Ağır ağır :
- Ölünce çirkin oluyor insan, dedi.
Yanaklarını sıkıyor, gözlerini faltaşı gibi açıyor, nasıl olacağını görmek için çenesini geriye doğru çekiyordu. Yüzünü böyle bir ezip büzdükten sonra konta dönerek :
- Bak, kafam nasıl küçülecek, diyordu. Muffat kızdı:
- Delisin sen, haydi gel, yat; dedi.
RMILEZOLA
385
Şimdi genç kadını bir çukur içinde adeta yüzyıl süren bir ölüm uykusunun çöküntüsü halinde görür gibi oluyordu. Ellerini kavuşturup mırıldanarak bir dua okuyordu. Muffat'nın bir zamandır yine sofuluk nöbeti tutmuştu. Artık her gün bu iman krizleri kanını dondurup onu yarı ölü hale getiriyordu. Elinin parmakları çatırdıyor, hep: «Allahım, Al-lahım» diye mırıldanıp duruyordu. Güçsüzlüğünden, günah işlemiş olduğu duygusundan gelen bir feryattı bu. Ama lânetli olduğunu bildiği halde bu günaha karşı koyacak kuvvet bulamıyordu kendinde. Nana yanına geldiği zaman Muffat'yı örtünün altına girmiş buldu; şaşkındı ve tırnaklarını göğsüne geçirmiş gözlerini, Tanrıyı arıyormuş gibi göğe doğru dikmişti. Onun bu hali karşısında genç kadın ağlamaya koyuldu. Birbirlerine sarıldılar, neden olduğunu bilmeden ikisinin de dişleri takırdıyordu, şimdi ikisi de aynı budalaca saplantının pençesinde kıvranıyorlardı. Daha önce de böyle bir gece geçirmişlerdi. Yalnız, bu seferki tamamıyla saçmaydı; nitekim Nana, korkusunu attıktan sonra bunun saçmalığını söylüyordu. İçine düşen bir kuşku ile, farkettir-meden kontun ağzım aradı, belki de Rose Mignon, şu mektubu göndermişti. Ama yoktu böyle bir şey, bu bir kuruntudan başka bir şey değildi. Adam karısının kendisine boynuz taktırdığını hâlâ bilmiyordu. Yeniden ortadan kaybolduktan iki gün sonra, sabahleyin Muffat, daha önce hiç gelmediği bir saatte çıkageldi. Yüzü sapsarıydı, gözleri kan çanağına dönmüştü. Bir iç çatışmasının etkisiyle hâlâ zangır zangır titriyordu. Zaten şaşkın bir halde bulunan Zoe onun bu durumunu farketmedi. Koşarak kontu karşıladı, bağırarak :
- Ah, efendiciğim, çok şükür gelebildiniz! Dün akşam hanım az kalsın ölüyordu, dedi.
Muffat daha ayrıntılı bilgi isteyince de :
- inanılmayacak bir şey... çocuk düşürdü efendim!
Nana üç aydır gebeydi. Uzun süre bunu aybaşı durumu ile ilgili bir rahatsızlık sanmıştı, Doktor Boutarel de böyle sanmıştı. Sonra, durumunu açıkça söyleyince o kadar canı sıkıldı ki, bunu herkesten gizlemek için akla karayı
386
NANA
seçti. Kızken anne olan ve durumunu herkesten saklamak zorunda kalan bir genç kızın ruh hâli içindeydi, sinirlerini alt üst eden korkuları, karamsarlığı biraz da bu maceranın sonucuydu. Bu, Nana'ya gülünç bir kaza, kendisini küçük düşüren bir şey gibi görünmüştü. Herkes kendisiyle alay edecek diye korkuyordu. Kötü bir şaka! Artık bunun sona erdiğini sandığı bir sırada bu iş olmuştu demek. Kadınlığında bir şeylerin bozulduğunu duyar gibi olmuştu sanki. Sürekli olarak hayret içindeydi. İnsan istemese de ve bunun için şunu bunu kullansa da çocuk oluveriyordu demek! Tabiatın bu oyununa pek içerliyordu. Zevkinin arasında birden şahlanan bu analık, boşa akıttığı burıca ölü tohumun ortasında hayatın böylece uyanıverişi hayret veriyordu ona. Yani insan, başına bu kadar iş açılmadan keyfince yaşamayacak mıydı? Peki ama nerden düşmüştü karnına bu yumurcak? Bunu söyleyecek durumda değildi. Aman AUa-hım! Bunu yapan kimse, kendisine saklasaydı çok iyi ederdi herhalde. Çünkü kendisinden isteyen olmamıştı bunu, herkesi rahatsız eden bu yaratığın şu yer yüzünde hiç de mutlu olmayacağından şüphe edilemezdi.
Zoe konta felâketi şöyle anlattı:
- Saat dörde doğru hanımımın sancısı tuttu. Tuvalet odasına girdiğim zaman gelmediğini görünce, gidip baktım, boylu boyunca yatıyordu... Evet efendim, yerde, boğazlamışlar gibi bir kan deryası içinde... Artık anlamıştım durumu, öyle ya? Fena halde kızdım, hanım pekâlâ bana söyleyebilirdi... Bu sırada B. Georges evdeydi. Hanımı yerden kaldırmama yardım etti. Çocuk düşürdüğünü söyler söylemez de bu sefer delikanlı fenalaştı. İşte dünden beri canım çıkıyor bunlarla uğraşmaktan.
Gerçekten de konağın altı üstüne gelmişti. Bütün hizmetçiler, merdivenlerden inip çıkıyor, odadan odaya koşuşup duruyorlardı. Georges geceyi salondaki bir koltuğun üzerinde geçirmişti. Hanımın, akşamları gelmek âdetinde olan ahbaplarına olayı o haber vermişti. Yüzü sapsarıydı. Şaşkınlık ve heyecan içinde, olan bitenleri anlatıyordu. Ste-iner, La Faloise, Philippe ve ötekiler de gelmişlerdi. Daha
EMILE ZOLA
387
ilk cümlede hepsi hayretle bağırmışlardı. Olamazdı böyle şey! Bir şakadan başka bir şey değildi bu! Ama sonra işi ciddiye alarak, genç kadının yatak odasının kapısına bakarken canları sıkılıyordu, bu işin pek şakaya gelmediğini düşünerek başlarını sallıyorlardı. Gece yarısına kadar bir düzine erkek, şöminenin önünde oturup yavaş sesle ahbapça konuştular. Hepsinin kafasını, acaba çocuğun babası ben-miydim, sorusu kurcalıyordu. Beceriksizliklerinin verdiği utanç yüzlerinden okunuyordu, ama hepsi de birbirini hoş görüyordu bundan ötürü. Sonra, önlerine bakarak, eh bana ne bundan, ne ilgim var bununla benim, kadının kendinde oluyor bu iş? diye düşünüyorlardı. Hani eşi yoktu şu Na-na'nın! Böyle bir şaka yapacağı akla gelir miydi hiç? Sonra, artık gülünemeyecek olan bir ölü odasından ayrılır gibi, ayaklarının ucuna basarak çıkıp gittiler birer birer.
Zoe, Muffat'ya :
- Ne olursa olsun, yukarı çıkın efendim, dedi. Hanım daha iyi şimdi. Sizi kabul edebilir... Doktoru bekliyoruz, bu sabah geleceğini söylemişti.
Hizmetçi kadın, Georges'u evine gidip yatması için kandırmıştı.
Yukarıdaki salonda Satin'den başka kimse yoktu, bir divana uzanmış, gözünü tavana dikerek sigara içiyordu. Bu kaza olduğundan beri, evin içindeki şaşkınlık arasında öfkeden kudurmuş, durmadan kötü kötü söyleniyordu. Zoe önünden geçerken, Muffat'ya, hanımcığının çok acı çektiğini söylediğini duyunca :
- Oh iyi olmuş! Ders olsun bu ona! diye seslendi.
Hizmetçiyle kont hayret ederek dönüp baktılar. Satin yerinden kımıldamadı, gözleri hep öyle tavanda, sigarasını sinirli sinirli çekiştiriyordu dudaklarının arasında.
Zoe :
- Eh, doğrusu ya çok iyi yürekli bir kadınmışsınız! de-
di.
Satin divanda doğruldu, öfkeli öfkeli konta bakarak:
NANA
- Oh iyi olmuş! Ders olsun bu ona! diye tekrar söylendi.
Sonra yeniden uzandı, ince bir duman şeridi püskürttü ağzından, hiçbir şeye aldırmamaya ve hiçbir şeye karışmamaya karar vermiş gibi görünüyordu. Doğrusu ya çok sersemce bir şeydi bu!
Zoe, Muffat'yı odaya soktu. Sessizlik içindeki odanın ılık havasına bir eter kokusu sinmişti, bu sessizliği Villiers caddesinden geçen iki arabasının gürültüsü bozuyordu zaman zaman. Nana'nın yastıklara gömülü yüzü bembeyazdı, uyumuyordu, gözleri açık, ama dalgındı. Kontu görünce kımıldamadan gülümsedi.
- Ah şekerim, dedi zayıf bir sesle, seni bir daha göremeyeceğimi sanıyordum.
Sonra adam eğilip saçlarından öperken, Nana'nın yüreği kabardı, sanki babasıymış gibi çocuktan tatlı tatlı söz etti.
- Cesaret edemiyordum sana söylemeye... O kadar mutlu hissediyordum İçi kendimi. Oh! Ne hayaller kuruyordum bilsen, onun sana lâyık olmasını istiyordum... Ama bak hepsi uçup gitti şimdi bu hayallerin... Belki böylesi daha iyi... Senin hayatını sarsmayı istemem hiçbir zaman.
Kont, baba olduğunu duyarken hayrete düşüp bir şeyler mırıldandı. Bir iskemle çekip yatağın yanına oturdu, elini de örtünün üstüne koydu. Genç kadın, Muffat'nın yüzünün kızardığını, ateş basmış gibi dudaklarının titrediğini gördü:
- Neyin var? Hasta mısın sen de yoksa? diye sordu.
Gözünü ayırmadan adamı uzun uzun süzdü. Sonra ilâç şişelerini düzeltmek bahanesiyle odadan ayrılmayan Zoe'ye işaretle çıkmasını söyledi. Yalnız kaldıkları zaman Muffat'yı kendine çekerek :
- Nen var, sevgilim?... Gözlerin yaş içinde, saklayamaz-sın benden... Bana bir şeyler söylemek için geldin buraya her halde. Haydi konuşsana?
EMİLE ZOLA
389
Kont :
- Hayır, hayır, bir şey yok yemin ederim... diye kekeledi.
Ama kederden boğulacak gibi oluyordu. Bu hasta odası büsbütün yüreğini kabartmıştı. Birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, acısını boğmak için başını örtülerin altına gömdü. Nana işi anlamıştı. Hiç şüphe yok Rose Mignon mektubu göndermiş olmalıydı. Bir süre hiç ses çıkarmadan ağlamasını seyretti. Adamın bütün vücudu öylesine sarsılıyordu ki yatağı da sarsıyordu. Sonra Nana şefkatli bir sesle:
- Evinde canını sıkacak bir şeyler mi oldu yoksa? diye sordu.
Adam başıyla evet, dedi.
Nana yeniden bir süre sustu, sonra, çok yavaş sesle :
- Yani her şeyi biliyor musun şimdi?
Adam yine başıyla evet, dedi. Odanın uykulu havası yeniden sessizliğe gömüldü. Muffat bir akşam önce İmpara-toriçenin bir partisinden dönünce, Sabine'in sevgilisine yazdığı mektubu almıştı. Öcalma düşüncesiyle yanıp tutuşarak geçirdiği korkunç bir geceden sonra, sabahleyin erkenden, karısını öldürme isteğine karşı koyabilmek için, kendini sokağa atmıştı. Ama, dışarıdaki Temmuz sabahı havası o düşünceleri silmişti kafasından. Doğruca Nana'ya gelmişti. Hayatının bütün çetin anlarında yaptığı gibi. İşte onun yanında felâketinin acısı içinde avunmanın aşağılıkça sevincine bırakmıştı kendini.
Genç kadın yürekten gelen iyilik dolu bir sesle :
- Haydi canım, toparla kendini artık. Çoktandır biliyor-Oum bunu ben. Ama elbette sana gerçeği söyleyecek olan
en değildim. Hatırlıyor musun, geçen yıl kuşkulanmıştın
ir ara. Sonra benim dikkatli-davranmamla işler yoluna gir-
mişti. Kanıt yoktu elinde... Evet! Şimdi bunu ele geçirdin,
ağır bir şey bu, biliyorum. Ama insanın katlanması için bir şey düşünmesi lazım. Böyle bir şey yüzünden şerefini kay-betmez bir insan.
390
Muffat artık ağlamıyordu. Uzun zamandan beri, evinin en gizli sırlarını Nana'ya açmış olmakla beraber, yine de bir utanç duyuyordu şimdi. Nana'ya derdini söyleyebilirdi, önemi yoktu bunun. Bir kadındı o da, her şeyi anlayabilirdi. Muffat boğuk bir sesle :
- Hastasın, ne diye yormalı seni!... Saçma bir şey yaptım gelmekle. Gidiyorum, deyince Nana içtenlikle :
- Hayır, olmaz, dedi. Kal burada. Belki iyi bir öğüt verebilirim sana. Yalnızca çok konuşturma beni, doktor yasakladı.
Muffat yerinden kalkarak odanın içinde gezinmeye başladı. Şimdi genç kadın adamı sorguya çekti:
- Ne yapmayı düşünüyorsun şimdi?
- Ne mi? Gidip tokatlayacağım bu adamı.
- Eh, pek tutarlı bir şey değil bu... ya karına?
- Dava açacağım, elimde kanıt var.
- Bu da hiç tutarlı değil, sevgilim. Daha da budalaca bir şey... Biliyor musun hiçbir zaman bunu yaptırtmayaca-ğım sana.
Sonra sakin fakat zayıf sesiyle bir düello ve davaya girişip rezalet çıkartmanın gereksizliğini ispatladı. Gazetelerin diline düşerdi, bütün bir hafta boyunca sömürürlerdi bu olayı. Böylece bütün huzurunu, saraydaki yüksek yerini, adının onurunu tehlikeye atmış olacaktı. Ne faydası vardı bunun herkesi kendine güldürmekten başka?
Muffat :
- Ne olursa olsun, öcümü alacağım! diye bağırdı.
- Bak nonoşum, böyle hallerde bir insan vaktinde öç almamışsa sonradan ne yapsa öcünü almış sayılmaz.
Kont kekeleyerek sustu. Elbet ödlek bir adam değildi. Ama Nana'nın haklı olduğunu hissediyordu. İçinde gittikçe artan bir rahatsızlık vardı. Düşkünce ve utanç verici bir şeyler onu gevşetip öfkesinin o ilk şahlanışını yavaşlatmışti-Kaldı ki Nana, her şeyi açık yüreklilikle söylemeye karar vererek onu büsbütün güçsüz hale getirmişti:
391
EMİLE ZOLA ________________________________
- Canını sıkan şey ne biliyor musun sevgilim?... Sen de karını aldatıyorsun da ondan. Öyle değil mi? Her halde aylak aylak sokaklarda dolaşmak için karının koynuna girmiyor değilsin. Karın da farkındadır elbet bunun. Peki öyleyse nasıl çatabilirsin Ona? Kalkar seni örnek aldığını söyler de ağzına tıkarsa... İşte bunun için sevgilim, orada ikisini de gebertecek yerde burada ayağını sürüyorsun böyle.
Bu sert sözler üzerine Muffat perişan olmuştu, bir iskemleye çöküverdi. Nana sustu, soluk aldı, sonra zayıf bir
sesle :
- Oh! Çok yoruldum, kalkmama yardım et biraz... Hep düşüyor gibi hissediyorum kendimi. Başım kurşun gibi.
Muffat yardım edince, derin bir soluk aldı. Şimdi daha iyiydi. Sonra bir boşanma davasının meydana getireceği eğlenceli sahneyi anlatmaya koyuldu.-Kontesin avukatının Na-na'dan söz ederek bütün Paris'i nasıl güldüreceğini gözünün önüne getirebiliyor musun? diye sordu. Artık her şey ortaya dökülecekti. Kendisinin Varietes'deki başarısızlığı, konağı, bütün yaşantısı. Yoo, hayır, bu kadar reklamdan hoşlanmam ben! diye sözüne devam etti genç kadın. Bir takım bayağı kadınlar böyle bir şeyi kışkırtırlardı belki, onun sırtından ün kazanmak için, ama her şeyden önce senin mutluluğunu isterim ben. Bunları söyleyerek genç kadın kontu kendine çekti başını kendi başının yanına yastığının kenarına yasladı, kolunu boynuna doladı, sonra yavaşçacık kulağına :
- Dinle beni, canımın içi, şimdi karınla barışmalısın.
Adam isyan etti. Asla! diyordu. Nerdeyse yüreği çatlayacaktı. Yeterdi bu kadar utanç. Ama Nana yine de tatlılıkla diretti:
- Karınla barışmaksın. Dinle beni, herkesin seni evinden ayırdığımı söylemesini ister misin? Bu adımı kötüye çıkartır, neler söylemezler benim için? Yalnız beni her zaman seveceğine yemin et. Çünkü başka bir kadınla....
Nana'nın birden gözyaşları boşandı. Hıçkırıklar konuşmasına engel oluyordu. Muffat öpücüklerle onu yatıştırmaya çalışıyordu :
392
NANA
393
- Delisin sen, hiç olur mu böyle bir şey! diyordu.
- Evet, evet yemin etmelisin. Bu bana destek olacak. Nihayet karındır, karşına çıkan her hangi bir kadınla beni aldatmana benzemez bu.
Sonra da adama güzel güzel öğütler vererek konuşuyor, konuşuyordu. Tanrı'nın sözünü bile etti. Şimdi Kont B. Venot'uyu dinler gibi olmuştu. İhtiyarın, onu günaha sürüklemekten kurtarmak için verdiği vaazları hatırlatmıştı bu sözler. Bununla birlikte Nana ayrılmaktan sözetmiyordu, bu uzlaşmayı, adamcağızı karısı ile kendisi arasında paylaşmayı kimseyle bozuşmadan sakin bir yaşantıyı hayatın kaçınılmaz pislikleri arasında mutlu bir uykuyu öğütlüyordu. Yaşantılarını hiç değiştirmezdi bu, o yine Nana'nın sevgili nonoşu olarak kalacaktı. Yalnız, daha seyrek gelecekti ve kendisiyle geçirmediği geceleri kontese ayıracaktı. Genç kadın artık tükenmişti, hafifçe içini çekerek sözünü şöyle bitirdi:
- Eh benim içim rahat edecek iyi bir şey yaptığım için... Daha çok seveceksin beni...
Odaya sessizlik çökmüştü. Nana gözlerini kapamıştı. Şimdi yastığa gömülü yüzü daha solgun görünüyordu. Muf-fat onu daha fazla yormamak bahanesiyle dinliyor, hiç ses çıkartmıyordu. Bir kaç dakika sonra Nana yeniden gözlerini açtı:
- Hem sonra para meselesi? Karınla bozuşursan nereden para bulacaksın? Labordette dün senedin ödenmesi için geldi... Bende metelik yok.
Yeniden gözlerini kapadı, ölü gibi görünüyordu. Muf-fat'nın yüzü derin bir bunalımla buruştu. Onu bu kadar sarsan acı olay yüzünden, bir gün öncesinden beri para sıkıntısını unutmuştu, kaldı ki bundan nasıl kurtulacağını da bilemiyordu. Kesin olarak söz verildiği halde yüzbin franklık senet, bir kere daha süresi uzatılmakla birlikte yine elden ele dolaşıyordu. Labordette çok üzgün gibi gösteriyordu kendini, bütün suçu Francis'in üstüne atıyor, bu kadar terbiyesiz bir adamla bir daha iş yapmayacağını söylüyordu.
Bu parayı ödemek gerekiyordu. Kont, imzaladığı senetlerin hiçbirinin protesto edilmesine meydan vermemişti. Nana'nın yeni isteklerinin yanı sıra evinde de har vurup harman savuruluyordu. Leş Fondettes'ten dönüşünde kontes birden aşırı bir lüks merakına düşmüş, ve sosyete eğlencelerine vermişti, kendini. Bu da zenginliklerini kemirip tüketiyordu. Kontesin kaprislerinin kocasına yüklediği masraf- • ların bir yıkım halini aldığını söylüyordu herkes. Eve yepyeni bir düzen verilmiş, Miromesnil sokağındaki konağa yeni bir biçim verilmek için beşyüzbin frank harcanmıştı. Bunun yanı sıra çok pahalı elbiselere, şuna buna avuç avuç para harcanıyordu. Muffat, iki kere bu kadar paranın nereye gittiğini soracak oldu. Ama karısı yüzüne öyle acayip bir bakışla bakarak gülümsemişti ki, sert bir cevap almaktan çekinerek daha fazla bir şey sormaktan vazgeçti. Nana'nın aracılığı ile Daguenet'yi damatlığa kabul etmesinin nedeni Estelle'in drahomasını ikiyüzbin frank kadar azaltabilecek, üst tarafı için hiç ummadığı bu evlenmeden son derecede mutlu olan genç adamla anlaşabilecekti.
Ama yine de, Labordette'e verilecek bu yüzbin frangı bulabilmek için bir haftadır bir çareye baş vurmayı tasarlıyorsa da bunu gerçekleştirmekten çekiniyordu. Bu da amcalarından birinin kontese bıraktığı yarım milyon değerindeki şahane Leş Bordes çiftliğini satmaktı. Şu da var ki bunun için karısının imzası lâzımdı, o da kontun izni olmadan burayı elden çıkartamazdı. Bir an önce karısıyla bu imza işini konuşmaya karar verdi. Ama her şey çöküp yıkılsa bile bu sırada böyle bir uzlaşmayı kabul edemeyecekti. Bu düşünce karısının başkasıyla yattığını yeniden hatırlatarak acısını büsbütün arttırdı. Nana'nın ne istediğini anlıyordu. Çünkü artık kendini tamamiyle salıvererek bütün düşüncelerini ona açtığı için, kontesin imzası konusunda nasıl sıkıntılı bir durumda olduğunu genç kadına anlatmıştı.
Nana diretmekten vazgeçmiş gibi görünüyordu. Gözle-açmadan dinliyordu, kontu. Rengi sapsarı olmuştu, fat biraz eter içirdi. Genç kadın içini çekti, Daguenet'-adım söylemeden :
394
NANA
- Düğün ne vakit? diye sordu.
- Beş güne kadar nikâh kıyılacak, diye Muffat cevap verdi.
Genç kadın uykusunda sayıklıyormuş gibi:
- Eh, canımın içi, ne yapman gerektiğini düşün... Herkesin memnun olmasını isterim ben... dedi.
Muffat Nana'nın elini avucunun içine alarak genç kadını yatıştırdı. Evet, bütün bunlar sonra düşünülürdü, önemli olan şimdi dinlenmeseydi onun. Artık başına gelen şey karşısında isyan etmez olmuştu. Eter kokusu içindeki bu ılık ve uykulu hasta odasının havası içinde tatlı bir huzur ihtiyacıyla bütün benliği uyuşmuş gibiydi. Uğradığı hakaret karşısında şahlanan erkekliği, bu yatağın sıcaklığı içinde, bu acı çeken kadının yanı başında eriyip gitmişti. Şimdi, kanını tutuşturan istekler ve bir şehvet kasırgası içinde geçirdikleri saatlerin anısını yaşayarak Nana'nın iyileşmesine çalışıyordu. Ona doğru eğildi, kucaklayarak kollarının arasında sıktı, yüzünde en küçük bir hareket olmadan yatan genç kadının bir zafer gülümseyişi vardı dudaklarında. Bu sırada Doktor Boutarel içeri girdi.
Genç kadının kocası gözüyle baktığı Muffat'ya :
- Ee, nasıl bakalım, bu sevgili yavru? dedi. Hay Allah konuşturmuşsunuz galiba.
Doktor hâlâ genç, güzel bir adamdı. Kibar hovardalardan bir çok hastası vardı. Çok neşeliydi, kadınlarla ahbapça gülüp konuşurdu, ama yatmazdı hiç biriyle, vizitesi çok yüksekti. Her çağrılışta da koşardı. Nana, ölüm korkusuyla haftada iki üç İçere getirtiyordu Doktor Boutarel'i; ona hastalıklardan duyduğu çocukça kaygılarını açar, Doktor da dedikodular, tuhaf hikâyeler anlatarak iyi ederdi onu. Bütün bu kadınlar pek severlerdi doktor Boutarel'i. Ama bu sefer Nana'nın durumu ağır görünüyordu.
Muffat dışarı çıkmak üzereydi, çok heyecanlıydı. Na-na'cığını bu kadar zayıf görmek çok içine dokunmuştu. Tam odadan çıkacağı sırada genç kadın bir işaret yaparak yanına çağırdı, ahum uzattı ve hafif bir sesle:
EMİLE ZOLA
395
. Ne dediğimi unutma... karına dön. Yoksa karışmam ha darılırım; dedi. Yarı şaka yarı ciddi söylemişti bunu.
Kontes Sabine kızının nikâhının salı günü kıyılmasını istemişti. O gün yeni hâle getirilen konakta bir de açılış töreni yapılmış olacaktı böylece. Badanası daha yeni kurumuştu. Bütün sosyete çevrelerine beşyüz kadar davetiye gönderildi. Daha o sabah bile döşemeciler duvar kâğıtlarını mıhlıyorlardı. Avizeler yakıldığı sırada, saat dokuza doğru, mimar, çok heyecanlanan kontesle birlikte binayı dolaşarak 1 son emirlerini veriyordu.
Bu toplantı, tatlı bir bahar şenliği havası içinde geçti. Temmuzun bu sıcak akşamında büyük salonun iki kapısı da açılmıştı, dans edenler bahçeye kadar gidebiliyorlardı. Kont ile kontesin kapıda karşıladıkları ilk davetlilerin gözleri kamaştı. Ampir stilindeki o masif akaju mobilyaları ve sarı kadife renkli duvar kâğıtlarıyla, rutubetli havasıyla kontesin annesinin her köşesinde sofuluk kokusu duyulan soğuk salonunu hatırlayanlar şimdi yüksek şamdanların serptiği ışıklar altında, daha antredeyken gözleri kamaştıran yıl-dızh mozaikler karşısında hayran oluyorlardı. Mermer merdivenin parmaklığının üstü gayet ince işlenmiş desenlerle süslüydü. Salondaki koltuklar, kanepeler cenova kadifesiyle kaplanmıştı, tavanda da Boucher'nin bir tablosundan alınma dekor resimleri vardı. Bunu mimar satılan Hampierre şatosundan yüzbin franga almıştı. Avizelerden, kristal apliklerden, çok kıymetli mobilyalara ve duvarları örten aynalara bol bir ışık çağlayanı dökülüyordu. Öyle ki Sabine'nin, eski salonda tek olan o kırmızı kadife kaplı şezlongu şimdi Çoğaltılmış, genişletilmiş, bütün konağa şehvet dolu bir tembellik ve aşırı bir zevk havası vermiş gibiydi, bu şehvet ve zevk hırsı olgunluk çağının son ateşiyle büsbütün alevlenmiş, şiddetlenmişti.
Dans başlamıştı, bahçeye, bir açık pencere önüne yerleştirilen orkestranın çaldığı vals açık havadan tatlı bir esintiyle doluyordu salona. Şimdi bahçe, Venedik fenerleriyle aydınlatılmıştı, alaca karanlık içinde daha da geniş görünüyordu. Çimenliğin kenarına kurulan erguvan renkli bir ça-
396
NANA
dırda büfe vardı. Çalınan vals, şu Sarışın Venüs'ün oynak valsiydi, çapkınca kahkahalar gibi dolduruyordu konağın içini ve sanki canlı ahengiyle ılık bir ürperme geçiriyordu duvarlardan. Salonda esen bir zevk ve şehvet rüyası bu koca konakta barınan ölüler çağının, Muffat'ların geçmişini, onur ve sofulukla geçmiş olan bütün bir yüz yılı silip süpürii-yor, önüne katıp götürüyordu şimdi.
Kontun annesinin eski ahbaplarının bütün bu lüks karşısında gözleri kamaşmıştı ama, kendilerini yap yalancı bir dünyada hissederek yine şöminenin yanına sığınmışlardı. Konağın içini dolduran gürültücü kalabalık arasında ufak bir küme meydana getirmişti bunlar. Bayan Du Joncquoy, yemek odasına gelinceye kadar geçtiği odaları tanıyamamıştı. Bayan Chantereau, şimdi kendisine çok genişlemiş gibi görünen bahçeye şaşkın şaşkın bakıyordu. Çok geçmeden bu köşede toplanan yaşlılar, acı sözler söylemeye başlamışlardı aralarında fısıldaşarak. Bayan Chantereau, mırıltı halinde bir sesle :
- Eee, kontun annesi sağ olup da görseydi bütün bunları... Hele bir gözünüzün önüne getirin onun şu kalabalığın arasına girişini. Bu ne lüks, ne gürültü, rezalet! diyordu.
Bayan Du Jonquoy da :
- Bu Sabine çıldırmış, diye cevap verdi. Bakın kapıda duruyor... Buradan görülüyor, bütün mücevherlerini takmış, takıştırmış.
- Bir aralık hepsi kontla kontesi gözden geçirebilmek için ayağa kalktılar. Sabine, İngiliz danteliyle süslü beyaz bir tuvalet giymişti; dudaklarında o hiç eksilmeyen hafifçe kendinden geçmişçesine gülümseyişiyle gençlik, güzellik ve neşeyle dolup taşıyordu. Yanında duran Muffat da yaşlanmış solgun yüzüyle sakin ve kibarca gülümseyerek duruyordu yanı başında.
Bayan Chantereau tekrar söze başlayarak :
- Sözde evin efendisi kont, o izin vermeden küçücük bir iskemle bile konulamazdı buraya!... Ama bakın şu işe, hani Sabine salonuna bile el sürmek istemiyordu değil mi, şimdi bütün konağı değiştirdi baştan aşağıya...
uış_~—-____________________________________________397
İhtiyar kadınlar sustular, arkasında bir sürü delikanlıyla Bn. Chezelles girmişti içeriye. Gördükleri karşısında he-yecanlanmışçasına kesik kesik bir şeyler söylüyordu:
- «Oh! Çok nefis!... Çok hoş... ne ince zevk! diye bağırıyordu.
Sonra uzaktan seslendi: '
- Ne diyeceğimi şaşırdım! Bakın şöyle bir düzene sokulunca o eski harap bina nasıl yokoluvermiş... ne kadar hoş! Öyle değil mi? Tam çağımıza uyan bir dekor... artık Sabine burada rahatlıkla partiler verebilir.
İki yaşlı kadın yeniden yerlerine oturdular. Yavaş sesle, kontun kızının şu pek çok kimseyi şaşırtan evlenme işini konuşuyorlardı. O sırada Estelle geçmişti yanlarından. Pembe ipekli bir elbise giymişti. Yine hep öyle sıska, dümdüz görünüyordu o suskun kız oğlan kız yüzüyle. Daguenet ile evlenmeyi gık demeden kabul etmişti, ne sevinçli görünüyordu ne de üzüntülü... Şömineye odun attığı o kış ak-şamlarındaki gibi renksizdi yine. Onun için yapılan bütün bu şenlikler, bu ışıklar, bu çiçekler, bu müzik ilgilendirmiyordu genç kızı.
Dostları ilə paylaş: |