El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi


Nisâ Sûresi 127-134 ...................................................... 171



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə13/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   48

Nisâ Sûresi 127-134 ...................................................... 171

 

rak anlamlandırdığımız "yuf-tîkum" kelimesini "açıklama" anlamında



ele almışlardır. Dolayısıyla, "De ki: Allah, kitapta size okunan

ayetleri açıklıyor." şeklinde bir anlam elde etmişlerdir.

Diğer bazıları, zorlama eseri olduğu hemen fark edilen ve yüce

Al-lah'ın kelâmına yakışmayan başka terkipler de geliştirmişlerdir.

Bu çer-çevede bazıları şöyle demişlerdir: "Ma yutlâ aleykum=size

okunanlar" ifadesi, "kulillah=de ki, Allah" sözünün mahalli konumuna

veyahut "yüftîkum=size fetva veriyor" ifadesindeki gizli zamire

["hüve=o"] atfedilmiştir.

 

Diğer bazısı, ifadenin "fin-nisâ=kadınlar hakkında" ifadesindeki



"nisâ=kadınlar" kelimesine atfedildiğini derken, başkaları da şöyle

demişlerdir: "Ve ma yutlâ aleykum fi'l kitab=kitapta size okunanlar"

ifadesinin başındaki "vav" harfi, yeni bir cümlenin başlangıcını

belirtir. Dolayısıyla cümle yeni bir başlangıçtır. "Ve ma yutlâ

aleykum=size okunanlar" bölümü mübteda, haberi de "fi'l

kitab=kitapta" ifadesidir. Dolayısıyla bu cümle tazim amacına yöneliktir,

demişlerdir.

 

Diğer bazısı ise, "ve ma yutlâ aleykum=size okunanlar" ifadesinin



başındaki "vav" harfi, yemin edatıdır. Dolayısıyla, "fî

yetamen-ni-sâ=yetim kadınlar hakkında" ifadesi, "fîhinne=onlara

ilişkin" ifadesinden bedeldir. Bu durumda cümlenin anlamı şudur:

"Kitapta size okunan ayetlere yemin ederim ki Allah, öksüz kadınlar

hakkında size fetva veriyor." Bu değerlendirmelerin tümünün

zorlama eseri oldukları açıkça görülmektedir.



"Kendilerine yazılanı vermediginiz ve kendileriyle evlenmekten

yüz çevirdiginiz..." cümlesi, öksüz kadınların nitelemesi konumundadır.

Burada öksüz kadınların nasıl haklarından yoksun bırakıldıklarına

işaret edilmektedir. Nitekim bu yoksun bırakılış biçimleri,

yüce Allah'ın onlar hakkında bazı hükümler indirmesine

neden olmuştur. Böylece onların aleyhine haksız olarak yürürlükte

olan cahiliye devri geleneği geçersiz kılınmış, onların omuzlarına

binen bu zorluk kaldırılmıştır. Şöyle ki: Cahiliye döneminde Araplar,

öksüz kadınlara ve mallarına el koyuyorlardı. Eğer kadınlar gü-

 

172 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

zel olsalardı, onlarla evlenerek hem onlardan, hem de mallarından



yararlanırlardı. Eğer çirkin olsalardı, başkalarıyla evlenmelerine

engel olarak, kendileri de onlarla evlenmiyor ve yine de mallarından

yararlanmak için yanlarında tutuyorlardı.

Bundan sırasıyla şu hususlar ortaya çıkıyor:

Birincisi: "Kendilerine yazılanı" ifadesiyle, tekvinî=varoluşsal

yazım, yani ilâhî takdir ve plânlama kastedilmiştir. Çünkü insan

için yaşama yolunu açan, var ediliş ve meydana getiriliş olgusudur.

Bu varoluşsal olguların etkisiyle insan, günü gelince evlenme gereğini

duyar. Yine bu yaratılış yasası, insanın malı ve serveti üzerinde

özgür tasarrufta bulunma hakkını öngörmüştür. Dolayısıyla

bir insanın evlenmesine ve kendisine ait malı üzerinde tasarrufta

bulunmasına engel olmak, aslında yüce Allah'ın yaratılış sistemi

içinde ona bahşettiği niteliklere, yazdığı haklara engel olmak demektir.

Ikincisi: "En tenkihûhunne=evlenmekten" ifadesinin başındaki

mahzuf cer edatı "an"dır. Dolayısıyla, kastedilen onlarla evlenmek

istememektir, onlardan yüz çevirmektir, onlarla evlenmek istemek

değil. [Şöyle ki, "terğabûne" kelimesi, "rağbet" kökünden iki cer

edatıyla geçişli kılınır. Biri "fî" edatıyla, diğeri de "an" edatıyla. Birinci

durumda kelimenin anlamı "istemek, işi yapmaya yönelmek"

olur, ikinci durumda ise "istememek, yüz çevirmek" anlamında

kullanılır. Bu ayette de mahzuf cer edatı "an" olduğuna göre, bu

kelime "kendileriyle evlenmek istemediğiniz, evlenmemekle onlardan

yüz çevirdiğiniz" anlamına gelir.] Çünkü, haklarından mahrum

bırakıldıklarını ifade eden "Kendilerine yazılanı vermediginiz"

önceki ifadeyle, "zavallı çocuklar" diye başlayan sonraki ifadenin

arasında, öksüz kadınlarla [evlenmek isteme değil,] evlenmek istememe

durumunun zikredilmesi daha uygun düşmektedir.



"zavallı çocuklar" ifadesi ise, "yetim kadınlar" ifadesine

atfedilmiştir. Cahiliye Arapları öksüz çocukları zayıf bırakıyor,

onları ezip zillete düşürerek zavallılaştırıyorlardı. Ata

binemediklerini ve ailelerini savunamadıklarını bahane ederek

mirastan yoksun bırakıyorlardı.

 

Nisâ Sûresi 127-134 .......................................................... 173

 

yorlardı.



"ve yetimlere karşı adil davranmanız yönünde" Bu ifade

"fîhinne=onlara ilişkin" ifadesinin mahalline atfedilmiştir. Dolayısıyla

şöyle bir anlam elde ediyoruz: "De ki: Allah, öksüzler hakkında

adaleti yerine getirmeniz yönünde fetva veriyor." Bu açıdan ifade,

özel bir hükümden daha genel bir hükme geçişe örnek

oluşturur; yani, bazı kadın öksüzlere ve çocuklara ilişkin hükümden,

mutlak olarak tüm yetimlerin malları ve diğer haklarıyla ilgili

hükümlere geçiş yapılıyor.

 

"Yapacağınız her hayrı, şüphesiz Allah bilir." Burada muhataplara,

yüce Allah'ın kadınlar ve yetimlerle ilgili olarak koyduğu hükümlerin

kendi hayırlarına olduğu ve yüce Allah'ın muhakkak ki bunu

bildiği hatırlatılıyor. Bu, bu yönde amel yapmalarına dönük bir teşviktir.

Ki hayırları, iyilikleri bundadır. Öbür yandan karşı çıkmamaları,

muhalefet etmemeleri için de bir uyarıdır. Ki Allah yapıp ettiklerini

bilmektedir.

 

"Eğer bir kadın, kocasının serkeşliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse..." Bu husus, hakkında fetva istedikleri



meselenin dışında bir hüküm olmasına rağmen bir münasebetle

de konuyla irtibatlıdır. Bu tıpkı hemen sonraki ayette zikredilen

hükme benziyor: "Adaleti saglamaga ne kadar ugraşsanız da güç

yetiremezsiniz."

Bu ayette serkeşlik, huysuzluk etme ve yüz çevirme endişesinden

söz edilip de bizzat bunların gerçekleşmelerinden söz edilmemesinin

nedeni; anlaşma zamanının, endişe sonrası işaret ve

belirtilerin ilk ortaya çıkışı ile birlikte gündeme gelmesidir. Ayetin

akışından anladığımız kadarıyla, anlaşmadan maksat, kadının evlilikten

doğan haklarının bir kısmından veya tümünden, arada bir

yakınlık, sıcaklık ve uyum meydana getirmek ve ayrılık tehlikesini

önlemek için, sarfınazar etmesidir. Kuşkusuz anlaşma, bu tür olumsuz

sonuçlardan daha hayırlıdır.

 

"Zaten nefisler cimrilige hazır duruma getirilmiştir." Ayette

 

174 ............................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

geçen "eş-şuhhu" kelimesi, cimrilik anlamına gelir. Bu demektir ki



cimrilik, insan nefsinin bir karakteri, bir içgüdüsüdür. Yüce Allah,

çıkarlarını korusun ve zayi olmasını önlesin diye insana bu

duyguyu vermiştir. Dolayısıyla her nefsin cimriliği, hemen yanı başında

hazır hâldedir. Örneğin kadın, evlilik çerçevesinde giyim, nafaka,

yatak ilişkileri ve cinsel birleşme gibi hakları konusunda cimrilik

eder [yani, onların korunmasını ve zayi olmamasını ister]. Erkek

de, ayrılmak istediğinde, muaşeretten hoşlanmadığında uzlaşma

ve eşine eğilim gösterme hususunda cimrilik eder. Böyle bir

durumda, anlaşma sağlanabilmesi için taraflardan birinin veya her

ikisinin kimi haklarından ödün vermesinin herhangi bir sakıncası

yoktur.

 

Ardından yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eger iyi davranır ve



(haksızlıktan) sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Burada, iyilik yolundan çıkmasınlar ve takva ilkesini

göz ardı etmesinler ve Allah'ın yapıp ettiklerini haber aldığını hatırlasınlar

diye erkeklere öğüt verilmektedir. Ki karı-koca muaşereti

bağlamında kadınlara zulüm etmesinler, kadınların gönüllü olarak

bazı haklarından feragat etmeleri mümkün olsa bile, erkekler onları

bazı temel haklarından vazgeçmeye zorlamasınlar.

 

"Kadınlar arasında adaleti sağlamağa ne kadar uğraşsanız da güç



yetiremezsiniz..." Bu ifade, yüce Allah'ın surenin giriş kısmında yer

alan, "Aralarında adaleti yerine getiremeyeceginizden korkarsanız,



yalnız biriyle evlenin." (Nisâ, 3) ayetiyle; aynı şekilde, "Eger iyi

davranır ve (haksızlıktan) sakınırsanız..." ifadesiyle işaret ettiği

kadınlar arasında adalet ilkesine göre hareket etmeye ilişkin

hükmün açıklaması niteliğindedir. Aslında bu son cümle, belli bir

oranda tehdit de içermektedir. Bu ise kadınlar arasında adaletli

davranmanın gerçek anlamını teşhis etme açısından insanı şaşkınlığa

iten bir ifade tarzıdır. Adalet, ifrat ve tefritin ortası, denge

çizgisi demektir. Bu açıdan adaleti teşhis etmek zordan öte zor bir

gerçektir. Özellikle kalplerin kadınlara sevgiyle eğilim gösterdiği

durumlarda bu zorluk daha da belirginleşir. Çünkü kalpte oluşan

 

Nisâ Sûresi 127-134 ......................................................... 175

 

sevgi duygusu, her zaman insan iradesinin etkili olduğu bir olgu



değildir.

 

Böylece yüce Allah, kadınlar arasında gerçek adaleti sağlamanın,



yani bir erkeğin eşleri arasında gerçek anlamda orta çizgiyi izlemesinin,

ne kadar uğraşsa da güç yetirilemeyecek bir şey olduğunu

açıklıyor. Şu hâlde erkeklere düşen, ifrat ve tefrit sayılan taraflardan

birine, özellikle tefrit tarafına büsbütün eğilim göstermemeleri,

tamamen kapılmamalarıdır. Buna göre, kadınlardan birinin

arada bırakılması, yani evli denilmeyecek ve kocasından yararlanamayacak

şekilde askıda tutulması, buna karşın evlenemeyecek

veya başının çaresine bakamayacak şekilde dul olmaması

ve nikâh altında tutulması, tefrit tarafın en somut örneğidir.

Kadınlar arasında adalete uymak bağlamında erkeğin görevi,

pratikte onlara eşit davranmasıdır; hiçbir aşırılığa kaçmadan evlilikten

doğan haklarını vermesidir. Onlara karşı iyilikle davranması,

onlarla muaşeretten tiksindiğini belli etmemesi, onlara karşı kötü

bir huy sergilememesi ise mendup, olumlu bir davranıştır. Bu, aynı

zamanda Peygamberimizin (s.a.a) eşlerine karşı sergilediği bir tavırdı

da.


"Bari birisine tamamen meyledip de digerini askıya alınmış

gibi bırakmayın." cümlesi gösteriyor ki, "Kadınlar arasında adaleti

saglamaga ne kadar ugraşsanız da güç yetiremezsiniz." cümlesinde

mutlak olarak adalet olgusu olumsuzlanmıyor. Dolayısıyla

bunu, "Aralarında adaleti yerine getiremeyeceginizden korkarsanız,

yalnız biriyle evlenin..." ifadesine ekleyerek, iddia edildiği gibi,

Islâm'da birden fazla kadınla evliliğin ortadan kaldırıldığı şeklinde

bir sonuca varmak yanlıştır, dayanaksız bir girişimdir.

Çünkü, söz konusu cümle [yani, "bâri birisine meyledip de..."

ifadesi] gerçek, realist, aşırılığa, taraf tutmaya hiçbir şekilde kaçmayan,

gerçek anlamda denge çizgisinde hareket etmek demek

olan adaletin yerine getirilemeyeceğine işaret etmektedir. Hükme

bağlanan ise, hiçbir sıkıntıya düşmeksizin amelî olarak uygulanabilen

takribî=yaklaşık adalettir.

 

176 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

Öte yandan Peygamberimizin (s.a.a) fiilî sünneti, herkesin görüp



duyacağı şekilde bu uygulamayı gerçekleştirmiş olması ve

Müslümanlar arasında kesintisiz olarak süregelen birden fazla kadınla

evlenme geleneği, yukarıda işaret ettiğimiz vehim menşeli

çıkarsamayı geçersiz kılmaktadır.

 

Kaldı ki, birden fazla kadınla evliliği öngören "O hâlde gönlünüzün



rahat ettigi kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenebilirsiniz."

(Nisâ, 3) ayetini objeler dünyasında karşılığı olmayan salt bir

zihinsel olgu gibi algılamak, insanları körlüğe sürüklemekten başka

bir şey değil ve yüce Allah'ın kelâmına yakışmayan bir ciddiyetsizliktir.



"Eger arayı düzeltir, sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bagışlayıcı

ve esirgeyicidir." ifadesi, nefret ve anlaşmazlık belirtilerinin

baş göstermesi durumunda, erkekleri yapıcılığa teşvik etme amacına

yöneliktir. Bunun takvanın gereği olduğunu hatırlatarak, bu

olumlu tavrın gereğini vurgulamaktadır. Çünkü takva, peşice bağışlanma

ve esirgenmeyi getiriyor. "Anlaşmak (her hâlükârda)

daha hayırlıdır." ve "Eger iyi davranır ve (haksızlıktan) sakınırsanız."

ifadelerinden sonra buna yer verilmiş olması da, tekit üstüne

tekit, vurgu üstüne vurgu konumundadır ve böylece mesele daha

da pekiştirilmektedir.

 

"Eğer (eşler) birbirinden ayrılırsa, Allah bol nimetiyle her birini zenginleştirir." Eğer kadın ve erkek boşanmak suretiyle birbirlerinden



ayrılırlarsa, Allah, geniş nimetiyle her birini zengin eder. Konunun

mahiyetini esas alarak baktığımızda "zenginleştirme" ifadesiyle,

evlilikle ilgili olarak gündeme gelen birbirine ısınma, kaynaşma,

cinsel birleşme, kadının giyim ve nafakası gibi bütün olguların

kastedildiğini anlıyoruz. Çünkü yüce Allah söz konusu eşlerin birini

yalnızca diğeri için yaratmamıştır ki, ayrılmaları durumunda, biri

ömrü boyunca başka bir eş bulamasın. Aksine evlilik geleneği, fıtrat

menşeli bir sünnettir. Insan türünün bireyleri arasında geçerlidir.

Her birey öz doğası gereği buna eğilim gösterir.

 

"Allah (lütuf ve ihsanıyla) geniştir, hikmet sahibidir. Göklerde ve

 

Nisâ Sûresi 127-134 .................................................. 177

 

yerde olanların hepsi Allah'ındır." ifadesi, "Allah bol nimetiyle her



birini zenginleştirir." ifadesinin içerdiği hükmün gerekçesi konumundadır.

 

"Sizden önce kitap verilenlere ve size Allah'tan korkun diye tavsiye



ettik." Evlilik ilişkilerinin her aşamasında ve her durumda takva niteliğini

esas almaları gerektiğine ilişkin çağrıya bir kez daha vurgu

yapılıyor ve takvayı terk etmenin Allah'ın nimetini inkâr etmek,

nankörlükte bulunmak anlamına geldiği vurgulanıyor. Gerekçesi

de şudur: Allah'a itaat etmek suretiyle sahip olunan takva duygusu,

nimetlere karşılık teşekkür etmekten başka bir şey değildir. Ya

da Allah korkusunu terk etmenin menşei ancak küfür olabilir. Bu

da ya kâfirlerde ve müşriklerde olduğu gibi açık küfür ya da müminlerin

fasık olanlarında olduğu gibi gizli ve örtülü küfür olur.

Bu açıklama ile, "Eger inkâr ederseniz, (biliniz ki) göklerde ve



yerde olanların hepsi Allah'ındır." ifadesi ile neyin kastedildiği açığa

çıkıyor. Yani, eğer size ve sizden öncekilere yaptığımız tavsiyenin

gereğini yerine getirmezseniz, bu tavsiyeyi kulak ardı ederseniz,

dolayısıyla küfür [Allah'ı inkâr etmek] demek olan veya küfürden

kaynaklanan takvasızlık yapar ve Allah'tan korkmazsanız

bu, Allah'a hiçbir zarar vermez. O'nun size ve takvanıza ihtiyacı

yoktur. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O, zengindir,

övgüye layıktır.

 

Desen ki: "Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır."



sözünün [131 ve 132. ayetlerde] üç kere tekrarlanmış olmasının

hikmeti nedir?

 

Derim ki: Bunlardan ilki, "Allah (lütuf ve ihsanıyla) geniştir,



hikmet sahibidir." ifadesinin gerekçeli açıklamasıdır; ikincisi de,

"Eger inkâr ederseniz..." ifadesindeki şart cümlesinin cevabı konumundadır.

Dolayısıyla açılımı şöyledir: "Eğer inkâr ederseniz, biliniz

ki Allah'ın size ihtiyacı yoktur." Bu, aynı zamanda "Allah zengindir,

övgüye layıktır." sözünde belirginleşen cevabın da gerekçesidir.

 

178 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

Üçüncüsü ise, yeni bir başlangıçtır; bir açıdan da "dilerse" sözünün



gerekçesi konumundadır.

 

"Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter."



Yüce Allah'ın malik olmasının ne anlama geldiğini şimdiye

kadar defalarca anlattık. Allah vekildir; kullarının işlerini yönetir,

gidişatlarını düzenler. Yönetici-vekil olarak Allah yeter. Kullarının

yönetsel işlerini görürken desteğe ve yardıma ihtiyacı yoktur. Bir

toplumun davranışlarından hoşnut olmazsa veya yapıp ettikleri

O'nu öfkelendirecek türden davranışlarsa, onları yok edip yerine

başkalarını getirmesi ya da onları gerileterek başka bir toplumu ileri

çıkarması mümkündür. Ayetlerin akışının desteklediği, daha

doğrusu bizzat tanıklık ettiği bu anlam itibariyle, bu ayetin içeriği,

bir sonraki ayette yer alan, "Ey insanlar! Allah dilerse sizi götürür."

ifadesiyle irtibatlanmış oluyor.

 

"Ey insanlar! Allah dilerse sizi (geriye) götürür ve başkalarını getirir."



Allah'ın bu ümmete ve önceki Ehlikitap toplumlara yönelik

tavsiyesi olan takvayı ilke edinmeye ilişkin bir çağrı niteliğindeki

akış gösteriyor ki, "dilerse" ifadesinde işaret edilen Allah'ın zenginlik

ve ihtiyaçsızlığı, takva olgusuyla ilintilidir.

 

Bu açıdan şöyle bir anlam elde ediyoruz: Allah tümünüze takva



ile donanmanızı tavsiye etti. Şu hâlde ondan korkup sakının. Eğer

inkâr ederseniz, onun size ihtiyacı yoktur. O her şeyin sahibidir.

Mülkü üzerinde dilediği gibi, dilediği doğrultuda tasarruf eder. Eğer

kendisine kulluk sunulmasını ve kendisinden korkulmasını diler

de, siz bu görevi gereği gibi yerine getirmezseniz, O, sizi geriletip

sevdiği ve hoşnut olduğu davranışları sergileyen başkalarını öne

geçirecek güçtedir. Allah buna kadirdir.

 

Buna göre, ayet-i kerime muttaki olmayan insanların Allah'tan



korkan insanlarla değiştirilebileceklerine işaret etmektedir. Bir rivayete

göre,1 bu ayet indiği zaman, Resulullah efendimiz (s.a.a) elini

Selman-ı Farisî'nin (r.a) sırtına vurdu ve "Onlar bu adamın soy-

 

 



1- Bu rivayet, Tefsir-ul Beydavî'de aktarılmıştır.

 

Nisâ Sûresi 127-134 .................................................... 179

 

daşlarıdır." buyurdu. Rivayet, ayetin anlamını destekler niteliktedir.

Bunun üzerinde düşünmeye değer.

 

Diğer bazı müfessirlerin ihtimal dâhilinde gördükleri bir anlam



da şudur: Eğer dilerse sizi yok eder, yerinize başka bir kavim var

eder veya insanların yerine başka bir canlı türünü var eder.

Ne var ki, ayetin akışı böyle bir anlamı ihtimal dışı bırakmaktadır.

Evet böyle bir anlam, "Allah'ın gökleri ve yeri hak ile yarattıgını



görmedin mi? Dilerse sizi ortadan kaldırır ve yepyeni bir

halk getirir. Bu, Allah'a güç degildir." (Ibrâhim, 19-20) ayeti çerçevesinde

ihtimal dâhilinde olabilir ve bu ayete böyle bir anlam vermenin

sakıncası yoktur.

 

"Kim dünya mükâfatını isterse, (bilsin ki) dünyanın da, ahiretin de



mükâfatı Allah katındadır. Allah işiten ve görendir." Bu, Allah'tan

korkma duygusuyla donanmayı terk eden ve onun tavsiyesini tutmayan

kimselerin yanılgılarına dikkat çeken bir diğer açıklamadır.

Bazıları bu ayeti açıklarken şöyle bir yoruma baş vurmuşlar: Bunu

yapan kişi [takvayı ilke edinmeyi terk eden ve Allah'ın tavsiyesine

uymayan kimse], eğer dünya ödülü ve ganimeti için yapmışsa büyük

bir yanlışlık yapmıştır. Çünkü dünyanın ve ahiretin ödülü birlikte

Allah katında, O'nun eli altındadır. Öyleyse, bu insana ne oluyor

ki, ödüllerin en değersizine talip oluyor, en onur vericisini veya ikisini

birden istemiyor?

 

Ancak ayetten maksadın -gerçi Allah doğrusunu herkesten



daha iyi bilir- şu olması ihtimali daha belirgindir: Dünya ve ahiret

ödülü, dünya ve ahiret mutluluğu birlikte Allah katındadırlar. Dolayısıyla

dünya ödülü ve mutluluğunu isteyenin bile O'na kulluk sunarak

yaklaşması gerekir. Çünkü insan, mutluluğu ancak Allah'ın

yasalaştırdığı dinine uymakla elde edilen takva duygusuyla donanması

durumunda yakalayabilir. Din, gerçek mutluluk yolundan

başka bir şey değildir. Allah'ın kendi katından vermediği ödül ve

sevabı, bir insanın elde etmesi mümkün müdür? Değil mi ki, Allah

işitendir, görendir.

 

180 ................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

AYETLERIN HADISLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Ibn-i Cerir ve Ibn-i Münzir, Said b.

Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Cahiliye döneminde, sadece

malı idare edebilecek ve çalışabilecek adamlar mirasçı olabiliyorlardı.

Küçük çocuklara ve kadınlara mirastan bir pay

verilmezdi. Nisâ suresinde miras paylaşımı ile ilgili hükümleri içeren

ayetler nazil olunca, bu durum insanların gücüne gitti. Dediler

ki: 'Malı yönetmesini beceremeyen küçük çocuklarla, onlarla aynı

durumda olan kadınlar mirasçı mı olacaklar? Erkekler gibi onlar

da mı mirastan pay alacaklar?' Bu konuda gökten bir açıklamanın

gelmesini beklediler. Baktılar ki, bu konuda gökten bir haber

gelmiyor, dediler ki: 'Eğer bu hüküm bu şekilde kesinlik kazanırsa,

ona uymak kaçınılmaz olur.' Sonra 'Gidip Peygambere sorun.' dediler."

"Bunun üzerine şu ayet indi: Senden, kadınlar hakkında fetva



istiyorlar. De ki: Onlara ilişkin olarak; kendilerine yazılanı

vermediginiz ve kendileriyle evlenmekten yüz çevirdiginiz yetim

kadınlar ve zavallı çocuklarla ilgili olarak kitapta -yani, surenin

giriş kısmında- size okunanlar hakkında ve yetimlere karşı adil



davranmanız yönünde Allah size fetva veriyor."

Aynı eserde, Abd b. Hamid ve Ibn-i Cerir, tefsirini sunduğumuz

ayet hakkında Ibrahim'den şöyle rivayet ederler: "Cahiliye dönemindeki

Araplar, bir cariye öksüz ve çirkin olsaydı, mirasını

vermezlerdi. Onu evlenmekten alıkoyarak bir yere hapsederlerdi.

Böylece onun mirasına kendileri konmuş olurlardı. Işte yüce Allah

bu ayeti, böyleleri hakkında indirdi."

Ben derim ki: Bu anlamı destekler mahiyette birçok rivayet,

çeşitli kanallardan gerek Şiîler ve gerekse Sünnîler tarafından aktarılmıştır.

Bunların bir kısmına surenin başlarında yer verdik.

Mecma-ul Beyan adlı tefsirde, "kendilerine yazılanı vermediginiz"

ifadesiyle ilgili olarak deniliyor ki: "Onlara yazılan şeyden

maksat, mirasta kendileri için öngörülen paydır. Ve bu değerlen-

 


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin