Bakara Sûresi / 108-115 .............................................
108- Yoksa siz de, Peygamberinizi, daha önce Musa'ya sorulduğu
gibi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Kim küfrü imanla değişirse,
artık dümdüz yoldan sapmış olur.
109- Ehlikitap'tan birçoğu, gerçek kendilerine apaçık belli olduktan
sonra, içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan
sonra vazgeçirip kâfir olmanızı istediler. Allah emrini getirinceye
kadar, affedin, hoş görün. Şüphe yok ki Allah'ın her şeye güce yeter.
110- Namazı ayakta tutun, zekât verin. Kendiniz için önceden
ne hayırda bulunursanız onu, Allah katında bulursunuz. Şüphe yok
ki Allah, yaptıklarınızı görür.
111- (Ehlikitap:) Yahudi yahut Hıristiyan olmayan kesin olarak
cennete girmeyecek, dediler. Bu onların kuruntularıdır. De ki:
"Doğru söylüyorsanız, delilinizi getirin."
112- Hayır, kim iyilikte bulunarak yüzünü Allah'a teslim ederse,
ecri Rabbinin katındadır. Onlara ne korku vardır, ne de mahzun
olurlar.
113- Yahudiler, "Hıristiyanlar, hiçbir şey (temel) üzerinde değildirler."
dediler. Hıristiyanlar da, "Yahudiler, hiçbir şey (temel)
üzerinde değildirler." dediler. Oysa hepsi de kitabı okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı onların dedikleri gibi demişlerdi. Allah, ayrılığa
düştükleri şeyde kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
114- Allah'ın mescitlerinde Allah'ın adının anılmasına engel
olandan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim
vardır? Bunların, oralara ancak korka korka girmeleri gerekirdi.
Onlara dünyada horluk, ahirette de büyük bir azap.
115- Doğu da, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz, Allah'ın
yüzü oradadır. Allah('ın mülkü ve kuşatması) şüphesiz, geniştir,
bilendir.
AYETLERİN AÇIKLAMASI
"Yoksa siz de, peygamberinizi daha önce Musa'ya sorulduğu gibi
sorguya çekmek mi istiyorsunuz?" Ayetin akışından -Resulullah'a
(s.a.a) inanan- bazı Müslümanların, Yahudilerin peygamberleri Hz.
Musa'ya (a.s) yönelik sorgulamaları düzeyinde, Peygamber efen-
402 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
dimizi sorguladıkları anlaşılıyor. Yüce Allah, Yahudilerin gerek Hz.
Musa'ya ve gerekse ondan sonraki peygamberlere yönelik bu tutumlarını
kınayarak, dolaylı olarak bu tür bir tavır içinde olan Müslümanları
da kınamış oluyor. Gelen rivayetler de bu yaklaşımımızı
destekler mahiyettedir.
"dümdüz yol" Doğru ve amaca ulaştırıcı yol demektir.
"Ehlikitap'tan birçoğu..." Rivayet edildiğine göre, bunlar Hayy b.
Ahtap ve onunla birlikte olan bir grup bağnaz Yahudilerdi.
"affedin, hoşgörün..." Bunun savaşla ilgili ayetle neshedildiğini
söylemişlerdir.
"Allah emrini getirinceye kadar" Daha önce de değindiğimiz gibi,
bu ifade yüce Allah'ın Ehlikitap'la ilgili başka bir hüküm koyacağına
ilişkin bir işaret içermektedir. Aynı durum, "Bunların oralara
ancak korka korka girmeleri gerekirdi." ayeti ile, Tevbe suresinde
yer alan "Müşrikler pisliktir, artık bu yıllarından sonra Mescid-i
Haram'a yaklaşmasınlar." (Tevbe, 28) ayeti arasındaki bağlantı açısından
da geçerlidir. "Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh,
Rabbimin emrindendir." (İsrâ, 85) ayetini incelerken "emr" kavramı
üzerinde duracağız.
"cennete girmeyecek, dediler..." Hıristiyanlar da açıkça Yahudilere
ilhak edilmeye başlanıyor ve ortak cürümleri açıklanıyor.
"Hayır, kim iyilikte bulunarak yüzünü Allah'a teslim ederse..." Bu,
üçüncüsü oluyor ki yüce Allah, mutluluğun ve Allah katındaki saygınlığın
isimlerden çok, gerçek iman ve kulluğa bağlı olduğunu
bildiriyor. Birincisi, "Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar
ve Sabiiler..." (Bakara, 62) İkincisi, "Evet kim günah kazanır da
suçu kendisini kuşatmış olursa.." (Bakara, 81) Üçüncüsü de bu ayettir.
Bu ayetlerin vurguladıkları anlam göz önünde bulundurularak
imanı, yüzü Allah'a teslim etmek; ihsanı da salih amel olarak
değerlendirmek mümkündür.
"Oysa hepsi de kitabı okuyorlar." Yani onlar Allah'ın kitabından
kendilerine geleni biliyorlar. Dolayısıyla böyle bir söz söylememeleri
gerekirdi. Çünkü kitap, onlara gerçeği açıklar mahiyettedir.
Bunun kanıtı da yüce Allah'ın şu sözüdür: "Bilmeyenler de tıpkı
onların dedikleri gibi demişlerdi." Şu hâlde "bilmeyenler"den
maksat, Arap müşrikleridir. Bunlar, "Müslümanlar bir temele
Bakara Sûresi / 108-115 .................................. 403
dayanmıyorlar" ya da "Kitap ehli olanlar bir temele
dayanmıyorlar" demişlerdi.
"Allah'ın mescitlerinde, Allah'ın adının anılmasına engel olandan...
daha zalim kim vardır." İfadeden anlaşıldığı kadarıyla, burada hicret
öncesi Mekkeli kâfirlerin umumu kastediliyor. Çünkü bu ayetler,
Peygamber efendimizin (s.a.a) Medine'ye hicret edişinin ilk günlerinde
nazil olmuştur.
"Bunların, oralara ancak korka korka girmeleri gerekirdi." ifadenin
orijinalinde geçen "kane" fiilini göz önünde bulundurursak, aslında
olmuş bitmiş bir olaydan söz edildiğini anlarız. Bu durum Kureyş
kâfirlerine ve onların Mekke'deki tavırlarına uyuyor. Nitekim rivayetlerde
de belirtildiğine göre mescitlere girişleri engelleyenler,
Mekke kâfirleriydi. Kureyş kâfirleri, Müslümanların Mescid-i Haram'da
ya da Kâbe'nin avlusunda edindikleri namazgâhlarda namaz
kılmalarını engelliyorlardı.
"Doğu da, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz, Allah'ın yüzü
oradadır." Doğu, batı ve tüm yönler gerçek anlamıyla Allah'ın mülküdür.
Bu durum değişim ve başkalaşım kabul etmez. Yani yüce
Allah'ın bir şey üzerindeki mülkiyeti, biz insanların mülkiyetine
benzemez. O'nun mülkiyeti bir şeyin özüne taalluk ettiği için o şeyin
kendisini de, etkinlik alanını da kuşatır. Bizim mülkiyetimiz ise,
şeylerin sonuçları, etkinlik alanları ve yararları açısından geçerlidir.
Şeylerin özleri üzerinde herhangi bir sahipliğimiz söz konusu
değildir. Bir mülk, mülk olması itibariyle ancak sahibi ile vardır.
Buna göre yüce Allah söz konusu yönleri var etmiştir, onları kuşatmıştır
ve onlarla beraberdir. Dolayısıyla herhangi bir yöne yönelen
biri, Allah'a yönelmiş durumdadır.
Doğu ve batı yönleri göreceli oldukları için, aşağı yukarı tüm
yönleri kapsarlar. Çünkü, gerçek kuzey ve güney noktaları dışında
herhangi bir yön bu kapsamın dışında kalmaz. Bu yüzden "nereye..."
ifadesinin genelliği bu iki yönle kayıtlandırılmamıştır. Yani,
"Bu iki yönden nereye dönerseniz" denilmemiştir. Sanki, insanoğlu
nereye dö-nerse dönsün, orası ya doğudur ya da batıdır. Dolayısıyla,
"Doğu da, batı da Allah'ındır." sözü, "Bütün yönler Allah'ındır."
sözü ile aynı gerçeği ifade eder.
404 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
Bütün yönler arasından, bu ikisinin seçilmiş olmasının sebebi,
insanın yöneldiği tüm yönlerin ancak güneşin ve diğer aydınlatıcı
gök cisimlerinin doğuş ve batışına göre belirleniyor olmasıdır.
"Allah'ın yüzü oradadır." Ceza cümlesindeki hükmün illeti, cezanın
yerine konulmuştur. Allah doğrusunu daha iyi bilir; ifadenin
açılımı şöyledir: "Nereye dönerseniz dönün, bu sizin için caizdir.
Çünkü Allah'ın yüzü oradadır."
Bu tarz bir açıklamanın kanıtı da, yukarıdaki hükmün şu ifadeyle
illetlendirilmiş olmasıdır: "Allah geniştir, bilendir." Yani Allah
geniş bir mülke ve kuşatıcı bir bilgiye sahiptir. Nereye yönelirseniz,
o sizin maksatlarınızı bilir. Yani O, herhangi bir insan ya da
diğer bir varlık gibi değildir ki, ancak özel bir yönde bulunduğu
zaman kendisine yönelinebilsin ve ancak özel bir taraftan yönelenin
yönelişini bilebilsin. Şu hâlde her yöne doğru gerçekleşen
yöneliş, yüce Allah'a yöneliş demektir ve O bu yönelişi tüm yönleriyle
bilir.
Bil ki, kıbleye ilişkin bu genişlik yönle ilgilidir, mekânla değil.
Bunun kanıtı da yüce Allah'ın, "Doğu da, batı da Allah'ındır."
şeklindeki sözüdür.
AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
et-Tehzib adlı eserde Muhammed b. Husayn'ın şöyle dediği belirtilir:
Salih kula (İmam Musa Kâzım'a) şöyle bir yazı gönderildi:
"Adamın biri bir çölde ve bulutlu bir günde, kıbleyi tam olarak belirleyemeden namaz kılar. Namazı bitirince güneşi görür ve kıbleye
yönelmeden namaz kıldığını fark eder. Bu namazı geçerli mi
sayar, yoksa yeniden mi kılar?" Salih kul şu cevabı verdi: "Vakit
geçmemişse namazı yeniden kılar. Yoksa o adam bilmiyor mu ki, -
doğru sözlü olan- Allah: 'Artık nereye dönerseniz, Allah'ın yüzü oradadır.' buyuruyor?" [c.2, h: 160]
Tefsir'ul-Ayyâşî de belirtildiğine göre, "Doğu da, batı da Allah-
'ındır..." diye başlayan ayetle ilgili olarak İmam Bâkır (a.s) şöyle
buyurmuştur: "Yüce Allah bu ayeti özellikle nafile namazlar hakkında
indirmiştir. 'Artık nereye dönerseniz, Allah'ın yüzü oradadır.
Allah şüphesiz geniştir, bilendir." Resulullah (s.a.a) devesinin sırtında
işaretle namaz kılmıştır, bu sırada devenin yönü de değişebi-
Bakara Sûresi / 108-115 .................................. 405
liyordu. Bu durum hem Hayber'e gidişte ve hem de Mekke'den
dönüşte gerçekleşmiştir ki, Mekke'den dönerken Kâbe'yi arkasına
almış bulunuyordu." [c.1, s.56, h: 80]
Ben derim ki: Ayyâşî buna benzer bir açıklamayı Zürare'den, o
da İmam Sadık'tan (a.s) rivayet etmiştir.1 Aynı şekilde, Kummî ve
Şeyh Tusî, İmam Rıza'dan (a.s)2, Şeyh Saduk da İmam Sadık'tan
(a.s)3 buna yakın ifadeler aktarmışlardır.
Bil ki, Ehlibeyt İmamlarından Kur'ân-ı Kerim'deki genel ve özel,
mutlak ve kayıtlı ifadelerle ilgili olarak aktarılan rivayetler üzerinde
uzun uzadıya durduğun zaman, göreceksin ki, bu rivayetlerde
çoğu zaman genel nitelikli ayetten bir hüküm, özel nitelikli,
yani özelle birlikte genel nitelikli ifadeden de bir başka hüküm çıkarılmıştır.
Genellikle, genel nitelikli ifadeden müstehap hükümler,
özel nitelikli ifadeden ise farz hükümler çıkarılmıştır. Aynı durum
mekruhluk ve haramlık için de geçerlidir ve böylece...
İmamlardan aktarılan rivayetlerde belirlenen Kur'ân tefsiriyle
ilgili anahtar yöntemlerden biri de budur. Onlardan rivayet edilen
hadislerin kabarık bir yekûnu bu eksen etrafında döner. Buradan
hareketle Kur'ânî bilgilere ilişkin iki temel kuralı belirleyebilirsin:
Birincisi: Kur'ân'ın her cümlesi, hem tek başına, hem de kendisi
ile ilgili tüm kayıtlarla birlikte sabit, değişmez bir gerçekten ya
da sabit, değişmez bir hükümden söz eder. Şu ayet-i kerimede olduğu
gibi: "Allah, de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oyalana
dursunlar." (En'âm, 91)
Bu ifadede dört bağımsız, değişmez, sabit anlam vardır. Bîrincisi:
"Allah, de." İkincisi: "Allah, de, sonra onları bırak." Üçüncüsü:
"Allah, de, sonra bırak onları daldıkları bataklıkta." Dördüncüsü:
"Allah, de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oyalana dur-
--------
1- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.56, h: 81]
2- [et-Tehzib, c2, h: 155]
3- [Men La Yahzuruh'ul-Fakih, c.1, h: 846]
406 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
sunlar." Bu şekilde incelenmesi mümkün olan her ifadede bu yöntem
göz önünde bulundurulabilir.
İkincisi: İki kıssa veya iki anlam aynı cümle veya aynı ifade ile
anlatıldığı zaman, her ikisi de aynı merciye dönük olurlar. Bu iki
kural iki sırdır ki, gerisinde sırlar yatar. Yol gösterici, hidayet edici
Allah'tır.
Dostları ilə paylaş: |