece yüce Allah'a getirilip dayandırılmaktadır.
Bunu pekiştirmek maksadıyla da şunları söylemektedir: "Ayet,
Allah'ın sınırsız, mutlak rububiyetini vurgulamaktadır..."
"Biz her şeyi bir ölçüye (bir kadere) göre yarattık." ayeti, Rabbanî
birlik ve olguların matematiksel bağlamda düzenlemesiyle
ilgilidir. Bu yüzden Allâme, bunu Kur'ân'ın anahtar ayetlerinden biri
olarak ele alır ve şöyle der: "Kur'ân'ın 'Seçkin ve Kilit
----------
1- Yâsîn, 82-83
2- el-Mîzân, c.17, s.64
3- el-Mîzân c.19 s.25
Ayetler'inden biri de bu surenin sonunda yer alan 'Kader Ayeti'-
dir."1
Aynı şekilde Haşr suresinin sonundaki yedi ayette, özdenetim
ve kontrol yoluyla Allah ile buluşulacağı gerçeği işlendiği, her biri
bir feyzin akış mecrası ve ayrı bir tecelligâh olarak belirginleşen
yüce yaratıcının güzel isimlerinden bazıları zikredildiği için, temel
ayetler olarak kabul edilmiştir. Allâme bunlar için de, "Kur'ânın
'Seçkin ve Kilit Ayetler'i arasına, bu surenin sonundaki yedi ayet
de girer." der.2
"Böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisi ve O'nun dışında
taptıkları ise batıldır." ayeti, gerçek varlığı sadece yüce Allah'a
özgü kıl-maktadır. Buna göre, Allah'ın adına olmayan bir şey mutlaka
batıldır. Dolayısıyla ayetin içeriği kamil anlamda tevhidi yansıtmaktadır.
Bu yüzden Kur'ân'ın anahtar ayetleri arasında yer alır.
Bu nedenle Allâme, söz konusu ayetle ilgili olarak, "Lokman suresinde
yer alan, 'Böy-ledir. Çünkü Allah...' ayeti, 'Seçkin ve Kilit
Ayetler' arasında yer alır." der.3
Özetleyecek olursak; objeler dünyasındaki bütün varlıkların
kaynağı yüce Allah'tır. Ki O'nun dışında hiçbir varlık kendi başına
varolamaz. Bütün ilmî varlıkların kaynağı da bu salt varlığı tanımadır.
O'nu bilmeden, tanımadan hiçbir şey bilinemez,
tanınamaz. Bu yüzden Allah'ın zatının birliğini, yaratılışın kaynağının
birliğini, Rabbin birliğini, tedbir edenin birliğini ve aynı zamanda
mabudun birliğini vurgulayan, bunun yanı sıra Allah'ın kutsal
zatının cemal ve celal sıfatlarını açıklayan tevhit ayetleri, "Seçkin
ve Kilit Ayetler" olarak kabul edilir ve Kur'ân'ın içerdiği bilgilerin
anahtarlarının bir bölümünü oluşturdukları ifade edilir. Bu açıdan
başka ayetlerin tanınması da bunlar aracılığıyla olabilir. Bunlar
olmadan hiçbir ayeti anlamak mümkün değildir.
Bu yüzden Kur'ân'ın bu bölümleri, Kur'ân'ı tanımanın bütünsel
kurallarını barındırır. Bu temel kurallar kavrandığı zaman Kur'ân'ın
diğer ayetleri de aydınlanırlar. Bu aydınlatma, yani temel ve anah-
----------
1- el-Mîzân, c.19, s.61
2- el-Mîzân, c.19, s.231
3- el-Mîzân, c.16, s.220
tar ayetlerden hareketle diğer ayetleri anlama1 yöntemi, pak Ehlibeyt
İmamlarının (a.s) da yöntemidir. Merhum Üstat bu hususta
şöyle der: "Eğer bu eski yöntem, unutulmasaydı, devam ettirilseydi,
Kur'ân'ın birçok sırrı ortaya çıkarılırdı..."2 Bu özel yöntem, yani
Kur'ân'ın Kur'ân'la tefsir edilmesi yöntemi, kaynaklardan, fihristlerden
ve sözlüklerden yararlanılarak uhdesinden gelinecek bir
şey değildir.
Bu yöntem, "Eğer bu Kur'ân Allah'tan başkasının katından olsaydı,
onda birçok çelişki bulacaklardı." ayetinin en güzel pratik
yansımalarından biridir. Ki istisnaî kıyas şeklinde sözünü ettiğimiz
yöntemi ortaya koymaktadır. Yani, Kur'ân'ın başından sonuna kadar
hiçbir çelişki yoktur. Bu cümlenin hedefi, sadece önermenin
olumsuz kurgusunu açıklamak, yani sadece Kur'ân'ın içerdiği anlamlar
arasında hiçbir çelişki olmadığını ortaya koymak değildir;
bilâkis, asıl maksat, önermenin olumlu kurgusunu da kanıtlamak,
yani, Kur'ân'daki bütün kavramların uyumlu, ahenkli olduğunu,
birbirlerine yaslandıklarını ve Kur'ân ayetlerinin her birinin kendi
içeriği itibariyle doğru, diğer bir ayete ilişkin olarak da dolaylı veya
dolaysız doğrulayıcı konumunda olduğunu kanıtlamaktır.
Nitekim Konuşan Kur'ân (Kur'ân-ı Natık) Emir'ül-Müminin (a.s)
bu ayetten şu çıkarsamayı yapıyor: "Kitabın bir kısmının diğer bir
kısmını tasdik ettiğinden ve kitapta çelişki olmadığından söz ediliyor.
Allah buyuruyor ki: 'Eğer bu Kur'ân Allah'tan başkasının katından
olsaydı, onda birçok çelişki bulacaklardı.' Kur'ân'ın zahiri
güzel; batını ise, derindir."3 Yani, bazı ayetler diğer bazı ayetleri
tasdik etmektedirler.
Dolayısıyla bütün ayetler arasında bir uyum vardır -ki bu, olumlu
bir kurgudur-. Sadece ayetlerin aralarında çelişki olmaması söz
konusu değildir -ki bu, olumsuz bir kurgudur-. Bu açıdan Kur'ân
baştan sona müteşabih (benzeşen) ve mesani (tekrarlanan) ayetlerden
oluşmaktadır. Nitekim merhum Allâme şöyle demiştir:
Kur'ân ayetlerine mesani (tekrarlanan) adı verilmiştir. Çünkü ayetlerin
bazısı, diğer bazısının durumuna açıklamakta, onlara eğilim
----------
1- el-Mîzân c.1, s.12
2- el-Mîzân c.1, s.71
3- Nehc'ül-Belâğa, hutbe:18
gösterip yönelmektedir. "Benzeşen ve tekrarlanan kitap" ayetinden
de bunu anlamak mümkündür.
Bu ayette kitabın müteşabih (benzeşen) ve mesani (tekrarlanan)
olduğu birlikte zikredilmiştir. Yani kitabın bazı ayetlerinin diğer
bazı ayetlere benzediği, bazı ayetlerin bazısına eğilimli olduğu
bir ara-da söz konusu edilmiştir. Nitekim Peygamber efendimiz
(s.a.a) Kur'-ân'ı vasfederken şöyle buyurmuştur: "Kur'ân'ın bazısı
bazısını tasdik eder." Hz. Ali'nin (a.s) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Bazı ayetler diğer bazısının içeriğini konuşur, bazısı bazısına tanıklık
eder..."1
Bu demektir ki, Kur'ân ayetlerini birbirinden ayırmak, bir ayeti
tefsir ederken, diğer ayetleri göz önünde bulundurmamak, her bir
ayeti bütünden kopararak irdelemek, bir ayeti incelerken bir kanıt,
bir destek veya bir tanık olarak diğer ayetlerden yararlanmamak,
Kur'ân'ın uyumlu ve birlik hâlindeki ayetleri arasında bir tür
ayırım, tefrika meydana getirmektir. Allah kelâmının bu bütünlüğünü
parçalamanın çıkardığı sonuç, Kur'ân'ın şu ayetlerde yabancılar
tarafından sergilenen yerilmiş tavırlarına işaret ettiği durumdur:
"Nitekim biz kısımlara ayıranlara indirmişizdir. Onlar,
Kur'ân'ı bölüp ayıranlardır."2
Gerçi rivayetler bağlamında ayetleri ele aldığımız zaman "idîn"
(bölüp ayrılanlar) ifadesinden maksadın, Kur'ân'ı çeşitli kısımlara
ayırdıktan sonra, bir kısmına inanıp da bir kısmını inkar eden
kimselerle, kimi zaman Kur'ân sihirdir, kimi zaman geçmişlere ait
masallardır v.s. şeklinde Kur'ân'a uygun olmayan yakıştırmalarda
bulunan kimseler olduğu anlaşılıyor.
Fakat her biri bir bütünün birbirine benzeyen parçaları konumundaki
ayetleri birbirinden koparmak da, kabul edilemez parçalamanın,
bölüp ayırmanın bir başka türüdür. Çünkü başka ayetlere
eğilimli, başka ayetlere yaslanmış bir ayeti, başka ayetlerin içerdiği
kavramlara, değerlendirmelere başvurmadan tefsir etmek
mümkün değildir.
----------
1- el-Mîzân, c.12, s.202
2- Hicr, 90-91
Şunu da unutmamak gerekir ki, Tuba Ağacı'nın dallarının ilk
eğilimi köklere doğrudur. Tuba Ağacı konumunda olan Kur'ân'ın
kökleri ise, anahtar ayetler dediğimiz tevhidî bilgileri içeren ayetlerdir.
Dostları ilə paylaş: |