İDDİA: Türkiye toplumu komplo teorileri üzerinde yüzmektedir. Türkiye’deki yaygın İslamcı şiddet bir takım komplo teorileri ile açıklanılmaya çalışılmaktadır. Örneğin Malatya’da 2007 yılında üç misyonerin İslamcı gençler tarafından öldürülmesini hazmedemeyen İslamcılar, bu cinayeti “derin devlete” mal etme çabası içindedirler.
GRUP DEĞERLENDİRMESİ:
Savcıların hazırladıkları iddianameleri ve bunların delillerini bir komplo teorisi olarak göstermeye çalışmanın bizatihi kendisi bir komplo teorisidir. Türkiye’de daha önce pek çok cinayet İslamcı gruplara mal edilmeye çalışılmış ve bunların arkasından hep bir derin devlet parmağı ortaya çıkmıştır. Uğur Mumcu cinayeti, Danıtay Saldırısı, Cumhuriyet gazetesi bombalamaları, ilk önce İslamcılara mal edilmiş ancak daha sonra bunların toplumda var olan gerilimleri yoğunlaştırmak için atılmış adımlar olduğu ortaya çıkmıştır. Malatya’daki misyoner katliamının derin devlet bağlantılı bir cinayet olduğu, faillerinin İslamcı değil, aşırı milliyetçi kişiler olduğu ortak bir kanıdır ve daha sonra ortaya çıkan “Kafes eylem” planı da bütün bu ortak kanıyı doğrulamıştır.
2) ERGENEKON DAVASI SİYASİ BİR DAVADIR
Fevzi Gümüş (Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı):
Ergenekon, buzdağının sadece görünen yüzü. Ergenekon iddianamesindeki çerçeve çok kısıtlı. Bu araştırmalar, 30 yıl öncesine Maraş`a kadar gitmeli. Ergenekon çok önemlidir, ama yeterli değil. Maraş`tan 15 yıl sonra Sivas Madımak`ın önünde ortaya çıkan o karanlık el, eğer yakalayabilirseniz, ta Maraş`a kadar gider.36
|
İDDİA: AKP Hükümetinin gerek Ergenekon’un varlığını ve gerekse eylemlerini çok uzun süreden beri bildiği iddia edilmektedir. 2002 tarihli Balyoz kod isimli darbe planının, 2009 yılında soruşturmaya konu ediliyor olması da Ergenekon dava sürecinin siyasi yapısını gözler önüne sermektedir.
GRUP DEĞERLENDİRMESİ
Ergenekon veya derin devlet veya askeri vesayet Türkiye de her zaman vardı ama bunun üzerine gidecek toplumsal ve siyasi bir irade yoktu. Üzerine gitmeye kalkanlar da bedelini en ağır şekillerde ödemişlerdir. Örneğin savcı Ferhat Sarıkaya37 ve Sacit Kayasu38, askeri vesayet sisteminde gedik açmayı amaçlayan iddianamelerinin bedelini tüm kariyer ve meslek yaşamlarının sona ermesi ve adeta bir tür “medeni ölüm cezasına” (civil death) çarptırılarak ödemişlerdir.
Sonuçta Ergenekon davası bir bütün olarak bakıldığında askeri vesayet sistemi ile mücadele etmektedir. Hükümetin 2002 yılında bu Balyoz planını bilip bilmediğini teyit edemeyiz. Ancak, bu davanın delilleri 2009 yılında ortaya çıkmış ve bunun üzerine dava açılmıştır.
Unutulmamalıdır ki Ergenekon dava süreci başlayıncaya kadar, “derin devlet” bağlantılı suçlarda sanıkların ifadesi bile alınamamıştır. Güneydoğudaki binlerce faili meçhulden sorumlu tutulan JİTEM’in kurucusu ve Susurluk skandalının39 baş kahramanı Emekli General Veli Küçük’ün daha önce Meclis Araştırma Komisyonunun önüne çıkartılabilmesi bile mümkün olmamıştır.
Ayrıca hükümet bu darbe planını biliyor olsaydı bile, ortada delilleri yoktu. Bu tür “derin devlet davalarının” kademeli olarak ilerlemesi Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Örneğin İtalya’da da “Gladio” nun varlığı eskiden beri bilinmekteydi. Ancak delil durumu ve siyasi konjonktür uygun olduğunda “Gladio” davası başlayabilmiştir.
İDDİA: Ergenekon örgütünün üyeleri birçok suçun yanı sıra darbe planlamak, cephane depolamak ve suikast planları tertip etmek ile suçlanmaktadırlar. Ancak dava belli bir aşamadan sonra Generalleri, seküler gazeteci ve akademisyenlerin de içine alacak şekilde muazzam bir genişlemeye ulaşmıştır. Bu kişiler AKP’ye muhalif oldukları için hedef alınmıştır.
GRUP DEĞERLENDİRMESİ:
Türkiye’de derin devletin ve gizli örgütlenmenin oldukça eski bir tarihi vardır. Örneğin İttihat ve Terakki40 İtalya’daki Carbonari41 örgütünü kendisine örnek almıştır; hiçbir üyesi bir diğerini tanımaz, ama bu birbirini tanımayan üyeler aynı amaç için çalışırlar.
Ergenekon da bu şekilde yapılanmış bir örgüttür. Örgütün, lobi ayağı, askeri ayağı, medya ayakları mevcuttur. Ergenekon’un temel dokümanına göre, örgüt 1999 yılında yeniden yapılanarak asker ve sivillerin birlikte çalıştığı bir yapıya bürünmüştür.
Farklı meslek gruplarından, farklı sosyal grup ve katmanlardan gelen bütün bu insanların ortak özellikleri tamamının Milliyetçi olması, ulus devletin üstünlüğüne inanmaları ve Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılmasına karşı olmalarıdır.
Ayrıca asker ve sivillerin, bir darbe için ortak hareket etmeleri de Türkiye tarihi bakımından yeni bir olgu değildir. 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 askeri darbeleri de, asker ve sivillerin birlikte hareket ederek hazırladıkları müdahalelerdir. Şu anda Ergenekon sanığı olan bazı gazeteciler geçmişte de, askeri darbelerin hazırlanmasına katıldıkları için yargılanmışlardır42.
Ergenekon şu anda iktidarda bulunan hükümete karşı darbe yapmayı planlıyordu. Bazı gazeteciler ve öğretim üyeleri de, bu darbe hazırlıklarındaki rolleri nedeniyle kovuşturmaya uğramışlardır. Bu kişilerin hükümete muhalefet ettikleri için tutuklandıklarını iddia etmek açık bir çarpıtmadır. Bu gazeteci ve akademisyenlerden çok daha sert bir şekilde hükümete muhalefet eden gazete ve yazarların43 hiç birisi tutuklanmamıştır.
Generallerin yargılanmaları ise savcıların buldukları ve ellerine geçen yeni delillere dayanmaktadır. Bu kişiler ya Ergenekon üyesi oldukları veya Kafes eylem planı44, İrtica Eylem Planı45 ve Balyoz darbe46 planı içerisindeki yer ve konumlarından dolayı yargılanmaktadırlar.
İDDİA: Ergenekon davası siyasi bir dava olduğu için, gerçek bir temizlik ve iyileşme imkânını ortan kaldırmakta, asıl olarak soruşturulması gereken “derin devlet” bağlantılı suçların üzerini örtmekte ve bunların ileride aydınlatılması ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.
GRUP DEĞERLENDİRMESİ:
Ergenekon davası bir süreçtir ve davanın yarattığı genel atmosfer içerisinde Türkiye’nin karanlık geçmişine ilişkin başka bazı davaların açılabilmesi de mümkün olmuştur. Örneğin JİTEM’in Türkiye’nin Güneydoğusundaki yargısız infazlarını konu alan Temizöz davası47 bunlardan bir tanesidir.
Otoriter bir devletin yarattığı bütün sorunlar Ergenekon davası ile çözülmüyor, ama Ergenekon davası bu suçların üstünü de örtmüyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde askerlerin belirleyici rolü cumhuriyetin başlangıcından bu yana olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti siyasi yaşamının 1/3’ü sıkıyönetim altında geçmiştir. Askeri vesayet Türkiye’deki siyasi ve sosyal yaşamın tüm yüzeylerine damgasını vurmuştur.
Türkiye 1980 yılında kanlı bir askeri darbe ile karşı karşıya kalmıştır. Bu darbenin ardından Türkiye’nin tüm yasal mevzuatı askerler tarafından elden geçirilmiştir. Askerlerin zaten sahip oldukları dokunulmazlıklar, yasal olarakta kılıfına uydurulmuştur. 1980 ve takip eden zaman içerisinde bir korku devleti yaratılmıştır. Bu korku devletinin içerisinde en önemli unsurlardan bir tanesi de askerlerin işledikleri suçlar bakımından neredeyse mutlak bir yargı ve ceza bağışıklığı (absolute impunity against prosecution and punishment) oluşturulmuş olmasıdır. Ergenekon davası ile bu ceza bağışıklığına bir son verildiğine tanık oluyoruz.
Ergenekon dava süreci Türkiye’nin arınması için çok önemli bir başlangıçtır ama davanın önemli eksikleri de varır. Örneğin, Ergenekon mahkemesinin “müdahillik” taleplerine soğuk yaklaşımı, davanın sivil toplumdan alacağı desteği zayıflatmıştır. Ancak en son Poyrazköy ve Kafes iddianameleriyle açılan davalarda bu tutumun da olumlu bir şekilde değiştiğini gözlemlemekteyiz.
Bütün bular olurken, Ergenekon davasının “derin devlet” bağlantılı suçların üzerini örttüğünü iddia etmek çok açık bir manipülasyon ve çarpıtmadır. Ergenekon davası Türkiye’nin hukuk devleti olma yönünde attığı oldukça önemli bir adımdır ve bu genel iyileşme (sekteye uğramadan) ilerleyebilirse, daha büyük bir temizliği de kaçınılmaz olarak beraberinde getirecektir.
İDDİA: AKP ve taraftarları Ergenekon soruşturmasını daha ilk günden itibaren gözü kapalı bir şekilde benimsemişlerdir. Başbakan Erdoğan Ergenekon soruşturmasını İtalya’da 1990’larda devlet içerisindeki temizliğe benzetmiş; Ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Deniz Baykal Erdoğan’ı, soruşturmada savcı gibi davranmakla suçlamıştır.
Bu davayı ve süreci Türkiye’de sadece AKP’liler desteklememektedir. Liberaller, Solcular, Gayri Müslümanlar, Dindar Müslümanlar, kısacası ortak paydası demokrasi ve hukuk devleti olan tüm katman ve kesimler bu davayı desteklemektedirler. Erdoğan’ın, partisine darbe yapmayı planlan bir örgüte karşı açılan bir davayı destemeklesinden daha doğal ne olabilir ki? Asıl burada dikkat çeken CHP lideri Deniz Baykal’ın durumudur. Deniz Baykal soruşturmanın en başında kendisini Ergenekon’un avukatı48 ilan etmiştir.
Ergenekon davası hukuk yoluyla bir temizliği ifade ettiği için çok önemli ve olumlu bir dava olarak algılanmaktır ve ön açıcı bir davadır. Hukuk eliyle sistem içinde yaşanan temizliktir.
.
3) ERGENEKON SORUŞTURMASI TÜRKİYEDE BİR KORKU İKLİMİ YARATMIŞTIR
Sarkis Seropyan, Editor of Agos, Turkish Armenian weekly jurnal:
“If Hrant were alive and saw the Ergenekon case, he would have been over the moon… He would have supported the Ergenekon case much more than what we are able to do at Agos. He would not have been satisfied just by presenting the news related to Ergenekon… It was his dream that those people’s masks would drop.”49
|
İDDİALAR:
Ergenekon davası bir cadı avına dönmüştür. Yasa dışı telefon dinlemeleri, suç delili olmaksızın insanların evlerinden alınıp tutuklanması büyük bir korku iklimi yaratmıştır. Türkiye bir korku devletine dönüşmüştür.
GRUP DEĞERLENDİRMELERİ:
Ergenekon soruşturması ve dava süreci bu iddianın tam tersine, Türkiye’deki korku devletinin yıkılması yönünde bir umut yaratmıştır. Ergenekon dava süreci, devlet içinde çöreklenmiş belli grupların ve onlarla bağlantılı hareket eden sivillerin ceza bağışıklıklarına bir son vererek, derin devletin sürekli olarak hışmına uğramış olan Kürtler, Gayrimüslimler ve muhalif gruplarda Türkiye’ye tam ve gerçek bir demokrasinin geleceği umudunu ortaya çıkarmıştır.
Türkiye’nin Güneydoğusunda meydana gelen on binlerce yargısız infaz, binlerce köy yakma ve boşaltma eylemlerinin failleri hiçbir zaman cezalandırılmamıştır. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde, bu köy yakma ve yargısız infazlar nedeniyle aldığı sayısız mahkûmiyete rağmen, bu eylemlerin faillerini hiçbir zaman yargı önüne çıkarmayı başaramamıştır. 1990’lı yıllarda adı Türkiye’nin Güneydoğusunda meydana gelen neredeyse tüm yasa dışı eylemlerle birlikte anılan JİTEM’in varlığı halen daha askeri yetkililerce kabul edilmemektedir. Ancak JİTEM’in kurucu ve yöneticilerinin bir kısmı Ergenekon davasında, bazıları da yine Ergenekon davasının yarattığı genel iklim sayesinde açılması mümkün olan Temizöz davasında yargılanmaya başlanmışlardır.
Ergenekon davasının açılmasından sonra Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler, cemaatlerine yönelen tehdit ve saldırılarda gözle görülür bir düşme olduğunu her vesileyle dile getirmektedirler50. Yine keza, daha önce içlerinde Orhan Pamuk, Elif Şafak, Murat Belge gibi Türkiye’nin önde gelen entelektüellerinin “Türklüğe hakaret” suçlamalarıyla yargılanmaları da, halihazırda Ergenekon davasında yargılanmakta olan aşırı milliyetçi kişilerin girişimleri sonucu meydana gelmiştir. Yine bu kişilerin açtırdıkları davalar nedeniyle hedef haline getirilen Türkiye Ermenisi Hrant Dink, Ergenekon sanıklarından Veli Küçük’ün yargılandığı davayı “izlemek” için mahkemeye gelmesinin ardından kısa bir süre sonra vurularak öldürülmüştür.
Dolayısıyla’da Ergenekon davası bir cadı avı falan değil, geçmişle yüzleşme ve derin devletin açığa çıkarıldığı bir arınma, bir temizlik hareketidir.
Türkiye’de telefonların dinlenmesi ve iletişimin takip edilmesi demokratların ve muhaliflerin sürekli olarak yakına geldikleri bir konu olmuştur. Ancak Ergenekon davası özelinde ortaya atılan iddialar kasıtlı olarak, bir birleriyle alakasız hususların bir araya karıştırılması sonucu ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’de son yıllarda kişilerin özel yaşamlarına veya kamusal rollerine ilişkin olarak internete ve medyaya sızan dinlemeler olmuştur. Bunlar yasa dışı araç ve yöntemlerle elde edilen dinlemelerdir ve hiçbir şekilde tasvip edilmeleri mümkün değildir. Ancak, Ergenekon dava dosyası içinde de çok sayıda “dinleme” dökümleri delil olarak yer almaktadır. Bu dinlemelerin, yasal mevzuata uygun bir şekilde, hâkim kararıyla yapıldığı görülmektedir. Dinlemelere ilişkin yürütülen tartışmalarda, sanki yukarıda söz edilen yasadışı dinlemeler Ergenekon dava dosyasında delil olarak kullanılıyormuş gibi, kafa karışıklı yaratma kastıyla ortaya atılan iddialar söz konusudur. İnternete düşen hiçbir dinleme hiçbir davada, hiçbir iddianamede delil olarak kullanılmamıştır.
4) ORDUNUN DARBE PLANLADIĞI DOĞRU DEĞİLDİR
Olli Rehn: (Member of the European Commission responsible for Enlargement)
"Geçen yıl Türkiye'de sivil-asker ilişkileri bağlamında önemli gelişmeler yaşandı. Devam eden Ergenekon davası, Türkiye'deki demokratikleşme çabalarının kilididir. Türk vatandaşları bu soruşturmanın sonunu görmeyi gerçekten hak ediyorlar ve bütün zanlıların adil yargılanması için gerekli tüm önlemlerin alınmasını haklı olarak bekliyorlar.”51
|
Ergenekon davaları kapsamında çeşitli darbe iddiaları ve eylem planları da soruşturulmaktadır. Bu darbe soruşturmalarından bir tanesi Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un Başını Çektiği darbe planlarıdır. 2003-2004 dönemini kapsayan bu darbe planı dört aşamalı olarak hazırlanmıştır52. Darbenin ilk aşamasının kod adı “Sarıkız”dır. Bu plan çerçevesinde bir toplumsal mobilizasyon yaratılması öngörülmektedir. Bu aşamada tıpkı 1960 askeri darbesi öncesinde olduğu gibi, üniversite gençliği ve sivil toplumun iktidardaki hükümet aleyhine gösteriler yapması teşvik edilecektir. Darbenin “Ayışığı” kod ismi verilen ikinci aşamasında, cuntanın kendisine ayak bağı olarak gördüğü dönemin genelkurmay başkanı Hilmi Özkök’ün istifaya zorlanması planlanmıştır. “Yakamoz” kod isimli plan, darbenin fiilen nasıl yapılacağını; “Eldiven” kod isimli plan da, darbe sonrası yapılacakları açıklamaktadır.
Dönemin 1. Ordu Komutanı Ogeneral Çetin Doğan’ın başkanlığındaki bir cuntanın hazırladığı öne sürülen “Balyoz” darbe planı ise, ülkede bir kaos ortamı yaratarak, tıpkı 12 Eylül 1980’de yapılan türden bir darbeyi hayata geçirmeyi öngörmektedir.
İDDİALAR: En son ortaya çıkarılan “Balyoz darbe” planının 5000 (beşbin) sayfadan oluştuğu söylenmektedir. Türk ordusu darbe yapacak olsa neden bu kadar detaylı plan yapsın ki, doğrudan doğruya iktidara el koyabilir. Ayrıca, Balyoz darbe planının detaylarına göre, İstanbul’un tarihi camilerinin bombalanması ve ordunun kendi savaş uçağını düşürmesi gibi saçma detaylar mevcuttur. Oysa ordu bu darbe planlarını tamamen reddetmektedir.
GRUP DEĞERLENDİRMESİ:
Balyoz darbe planının kendisi 5000 sayfa değildir. Beşbin sayfa diye referansta bulunulan dava dosyasına dahil olan tüm evraklardır. Dava dosyasına dahil olan evraklara örnek vermek gerekirse53, bunlar; darbe hazırlık toplantılarının ses kayıtları, “çok gizli” kaydı altındaki resmi harekât emirleri, sıkıyönetim ve darbe zeminini hazırlama amaçlı Çarşaf, Sakal, Suga ve Oraj kod adlı eylem planları, darbe sırasında gerçekleştirilecek gözaltı ve el koyma süreçleri ile darbe sonrasında uygulanacak hükümet programı bu belgelerde en ince ayrıntısına kadar yer almaktadır. Ayrıca, darbe sırasında görev alacak personel ve sorumlulukları, gözaltına alınacak gazetecilerin isimleri ve darbecilerin öngördüğü bakanlar kurulunun üyeleri de tek tek listelenmiştir. Yine iç yazışmalar, power point sunumları, orijinal antetli askeri CD’ler, harekât planları ve darbe planının konuşulduğu toplantının kesintisiz ses kayıtları ve planın icra aşamasına geçtiğini gösteren çok kapsamlı fişleme tutanakları da bu belgeler arasında yer almaktadır.
Çarşaf ve Sakal kodlu eylem planlarına göre ise darbe ortamı yaratmak amacıyla Fatih ve Beyazıt Camilerinin Cuma günü bombalanması da planlanmıştır. Saldırıların ayrıntılarının yer aldığı krokiler de bulunmaktadır. Krokilere göre öfkeli kalabalığı, bombalama olayı sonrasında avluda toplamak hedeflenmiştir. Yine keza Ege’de uluslararası bir kiriz çıkarmak için, Yunanistan yapmış gibi gösterilerek, bir Türk savaş jetinin düşürülmesi de planlar arasında yer almaktadır.
Türkiye’de tüm darbelerden önce “olağanüstü” koşullar oluşmuştur ve “Balyoz” darbe planıyla da yine benzeri olağanüstü koşulların hazırlanmasının planlandığı görülmektedir. Bütün bu planlar, Türkiye’de askeri darbelerin nasıl yapıldığını ve Türk derin devletinin provokasyon alışkanlıklarını bilen kamuoyu için hiç de şaşırtıcı, ya da “fantastik” iddia niteliğinde değildir.
Türkiye’de 6-7 Eylül 1955 olayları, Atatürk’ün evine Selanik’te bomba atıldığının haberleri üzerine başlamıştır. Böylesi bir provokasyonu hayata geçirmek için, Atatürk gibi, nerdeyse Türkiye’de “kutsal” kabul edilen bir devlet adamının evine bomba atılmasından dahi çekinilmemiştir. Atatrürk’ün evine bomba atan istihbarat elemanı daha sonra vali54 olarak görevlendirilmiştir.
Cami bombalama ve uçak düşürülmesi gibi “saçma” planları hazırlamalarının mantığı, gerçekleştirileceği planlanan olayların kim tarafından çıkarılacağı, ne zaman gerçekleşeceği ve hangi siyasi sonuçlara yol açacağı düşünülerek hazırlanmasıyla bağlantılıdır. “Harp Oyunları” varsayımsal isimlerle gerçekleştirilir, fakat Balyoz Planı'nda gerçek isimler kullanılmıştır; var olan siyasi iktidarla ilişkili olduğu düşünülen 800 Subay ve Astsubay adlarının bulunduğu bir tasfiye edilecekler listesi hazırlanmıştır. Bu plan ve eklerinde sözü geçen, Hâkimlere, Savcılara hatta İmam-Hatip Lisesi müdürlerine varıncaya kadar bütün kişiler gerçektir.
İDDİA: Darbe hazırlıklarına ilişkin iddialar 2003-2005 yılları arasında Deniz Kuvvetleri komutanlığı yapmış olan Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlüklere dayandırılmaktadır. Polis kriminal raporu günlüklerin Özden’in bilgisayarında yazıldığını söylemekteyse de, Örnek bu günlükleri kendisinin tuttuğunu inkâr etmiştir. Bu Günlükler ilk olarak Nokta Dergisinde yayınlanmıştır. Bu Günlüklerin orduyu yıpratmak için İslamcı bir örgüte bağlantılı bir kişi tarafından çalınıp değiştirildikten sonra Noktaya gönderildiği iddia edilmektedir.
GRUP DEĞERLENDİRMESİ:
Bu tamamen dayanaktan yoksun ve saçma bir iddiadır. 2003-2005 arasındaki darbe planları sadece günlüklere dayanmamaktadır. Bu günlükleri doğrulayan pek çok darbe hazırlıklarına ilişkin iddialar ve somut olaylar mevcuttur. Eruygur’un bu dönemde başında bulunduğu Jandarma'nın yaptığı fişlemeler bilinmektedir. TSK subaylara günlük tutmayı tavsiye etmektedir. Özden Örnek'in kendisi de Ordu'da bütün Askeri öğrencilere günlük tutmalarını tavsiye etmesiyle bilinmektedir. Özden'in kendisi de askeri lise öğrenciliğinden itibaren, 1957 yılından bu yana günlük tuttuğu bilinmektedir. Özden Örnek’in sadece 2003-2004 yılları arasında tuttuğu günlükleri 1004 sayfadır. Şu an davada kullanılan Özden Örnek'e ait günlükler, Nokta Dergisi'ne gelen günlükler değil, Şener Eruygur'un Atatürkçü Düşünce Derneği odasında ele geçirilen 7 Nolu CD'deki günlüklerdir. Gazeteci Mustafa Balbay'ın tuttuğu günlüklerdeki olaylarla Özden Örnek'in günlüklerindeki olaylar birbirini tamamen doğrulamaktadır.
Şener Eruygur ve Özden Örnek aynı dönemin kuvvet komutanlarıdır. Özden Örnek daha sonrasında hazırlanan bu planda yer almaktan vazgeçmiştir. Eruygur da Örnek'ten önce emekli olmuştur. Günlüklerin Eruygur’da çıkmasının nedeni Eruygur tarafından Örnek'e karşı koz olarak kullanılması düşüncesidir.
5) DANIŞTAY SALDIRISININ ERGENEKONLA BAĞLANTISI YOKTUR
Italian prosecutor Felice Casson
“You must go to the end in the [Ergenekon] investigation. There are such significant accusations that you have to go to the end to clarify things. Otherwise this is so dangerous for democracy.”55
|
OLAY: Türkiye’de dört tane yüksek mahkeme bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi de, idari davalara ilişkin “temyiz” başvurularını görüşen Danıştay’dır. 17 Mayıs 2006 günü, avukat Alpaslan Aslan Danıştay II. Dairesenin oturumda bulunduğu sırada silahlı bir saldırı gerçekleştirmiş; bu saldırı sonucu Danıştay İkinci Daire üyelerinden biri hayatını kaybetmiş, daire başkanı ve diğer üç üye yaralanmıştır. Sanık Alpaslan Aslan yakalandıktan sonra, saldırıyı Danıştay’ın bu dairesinin “başörtüsünü” yasaklayan kararını protesto etmek için gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Saldırı Türkiye’nin laik/ seküler elitleri tarafından, “irticanın” Türkiye’deki laik rejime bir saldırısı olarak değerlendirilmiştir. Saldırıdan sonraki gün kaldırılan Danıştay üyesi Yücel Özbilgin’in cenazesi sırasında, iktidarda bulunan AKP hükümeti ve başbakan Tayyip Erdoğan protesto edilmiş, yapılan gösterilerde “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları atılmıştır.
Danıştay saldırısı davası Ergenekon davasıyla birleştirilmiştir. Ergenekon savcıları Danıştay saldırısının Ergenekon örgütünün açık bir manipülasyonu olduğunu, amacının Türkiye’de laik-dindar çatışması yaratmak olduğunu iddia etmektedirler. Ergenekon iddianamesinde Alpaslan Aslan’a bu saldırının emrinin Ergenekon sanıkları emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin ve emekli Tuğgeneral Veli Küçük tarafından verildiği öne sürülmektedir.
İDDİALAR: Danıştay saldırısının Ergenekonla bir bağlantısı yoktur. Bu saldırı sanık Alpaslan Arslan’ın da ifade ettiği gibi, Danıştay üyelerini türban kararı nedeniyle cezalandırmak amacıyla gerçekleştirilmiştir.
GRUP DEĞERLENDİRMELERİ:
Danıştay saldırısının “dini Saiklerle” işlendiğini bütün yaşanan süreçten sonra hala dile getirmek, aslında bu manipülasyonu yapanlarla aynı yerde durmak anlamına gelmektedir. Danıştay saldırısı ve Ergenekon davalarının birleştirilmesine, katı seküler tavrıyla tanınan Yargıtay’ın 9. Ceza Dairesi56 karar vermiştir. Dolayısıyla da, bu hukuken hiçbir değeri olmayan bir tartışma niteliğindedir. Ama yine’de, gerek Ergenekonu ve gerekse Türkiye’nin bu tür manipülasyonlara çanak tutan siyasi yapısını anlamak bakımından, Danıştay saldırısı ve Ergenekon arasındaki bağlantılara daha yakından bakabiliriz.
Belli “izlenimler” yaratılarak Türkiye kamuoyunun manipüle edilmesi, Türkiye’de tekrar tekrar sahneye konulmuş, bilinen bir taktiktir. “Post modern darbe” olarak da isimlendirilen, seçilmiş hükümetin istifa etmek zorunda kalmasıyla sonuçlanan, 28 Şubat 1997 tarihli ordu müdahalesi de aslında benzer dinamikler üzerinde yükselmiştir. Medyanın da yardımıyla “irticanın” hızla ilerlediği izlenimi yaratılmış, hatta bunun için sonradan sahte olduğu anlaşılan bazı mizansenler oluşturulmuştur.
Askeri vesayetin devamını sağlamak amacıyla Türkiye’de sürekli bir korku iklimi yaratıldığı bilinen bir gerçekliktir. Dönemlere göre değişmekle birlikte, her zaman Türkiye Cumhuriyeti devleti “büyük tehdit” altındadır. Sol hareketler, Kürtler, Aleviler, Hıristiyanlar değişen koşullar ve zamana göre, “tehdit” olarak algılanmıştır. Son yıllarda da Türkiye’nin “irtica” tehdidi altında olduğu, yine aynı çevrelerce ileri sürülmektedir.
Kanımızca Danıştay saldırısı Ergenekon örgütünün Türkiye’de darbe ortamı hazırlamak için oluşturduğu mizansenlerden bir tanesidir. Görünüşe göre, “İslamcı” bir avukat “başörtüsü” yasağını onaylayan Danıştay üyelerini cezalandırmak istemiştir. Hâlbuki sonradan ele geçen deliller ve tanık beyanlarının da gösterdiği gibi, Danıştay saldırısını gerçekleştirenleri gerçek profilleri ve ilişkileri çok daha farklı bir arka plana dayanmaktadır.
Saldırıdan sonra ortaya çıkan detaylar şu hususları ön plana çıkarmıştır. Öncelikle Alpaslan Aslan’ın dindar değil aşırı milliyetçi bir dünya görüşüne sahip olduğu anlaşılmıştır. Ergenekon sanıklarından Muzaffer Tekin’le iş ilişkilerinin olduğu ortaya çıkmıştır. Ergenekon sanıklarından Veli Küçükle birlikte çektirdiği fotoğraflar dava dosyasına girmiştir. Danıştay davasının diğer sanıklarından olan Osman Yıldırım itiraflarda bulunarak Alpaslan Aslan ve Ergenekon arasındaki bağlantıları ortaya koymuştur.
Dostları ilə paylaş: |