Gülen 28 Şubat sürecinde ne yaptı?
30 Kasım 2013 Cumartesi 09:48/Milli Gazete Fethullah Gülen, Taraf gazetesinde yayımlanan 2004 yılındaki “cemaati bitrme eylem planı” hakkındaki haberle ilgili ilk kez açıklama yaptı. Peki Gülen 28 Şubat sürecinde ne yaptı? Herkul.org sitesinde yayımlanan konuşmasında Gülen, şu ifadeleri kullandı:
ON DEFA GÖZLERİNİ SİLİP YENİDEN BAKMAYA GEREK YOK
Tarikat-ı Muhammediye üzerine yazılan şerhlerden biri olan Berika’nın müellifi İmam Hâdimî, “Bir mü’mini fuhuş işlerken bile görsen, hemen onun hakkında hükmünü verme. Gözlerini sil, ‘Allah Allah, o insan böyle çirkin bir işi yapmaz; yoksa ben yanlış mı gördüm!’ de; dön bir kere daha ‘O mu?’ diye kontrol et. O ise, ‘İhtimal yine yanlış gördüm’ de; bir kere daha, bir kere daha gözlerini yalanla ve onları silip tekrar bak.” (diyor). Hazreti İmam’ı çok severim, ona karşı derin hürmetim vardır ama bu sözlerini fazla bulurum.
Zira, on defa gözlerini silip yeniden bakmaya ve o işi tahkik etmeye hiç gerek yoktur. Çünkü ilk bakışta insanın içinde hâlâ bir şüphe vardır ve bu şüphe, söz konusu insan hakkında verilecek kararın daha müsbet olması için bir menattır. Eğer mesele tahkik edilirse, kesin hükme varmaktan başka bir yol kalmayacaktır. Dolayısıyla, insan, gözüne bir çirkinlik iliştiği zaman, tecessüs, teşhis ve tesbit peşine düşmeden, o sevimsiz fotoğraflar gönlüne akarak fuad kazanında eriyip bir hüküm kalıbına girmeden, hemen sırtını dönüp oradan uzaklaşmalı; “Allahım günahkâr kullarını hidayete erdir, beni de affet!..” demeli ve gördüğünü de unutmalıdır.
CD'LER OLUŞTURMAK BİR MÜMİNİN YAPMAMASI GEREKEN ŞEYLER
Öyle bir durumda bile olsa, insanlar hakkında hüsn-ü zan etmeli. CD’ler oluşturmak, chiplere değişik şeyler yüklemek, bazı kimselerin haysiyet, şeref, namus ve iffetiyle alakalı bazı şeyleri teşhir etmek suretiyle onları yıkmak ve devirmek, bir mü’minin yapmaması gerekli olan şeyler; caiz olmayan şeylerdir bir mü’min için.
FETHULLAH GÜLEN 28 ŞUBAT SÜRECİNDE NE YAPTI?
"Darbelerden biz çektik" diyen Fethullah Gülen 28 Şubat darbesi sürecinde şu açıklamaları yaptı: "…dış yapısı itibariyle kararlara bakılınca bir muhtıra şeklinde de yorumlayabilir bazıları. ben şahsen öyle yorumlamak istemiyorum. öyle yorumlamamak için de bazı sebepler var. bunun kitaplardaki yerini aramaktan ziyade 12 mart muhtırasına muhatap olan insanlardan biri olarak yaşadım, gördüm. muhtıra muhtıraydı. doğrudan doğruya devletin dışında, cumhurbaşkanı ve başbakanın dışında, bakanlar kurulunun dışında, devlete tavsiye şeklinde değil, doğrudan doğruya bazı şeyler gönderdiler ki, devlet tecrübesi olan cumhurbaşkanı devleti devretti. bu millet, avam halk bile muhtıranın ne olduğunu gördü. oysa burada belli ölçüde milli güvenlik kuruluyla, dâhiliye vekili ve hariciyeden insanlar var. devletin başındaki insan başbakan var. oturuyorlar bunlar aralarında konuşuyorlar, türkiye'nin bir krize doğru kaydığını müzakere ediyorlar. bazı aşılmaz problemler ve ileriye matuf endişe verici bazı şeylerin söz konusu olduğu kararına varılıyor ve sonrasında ortaya bir tavsiyename çıkıyor. bir tavsiyename diyoruz. bu tavsiyenameye orda herkes imza atıyor, bir ikisi de sonra atıyor. imzayı geciktirmede kendi açılarından bir mülahazaları olabilir… burada tavır koymadan daha ziyade, jan jaqoues rousseou mülahazasıyla yaklaşacak olursak güvenlik kurulu içtimai mukavelesi denebilirdi. yakışıksız bir şey oldu ama karşılıklı oturup bazı şeyleri görüşmüşler ve mukaveleye imza atılmış. bu mukavelede ele alınan tavsiye kararlarını bu açıdan ben şahsen muhtıra şekliyle algılanmasını telif edemiyorum. niçin bu işin üzerinde bu yorumlarla duruluyor, askeriye muhtıra verdi diye suçlanıyor? ben bunu yanlış buluyorum."
(samanyolu tv / osman özsoy ve mim kemal öke ile / 29.03.1997) "
soru: mgk kararlarının siyasetteki yeri nedir sizce?
cevap:
… mesela şimdi onlar da şöyle düşünüyorlarsa, biz burada milli güvenlik, milletimizin güvenliğini şayet koruma mevkiinde bulunuyorsak ister gerçekten öyle olsun ister bizim içtihatlarımıza, algılamalarımıza göre şu gelişmelerde rejim için şayet bir tehlike ise bizim sorumluluğumuz altındadır bunlara müdahale etmek. müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz mülahazasıyla hareket ediliyorsa meseleyi böyle algılıyorsa bana göre onlar masumdurlar. eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır. hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası." (kanal d / yalçın doğan'a verdiği mülâkat / 16.04.1997)
"fakat tıpkı bir kangren olmuştu… buna neşter vurma manasında bir şey yapıldı. birdenbire böyle kaoslu bir durumdan, nizama, intizama, ahenge geçilmesi elbette pek mümkün değil. fakat şu anda bir uçurumdan geriye dönülmüştür. dilerim inşallah, birileri çıkıp içinden zor sıyrıldığımız o fasit dairenin içine milleti bir daha çekmez."
(yasemin çongar'la röportaj; milliyet; 31.08.1997) "…
askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat. biraz evvel arz ettiğim mülahazalar açısından herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. kuvvet ellerinde olduğu halde. fakat çok mantıki davranıyorlar. çok muhakemeli davranıyorlar. epey zamandan beri. his öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan…"
(kanal d / yalçın doğan'a verdiği mülâkat / 16.04.1997)
"askeriye gerçi gücü temsil ediyor. gücün temsil edildiği yerde mantık, muhakeme tam kıvamına da ulaşmayabilir. isteselerdi orada bu böyle olacak diyebilirlerdi. oturup orada meseleyi altı saat müzakere etmezlerdi. demek ki, devlet başkanının huzurunda meseleye çok yumuşak ve insaflıca yaklaştılar. orada bir kısım tavsiye kararlarını ortaya koydular. bu süre içinde tatbikini devlete bıraktılar. yani demokratik yollardan problemler çözülsün istediler. antidemokratik mücadelelere başvurmayı düşünmediler. ben bunu böyle algılıyorum."
(samanyolu tv / osman özsoy ve mim kemal öke ile
/ 29.03.1997)
"fakat şurası da bir gerçek ki milli güvenliğin hali hazırdaki konumu anayasal bazı esaslara dayandırılmıştır. milli güvenlik kurulu her şeyi aşarak, kanunları aşarak, parlamentoyu aşarak, anayasayı aşarak kendi kendine o konuma yükselmemiş, oraya gelip oturmamış ve millete karar yağdırmıyor yani, anayasal bir müessesedir. anayasal bir müessese, anayasanın gerektirdiği yerde kendi konumunun gerektirdiği şeyleri yerine getirmeyi düşünür."
(kanal d / yalçın doğan'a verdiği mülâkat / 16.04.1997)
"ama bazı durumlar olmuştur ki askeri müdahalelerin neşter vurması söz konusu olmayınca belki o kangren bertaraf edilememiş, o kanser aşılamamıştır. türkiye'yi 12 mart muhtırasına götüren dönemleri biliyorum. o dönemde gadre uğrayanlardan birisiyim. 12 eylül dönemini de çok iyi biliyorum. devlet memuruydum, vazu nasihat ediyordum. herkes belli bir hevesin zebunu türkiye'yi bir yerlere çekmek istiyorlardı. ve çekilmişte olabilirdi 12 eylül'de. türkiye bir ejderin ağzına atılmış olabilirdi. ve şimdi biz asya'daki o devletler gibi perişan, derbeder, yıkık-dökük rusya'nın vesayetinde bir hale gelebilirdik. bu açıdan askerî müdahaleleri bütün bütün yadırgamak, bütün bütün isabetsizdir demek doğru değildir ama acaba demokrasi içinde askeri güç o dönemde anarşiyi aşamaz, kargaşanın önüne geçemez miydi? terörü bertaraf edemez miydi? bunları geleceğin sosyologları, felsefî tarihçileri değerlendirecek, hükümlerini verecek, yanlış iş yapanları efkar-ı ammede mahkum edecekler. tarih de mahkûm edecek onları. o bakımdan o hususlara girmek istemiyorum."
(inter star tv / 6 temmuz 1995)
"darbeciler hep su-i niyetli (art niyetli) olmamışlardır. güzel şeyler olmuştur. fakat darbede çok önemli kayıplar da olmuştur. bunların başında demokrasi inkıtaa uğramıştır. bir sürü tecrübe, birikim heba olmuştur. o ölçüde tecrübe ve birikime sahip olmayan insanlar başkalarından beslenmek, sistemi çürütmek hevesine sahip olmuşlar. oysa ki bu da bir uzmanlık sahasıdır. o açıdan darbe tam bir çözüm değildir. darbe, çaresizlikte hekimin neşteri gibi, komplikasyonları da nazar-ı itibara alınarak yapılan bir mualecedir (tedavidir), arap atasözü vardır. ‘dağlama en son çaredir.' bütün mualeceler kullanılır, en son demir kızdırılır, basarlar. bu bir yönüyle kader-denk noktasında bir değerlendirmedir. bu götürebilir de, yerinde bırakabilir de."
(samanyolu tv / osman özsoy ve mim kemal öke ile / 29.03.1997)
"türk milleti asker bir millettir. o kadar askerle bütünleşmiştir ki, yeri geldiğince malazgirt'ten çanakkale'ye, çanakkale'den kıbrıs'a uzanan çizgide askerlik vak'ası bütün şuuraltımızı etkilemiştir. bugün de güneydoğu'da seve seve canlarını vererek şehid düşen askerlerimiz vardır. bunlar milletimizin askere olan manevi bağlarının ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. kim ne derse desin asker millet, askerini sever, bağrına basar ve o asker ocağına peygamber ocağı nazarıyla bakar. kimsenin hiç endişesi olmasın." (samanyolu tv / osman özsoy ve mim kemal öke ile / 29.03.1997)
"soru:
orduya sızmaya çalıştığınız iddialarına cevabınız ne olacak? cevap: hayatımda hiçbir zaman orduya ters, ordu aleyhinde ve ordunun kabûllerine aykırı bir faaliyetim olmamış ki, orduyu faaliyetlerime engel görerek, ona sızmaya çalışayım. asıl, din'in her türlü tezahürüne karşı çıkıp, lâikliği ve atatürkçülüğü dinsizlik şeklinde takdim edip, kendi emelleri istikametinde kullanmak isteyenler, ordunun lâiklik ve atatürkçülük konusundaki hassasiyetini istismarla, onu bu ülkenin dindar ve vatansever evlâdlarına karşı kışkırtmaya çalışıyorlar. ordu, ilki bizzat ordunun komutanını, genelkurmay başkanını müebbed hapse mahkûm edecek bir cunta hareketi olarak, cumhuriyet tarihinde üç defa idareye müdahalede bulunmuş, fakat her müdahale sonrasında hiçbir zaman din ve dindarlar aleyhinde, kendisini din aleyhinde kışkırtanların istekleri istikametinde bir uygulamada bulunmamıştır. asıl tehlike, ordu ile bağrından çıktığı milletimizi ve onun mukaddeslerini karşı karşıya getirme çalışmalarındadır. ordunun bunun şuurunda olduğuna inancım tamdır."
(aksiyon / 6 haziran 1998 / sayı 183)
"bir kere orduyla aramızda bir gerginlik olduğunu kabul etmiyorum. ben kim oluyorum ki böyle gaziler evladı şehitler namzedi bir orduyla arasında gerginliğe hak versin. burada orduya karşı saygı duyuyorum derken de bazıları acaba mülahazası ne diye aklına gelebilir. ama benim atalarım asker. edirne'de bulgara karşı savaşan şükrü paşa özbeöz benim dedem. ailemde hep asker kahramanlıkları duydum. o kahramanlık yanının etkisiyle okuyup asker olayım diye düşünmüşümdür. askere karşı bir sevgim var. bir rahatsızlık varsa o benim bazı tavırlarımdan kaynaklanmış olabilir. ordu bazı konularda hassastır, duyarlıdır. onlar da zamanın ve kendi bildiklerinin tesirlerinde bazı yorumlar yapıyorlardır. onlar laiklik ve cumhuriyet gibi hassas konularda vazifeleri ve sorumlulukları gereği daha fazla hassas olma durumundadır. bazı manipülasyonlar bu hassasiyete çarpınca böyle şeyler olabiliyor."
(milliyet / özcan ercan'la röportaj / 5 nisan 1998) (milligazete.com.tr)
Wikileaks‘te Gülen Belgeleri Stratfor’un raporunda
Gülen’in 12 kişilik “Bilgeler Konseyi”nin, iç, orta ve dış çember olarak adlandırılan yapılanmayı örgütlediği belirtiliyor. Gülen için "1990'dan bu yana CIA için çalışıyor.
Okullarında ajan bulunuyor" denildi. Fethullah Gülen ve cemaatinin nasıl yapılandığını ve örgütlendiğini araştıran FBI Danışmanı Prof. Paul L. Williams’in iddiaları, Wikileaks’te CIA’nin düşünce kuruluşu olarak bilinen Stratfor yetkililerinin yazdığı raporlarda yer alıyor.
Bu yazışmalarda Gülen ve cemaat yapılanması hakkında da son derece çarpıcı bilgiler var. Yazışmalardaki bilgilere göre Gülen, 1990’lardan bu yana CIA'e hizmet ediyor.
DIŞ, ORTA, İÇ ÇEMBER
Bu yapılanmada ağırlıklı olarak öğrencilerden oluşan “dış çember”, maaş ödemeleri ve maddi kaynak yaratmakla sorumlu işadamlarından oluşan “orta çember” ve üst düzey yöneticilerden, gazeteciler ve lobicilerden oluşan “iç çember” bulunuyor. Gülen’e en sadık olan iç çemberin üyelerine cemaat içinde “altın nesil” adı veriliyor.
Belgelerde Gülen’in 100 kişilik sadık bir ekip tarafından korunduğu ifade ediliyor. İşte WikiLeaks’te yer alan Gülen belgeleri:
7 Ocak 2011 tarihli belgede CIA’e bağlı Stratfor düşünce kuruluşuna Sean Noonan imzasıyla gönderilen bir yazıda, eski bir “en üst düzey” Türk istihbarat çalışanının anlattıklarına yer veriliyor.
‘130 CIA AJANI VAR’
Türk istihbaratçının verdiği bilgilere göre Pensilvanya’daki yapılanma 1990’ların ortalarından beri CIA için hizmet veriyor ve CIA faaliyetlerini kamufle ediyor. İstihbaratçının ayrıca Paris kökenli Intelligence Online haber sitesine verdiği mülakatta Gülen’in 1990’lar boyunca Kırgızistan ve Özbekistan’daki okullarında 130 CIA ajanını sakladığı yazılı.
Belgede CIA’nin Orta Asya ve Kafkasya eski direktörü Robert Baer’e bu konunun sorulduğu ve Baer’in kendi dönemi sonrasında “CIA’in gemiyi bu yöne çevirmiş olabileceği” olasılığının bulunduğu sözlerine yer veriliyor. Belgede Gülen’in görüşlerinin “ABD politikasıyla genellikle uyumlu” olduğunun altı çizilirken Gülen’e referans mektubu yazan eski CIA Başkan Yardımcısı
Graham Fuller yaptığı özel açıklamaya da yer veriliyor. Fuller açıklamasında “2006 yılında FBI’a bir mektup yazarak Gülen’in ABD karşısında bir güvenlik tehdidi oluşturmadığını ifade ettim ki halen böyle düşünüyorum” sözlerine yer veriliyor.
CLINTON'A DESTEK VERDİ
Cemaatin ABD’deki birçok politikacının seçim kampanyalarını desteklediklerinin de belirtildiği raporda, eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın Gülen’in organizasyonlarına katıldığı örnek gösteriliyor. Gülen’in etkin varlığının en büyük nedeni Türk ordusunun ABD karşıtı olmasına bağlanıyor.
EMNİYET'TEKİ İMAMLAR
Sharon-Krespin, Gülen’in ABD’deki çiftliğinde üst düzey bir cemaat üyesinin “Emniyet’te polis kıyafeti giyerek yönetici olan imamlar var. Birçok Emniyet mensubu emirlerini bu imamlardan alıyor” sözlerine de yer veriyor.
OKULLARIN SAYISI BİLİNMİYOR
18 Kasım 2009 tarihinde Stratfor’da çalışan Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Reva Bhalla’nın gönderdiği yazıda ise Gülen Cemaati’nin geniş bir portresine yer veriliyor. Cemaat üyelerinin milyonlarca dolara ve dünya genelinde aralarında liselerin de olduğu çok sayıda kurum ve kuruluşa sahip olduklarını söyledikleri bilgisine yer veriliyor. Gülen’in Türkiye'deki Emniyet istihbarat daireleri üzerinde de çok güçlü etkisi olduğunun altı çiziliyor. Gülen’in Türkiye’nin geleceği konularına özellikle eğildiğinin altını çizen analiz raporunda cemaate ait kurum, kuruluş ve okulların tam sayısının bilinemeyeceği ifade ediliyor.
CEMAATİN 3 ÇEMBERLİ YAPISI
,- Raporda Gülen’in yapılanmasının üç çemberden oluştuğunu ifade ediyor. Bhalla’ya göre bu çemberler şu şekilde yapılanmış durumda: Cemaatin hizmetlerinden faydalanan ve bursunu alan, haftalık sohbetlere katılan çoğu lise öğrencisinden oluşan dış çember. Dış çemberin faaliyetleri için kaynak yaratan ve iç çemberdeki üyelerin maaşlarını ödeyen işadamlarından oluşan orta çember, öğretmenler, gazeteciler, lobiciler ve Gülen’e bağlı okulların, kurum ve kuruluşların yöneticiliğini yapan üst düzey kadronun bulunduğu iç çember. Bu çemberdekilerin çoğunun 1970 ve 1980’li yıllarda harekete katıldığı ve Gülen’in en sadık takipçileri olduğu ifade ediliyor. Gülen henüz Türkiye’deki camilerde vaazlar verirken harekete katılan bu gruba ‘Altın Nesil’ denildiğinin de altını çiziyor.
'TÜRKİYE'DEN DAHA BÜYÜK PAY'
- Gülen'in AK Parti’ye rakip bir siyasi oluşum olduğunun altı çiziliyor. CIA’ye gönderilen analizde cemaatin Türkiye’den “daha büyük pay istediği” ve en güçlü üçüncü siyasi güç olduğu ifade ediliyor. Washington’da bulunan Ortadoğu Medya Araştırma Enstitüsü (MEMRI) Direktörü Rachel Sharon-Krespin’in gönderdiği ‘Büyük İhtiras’ adlı yazısı da WikiLeaks belgeleri arasında bulunuyor. (Akşam,18 Mart 2014 Salı 09:07,habervaktim)
Başbakan Erdoğan: Bu zat Sadi hocayı mahkum ettirdi
Haberinin Videosu Başbakan Erdoğan yerel seçim çalışmaları kapsamında Erzurum'da konuştu. Başbakan MHP ve Fethullah Gülen'e yüklendi. İlk kez Erzurum'da Gülen'in yaptığı bir olayı anlattı.
Gülen, Erzurumlu Sadi Hoca'yı şikayet ederek jandarmaya tutuklatmış" dedi. İşte Erdoğan'ın Erzurum konuşması: Bugün bir başka güzelsin Erzurum. Kazım Karabekir'i, Nene Hatun'u, Şükrü Paşa'yı, tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Erzurum'da dağ Allah-u Ekber'dir. Erzurum bugün iradesine sahip çıkıyor. Ey Dadaş sen bu ülkede olduğun sürece bu ülkeye Allah'ın izniyle bir şey olmaz. Rabbim her birinizden razı olsun. Dadaşların analarından razı olsun.
"ERZURUM BİZİM NE DEDİĞİMİZİ ANLIYOR"
Kardeşlerim Erzurum mitingi bizim için çok önemli. Erzurum bizim ne demek istediğimizi anlıyor. Erzurum evliyanın şehridir. Bu topraklardan nice alimler yetişti. Solakzade efendi. Hacı Salih Efendi. İbrahim Hakkı hazretleri. Erzurumlu sahte veliyle gerçek veliyi ayırır. Vatanseverle fitnecileri ayırır.Pensilvanya'daki zatın başka hesap yaptığını hesap edemedik.
"SADİ HOCADAN DERS ALIP YETERSİZ DEMİŞ"
Şurada enteresan başlıklar var. Erzurum'da nelerin yaşandığını anlatmamız lazım. Bu zat gençliğinde Sadi hocadan ders aldığını Sadi hocanın yetersiz olduğunu söylüyor. Ve bu yüzden medreseden ayrılmış.
"BU ZAT SADİ EFENDİYİ TUTUKLATTI"
Bir gazeteci kardeşimiz Nakip efendiye ulaşmış Nakip efendi de bunu anlatmış. Jandarma geliyor Sadi hocaya kelepçe takıyorlar. Erzurum ayağa kalkıyor. Jandarma'ya şikayet eden bu pensilvanyadaki zatmış. Atatürk'e hakaret ediyor diye şikayet etmiş ve Sadi efendiyi tutukladı.
(21 Mart 2014 18:08 / haber7 )'
Eski 'İmam' Örgütün İçyüzünü Anlattı'
Sabah Gazetesinin bu gün yayınladığı "Eski 'imam' örgütün içyüzünü anlattı" başlıklı haber oldukça dikkat çekti. Zira haberin içeriğinde Gülen yapılanması ile ilgili Selim Çoraklı'nın çarpıcı iddiaları vardı.
Sabah Gazetesinden İsa Tatlıcan'ın imzasını taşıyan haberin tamamı şöyle oldu...
"Zaman Gazetesi yazarlığından Makedonya temsilciğine, Cemaat imamlığından öğrenci yurtlarına kadar Cemaatin her kademesinde görev alan Selim Çoraklı 1999 yılında Gülen Cemaati ile yollarını ayırdı.
İtirazlarını bir mektupla Fethullah Gülen'e bildirerek 15 yıllık sessizliğe bürünen Selim Çoraklı suskunluğunu SABAH'a bozdu.
Selim Çoraklı ile Gülen Cemaati'ni, paralel devlet yapısını ve 17 Aralık darbesini konuştuk. 12 Eylül mağdurlarından biri olan Selim Çoraklı 1980'li yılların sonlarında Fethullah Gülen Cemaati ile tanıştı.
Sızıntı ve Yeni Ümit Dergisi ve Zaman Gazetesi yazarlığından Üniversite sorumluluğuna, Esnaf hizmetleri imamlığından Makedonya Zaman gazetesi temsilciliğine kadar Gülen Cemaati'nin bir çok kademesinde üst düzey görev yaptı. 28 Şubat 1997 yılında yaşanan postmodern darbe sürecinde Gülen Cemaati'nin yaşadığı hızlı değişimden rahatsız olarak 40 maddeden oluşan itirazlarını Fethullah Gülen'e ulaştırmış.
Bütün girişimlerine rağmen Gülen Cemaati'ndeki hızlı değişimin önüne geçemeyeceğini anlayınca yollarını ayırmaya karar vermiş. Cemaatin eğitim gönüllülerinin ve samimi dava arkadaşlarının zarar görmemesi ve bir "itirafçı" gibi anılmamak için 15 yıl boyunca susmuş.
17 Aralık darbesinden sonra eski dava arkadaşlarına son bir çağrıda bulunmak için konuşmaya karar vermiş. Yaşadığı bütün duygusal kopuşlara, gördüğü hatalara, uğradığı haksızlıklara rağmen yine de Fethullah Gülen ve cemaati hakkında kelimelerini dikkatli seçiyor.
Bütün yanlışlarına rağmen hizmetin samimi gönüllülerinin zarar görmeden yoluna devam etmesi gerektiğini düşünüyor. İlk kez kamuoyunun karşısına çıkan Selim Çoraklı ile hizmet hareketinde yaşanan kırılmaları, paralel devlet örgütlenmesini, Cemaat medyasını ve bu siyasi türbülanstan çıkış yollarını konuştuk.
SIZINTI, YENİ ÜMİT VE ZAMAN'DA YAZILAR YAZDIM
-Selim bey, Gülen Cemaati ile nasıl tanıştınız? -
Fethullah Gülen ismini 1980 öncesinde de biliyor olmama rağmen cemaatle fiili olarak 1983 yılında tanıdım. 1986 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı Risale-i Nur propagandası yaptığım gerekçesiyle 163. Maddeye muhalefetten İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırılmıştım. 7,5 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edildim. Yargıtay cezamı onadıktan sonra kaçak duruma düştüm. O dönemde Fethullah Gülen'e gidip ne yapalım diye sorulduğunda; "Teslim olma yakalanırsan kaderdir der yatarsın" demişti.
O dönemde kaçak gezdiğim için Cemal Doğan ismini kullandım. Bu dönemde Cemaat bünyesinde İzmir'de Sızıntı Dergisi ve Yeni Ümit Dergisi'nde görev yaptım. Zaman'a yazılar gönderdim. Ayrıca üniversite hizmetinde, bölge hizmetlerinde ve öğrenci yetiştiren kurumlarda görev yaptım. Hizmetin her kademesinde görev aldım diyebilirim.
-Zaman Gazetesi'ne geçişiniz nasıl oldu? Cemaat 1988 yılında Zaman Gazetesi'ni devralınca ben de Zaman'da yazmaya başladım. Rahmetli Özal döneminde 163.madde kaldırılınca benim cezam da kalkmış oldu. Artık Cemal Doğan değil Selim Çoraklı ismini kullanmaya başladım. 1992 yılında Zaman gazetesinin merkezine tayinim çıktı ve araştırma sayfası sorumluluğu, yazarlık vb. görevler yaptım.
-Makedonya maceranız nasıl başladı? 1992 yılında Cemaatin yurtdışı açılımları başlamıştı. 1993 yılında bana "Makedonya'da Zaman Gazetesi'ni çıkarmayı düşünüyoruz, gider misin?" dediler. O dönemdeki Cemaat terbiyesi gereği gitmemek gibi bir söz konusu değildi. Elbette giderim dedim ve evlendiğim gün hanımımı aldım ve Zaman gazetesi Temsilcisi olarak Makedonya'ya gittim. Makedonya'da Makedonca ve Türkçe Zaman Gazetesi'ni çıkardım. O yıllarda da Türkiye'deki Zaman'da "Diyar-ı Üsküp'ten" isimli köşe yazıları yazdım.
28 ŞUBAT SÜRECİNDEN SONRA CEMAATTEN AYRILMAYA KARAR VERDİM
-Bu kadar kendinizi hizmete adamışken Cemaat'ten ayrılmaya nasıl karar verdiniz?
Bu kararı almanız zor oldu mu? - 1997 yılında 28 Şubat süreci ile Gülen Cemaati'nde hızlı bir değişim yaşanmaya başlandı. İslami bazı konularda tavizler veriliyordu.
Özellikle kızlarımızın başörtüsü konusunda duyarsız davranılıyordu. Bunun için Gülen'in ve Cemaatin yanlış tavırları ile ilgili eleştirilerimi açık olarak ortaya koymaya çalıştım. 1997 yılında "Sansürsüz Yazılar" isimli kitabım yayınlandı. O kitapta Zaman Gazetesi'nde sansürlenen yazılarım vardı. Ayrıntısına girmem çok uzun vaktimizi alır. O dönemde bazı şeyleri görmüş olmam nedeniyle Cemaatten ayrılmaya karar verdim diyebilirim özetle... 1999 yılının 21 Şubat'ında çalıştığım Zaman Gazetesi'nden fiili olarak ayrıldım. Yıllarımı verdiğim bir hareketten ayrılmak elbette benim için kolay olmadı ama bu ilkelerim açısından bu kararı almak zorundaydım. Pişman da değilim.
CEMAATİN %95'İ TEMİZ İNSANLAR, DİĞER %5'İ İSE ANADOLU İNSANINI BAŞKA YERLERE PAZARLIYOR!
- Cemaatteki eski arkadaşlarınız, dostlarınız, talebeleriniz hakkında bugün ne düşünüyorsunuz?
- Şunu açıkça söyleyebilirim. Cemaatin % 95'i gerçekten güzel insanlar. Yani sokaktaki insanlarla karşılaştırıldığında eli ayağı öpülecek insanlar. İslam için bir şeyler yapmak gayretinde olan insanlar. Fakat ne yazık ki % 95'i yöneten % 5'lik kesimde aynı ihlâsı ve samimiyeti görmek mümkün değil. Hizmetle ilgisi olmayan, bu işin çilesini çekmemiş insanlar, hizmet adına karar veriyor, kalem oynatıyor, fitne yayıyor, siyasete yön vermeye, polis-yargı darbeleri yapmaya çalışıyor. Gerçekten Anadolu insanının samimiyetini başka yerlere pazarlayacak derecede oyunlar oynanıyor.
POLİS VE ASKER HİZMETLERİNDE HÜCRE TİPİ YAPILANMA VAR
-Son üç aydır "Paralel Devlet" ya da "Paralel Yapı" gibi yeni bir kavram ile tanıştık. Nedir bu paralel yapı?
Siz böyle bir yapının varlığına inanıyor musunuz?
- Hukuk sistemi dışındaki her türlü yapıyı "Paralel yapı" olarak kabul edebiliriz. Siyasetin riskini almadan, siyasete, devlet yönetimine yön vermeye çalışmak, yargıya, polise, bürokrasiye hakim olmaya çalışmak bu paralel yapının alametidir. Cemaatin yapısına gelince, inkâr etseler de paralel bir yapılanma var. En tepede Fethullah Gülen, onun altında ülke imamları, şehir imamları, ilçe imamları ve benimde 33 yaşıma kadar yaşadığım dersane (Işık evler) imamları vardır. Cemaatin bu tür yapılanması olunca ister istemez her birim kendi arasında teşkilatlanmaya başladı. Üniversiteler kendi aralarında, liseler kendi aralarında, askeri hizmetler, polis hizmetleri, adliye hizmetleri bunların her biri hizmet kendi içerisinde birimleşmeye başladı.
-Polis ve yargıda da durum aynı mı?
- O dönemlerde yapılanma şöyleydi; Her birim kendi içerisinde bir imamı var. Mesela diyelim ki polis kolejleri var, polis okulları var. Özellikle polis ve askeri hizmetlerde biraz hücre tipi yapılanma vardı. Zaten 1986 yılında bir gazete Gülen Cemaati ile ilgili manşetler atmıştı. O dönemde cemaat ciddi bir darbe yemişti. Ondan sonra daha ciddi bir hücre tipi yapılanmaya yönelim oldu. Yani bir hücre yakalanırsa öbür hücrenin haberi olmasın anlamında. Cemaate mensup bir eleman bir askerle ya da bir polisle ilgileniyordu. Bilemedin 2 polisle 3 polisle ilgileniyor ve aynı evi kullanmıyorlar, özellikle esnaf evleri kullanılıyor
PARALEL YAPININ KONTROLDEN ÇIKACAĞINI GÜLEN'E SÖYLEDİM
-Bu yapının ilerleyen yıllarda kontrolden çıktığını düşünüyor musunuz?
Bana göre Gülen Amerika'da kalmakla cemaatin yönetimini bir kısmını kaybetti. Kontrolü kaybettiği için Cemaat içindeki "Derin Damar" farklı gruplar oluşturdu. Bu farklı birimler zaman içerisinde büyüdü. Mesela ben 1996 yılında 40 maddeden oluşan "Cemaatin kırılma noktaları" diye bir rapor hazırlayıp Fethullah Gülen ve Cemaatin ileri gelenlerine göndermiştim. Bu raporda, cemaat içindeki gruplaşmaların birbirini dinlemediklerinden veya o yapıların başındakilerin enaniyetlerinin kuvvetlenmesinden dolayı ileride büyük problemler yaşayacağını söylüyordum. Nitekim de öyle oldu. O dönemlerdeki gruplaşmalar derin yapılara dönüştü.
FETHULLAH GÜLEN ŞERİK KABUL ETMEZ!
- Kemalettin Özdemir'in Gülen Cemaati'nden ayrılmasını da böylemi değerlendirmek gerekir?
- Kemalettin Özdemir meselesi daha farklı. Kemalettin Özdemir Cemaat içinde derin bir yapı kurmadı. Sadece Fethullah Gülen'in otoritesine baş kaldırdı. Kemalettin Özdemir polis hizmetlerinin uzun yıllar imamlığını yaptı. Diyebilirim ki polis hizmetleri onun vesilesiyle bu durumlara geldi. Kendisi hadis profesörüdür. "Biz de hocayız" deyince problemler de başladı. Fethullah Gülen kesinlikle şerik kabul etmez. Yani imamsa ölene kadar imamdır. Bu aslında Fethullah Gülen'in liderliğinden kaynaklanıyor. Karizmatik liderler 1 değer ifade ediyorsa diğerleri sol tarafta hep sıfırdır. Bütün cemaatler için bu durum böyledir. Bu sıfırlardan bazıları böyle zaman içerisinde başkaldırabiliyorlar.
GÜLEN'İN İLK TALEBESİ LATİF ERDOĞAN'A BİLE SALDIRIYORLAR
-Başkaldıran ilk ve tek isim Kemalettin Özdemir miydi? - Hayır. Cemaat içerisinde kendisine güvenen isimler zaman içerisinde başkaldırmaya başladı. Gülen'in dost bildikleri, en yakınındakiler bu süreç içerisinde hizmeti terk etti. İlk başkaldıran isim ise Gülen'in ilk talebelerinden Latif Erdoğan'dır. Hizmetin her kademesinde her aşamasında görev yapan Latif Erdoğan bugün tamamıyla Cemaat'ten ayrıdır. Uzun zamandır Akit Gazetesi'nde yazılar yazıyor. Hatta Gülen Cemaati'ni eleştiren röportajları da yayınlandı aynı gazetede. Zaman Gazetesi, şimdi Fethullah Gülen'in ilk talebesi olan ve hizmetin bütün kahrını çekmiş Latif Erdoğan'a saldırıyor. Hem de Latif Erdoğan'ın ailesini kullanarak yapıyor bunu… Ne diyebilirim çok yazık!
KEMALETTİN ÖZDEMİR GÜLEN'İN GÜÇ HASTALIĞI YÜZÜNDEN BAŞKALDIRDI
-Kemalettin Özdemir'in Cemaat'ten kopuşu nasıl gerçekleşti. - Kemalettin Özdemir'in polis hizmetlerinin içerisinde otoritesi artınca "zararlı olabilir" endişesiyle o görevden alıp Afrika'ya imam olarak gönderdiler. Afrika'daki hizmetlerin ciddi biçimde ivme kazanmasına büyümesine vesile oldu. Fakat dediğim gibi otoriter liderlerde her zaman paranoya ve şüphecilik vardır. En yakın arkadaşlarının kendilerine tuzak kurduğunu düşünürler. Ben Gülen'de bu tür şüpheciliğin varlığını 1994'te görmüştüm. "Fethullah Gülen güç ve iktidar hastalığına yakalandı" demiştim o dönemde… Gülen'in otoriter kişiliği, ister istemez kendisinin iktidarını sarsma ihtimali olan insanların önünü kesti. Kemalettin Özdemir olayı tamamıyla böyle bir olaydır. Cemaat de zaten bunu kendi basın yayın organlarında yazdı. Bu sürecin sonunda abi dedikleri Kemalettin Özdemir hain ilan edildi. Hakkında bir sürü düzmece şeyler yayınlandı.
Kemalettin Özdemir Bediüzzaman Said Nursi'nin talebelerinden Said Özdemir abinin oğludur ve tanıdığım kadarıyla takva sahibi biridir. Yanında kadından, kızdan bahsedince yüzü kızarır. Onun bile bu tarz görüntülerini yayınladılar. Bu derin yapı demek ki bu kadar çirkinleşebiliyor. Bir yapı kendi yetiştirdikleri değerleri yemeye başlarsa, o yapı yıkılışa doğru gidiyor demektir.
HANEFİ AVCI CEMAAT İÇİ ÇATIŞMANIN K
RBANI OLDU -
Hanefi Avcı da bu yapının özellikle emniyet istihbarat da güçlenmesini sağlayan isim olarak bilinir. Ancak Hanefi Avcı'nın sonraki yıllarda Cemaat ile yolları ayrıldı. Kitap yazdı ve hapse girdi. Hanefi Avcı meselesini nereye bağlıyorsunuz? - Hanefi Avcı, cemaatin polis içerisinde ve özellikle istihbarat ve teknik takip bölümlerinde kadrolaşmasının baş temsilcisidir ki zaten bunu kendisi de itiraf ediyor. Ben olayların buralara geleceğini yazmıştım. Hanefi Avcı'nın tutuklandığı günlerde "Hanefi Avcı Cemaat içi çatışmanın kurbanı mı oldu" diye bir yazı yazmıştım. Polis içerisindeki yapılanmanın ileride kontrolden çıkacağını, AK Parti ile problemlerin çıkmasına neden olacağının altını çizmiştim. Hanefi Avcı Cemaatin polis hizmetlerindeki çatışmanın maalesef kurbanı oldu . Bence kesinlikle yeniden yargılanmalı ve en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşmalı. Bir gün bile içeride kalması Hanefi Avcı'ya haksızlık olur.
GÜLEN'İ YILLAR ÖNCE DERİN YAPI KONUSUNDA UYARDIM
-Peki Cemaat içindeki bu derin damar sayı ve etki olarak çok güçlü mü?
- Önce şunu söyleyeyim. Bu derin damar polisin içinde de olabilir, yargının ve medyanın içinde de olabilir. Derin damar operasyonlarına 1996 yılında başladı. Ben Fethullah Gülen'e yazdığım "Cemaatin Kırılma Noktaları" raporunda bunları yazdım. Cemaat'teki MİT operasyonları bu maddelerden bir tanesidir. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu "Bizim tarla çoktan sürülmüştü" demişti ya. Fethullah Gülen'in tarlasını 1980'li yıllarda sürmeye başlamışlardı. Şimdi yaşadıklarımız işte bu Cemaat içindeki derin yapının operasyonlarıdır.
CEMAATİN DERİN YAPISI FETHULLAH GÜLEN'İ MANİPULE EDİYOR
-Bu derin yapı Fethullah Gülen'i de yanlış mı yönlendiriyor? - Şöyle söyleyeyim. Her şey dershanelerin kapatılması girişi ile başladı deniliyor ya. Aslında dershanelerin kapatılma meselesi AK Parti'nin kuruluş tüzüğünde var. Başbakan "dershaneleri kapatacağım" dediğinde Fethullah Gülen'e bilgiler çok farklı gitti. 28 Şubat sürecinde de 5. kata böyle farklı farklı bilgiler gelirdi. Bir korku atmosferi oluşturulurdu. Bugün de aynısı yapıldı. Gülen'i tahrik ederek iktidar ile savaşın fitilini ateşlediler. "Dershaneler namusumuzdur" diyen Cemaat yazarlarının, sosyal medya kahramanlarının, TV yorumcularının bugün dershaneleri ağzına almaması size normal geliyor mu? Hani dershaneler meselesi çok önemliydi? İktidarı bitirmeye karar vermiş bu derin yapı, dersaneler meselesini bir sos, bir malzeme, bir enstruman gibi kullandı.
17 ARALIK OPERASYONUNUN HEDEFİ ERDOĞAN'DIR
-17 Aralık operasyonunun arkasında Cemaat olmadığını söyleyen Cemaat yazarları da var. Bu konuda siz ne söylemek istersiniz? - Birer birer isimlerini söyleyerek insanları zor durumda bırakmak istemiyorum. Ancak şunu açık biçimde söyleyebilirim. 17 Aralık çok açık bir şekilde bu paralel yapının operasyonudur. Aynı cemaat yazarları "Cemaatin savcıları, polisleri olmasa Ergenekon ve Balyoz davaları olmazdı" diye açık açık yazıyor. O savcılarla bu savcılar aynı değil mi? Ergenekon davasını Cemaatin savcıları açtı deyip, 17 Aralık operasyonu ile bizim alakamız yok demek nasıl oluyor? Kamuoyunu aptal yerine koyuyorlar bari bize yapmasınlar. Madem bu savcıların ve polislerin sizinle alakası yok neden görevden alındıklarında arkasından ağıt yakıyorsunuz, beddua seansları yapıyorsunuz? Bir de soru sorayım bu arkadaşlara: Dershanelerin kapanması gündeme gelmeseydi, AK Parti iktidarı size sınırsız imkan sunmaya devam etseydi 17 Aralık operasyonu olur muydu? Türkiye'de buna "Evet olurdu" diyecek tek bir insan var mıdır merak ediyorum. Gerçekler bu kadar açık şekilde ortada iken hala ekrana çıkıp "bizim 17 Aralık operasyonu ile 7 Şubat MİT operasyonu ile alakamız yok" demeleri ikiyüzlülükten ve samimiyetsizlikten başka bir şey değildir. Benim AK Parti iktidarına özellikle İslami noktalarda birçok eleştirilerim var ama şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim. 17 Aralık operasyonu çok açık bir şekilde Başbakan Erdoğan'ı hedef almış ve ülkeyi büyük zararlara uğratmıştır.
İNFİAL OLACAĞINI BİLE BİLE BEDDUA VİDEOSUNU YAYINLADILAR
-Beddua konusuna gelelim. Fethullah Gülen beddua ederek kamuoyu desteğini kaybetti. Bu çıkışı neden yaptı? - İnanın bunu ben de merak ediyorum. Cemaatteki arkadaşlar beddua videosu yayınlandıktan sonra beni arayıp "Hoca efendi cinnet mi geçirdi" diye soruyorlar. Cemaatin üst düzeyindeki insanlar bile Gülen'in beddua çıkışına bir anlam veremiyor. Benim cevabını veremediğim başka bir soru var. Diyelim ki Fethullah Gülen değişik bir ruh hali içerisinde bedduayı etti. Peki o videoyu herkul.org sitesinde yayınlayanlara, cemaat medyasında köpürtenlere ne demeli? Onlar bunun kamuoyunda infiale neden olacağını tahmin edemediler mi? Hiç mi aklı çalışan bir insan yok içlerinde? Ben onları da çok masum görmüyorum.
İSRAİL'E, ÇEVİK BİR'E SUSAN GÜLEN, MÜSLÜMAN BAŞBAKAN'A NEDEN SALDIRIYOR?
-Telefon görüşmelerinden ve beddua çıkışından Fethullah Gülen'in Erdoğan'a çok öfkeli olduğunu görüyoruz. Sizce bu öfkenin sebebi nedir?
- Mavi Marmara olayında İsrail gibi bir terör devletini, katil bir devleti otorite sayan Gülen, neden Müslüman bir Başbakan'ı otorite olarak kabul etmiyor?
28 Şubat döneminde Çevik Bir'e "Şerefli General, gel bizim okullarımızı şereflendir, okulları sana devredelim" diyen Gülen, Başbakan'a neden aynı sözü söylemedi?
Gülen "Sayın Başbakanım, aynı kıbleye yöneliyoruz, Allah'ımız, Peygamberimiz bir, dershaneler sana kurban olsun" deseydi belki dershaneler de kapanmazdı, tasfiyeler de yaşanmazdı, itibar kaybına da uğramazdı. Peki bunu neden yapmadı?
Çünkü cemaatin içindeki derin damar Gülen'i manipule etti. Cemaatin AK Parti iktidarını devirecek güçte olduğunu Gülen'e inandırdılar. Gülen de büyük bir risk alarak iktidara saldırdı ve bu operasyon her açıdan başarısız oldu.
FETHULLAH GÜLEN KANDIRILDIĞINI ANLADI, O YÜZDEN SUSUYOR
-Peki Fethullah Gülen yanlış yaptığını anlamış mıdır?
Bence anladı. Beddua videosu sanırım 22 Aralık'ta yayınlanmıştı. 22 Aralık'tan yana herkul.org sitesinde yeni çekilmiş tek bir videosu yayınlanmadı. Fethullah Gülen yanlış yönlendirildiğini anladı. Biraz da çaresiz olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden susuyor. Şu an ellerindeki son mermileri de atıyorlar ama siyasi üstünlük iktidarın artık eline geçti. Cemaatin sokakta bir itibarı kalmadı. Yeminli AK Parti düşmanları bile polis-yargı darbesinden Cemaati sorumlu tutuyor. 40 yıllık hizmeti operasyoncuların elinde oyuncak yaptılar, yazık ettiler…
GÜLEN "ZAMAN YAZARLARININ YÜZÜNDE NUR KALMAMIŞ" DEDİ
-Fethullah Gülen susuyor ama Cemaat medyası tartışmayı tırmandırmaya devam ediyor. Tansiyon düşecek gibi görünmüyor.
- Eviniz camdansa başkalarının evine taş atmayacaksınız. Bu Gülen'in çok kullandığı bir sözdür. Size bir örnek vereyim. Zaman Gazetesi, Fethullah Gülen'in bir konuşmasını sürmanşetten veriyor: "İncinsek de incitmeyeceğiz." Sayfaları çeviriyorsunuz başta Genel Yayın Yönetmeni olmak üzere bütün zaman yazarları "Firavun, Yezid, hırsız" diyerek Başbakan'a saldırıyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Size bir şey söyleyeyim. 1990'lı yıllarda Fethullah Gülen Zaman Gazetesi'ni ziyarete gelmişti. Çıkıştı benim de içinde bulunduğum Zaman çalışan ve yazarlarını kastederek "Hiçbirinin yüzünde nur kalmamış" demişti. Bu söz bugünkü manzarayı anlatma bakımından çok önemlidir.
SİYASETE SAVAŞ İLAN ETMEK İSKENDERPAŞA CEMAATİ'NİN SONUNU GETİRDİ
-Peki sizce bu Cemaat-AK Parti kavgasını kim kazanır?
Şu an için bir hasar tespit raporu alma imkânımız olmadı ama sizce en büyük hasarı kim almıştır?
- Bakın 1980'li yıllarda İskenderpaşa Cemaati vardı. Televizyonu, gazetesi, okulları, yurtları, radyosu, hastanesi, yayınevleri, dernekleri, vakıfları, turizm şirketleri, inşaat ve otomotiv kuruluşları vardı. İslam Dergisi diye bir güzel bir dergi çıkarıyorlardı ve bu dergi 100 binden fazla satıyordu. Bu cemaat için "Görünmeyen Üniversite" kitapları yazıldı. Bürokraside İskenderpaşa Cemaati kökenli olmak bir ayrıcalıktı. Bu cemaat bir gün Milli Görüş lideri merhum Erbakan ile kavgaya tutuştu. Partiden kimin dediği olacak kavgası büyüdü. Sonuçta bu kavgada siyaset kazandı. O koca cemaat bugün ikiye ayrılıp adeta yok oldu gitti. Milli Görüş geleneğinden gelen AK Parti ise bugün hala iktidarda. Siyaset-Cemaat kavgalarının galibi hep siyaset kurumu olmuştur. Bugün de öyle olacak. Cemaat bunu anlamalı ve "zararın neresinden dönersek kardır" diyerek bu kavgayı bitirmeli.
BBP'Lİ DESTİCİ VE SP'Lİ KAMALAK GEÇMİŞİ ÇABUK UNUTUYOR!
-BBP Lideri Destici ve SP Lideri Kamalak'tan cemaate destek mesajları verdiklerini medyadan takip etmişsinizdir. Bu iki siyasi hareketi de yakından tanıyan biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
- BBP boşuna cemaate yanaşıyor oy alırım diye. Cemaat gaz verir ama menfaati yoksa asla oy vermez. Büyük Birlik Partisi'nin eski Genel Başkanı Yalçın Topçu "Merhum Yazıcıoğlu bugün hayatta olsa vesayetin değil siyasetin yanında olurdu" diyerek son noktayı koydu. Bence de Yazıcıoğlu siyasete yapılan operasyonların karşısında olurdu. Saadet Lideri Kamalak'a gelince. Kendisine sadece 28 Şubat döneminde Gülen'in merhum Erbakan için "Beceremediniz artık gidin" dediğini, "Erbakan'a hiç kanım ısınmadı" şeklindeki sözlerini hatırlatıyorum. Saadet Partililerin 28 Şubat manşetlerine bir göz atmalarında fayda var. Menfaatçi davranmasınlar. Geçmişi çabuk unutuyorlar.
PEYGAMBERİMİZİ BİLE KULLANIYORLAR, ASIL BU GAYRETULLAH'A DOKUNUR!
-Fethullah Gülen ve Cemaatin ileri gelenlerine ait olduğu iddia edilen bazı ses kayıtları düştü internete. Bunları dinleme imkanınız oldu mu?
- Evet, maalesef dinledim. Hizmet hareketinin bu kadar siyasetin içine batmış olmasını bu kadar dünyeviyeşmesini üzülerek izliyorum. Anadolu sermayesine karşı İstanbul sermayesinin desteklenmesi, Ümmetin değil batının, ABD'nin, İsrail'in çıkarlarının savunuluyor olması anlaşılır gibi değil. Bunları yaparken Hz. Peygamberin de bu işe alet edilmesi gerçekten çok üzücü. Rüyalarla hizmete motive etmeye çalışıyorlar. İşte bu Gayretullah'a dokunur! Hizmetin samimi, ihlâslı insanlarına büyük haksızlık yapılıyor. Umarım bu insanlar da en kısa zamanda gerçeği görür.
FETHULLAH GÜLEN İSTERSE BU KAVGAYI BİTİRİR
-Sizce kavga nasıl biter?
- Bu kavganın bitişi Gülen'in iki dudağının arasında.
Dirayet gösterirse bir açıklama yaparak kavgayı bitirebilir. Eğer bu kavganın Gülen'i de aşan uluslararası bir boyutu yoksa Gülen bunu yapabilir. Bence hizmet bundan sonra da ilkeli bir şekilde insan yetiştirmeye devam etmeli. Diğer gönüllü kuruluşlar gibi onların birey olduğunu kabul etmeli. O eğitim kurumlarından çıktıktan sonra o insanların peşini bırakmalı. O insanları paralel yapının kadrolu bir elemanı olarak görmekten vazgeçmeli. Hem Cemaate hem de bu insanlara zarar veriyorlar. Türkiye'deki hiçbir iktidar artık bu paralel yapının büyümesine, bürokrasiyi ele geçirmesine izin vermez."
(Kaynak: Sabah Gazetesi/Hürseda Haber,04.02.2014)
Dostları ilə paylaş: |