El-Mîzân Tefsiri Allâme Muhammed Hüseyin tabatabai Cilt-1



Yüklə 6,68 Mb.
səhifə25/48
tarix04.01.2019
ölçüsü6,68 Mb.
#90080
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   48

Bakara Sûresi / 94-99........................................................


 

94- De ki: "Eğer Allah katında ahiret yurdu hoşlanmadığınız

şeylerden arı olarak, başka insanların değil de, yalnızca sizin ise

ve sözünüzde doğru iseniz, haydi ölümü temenni edin."

 

95- Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı, ölümü



asla istemezler. Allah, zalimleri bilir.

 

96- Andolsun ki onları, insanların hayata en düşkünü, hatta



müşriklerden daha düşkün bulacaksın. Her biri ister ki bin yıl yaşatılsın. Oysa yaşatılması, onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah, ne yaptıklarını görüyor.

 

97- De ki: "Kim Cibrîl'e düşman ise, bilsin ki o, Kur'ân'ı Allah'ın



izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı, inananlara yol gösterici

ve müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir.

 

98- Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve



Mikâil'e düşman olursa bilsin ki, Allah da kâfirlerin düşmanıdır.

 

99- Andolsun, sana apaçık ayetler indirdik. Onları fasıklardan



başkası inkâr etmez.

 

Bakara Sûresi / 94-99 ............................................... 357

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI


 

"De ki: Eğer Allah katında ahiret yurdu... başka insanların değil de,



yalnızca sizin ise..." Yahudiler, "Ateş yalnızca sayılı birkaç gün bize

dokunacak." diyorlardı. "Allah'ın indirdiğine inanın." çağrısına da,

"Biz bize indirilene inanırız." diye cevap veriyorlardı. Bu sözleri,

bütün insanlar arasında sadece kendilerinin ahirette kurtulacaklarına,

ahiretteki kurtuluş ve mutluluklarının helâk ve mutsuzlukla

gölgelenmeyeceğine inandıklarını gösteriyordu. Çünkü asılsız iddialarına

göre, onlar sadece birkaç sayılı gün azap göreceklerdi.

Bu da buzağıya taptıkları günlerin karşılığıydı. Yüce Allah onlara

öyle bir cevap veriyor ki, iddialarının asılsızlığı ve bu husustaki kesinkes

dile getirdikleri şeyin yanlışlığı açıkça ortaya çıkıyor.

 

"De ki: Eğer ahiret yurdu sizin ise..." Yani eğer ahiret yurdunun

mutluluğu sadece size özgü ise. Hiç kuşkusuz bir eve, bir yurda

sahip olan kimse, orada istediği gibi hareket eder. Ondan mutluluğun

ve güzelliğin en son sınırına kadar yararlanır. "Allah katında."

Yani Allah katında sabitleşmiş, O'nun hükmü ve izniyle. Bu

tıpkı şu ayeti kerimeye benziyor: "Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i

İmrân, 19) Ayetin orijinalinde geçen "haliseten" ifadesi, "hoşlanmadığınız

azap, horlanma ve benzeri onur kırıcı uygulamalardan, arı

olarak" demektir. Çünkü iddianıza göre, orada sadece birkaç gün

azap göreceksiniz.

 

"Başka insanların değil." Böyle düşünmenizin sebebi, sizin dininizin

dışındaki tüm dinlerin batıl olduğunu iddia etmenizdir.



"Sözünüzde doğru iseniz, haydi ölümü temenni edin." ifadesi, "De

ki: Ey Yahudiler, eğer insanlar arasında yalnız sizin, Allah'ın

dostları olduğunuzu sanıyorsanız, o hâlde ölümü temenni edin."

(Cum'a, 6) ayetine benziyor. Bu tür bir öneri, onları etkisini hemen

gösteren, hiçbir kuşku götürmeyen fıtrî bir gerçeğin kaçınılmaz

gereği ile yüz yüze getirme amacına yöneliktir. Çünkü bütün

insanlar, hatta bilinç sahibi tüm canlılar, rahatlık ve zorluk

arasında bir tercih yapma durumunda bırakıldıklarında hiç

tereddütsüz ve kıvırmasız rahatlığı seçerler. Sıkıntılı ve bulanık bir

hayat ile berrak ve arı bir hayattan birini seçme önerisi karşısında

kesinlikle esenlik dolu berrak, arı-duru hayattan taraf tercihlerini

koyarlar. Böyle birisi söz gelimi meşakkatli, mutsuzluk verici,

aşağılık bir hayatla sınansa yine de öteki temiz, arı ve berrak

 

358 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

yine de öteki temiz, arı ve berrak hayatı ister. Onun özlemiyle tutuşur,



dilinde hep o hayatın adı ve çabası, hep o hayata kavuşmaya

yönelik olur.

 

Şayet, ahiret mutluluğunun diğer insanlardan ayrı olarak sırf



kendilerine ait olduğu şeklindeki iddialarında samimi iseler, kalp,

dil ve tavır olarak bu mutluluğu temenni etmeleri gerekir. Ama

kesinlikle böyle bir temennide bulunmazlar, peygamberleri öldürdükleri,

Hz. Musa'yı inkâr ettikleri, sözleşmelerini bozdukları için.

Allah zalimleri herkesten daha iyi bilir.

 

"Ellerinin yapıp öne sürdüğü..." ifadesi, yaptıkları amellerden kinaye



olarak kullanılmıştır. Çünkü amellerin büyük çoğunluğu el

aracılığı ile gerçekleştirilir. Daha sonra bu ameller, onlardan yararlanacak

veya onları isteyen kimseye sunulur. Dikkat edilirse bu ifadede

iki özentiyle karşı karşıyayız: Birincisi; fiiller el sahiplerine

değil, ellere izafe edilmiştir: İkincisi, tüm fiiller ellerin işlediği ameller

olarak nitelendirilmiştir.

 

Kısacası, insanın amelleri, özellikle sürekli sergilediği tavırlar,



vicdanının derinlerinde sakladığı, kişiliğinin ayrılmaz parçası hâline

gelen niteliklerini ortaya koyan en güzel ve en tartışmasız kanıtlardır.

Kötü ameller, çirkin hareketler, ancak Allah'la buluşmak

arzusundan, onun dostlarının yurtlarına girmekten kaçınan kötü

ve çirkin batından kaynaklanır.

 

"Onları, insanların hayata en düşkünü bulacaksın." Bu ifade yüce



Allah'ın, "Ölümü asla istemezler." şeklindeki sözünü açıklayıcı bir

kanıt olarak sunuluyor. Yani onların ölümü arzulamadıklarının kanıtı,

insanlar arasında şu dünya hayatına en düşkün olanların onlar

olduğudur. Çünkü dünyada ahiret yurdunu arzulamanın önündeki

tek engel hayata düşkünlüktür, toprağa bağlılıktır. İfadede

"hayat" kelimesinin belirsiz bırakılması, dünya hayatını küçümseme

amacına dönüktür. Nitekim yüce Allah bir ayette de şöyle

buyuruyor: "Bu dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey



değildir. Ahiret yurdu ise, asıl hayat odur, keşke bilselerdi."

(Ankebût, 64)

 

"Ve müşriklerden..." Anlaşılan, bu ifade "nas=insanlar" ifadesine

matuftur. Buna göre anlam şöyle olur: Onların müşriklerden daha

çok hayata tutkun olduklarını göreceksin.

 

Bakara Sûresi / 94-99 ...................................... 359

 

"Oysa yaşatılması, onu azaptan uzaklaştıracak değildir." Anlaşılan,

ifadenin orijinalindeki "ma" olumsuzluk edatıdır. "Huve" zamiri ise,

ya durum bildirme ve anlatma içindir ki, o zaman "en yuemmer=

yaşatılması" mübteda, "bi-muzehzihihi=uzaklaştıracak"

ifadesi de haberi olur. Ya da "huve" zamiri yüce Allah'ın, "her biri

ister ki..." sözünün ifade ettiği anlama dönüktür. Bu durumda, "Onun

istediği şey kendisini azaptan uzaklaştıracak değildir." şeklinde

bir anlam elde edilmiş olur. "En yuemmer=yaşatılması" sözü

de zamirin dönük olduğu şeyin açıklayıcı konumuna gelir.

Bunun ışığında ayeti genel olarak açıklayacak olursak şöyle

bir anlam çıkar: Onlar asla ölümü arzu etmezler. And içerim ki, insanlar

arasında şu aşağılık, şu rezil, şu değersiz ve insanları mutluluk

kaynağı, tertemiz ahiret hayatından alıkoyan dünya hayatına

en tutkun olanların Yahudiler olduğunu göreceksin. Onlar ölümden

sonra dirilişe, haşre inanmayan müşriklerden daha çok hayata

düşkündürler. Kaldı ki müşrikler onların her biri en uzun ömrü

yaşamak ister. Ama en uzun ömür bile onu azaptan uzaklaştıracak

değildir. Çünkü dünyada sürdürülen ömür, ne kadar uzun da

olsa sonuçta sınırlıdır, belli bir sürenin dolması ile sona erer.

"Her biri ister ki bin yıl yaşatılsın." Yani en uzun ve en fazla ömrü

yaşasın. Dolayısıyla "bin" sayısı çokluktan kinayedir. Çünkü Arap

dilinde bileşik olmayan en yüksek sayı adı "bin"dir. Bundan fazlası

iki sayı adının bileşkesi veya birinin tekrarı şeklinde ifade edilir.

On bin; yüz bin, bin bin, gibi.

 

"Allah ne yaptıklarını görüyor." "el-Basir", yüce Allah'ın güzel isimlerindendir. Görülecekleri bilmek, demektir. Dolayısıyla bu isim,

alîm yani "bilen" isminin bir dalıdır.

 

"De ki: Cibrile kim düşman ise, bilsin ki, o, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle



senin kalbine indirmiştir." Ayetlerin akışından anlaşıldığı kadarıyla

bu ayet Yahudilerin sarf ettikleri bir söze cevap olmak üzere inmiştir.

İfadeden anlaşıldığı kadarıyla Yahudiler Peygamber efendimize

(s.a.a) indirilen Kur'ân'a inanmaya yanaşmamışlar ve bu

tavırlarına gerekçe olarak da vahyi indiren Cebrail'e düşman olduklarını

göstermişlerdi. Bunun kanıtı da yüce Allah'ın her iki ayette

hem Kur'ân ve hem de Cebrail adına cevap vermesidir. Ayetin

iniş sebebi ile ilgili aktarılan rivayet de bunu pekiştirir nitelik-

 

360 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

tedir. Önce onların "Biz Kur'ân'a inanmayız, çünkü biz onu indiren



Cebrail'e düşmanız." sözlerine cevap verilmiştir. Şöyle ki:

Bir kere: Cebrail Kur'ân'ı Allah'ın izniyle senin kalbine indirmiştir.

Kendi yanından değil. Dolayısıyla onların Cebrail'e düşman oluşları,

Allah'ın izniyle sana indirilmiş bulunan kelâma inanmaktan

kaçınmalarını gerektirmez.

 

İkincisi: Bu Kur'ân onların yanındaki hak içerikli kitabı doğrulamaktadır.



Dolayısıyla bir şeye inanıp da onu doğrulayana inanmamak

anlamsızdır.

 

Üçüncüsü: Bu Kur'ân kendisine inananlara yol göstericilik yapar.



Dördüncüsü: Kur'ân bir müjdedir. Akıllı bir insan düşmanı tarafından

sunuldu diye doğru yol kılavuzundan sapar mı? Kendisine

ulaştırılan müjdeye ilgisiz kalır mı?

 

Onların "Biz Cebrail'e düşmanız." şeklindeki sözlerine de şu



şekilde cevap verilmiştir: Cebrail ancak bir melektir. Tıpkı Mikâil

ve diğer melekler gibi, Allah'ın kendisine yönelttiği emirleri eksiksiz

yerine getirmekten başka bir iş görmez. Onlar saygın kılınmış

kullardır. Allah'ın kendilerine yönelttiği emirlere karşı çıkmazlar.

Emredilenleri yaparlar. Allah'ın peygamberleri de öyle, onların

yaptığı Allah adına ve O'nun direktifleri doğrultusunda hareket

etmektir.

 

Dolayısıyla meleklere ve peygamberlere düşman olmak, onlara



buğzetmek, Allah'a düşman olmak, O'na buğzetmek anlamına

gelir. Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve

Mikâil'e düşman olursa, Allah da onun düşmanıdır. İşte bu iki

ayet, değindiğimiz bu cevapları içermektedir.

 

"O, Kur'ân'ı... senin kalbine indirmiştir." Bu ifadede birinci tekil

şahıs anlatımından ikinci tekil şekline bir geçiş yaşanıyor. İfadenin

normal akışı göz önünde bulundurulacak olursa: "O, Kur'ân'ı benim

kalbime indirdi." şeklinde bir ifade kullanılmış olması gerekiyordu.

Fakat hitaba yönelik bir değişiklik gerçekleşiyor ki, bununla

güdülen amaç, "nasıl ki, Kur'ân'ın indirilişinde emirleri eksiksiz yerine

getirmekle yükümlü Cebrail'in bir etkinliği bulunmuyor, aynı

şekilde Kur'ân'ı algılayıp duyurma işinde Hz. Peygamberin de bir

etkinliği söz konusu değildir" gerçeğini vurgulamaktır. Hz. Pey-

 

Bakara Sûresi / 94-99 ...................................... 361

 

gamberin kalbi yalnızca vahyi algılayan bir kaptır. Vahyin mahiyeti



üzerinde bir etkinliği söz konusu değildir. O sadece tebliğle yükümlüdür.

Bil ki, bu ayetlerin sonlarında çeşitli şekillerde iltifat sanatı,

yani hitapta şahıs değişikliği söz konusudur. Ayetlerin akışı içinde

temel hitap ise İsrailoğullarına yöneliktir. Ne var ki, hitabın temel

niteliği muhatabı azarlama ve yerme olur, söz de uzarsa konuşanın

bir yolla muhatapla konuşmanın kendisine bıkkınlık verdiğini,

muhatabı önemsemediğini hissettirmesi, bildirmesi yerinde olur.

Bu durumda usta bir konuşmacı zaman zaman konuşmasının

akışını değiştirip hitaptan üçüncü şahsa, üçüncü şahıstan hitaba

geçiş yapar. Bununla onları konuşturmaktan, onlara hitap etmekten

hoşlanmadığını, onların buna lâyık olmadığını, buna rağmen

onların aleyhine olmak üzere gerçeği açığa çıkarmak için de onlara

hitap etme gereğini de duyduğunu ortaya koyar.

 

"Allah kâfirlerin düşmanıdır." Burada zamir yerine "kâfirler" ifadesi



kullanılmıştır. Buradaki incelik de yüce Allah'ın bu hükmünün

sebebine dikkat çekmektir. Sanki şöyle denmek isteniyor: "Allah

onlara düşmandır. Çünkü onlar kâfirdirler ve Allah da kâfirlerin

düşmanıdır."

 

"Onları fasıklardan başkası inkâr etmez." Bu ifade küfrün sebebini



ortaya koyuyor ki, bu fısktır. Yani onlar fasık oldukları için kâfir

olmuşlardır.

 

Ayetin orijinalinde geçen "el-Fasikûn=fasıklar" kelimesinin başındaki



harf-i tarifin hatırlatma için olması uzak bir ihtimal değildir.

Bu durumda surenin başındaki şu ifadeye göndermede bulunulmuş

oluyor: "Ancak onunla sadece fasıkları saptırır. Onlar ki,

Allah'a vermiş oldukları sözü kesin bir ahit hâline getirdikten

sonra bozarlar."

 

Hz. Cebrail'e, onun Kur'ân'ı Peygamber efendimizin (s.a.a)



kalbine indirişinin mahiyetine, ayrıca Mikâil ve diğer meleklere ilişkin

bilgilere yeri gelince değineceğiz.

 

AYETLERLE İLGİLİ BİR HADİS



 

Mecma'ul-Beyan'da belirtildiğine göre, "De ki: Kim Cibril'e



düşman olursa..." ayeti ile ilgili olarak İbn-i Abbas'ın şöyle dediği

 

362 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

bildirilir: "Bu ayetin iniş sebebi şu olaydır: Fedek bölgesinde yaşayan



bir Yahudi grubu ile birlikte İbn-i Suriya Medine'ye gelip Peygamberimizin

(s.a.a) huzuruna çıktı. Ona, 'Ya Muhammed, nasıl

uyuyorsun? Çünkü ahir zamanda gönderilecek peygamberin uykusunun

mahiyeti ile ilgili bazı bilgilere sahibiz.' dediler. Peygamberimiz,



'Gözlerim uyur, ama kalbim uyanıktır.' dedi. 'Doğru söyledin

ya Muhammed.' dediler. 'Bize bildir bakalım çocuğun erkekten

midir, yoksa kadından mı?' Peygamberimiz, 'Kemikler, sinirler ve

damarlar erkektendir. Et, kan, tırnaklar ve saç ise kadındandır.'

dedi. 'Doğru söyledin ya Muhammed.' dediler. 'Peki nasıl oluyor

da çocuk amcalarına benziyor; ama dayılarına hiç benzerlik

göstermiyor ya da dayılarına benziyor da dayıları ile aralarında bir

benzerlik olmuyor?' Peygamberimiz, 'Hangisinin suyu üst olursa,

çocuk onun tarafına benzer.' dedi. 'Doğru söyledin ya Muhammed.

Şu hâlde bize Rabbini anlat, kimdir ve nedir O?' dediler."

"Bunun üzerine yüce Allah, 'Kul huvellahu ahad...' suresini

indirdi. Daha sonra İbn-i Suriya ona dedi ki: 'Bir husus daha var,

eğer onu açıklarsan sana inanıp uyacağım. Allah'ın sana indirdiğini

hangi melek sana getiriyor?' Peygamberimiz, 'Cebrail.' dedi.

Bunun üzerine adam, 'O bizim düşmanımızdır. Savaş, şiddet ve

harp emirlerini indirir. Mikâil ise, kolaylık ve bolluk indirir. Eğer

sana gelen melek Mikail olsaydı, kesinlikle sana inanırdık.' dedi."

 

Ben derim ki: Resulullah (s.a.a), "Gözlerim uyur; ama kalbim



uyanıktır." buyuruyor. Şiî ve Sünnî kanallardan gelen bilgilere göre,

Peygamberimiz uyurdu, ama kalbi uyumazdı, yani uykunun etkisiyle

kendinden habersiz olmazdı. Uykudayken uyuduğunu, gördüklerinin

rüya olduğunu, bunları uyanık olarak görmediğini biliyordu.

Ruhlarını arındırmaları ve bütünüyle Rablerinin yüce makamını

anmaları durumunda salih insanlarda da böyle durumlar

kimi zamanlarda meydana gelebilir. Çünkü ruhun, Rabbinin yüce

makamını olanca görkemiyle algılaması, onun dünya hayatındaki

durumlarından ve Rabbine olan bağlılığından gaflet etmesine

mani olur.

 

Böyle bir müşahede sonucu şu gerçek ortaya çıkıyor: İnsanoğlu



bu dünya hayatında ister insanların uyku dedikleri durumda olsun,

ister uyanıklık durumunda olsun, o aslında bir tür uyku orta-

 

Bakara Sûresi / 94-99 ...................................... 363

 

mında bulunmaktadır. İnsanlar içinde bulundukları duyusal ortamla



bütünleşmiş, doğal ortama uymuşlardır. Kendilerini uyanık kabul

etseler bile, uykudadırlar onlar. Nitekim Hz. Ali (a.s) "İnsanlar



uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar." diyor.

 

İleride bu konuda daha geniş bilgi vereceğimiz gibi, yeri geldikçe



Hz. Ali'den rivayet edilen bu hadisin diğer bölümlerini de ele

alacağız, inşaallah.

 

364 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 


Yüklə 6,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin