La Faloise:
- Bak, biri var orada diye tekrarladı.
Fauchery dürbününü sahnenin ön tarafına doğrulttu. Ama bakmasıyla başını çevirmesi bir oldu.
- Oh! Labordette'miş, diye mırıldandı. Sanki bu genç adamın orada bulunuşu çok tabii ve önemsiz bir şeymiş gibi mırıldanarak söylemişti bunu.
Arkalarından «Sus!» diye bağırdılar. Çenelerini tutmak zorunda kalmışlardı. Şimdi bütün salona bir hareketsizlik çökmüştü. Salonun ta ön sıralarından ta üst paradiye kadar yüzlerce baş, dikkat kesilmiş, dimdik duruyordu. Şansım Venüs piyesinin birinci perdesi Olempia'da geçiyordu. Kartondan bir Olempia'ydı bu. Kulis tarafında bulutlar görünüyordu. Sağda da Jüpiterin tahtı vardı. Önce İrisle Ga-nimed, perilerin de yardımıyla, tanrıların toplantısı için oturacak yerler hazırlıyor, bir yandan da koro halinde bir şarkı söylüyorlardı. Yeniden, parayla tutulmuş alkışçıların bravo diye bağırdıkları duyuldu. Seyirciler, biraz yadırgayarak, ses çıkarmadan beklediler. Bu sırada la Faloise, İris rolünü oynayan Clarisse Besnus'yü alkışlamıştı. Bordenave'ın avucundaki kadınlardan biri olan bu aktris sahnede hafif mavi bir elbiseyle görünmüştü; omuzundan da yedi renkli büyük bir eşarp sarkıyordu.
Fauchery, herkesin duyabileceği bir sesle:
- Bunu vücuduna sarabilmek için gömleğini sıyırması gerekiyordu. Denedik sabahleyin... Kollarının altından ve sırtından gömleği görünüyor; dedi.
20
NANA
Bu sırada salon hafifçe dalgalandı. Rose Mignon görünmüştü. Diana rolündeydi. Rolün gerektirdiği boydan ve yüzden yoksun, kara kuru, Parisli bir oğlan çocuğu gibi sevimli bir kadındı; oyunda temsil ettiği kişiyi gülünçlendirmek için bu rol kendisine verilmiş gibi, seyirciler bundan pek hoşlan-mışlardı. Sahneye girerken, söylediği arya, o Mars'ın Venüs uğruna kendisini yüzüstü bıraktığı için söylediği can sıkıcı sözleri ölçülü bir tonla söylemekle birlikte, üstü kapalı çapkınca cümlelerle dinleyicileri ateşlendirmişti. Dirsek dirseğe oturan kocasıyla Steiner keyifli keyifli gülüyorlardı. Birden bütün salon alkışla çınladı. Sahneye, o çok sevilen aktör Prulliere girmişti. Bir karnaval Mars'ı kıyafetine bürünen oyuncunun başında kocaman bir tüy sallanıyordu, elinde de omuzuna kadar gelen bir kılıç vardı. Diana'dan bıkmıştı artık. Bunun üzerine Diana önü göz altında tutmaya ve öcalmaya yemin eder. Karşılıklı söyledikleri şarkılar çok eğlenceli bir tirol havasıyla sona erer. Prulliere, çok komik, azgın bir erkek kedi sesiyle bu şarkıyı bitirir. Halkın tuttuğu bir jön prömiyenin eğlenceli hafifliği ile gözlerini devirerek öyle bir oynayışı vardı ki, localardaki kadınların kahkahalarıyla bütün salon çınlamıştı birden.
Sonra, seyirciler, soğuk bir sessizliğe gömüldüler. Öteki sahneler can sıkıcı gelmişti. Yalnız, ihtiyar Rose, halkı biraz güldürebildi: başına kocaman bir taç geçirerek Jüpiter rolünde göründü. Karısı Junon'la, aşçıları yüzünden bir kavgaya tutuşmuşlardı. Neptün, Minerva, Plüton ve öteki tanrıların geçişi az kalsın bütün oyunu berbat edecekti. Seyirciler sabırsızlanmaya başlamışlardı; ağır ağır kaygı verici bir mırıltı yükseliyordu; bir çok kimse oyunla ilgilenmeyerek salonu gözden geçirmeye başlamıştı. Lucy ile Labordet-te gülüşüyorlardı; Kont de Vandeuvres başını Blanche'in dolgun omuzunun üstünden uzatmıştı. Fauchery ise göz ucuyla Muffat'ları süzmekteydi. Kont, bir şey anlamamış gibi pek ciddi bir tavırla oturuyordu; kontes gözleri bir noktaya takılmış, dalgın dalgın gülümsüyordu. İşte tam bu sıkıcı hava içinde, kiralık şakşakçıların alkışları, bir yaylım ateş düzgünlüğü ile çınlamaya başladı. Bütün başlar sahneye
EMİLE ZOLA
21
çevrildi. Nihayet Nana görünmüş müydü? Bu Nana da pek naza çekmişti kendini!
Şimdi sahneye Ganimed'le İris'in kılavuzluğunda, insan oğullarından kurulu bir temsilci heyet giriyordu. Bunlar saygı değer burjuvalar, karılarının aldattığı kocalardı ve tanrıların tanrısına Venüs'ten yakınmaya gelmişlerdi: karılarını azdırıp çok kızgınlaştırdığı için. Bu sırada koro ağlamaklı ve safça bir ahenkle bir havaya başladı. Aradaki itiraflarla dolu sözler seyircileri pek eğlendirmişti. Bir cümle bütün salonda ağızdan ağıza dolaşıyordu: «Boynuzlular korosu, boynuzlular korosu.» Bu cümle pek tutunmuştu; seyirciler «bıs» diye bağırmaya başladılar. Korocuların suratları da pek tuhaftı. Ayı gibi kocaman, yusyuvarlak yüzlüydü içlerinden biri. Bu sırada Vülken, öfkeden ağzı köpürerek içeri girdi; üç gün önce kaçan karısını istiyordu. Koro boynuzlular tanrısı Vülken'in haline acıyan bir hava tutturdu. Bu Vülken rolünü Fontan yapıyordu. Çok edepsiz olduğu kadar, istidatlı bir komikti bu oyuncu. Kaynak demircisi kıyafetiyle bir kalça kıvırışı vardı ki görülecek şeydi. Çıplak kolları ok saplanmış yürek dövmeleriyle kaplıydı. Bir kadın yüksek sesle: «Of! Ne kadar da çirkin!» dedi; herkes gülüp alkışüyordu.
Sonra, hiç bitmeyecekmiş gibi sıkıcı bir sahne başladı. Jüpiter, tanrılar meclisini toplayıp aldatılmış kocaların dilekleri üzerinde bir konuşma açmıştı. Ama sonu gelmiyordu bir türlü bu toplantının. Tabii hâlâ Nana sahnede görünmemişti! Yoksa Nana'yı perdeyj kapatmak için mi sona saklamışlardı? Bu uzun bekleyiş nihayet seyircileri kızdırdı. Salonu mırıltılar kapladı; Mignon keyifli keyifli gülerek, Steiner'e:
- Bu gidiş kötü; dedi. Göreceksiniz, sonunda adamakıllı çıngar çıkacak!
Bu sırada bulutlar aralandı, Venüs göründü: Nana. On sekiz yaşına göre pek iri yarı, pek güçlü kuvvetliydi. Beyaz tanrıça elbisesinin omuzlarına sarı saçları dökülmüştü. Sah-
22
NANA
nenin ön kenarına kadar rahat bir yürüyüşle, seyircilere gülümseyerek ilerledi ve büyük aryasını söylemeğe başladı:
Akşamleyin Venüs gezinirken...
Daha ikinci kıtada herkes birbirine bakmaya başlamıştı. Bu bir şaka mıydı; Bordenave bir muziplik mi yapıyordu yoksa? Şimdiye kadar böylesine bozuk, böylesine usulsüz bir sesle söylenilen bir şarkı duyulmamıştı. Direktörü doğru söylemişti, gerçekten de boru gibi bir sesi vardı bu Na-na'nın, üstelik sahnede nasıl duracağını da bilemiyordu. Bir yandan bütün vücuduyla yalpalanırken, ellerini de ileri doğru uzatıyordu; seyirciler bunu uygunsuz ve gözü rahatsız edici bulmuşlardı. Koltuklarda oturanlardan «O! O!» diye bağıranlar vardı. Aktris o genç bir horoz sesiyle şarkısına devam ederken ıslıklar duyulmaya başladı. Lükste oturan seyircilerden biri: «Çok mükemmel!» diye bağırmıştı. Bu o sarışın okul kaçkını güzel delikanlıydı, güzel gözleri hayretle açılmış, Nana'yı görünce yanaldan alev alev yanmıştı. Herkesin dönüp kendisine baktığını anlayınca, böyle elinde olmadan yüksek sesle konuştuğu için pek utanmış, kıpkırmızı kesilmişti. Yanında oturan Daguenet, gülümseyerek delikanlıyı süzüyordu; seyirciler gülüyordu; artık kimsede ıslık çalacak takat kalmamıştı. Nana'nın alımlı endamına vurulan kibar gençler de:
- Çok güzel! Bravo! diye bağırarak beyaz eldivenli elleriyle alkışlıyorlardı.
Bu sırada seyircilerin güldüğünü gören Nana da gülmeğe başladı. Bu, herkesin neşesini büsbütün arttırdı. Ne de olsa hoş bir şeydi bu güzel kız. Gülerken, çenesinde minicik bir çukur peyda oluyordu. Sonra hiç istifini bozmadan öyle laubali bir hali' vardı ki, iki meteliklik istidadı olmadığını, ama şöyle bir göz kırparak, başka bir şeyi olduğunu anlatmak istiyor gibiydi. Orkestra şefine : «Haydi arslanım!» der gibilerden bir işaret çaktıktan sonra ikinci kıtaya başladı:
EMİLE ZOLA
23
Gece yarısı Venüstür bu geçen...
yine o hep aynı tiz sesle söylüyordu ama, öyle iç gıcık-layıcı bir ahengi vardı ki zaman zaman ürpertiyordu dinleyenleri.
Kırmızı, küçücük ağzında hep o gülücük vardı Nana'nın; açık mavi gözlerinin içi de gülüyordu. Oldukça canlı bazı mısraları söylerken, pembe burun kanatları hafifçe inip kalkarken, burnunun ucu şehvetle yukarı doğru bükülüyor, yanakları al al oluyordu. Bu da kimseye çirkin görünmüyordu, aksine; erkekler dürbünlerini ona doğrultuyorlardı. Ne yapacağını bilemediği için Nana yine hep öyle yalpalanıp duruyordu. Kıtayı bitireceği sırada sesi hiç çıkmaz oldu, sonunu getiremeyeceğini anlamıştı. Bunun üzerine hiç gözünü kırpmadan, ince tuniğinin içinde kalçasını oynatarak, vücuduna kıvrak bir hareket verirken gerdanını arkaya doğru germişti. Birden alkış sesleri yükseldi. Bunun üzerine Nana birden geri döndü kırmızı saçlarının bir hayvan yelesi gibi sarktığı ensesini gösterdi. Şimdi alkışlar daha da coşkunlaş-mıştı.
Son perde daha soğuk geçti. Vülken, Venüs'ü tokatlamak istiyordu. Tanrılar kurultayında, aldatılmış kocaların dileği yerine getirilmeden önce, yeryüzünde bir soruşturma yapılmasına karar verildi. İşte bu sırada Diana, Venüs'le Mars'ın tatlı tatlı konuştuklarını duyarak, yolculuk boyunca peşlerinden ayrılmamaya yemin eder. Bu sahnede onıki yaşında bir kız çocuğunun oynadığı Aşk tanrıçası ortaya çıkar. Elini burnundan hiç çekmeyen bu kızcağız ağlamaklı bir sesle «Evet anne... hayır anne...» der durur: Sonra Jüpiter, öfkeli bir öğretmenin sertliğiyle kızcağızı karanlık bir yere kapayarak ceza olarak yirmi kere «seviyorum» demeğe zorlar. Seyirciler, orkestra ile koronun parlak bir canlılık verdikleri bitişten çok hoşlanmışlardı.
Perde kapandıktan sonra şakşakçılar, seyircileri, artistleri tekrar sahneye çağırttırmak için yırtınıp dururlarsa da, herkes ayağa kalkmış, kapılara doğrulmuştu. İnsanlar bir-
24
NANA
birlerinin ayaklarına basarak, itişip kakışarak, koltukların arasından sıyrılıp çıkarken izlenimleri de açıklıyorlardı. Ortalıkta hep aynı cümle dolaşıyordu:
- Saçma sapan bir oyun...
Bir eleştirici bu oyunun pekâlâ tam ortasında kesilebileceğini ileri sürmekteydi. Kaldı ki piyes üzerinde pek durulmuyordu; en çok Nana'dan söz ediliyordu. Dışarı ilk çıkanlar arasında bulunan Fauchery ile la Faloise koridorda Steiner'le Mignon'a rasladılar. Bir hava gazı lambasıyla aydınlanan bir maden ocağı galerisini andıran bu daracık koridorda insan boğulacak gibi oluyordu. Bir süre sağ taraftaki merdivenin korkuluğunun dibinde durdular. İkinci mevki seyircileri, gürültüyle yürüyerek aşağıya iniyorlardı, siyah elbiseli erkekler durmadan akın akın geçip gitmekteydi. Bu sırada bir işçi kadın üzerine bir sürü elbise yığılmış iki tekerlekli küçük bir arabaya yol açmaya uğraşıyordu.
Steiner, Fauchery'yi görür görmez:
- Tanıyorum bu kadını ben! diye bağırdı. Bir yerlerde gördüm onu... gazinoda filân... O kadar sarhoş olmuştu ki yere yığıldı da, bir kaç kişi gelip kaldırmıştı.
Gazeteci:
- Benim pek fikrim yok onun hakkında; dedi Ama ben de sizin gibi bir yerlerde rastlamış olacağım...
Sesini alçalttı, gülerek sözüne şunu ekledi:
- Belki de Tricon'da. Mignon :
- Amma da yaptınız ha! Bu kadar pis bir yerde öyle mi? Yani seyircilerin karşılarına ilk çıkan aşağılık bir karıyı alkışlaması iğrenç bir şey. Yakında, tiyatroda namuslu kadın kalmayacak bu gidişle... Rose'in oynamasına engel olacağım her halde.
Fauchery bıyık altından gülmekten kendini alamadı. Bu sırada koca pabuçlu halktan adamların gürültüleri devam ediyordu. Kasketli biri:
EMİLE ZOLA
25
- Vay anam vay! Ne tombul şey! Yeme de yanında yat! diye yüksek sesle söyleniyordu.
Koridorda saçları maşayla kıvrılmış iki delikanlı kavgaya tutuşmuştu. Biri: «Kokuşmuş! Kokuşmuş!» diye bağırıyor; öteki: «Enfes, enfes!» diye cevap veriyordu. Ama ikisi de neden böyle söylediklerini açıklamıyorlardı.
La Faloise, Nana'yı çok beğenmişti. Sadece, sesini terbiye etse daha iyi olur, demek cesaretini gösterdi. O zamana kadar uyuklar gibi görünen Fauchery birden sıçradı. Beklemek gerekirdi. Belki de son perdelerde her şey berbat olacaktı. Seyirciler, nezaket göstermişlerdi, ama şüphesiz ki henüz cazibesine kapılmış değillerdi. Mignon piyesin bitirilemeyeceğine yemin ediyordu. Fauchery ile La Faloise fuayeye gitmek üzere yanlarından, ayrılınca, Mignon, Stainer'in koluna girdi. Omuzuna yaslanarak kulağına:
- İkinci perdede gidip karımın elbisesini görmelisiniz, dostum... Öyle kıyak ki... diye fısıldadı.
Yukarıda, fuayede üç kristal avizeden bir ışık çağlayanı dökülüyordu. İki amca oğlu bir an duraksadılar; yarı açık duran camlı kapıdan galerideki iki sıralı insan seli görülmekteydi. Beşer altışar kişilik gruplar halinde toplanan erkekler yüksek sesle konuşuyor, kendilerine çarpıp yürüyenler arasında inatla tartışıyorlardı. Bazıları da tek sıra halinde yürüyorlardı, topuklarım cilâlı parkeye vurarak oldukları yerde dönüş yapanlar da vardı. Sağda solda damarlı mermer sütunlar arasındaki üstü kadife kaplı küçük sıralara oturan kadınlar durmadan akan insan selini bıkkın bir tavırla seyre dalmışlardı, sıcaktan baygın gibi bir halleri vardı bu kadınların; arkalarındaki büyük aynalarda saçlarının topuzu görülüyordu. Dip taraftaki büfenin önünde koca göbekli bir adam bir bardak şurup içiyordu.
Fauchery, biraz soluk alabilmek için balkona gitmişti. Sütunlar arasında, her ayna yanına asılmış çerçevelerdeki aktris resimlerini inceleyen la Faloise da peşinden yürüdü. Tiyatro binasının cephesindeki havagazı fenerini söndür-
28
NANA
bir ziyafet olmuştu sanki. İlk temsillerin kültürlü seyircileri bir saygısızlık nöbetine tutulmuş gibiydi: efsane ayaklar altında çiğneniyor, o ilk çağ sembolleri yerden yere vuruluyordu. Jüpiter'in sağlam bir kafası vardı. Mars kaçık bir tipti. Krallık bir güldürü, ordu bir alay konusu olmuştu. Jüpiter, ufak tefek bir çamaşırcı kıza tutulup çılgınca bir dansa kendini kaptırınca, çamaşırcı kız rolünü oynayan Simonne, «benim şişko babacığım» diye tanrılar tanrısının burnuna tekmeyi indirince bütün salon bir kahkaha tufanına boğuldu. Bir yandan dans edilirken Febüs, Minerva'ya kâseler dolusu sıcak şarap ısmarlıyor, Neptün de ağzına durmadan çörek tıkan altı yedi kadının ortasında salına salına geziniyordu. Üstü kapalı iğneli sözler kaçırılmıyor, bunlara açık saçık anlamlar veriliyor, en zararsız kelimeler lastikli bir şekle sokuluyordu. Uzun süredir; tiyatro seyircileri bu kadar hayasızca bir budalalığa kaptırmamalardı kendilerini.
İşte böylece bütün bu çılgınlıklar arasında oyun sürüp gitmekteydi. Sarılar giymiş, ellerinde sarı eldivenler, tek gözlüklü şık bir delikanlı pozundaki Vülken, durmadan Venüs'ün peşinden koşuyordu. Şimdi Venüs rolündeki Nana bir balıkçı kadın kıyafetinde görünmüştü sahnede. Başına bir mendil bağlamış takmış takıştırmış tombul gerdanını göstererek, geniş kalçalarını kıvıra kıvıra yürürken bütün seyircileri kendinden geçirmişti. Öyle ki, güzel bir sesle Di-ana'nın yakınmalarını dile getiren ipekli kısa elbiseli ve hasır şapkalı Rose Mignon, şirin bir bebek rolünde kimsenin dikkatine çarpmamıştı. Ama öteki şişko kız, butlarına vurarak, bir tavuk gibi gıdaklayarak, etrafına bir hayat kokusu, çekici bir kadınlık havası yayarak seyircileri sarhoş etmişti. Bu ikinci perdeden sonra artık aklına eseni yapabilirdi: sahnede kötü bir pozda durabilir, tek bir notayı bile doğru söyleyemez, söyleyeceğini unutabilirdi. Seyircileri bravo diye bağırtmak için gülerek, kırıtması yeterdi artardı bile. O pek beğenilen kalçalarını oynatırken alt salon ateşleniyor, paradiden paradiye ta sahnenin üstüne kadar sıcak bir dalga yayılıyordu. İşte bunun için Vülken'i kır meyhanesine sü-
EMILE ZOLA
29
rüklediği zaman artık tam bir zafere ulaşmıştı. Kendi evindeydi burada; yumruğunu kalçasına dayamış, Venüs'ü kaldırımın kenarındaki derenin içine oturtmuştu. Şimdi müzik de kendini onun mahallevari sesine uydurmuş gibiydi. Sa-int-Cloud Fuarında duyulan türden klarinet hıçkırıkları ve oynak flüt nağmeleriyle bayağı bir müzikti bu.
İki parçayı daha seyirciler tekrarlattılar. Uvertürdeki vals yeniden çalındı; bu çapkınca valsın nağmeleri arasında tanrılarda sürüklenip gittiler. Çiftçi kadın rolündeki Junon, Jüpiter'i, şu çamaşırcı kızla enseleyip şamarlan kafasına indirdi. Diana, Venüs'ü Mars'a randevu verirken yakaladı ve hemen buluşacakları yeri ve saati Vülken'e yetiştirdi. Bu da «yapacağımı bilirim ben!» diye bangır bangır bağırmaya başladı. Bundan sonrası pek iyi anlaşılmıyordu. Soruşturma hızlı tempolu bir dans havasıyla sona ererken, Jüpiter, taçsız, soluk soluğa, kan ter içinde yer yüzü kadınlıklarının pek tatlı şeyler olduğunu ve erkeklerin kabahatli olduğunu ilân ediyordu.
Perde bravolar arasında kapanırken :
- Bütün kabahat erkeklerde! diye bağırışlar duyuluyordu.
Şimdi perde tekrar açılmıştı. Nana ile Rose Mignon sahnenin ortasında durarak seyircileri selâmladılar. Alkışlar salonu çınlatırken, şakşakçılar da durmadan bağırıyor-lardı. Sonra, salon yarı yarıya boşaldı.
La Faloise :
- Gidip kontes Muffat'ya saygılarımı sunmalıyım; dedi. Fauchery :
- İyi olur; beni de tanıtırsın diye cevap verdi. Sonra aşağıya ineriz.
Fakat balkondaki localara gitmek kolay olmuyordu.
Yukarıdaki koridordaki insanlar birbirini eziyordu. Kalaba-
, lığın içinden geçebilmek için kenarlara çekilmek, sağa sola
dirsek vurarak ilerlemek gerekiyordu. İçinde havagazı ya-
30
NANA
nan bakır bir fenere sırtını dayayan şişko eleştirici kendisini dikkatle dinleyen bir kaç kişiye oyun hakkındaki düşüncelerini söylüyordu. Oradan geçenler, yavaş sesle birbirlerine adamın adını söylüyorlardı. Oyun boyunca gülmüştü; koridorlarda hep bu söyleniyordu; bununla birlikte çok sert konuşuyor, zevkten ve ahlâktan söz ediyordu. Az ötede, ince dudaklı eleştirici kesik süt gibi, bozuk bir zevkle oyunu beğendiğini anlatmaktaydı.
Fauchery kapılardaki değirmi açıklıklardan birer birer locaları gözden geçirmekteydi. Fakat Kont de Vandeuvres kendisini durdurarak nereye gittiğini sordu. İki amca oğlunun Muffat'lan aradığını öğrenince 7 numaralı locada olduklarını söyledi. Kendisi de oradan geliyormuş. Sonra gazetecinin kulağına eğilerek:
- Söyleyin, dostum, şu Nana'yı bir akşam Provence sokağının köşesinde görmemiş miydik...
Fauchery :
- Ya gerçekten öyle! diye Fauchery bağırdı.
La Faloise amcasının oğlunu kendilerini pek soğuk karşılayan Kont Muffat de Beuville'e tanıttı. Fauchery adını duyunca Kontes başını kaldırıp baktı, ve Figaro' dakı tiyatro eleştirilerini beğendiğini söyledi. Kolunu locanın üzeri kadife kaplı kenarına dayamış olan Kontes, zarif bir omuz hareketiyle hafifçe yana dönmüştü. Bir süre konuştular. Söz, Evrensel sergi etrafında dönüyordu.
Düzgün ve dört köşe yüzünde resmi bir ciddilik okunan Kont:
- Çok güzel olacağa benzer. Bugün Champ de Mars'ı gezip dolaştım... Gözüm kamaştı gördüklerimden...
Fauchery :
- Vaktinde açılamayacakmış diyorlar. Bir arıza olmuş. Kont sert bir sesle sözünü kesti:
- Vaktinde açılacak. İmparator böyle istiyor. Fauchery inşaat sırasında bir gün bir yazı konusu bulmak için orayı gezerken az kalsın akvaryumda kapalı kala-
EMILE ZOLA
31
cağını neşeli neşeli anlattı. Kontes gülümsedi. Zaman zaman bir eliyle yelpazelenirken, dirseğine kadar beyaz eldivenli kolunu kaldırarak salona bakıyordu. Tamamıyla boşalmış olan salon uykuya dalmış gibiydi. Sadece lüksteki bazı adamlar gazeteleri yayarak göz gezdiriyorlardı. Kadınlar da tıpkı evlerindeymiş gibi ahbaplarıyla konuşuyorlardı. Avizenin altında şimdi ahbapça bir fısıldaşmadan başka bir şey duyulmuyordu. Avizenin ışığı, perde arasında girip çıkanların yerden kaldırdıkları hafif toz tabakası arasında biraz donuklaşmış gibiydi. Oturan kadınları seyretmek için bazı erkekler kapıların önünde birikmişlerdi. Bu adamlar bir an hareketsiz durup kocaman düğümlü beyaz plasrtron kravatlarının sıktığı boyunlarını uzatarak bakıyorlardı.
Kontes La Faloise'a :
- Önümüzdeki salı günü sizi bekliyoruz; dedi.
Eğilerek teşekkürlerini sunan Fauchery'yi davet etti. Piyesten hiç söz edilmediği gibi Nana'nın adı da hiç geçmedi. Kont öylesine buz gibi bir azamet içinde dimdik duruyordu ki parlamentonun bir toplantısında bulunuyor sanılırdı. Orada bulunuşunu kaynatasının tiyatro sevgisine bağladı. Marki de Chouard, ziyaretçilere yer vermek için dışarı çıkmıştı. Başında geniş kenarlı bir şapka vardı; beyaz ve sarkık yanakları ve uzun boyu ile ileri yaşına rağmen dimdik durarak pek iyi görmeyen gözleriyle koridordan geçen kadınlara bakıyordu.
Fauchery, Kontes'in daveti üzerine, piyesten söz etmenin uygun düşmeyeceğini düşünerek, gitmek üzere izin istedi. La Faloise locadan ondan sonra çıkmıştı. Kont Vande-uvres'ün locasında sarışın Labordette'in, Blanche de Sivry üe sıkı fıkı konuştuğunu görmüştü.
Amcasının oğlunun yanına gelir gelmez:
- Bak hele! Şu Labordette'i görüyor musun, tanımadığı kadın yok... Şimdi de Blanche'le dedi.
Fauchery istifini bozmadan :
- Elbette... Elindeki avucundakini veriyor onlara. Senin dünyadan haberin yok dostum; dedi.
32
NANA
Koridor az çok boşalmıştı. Fauchery aşağı ineceği sırada Lucy Stewart kendisine seslendi. Kadın ta dipte, sahneye yakın locasında duruyordu. İçeride insan sıcaktan pişiyor dedi. Annesi ve Caroline Héquet ile birlikte badem şekeri yiyerek, koridora çıkmışlardı. Bir yol gösterici kadın, onlarla yumuşak bir sesle konuşuyordu. Lucy gazeteciye çattı: Çok kibar bir adam olduğunu, başka kadınları görmek için ta yukarılara çıktığını, ama kendilerine susayıp su-samadıklarım sormak zahmetine katlanmadığını söylüyordu. Sonra konuyu bırakarak:
Biliyor musun dostum Nana pek iyiydi; dedi.
Sivry, Fauchery'nin son perdeyi locasından seyretmesini istiyordu; fakat adam, çıkarken gelip onları alacağına söz vererek kendini kurtardı. Fauchery ile la Faloise, aşağıya inip tiyatronun önünde birer sigara yaktılar. İnsan kümeleri kaldırımı kapatmıştı. Bir çok seyirciler bunların gittikçe hafifleyen uğultusu arasında gecenin havasını ciğerine doldurmak için dışarı çıkmışlardı.
O sırada Mignon, Steiner'i Varietes tiyatrosunun kahvesine götürdü. Nana'nın başarısını görerek, coşkunlukla onun sözünü etmeğe başlamıştı. Bir yandan da bankeri göz ucuyla süzüyordu. Onu yakından tanıyordu. İki kere Ro-se'u aldatmasına yardım etmişti; ama hevesi geçince yine pişman olup ona bağlılık göstermişti. Kahveyi dolduran müşteriler mermer masaların etrafında omuz omuza oturmaktaydılar, bazıları ayakta durarak acele acele bir şeyler içiyorlardı. Büyük aynalar, bu bir sürü insan kafasını sayılamayacak kadar çoğaltıyor, pamuklu kadife kaplı sedirleri, dipteki kırmızı yol halısı serili döner merdiveniyle dar salonu son derecede geniş gösteriyordu. Steiner bulvara bakan ön salondaki bir masaya gidip oturdu. Daha mevsimi gelmeden buranın kapılan çıkartılmıştı.
Banker, o sırada oradan geçen Fauchery ile la Falo-ise'i durdurdu.
- Haydi, bizimle birer duble için; dedi.
EMİLE ZOLA
33
Fakat zihnini bir şey kurcalamaktaydı. Nana'ya bir buket atmak istiyordu. Ahbapça, Auguste diye bir garsonu çağırdı. Kendisine dimdik bakan Mignon'un bakışları karşısında biraz bozuldu.
- İki buket yaptırın, Auguste; bunları yol gösteren kadına verin de, münasip bir zamanda sahnedeki iki bayana versin; olmaz mı? dedi.
Salonun öteki ucunda en çok onsekizinde görünen bir genç kız ensesini bir aynaya, dayamış boş bir bardağın karşısında, boş yere uzun süre beklemekten usanmış gibi uyuşuk bir halde oturuyordu. Güzel sandre saçlarının tabii buk-leleriyle çerçevelenen yüzünde, kadife yumuşaklığındaki gözlerinde bezginlik okunuyordu. Arkasında soluk yeşil ipekli bir elbise, başında da yer yer çökmüş yuvarlak bir şapka vardı. Gecenin soğuğunda üşümüş gibi rengi uçmuştu.
Fauchery, kızı göstererek:
- A bak Satın de buradaymış! dedi.
La Faloise kim olduğunu sordu. Bir kaldırım dilberinden başka bir şey değildi bu kız. Ama öyle matrak şeydi ki konuşmak zevk verirdi insana. Gazeteci sesini yükselterek
- Ne yapıyorsun orada Satin? diye sordu. Satın hiç istifini bozmadan :
- Sinek avlıyorum, diye cevap verdi.
Adamlar bayıldılar bu cevaba, gülmeğe başladılar.
Mignon acele etmek gerekmediğini söylüyordu. Üçün-jcü perdenin dekorları ancak yarım saatte kurulabilirdi. Ama Fauchery ile la Faloise biralarını içip bitirdikleri için yukarı çıkmak istiyorlardı; üşümeye başlamışlardı. Şimdi, Steiner'le yalnız kalmış olan Mignon, dirseğini masaya da-yayarak :
_ - Ne dersiniz? Anlaştık değil mi? Ona beraber gideriz. Sızi tanıtırım... Aramızda kalsın, karımın bilmesi gerek-mez.
32
NANA
Dostları ilə paylaş: |