9) F.O. 424/70, Nu. 134/I zikr., Bilâl N. Şimşir, British Documents On Ottoman Armenians (1856-1880), Vol. I , Ankara 19R2, s. 173, Belge Nu. 69.
10) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 99.
11) Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyâsî Tarih Metinleri: Osmanlı İmparatorluğu Andlaşmaları, C.1, Ankara 1953, s. 381-385.
12) Projenin tamamı için bkz, Esat Uras, a.g.e., s. 459-485; Enver Ziya Karal, a.g.e., C. VIII, s. 132; L'Angleterre et les Armeniens (18391904), s. 19-22.
13) Mektubun metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 485-486.
14) Gürün, Kamuran-; a.g.e., s. 104.
15) Turkey Nu. 4(1880), Nu. 118/I, zikr., Bilâl N. Şimşir, a.g.e., s. 602-606, Belge Nu. 309..
16) Hocacıoğlu, Mehmed -; Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s. 181-182.
17) Mektubun mahiyeti için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 308-310.
18) Hocaoğlu, Mehmet -; a.g.e., s. 182-185.
19) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 90.
20) Nalbandian, Louise -; a.g.e., s. 104, 1 17.
21) Uras, Esat-; a.g.e., s. 724-725. Horen Aşıkyan'a, Hınçak Komitesi tarafından gönderilen tehdit mektubu için bkz., Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 310-311.
22) Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, I, Ankara 1994, s. 66.
23) İsyanların kronolojik sıralaması için bkz., Kâmuran Gürün, a.g.e., s. 139-159.
24) Uras, Esat -; a.g.e., s. 833; Salahi Ramsdan Sonyel, a.g.e., s. 281.
25) Aspirations et Agissement Revolutionnaires des Comites Armeniens..., s. 95-103.
26) 1909 Adana Ermeni olayları hkn. geniş bilgi için bkz.. Cemal Paşa, Hâtırât (1913-1922), İstanbul 1922, s. 249-256; Esat Uras a.g.e., s. 810-829; Mehmet Asaf, 1909 Adana Ermeni Olayları ve Anılarım, yayına hazırlayan İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1982; Salâhi R. Sonyel, "The Turco-Armenian Adana lncidents in the Light of Secret British Documents (July, 1908-December-, 1909)," Belleten, Sayı: 20 i (Aralık 1987), s. 1291-1338.
27) Jacques de Morgan, a.g.e., s. 369: Raymond H. Kevorkian-Paul B. Paboudjian, Les Armeniens dans L'Empire Ottoman, Paris 1992, s. 29.
28) Morgan, Jacques de-; a.g.e., s. 369.
29) BOA, DUİT, Nu. 67/1-I; Nizâmnâme metninin Fransızcası için bkz., Hrant Vartabed, L'Empire Ottoman et L'lndependance de L'Eglise Armenienne, Publications du Dadjar, Nu. 2, Constantinople 1917, s. 80-94.
30) 1898-1906 yılları arasında Erzurum'da, 1910'da Van'da, 1919-1913 yılları arasında Diyarbakır'da piskopos olarak çalışan Zaven Efendi, Eylül 1913'de İstanbul Ermeni Patriği seçilmiş, ancak zararlı faaliyetleri sebebi ile 1916'da Bağdad'a gönderilmiş, 1918'de Mondros Mütârekesi'ni müteakip İstanbul'a dönmüştür. Daha fazla bilgi için bkz. Christopher J. Walker, a.g.e., s. 426-427; Ayrıca bkz., Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I, Ankara 1993, s. 136-137.
31) Atatürk, M. Kemal-; Nutuk, I, 1919-1920, İstanbul 1967, s. 2; Selâhattin Tansel , Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, I, Ankara 1973, s. 106.
32) Ergünöz Akçora, "Millî Mücadele Yıllarında Kurulmuş Faydalı ve Zararlı Cemiyetler," TDTD, Sayı: 4 (Nisan 1987), s. 20.
33) Bogos Nubar Paşa'nın müracaat metni için bkz., Esat Uras, a.g.e., s. 923-924.
34) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
35) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-944.
36) Uras, Esat-; a.g.e., s. 943-947.
Misyoner Faaliyetleri
Türkiye'ye gelen ilk misyonerlerin Proteston olduğu ve "British and Foreign Bible Society"ye mensup oldukları ve bu teşkilatın 1804'te kurulmasından sonra İzmir'den Anadolu içlerine misyonerler yollamaya başladığı anlaşılmaktadır. Amerikan misyonerleri 1819'dan itibaren gelmeye başlamışlardır.
1896 yılında Amerika'dan 7, İngiltere'den 4 ayrı Kiliseye bağlı misyonerler Osmanlı topraklarına dağılmışlardır. Sadece Amerikalı olarak 176 misyoner ve bunların yanında 869 mahalli yardımcı çalışmaktadır. Bir misyon bulunan belli başlı Anadolu şehirleri de şunlardır: Bursa, İzmir, Merzifon, Kayseri, Sivas, Trabzon, Erzurum, Harput, Bitlis, Van, Mardin, Antep, Maraş, Adana, Hacin, Ankara, Yozgat, Amasya, Tokat,Arapkir, Malatya, Palu, Diyarbekir, Urfa, Birecik, Elbistan, Tarsus.
Misyoner faaliyetleri, Ermeni isyanlarını desteklemese bile, isyanın zemininin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. İsyanlara takaddüm eden dönemlerde ve isyanlardan sonra vilayetlerden gelen raporlarda misyoner faaliyeti geniş şekilde yer almıştır.
Propaganda
Türklerin en zayıf oldukları sahalardan birisinin propaganda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu, Osmanlı Devleti'nde de böyleydi. Türkiye Cumhuriyeti'nde de böyle olmuştur. Türklerin propaganda ile ilişkileri, yazılara, yalan iddialara cevap vermeye çalışmaktan ibaret kalmış, yani bir nevi pasif, kendini korumaya matuf bir gayretten öteye geçmemiştir. Bu davranış ise Türklerin daima suçlu durumda gösterilebilmesi için, karşı taraflara çok büyük bir rahatlık ve hareket serbestisi bırakmıştır.
Türkiye ve Türkler aleyhindeki propagandanın özellikle Amerika'da en kesif olduğu tarih şüphesiz 1923 yıllarıydı. Bunun sebepleri hakkında Powell şöyle yazmaktadır:
"Türkler aleyhine derin kök salmış olan düşmanlığı şu sebeplere bağlayabiliriz. Geçmişte Hıristiyan azınlığa ve özellikle Ermenilere reva gördüğü zulüm politikası başta gelir; ikinci olarak dini önyargılar ve siyasi propaganda gelir ki, bunların birisinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını söylemek zordur; üçüncüsü mağlup ve parçalanmış olduğunu kabul ettiğimiz bir ülkenin yeniden ortaya çıkışından duyduğumuz üzüntü ve hayal sukutudur ve nihayet Türklerin ısrarla kendilerini savunmayı reddedişleridir."
Powell kitabının 32. Sayfasında bu son sebebe değinmekte ve 1922 yazında Yıldız Köşkü'nde Vahdettin ile yaptığı bir konuşmada Padişahın kendisine söylemiş olduğu şu sözleri nakletmektedir:
"Sizin gazeteleriniz ve dergileriniz, eğer yollasak bir Türkün yazdığı yazıyı basmazlar, eğer basılsa halkınız bunu okumaz, eğer okurlarsa inanmazlar. Hatta Amerika'ya Türk görüşünü sizin dilinizle anlatacak kalifiye birisini yollasak, tarafsız bir dinleyici kitlesi bulabilir mi?"
Padişahın söyledikleri belki doğrudur, nitekim gene aynı kitabın 10. Sayfasında, ismi zikredilmeden, New England'ın muteber din adamlarından birisinin "Türkler hakkında hakikati duymak istemiyorum, ben onlar hakkında çoktandır kanaatimi değiştirdim" dediği nakledilmektedir. Ancak böyle bir noktaya gelinmiş olması Türklerin devamlı susması ve muarızlarının yaydıkları yanlış propagandaların, dini faktörlerin ve politik mülahazaların da ilavesi ile zihinlerde yer etmesi sebebiyledir. Bununla birlikte; "nasıl olsa basılmaz, basılsa okunmaz, okunsa inanılmaz" zihniyeti tamamen aleyhte bir davanın gelişmesine, karşı propagandanın daha rahat ve daha çabuk netice vermesine yardımcı bir unsur olmuştur. Genellikle hemen her ülkede, gazetede çıkan bir makalenin veya bir haberin doğruluğuna inanmak eğilimi vardır.
Din faktörünün ve siyasi değerlendirmelerin Türkiye aleyhindeki havanın gelişip yerleşmesine nasıl yardımcı olduğu ortadadır. İşin içine bir de şuurlu propaganda unsuru girince, durum tabiatıyla daha da değişip, sadece tek taraflı haberlerin verilmesinden öteye, verilen haberlerin içindeki gerçek payının azalması veya tamamen kalkması durumu ortaya çıkabilmiştir. Bunu kanıtlayan bazı ifadeler aynı kitapta şöyle geçmektedir:
"Vahşet olayları çok büyük ölçüde mübalağa edilmiştir. Son dönemlere ait vahşet olaylarının bir kısmı ise hiç vuku bulmamıştır. Amerikan yardım teşkilatının mahalli (İstanbul) basın temsilcilerinden biri, dostlarına açıkça, Amerika'ya sadece Türk aleyhtarı haberler gönderebildiğini, çünkü para getirenin bu olduğunu söylemiştir."
Bu ifade fazla soyut görülebilir. Bu sebeple bazı örnekler verilmesinde fayda vardır:
"Osmanlı Bankası baskını ve takiben Ermenilere vaki saldırılar haberi Avrupa'da yazıldıktan kısa bir süre sonra, resimli gazetelerden bazı sanatkarlar vahşet olaylarının resimlerini yapmak üzere İstanbul'a gönderilmişti. Bunların arasında tanınmış harp muhabiri müteveffa Mr. Melton Prior da vardı. Enerjik ve kararlı tabiatlı, hadiselere tabi olmayıp onların üstüne çıkabilen bir insandı. Bu özel görevi dolayısıyla nazik bir durumda olduğunu bana söyledi. Memleketteki insanlar akıl ermez vahşet olayları duymuş ve bunların temsili resimlerini bekliyordu.
Ölmüş Ermeniler gömülmüş, kadın ve çocuklara ise hiç dokunulmamış, hiç bir Ermeni Kilisesine de saldırılmamış olduğuna göre, bunları nasıl temin edeceği meselesi ortaya çıkıyordu. Namuslu ve Türkleri takdir eden bir insan olarak, şahit olmadığı hususları icat etmeyi reddediyordu. Ancak diğerleri bu derece dürüst değildi. Neticede, bir İtalyan resimli gazetesinde, Kilise içinde kadın ve çocukların katledilişini gösteren korkunç resimler gördüm."
"Yüksek mevkilerdeki Türk görevlileri tarafından Ermenilere karşı yürütüldüğü söylenen vahşi tedip tedbirleri münasebetiyle ismi baş sıralarda geçenlerden biri, Anadolu'da ıslahatla görevlendirilen Müşir Şakir Paşa'dır. 1895 Ekiminde Erzurum'da bulunan Mareşalin, Ermeni ayaklanması sırasında kana susamış bir insan gibi, elinde saati, kendisinden emir bekleyenlere, Ermenilerin tepelenmesine bir buçuk saat daha -bazı versiyonlarda iki saat daha- devam edilmesi talimatını verdiği rivayeti hemen bütün dünyayı dolaşmıştı...
Seyahatimizin gayesini göz önünde tutarak sırasıyla İngiltere Konsolosu Mr. Graves'i, Vali Mehmet Şerif Rauf Paşa'yı, Fransız Konsolosu M. Roqueferrier'yi ve Rus Başkonlososu M. V.A. Maximov'u ziyaret ettik. Bu zevatın hepsine, Şakir Paşa hakkında söylenenlerin doğruluğuna inanıp inanmadıklarını sorduk. M. Rowueferier bunun gülünç ve zevk için uydurulmuş hikayeler olduğunu söyledi ve Şakir Paşa hakkında birkaç takdirkar söz ilave etti."
"Rus Konsolosu M. Maximov: Böyle hikayelerin doğruluğunu tekzip etmek benim görevim değildir, size söyleyebileceğim Şakir Paşa'nın mert ve çok iyi kalpli bir insan olduğudur, kendisini senelerdir tanırım, dostumdur, dedi. İngiliz Konsolosu Mr. Graves, o sırada burada değildim, bu konuda Şakir Paşa'yla da konuşmadım, fakat Vali bunun doğru olmadığını söyledi, bu benim için kafidir, zira Rauf Paşa'nın bizzat söylediklerine tereddütsüz inanırım, dedi."
"Mr. Graves'e ülkeye Ermeni ihtilalcileri gelerek Ermeni halkını isyana teşvik etmeseydi, her hangi bir katliam vuku bulacağını düşünür müydünüz, diye sordum. Şüphesiz hayır, diye cevap verdi. Tek bir Ermeni dahi öldürülmüş olmazdı."
Ne var ki, bu bilgiler hiçbir zaman batı basınında akis bulmamıştır. Tıpkı şu satırlarda ifade edildiği gibi:
"Ekim sonunda (1922) Amerika'da (Near East Relief's) teşkilatı temsilcileri müteveffa Miss Annie T. Allen ve Miss Florence Billings, Yunanlıların geri çekilirken yakmış oldukları Türk köylerinin durumu hakkında hazırladıkları bir raporu Teşkilatın İstanbul'daki merkezine yolladılar. Teşkilat bu raporu aynen M. Llyod George'un İzmir'de Yunanlıların yaptıkları fecaate müteallik Bristol Raporu'nu neşretmeyişi gibi, hiçbir zaman neşretmedi."
Bristol Raporu'nu, Llyod George gerçekten yayınlamamıştır.
"Raporu neşrettirmek istemeyişleri anlaşılmaz bir şey değildir. Ayrıca M. Venizelos da bütün şahsi ağırlığını ortaya koymuştu. Yunan temsilcisi hazır bulunmadan ve şahitlerin ismi gizli tutularak tespit edilen olayların neşrine itiraz etmişti. Böyle yapılmasının, batılı komisyonu değil de, mahalli Yunan otoritelerini ilgilendiren haklı bir yönü vardı.
Yunanistan aleyhine netice verecek bilgileri ortaya koyanlar Yunan işgalindeki bölgelerde yaşıyordu ve Yunan misillememesine maruz bırakılamazlardı. Aynı hukuki endişeler Belçika'daki Alman vahşeti ve Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere uygulanan muamele isimli Bryce Raporu için de geçerliydi. Müttefik hükümetler o aynı sebeplere rağmen ismi geçen raporları neşretmekte mahzur görmemişti."
Toynbee'nin bahsettiği Byrce Raporu, kendisinin editörlüğünü yaptığı İngilizlerin Mavi Kitap'ıdır.
Ancak, nadiren de olsa, tam aksi durumlar da olabilmiştir. İngilizler 18 Eylül 1918 Eylülünde Bakü'yü tahliye zorunda kalmıştı. Gazeteler bu haberi neşrederlerken Ermenilerin hıyanetinden da bahsetmişlerdi. İngiliz propaganda hizmetleri bunun üzerine ciddi telaşa düşmüş ve bu haberin yapabileceği tesiri silmek yolunu tutmuşlardı. Bu maksatla hazırlanmış olan bir memorandumdan alınan aşağıdaki satırlar önemlidir:
"Ermenilerin kredisini düşürmek, Türk aleyhtarlığı davasını zayıflatmak demektir. Türkün, başı felaketten kurtulmayan, asil bir insan olduğu itikadını öldürmek çok güç olmuştur. Bu durum bu itikadı canlandıracak ve Ermenilerin olduğu kadar Zionistlerle Arapların prestijine de zarar verecektir. (...) Türklerin Ermenilere yaptığı muamele, Türk meselesinin radikal şekilde hallini ülkede ve hariçte kamuoylarına kabul ettirmek için Majesteleri Hükümeti'nin elinde en büyük sermayedir."
Propagandanın önemini anlamak için İngilizlerin bu maksatla nasıl bir teşkilat kurmuş olduklarına bakmakta yarar vardır:
"Bir propaganda dairesi konusunda ilk duyduğum husus, 1914 Ağustosunda Walton Heath Golf Kulübü'nde bir Pazar günü öğle yemeğinden sonra Mr. T.P. O'Connor'un Lloyd George'a, Almanların Amerika'da sokaklarda broşürün dağıtmak, gemilerle gelen yolcuların eline birer broşür sıkıştırmak şeklinde başlatmış oldukları propagandaya bir karşılık verilmesi zaruretini söyleyişi idi. Mr. Llyod George, şu ise bir bakıver, Charlie ne yapılabilir, bir düşün, dedi. Mesterman kabul etti."
Mr. Mesterman, eski bir kabine üyesi olup, Avam Kamarası'nda milletvekilidir. Bu tarihten sonra Mr. Masterman'ın bir propaganda bürosunu kurup başına geçtiği bilinmektedir. Büronun mevcudiyeti tamamen gizli tutuluyor, Mr. Masterman, Milli Sağlık Sigortası Komisyonu'ndaki görevinden istifade ederek bu Komisyonun çalıştığı "Wellington House", bürosunun da merkezi haline getirilmiş ve büronun isme "Wellington House" olarak belgelere geçmiştir.
Wellington House'ın çalışma sahası ise şöyle anlatılmaktadır:
"Müttefiklerin davasını, İngilizlerin gayretlerini, Bahriyenin, Ordunun, ticaret filosunun yaptıklarını, İmparatorluğun ekonomik ve askeri imkanlarını, harbin sebep ve gayelerini, Almanya''ın ve müttefiklerinin suçlarını ve vahşetlerini, Belçika'nın davasını, denizaltı savaşının gayri insaniliğini belirleyen olayları yaymak. Kullanılan vasıtalar da kitaplar, broşürler, mecmualar, diagramlar, haritalar, posterler, posta kartları, resimler, fotoğraflar ve sergilerdir."
Büronun sadece İngiltere'de 17 milyon nüsha neşriyat yaptığı ve buna 15 günlük resmi mecmuanın dahil olmadığı belirtilmektedir.
Masterman Bürosu'nun faaliyetleri hakkındaki 118 sayfalık 3. Rapor'un sonunda, basılan kitap ve broşürlerin listesi mevcuttur. 1916 yılının ilk yarısı sonunda basılan kitap ve broşütr adedi 182'dir. Yazarlar arasında Max Aitken, William Archer, Balfour, James Bryce, E. T. Cook, Conan Doyle, Alexander Gray, Archibald Hurd, Rudyard Kipling, A. Lowenstein, C. F. G. Masterman, A. J. Toynbee, H. G. Wells isimlerine de rastlıyoruz. Toynbee'nin yazdığı 3 kitaptan birinin adı da "Ermenilere Yapılan Mezalim"dir.
Masterman Bürosu'nca basılan ve 1975 yılında Amerika'daki bir Ermeni yayınevi tarafından tekrar basılan Mavi Kitap'taki bütün referanslar, Tiflis'te çıkan "Hoziron", Marsilya'da çıkan "Armenia", Londra'da çıkan "Ararat", New York'ta çıkan "Gotchnag" isimli Ermeni gazeteleri ile, misyonerlerden aldıkları bilgileri nakleden Amerika'daki, Ermeni Mezalimi Komitesi'dir. Bu kaynaklara istinaden yazılacak bir kitabın ne olacağı aşikardır. Bu arada şunu da kaybetmekte fayda vardır; İstanbul ve İzmir Ermenileri tehcire tabi tutulmamış olmakla beraber, bu kitaptaki haritada tehcir edilmiş görülmektedirler.
Mavi Kitap'ın nasıl yazıldığına dair bu açıklamadan sonra, propaganda malzemesinin genellikle nasıl toplandığı hakkında, bu konuları etüd etmiş iki yazardan alıntı yapmak faydalı olacaktır. Yazarlardan ilki Arthur Ponsoby ve kitabının adı "Harp Döneminde Yalanlar"dır. 1910'dan 1918'e kadar Avam Kamarası'nda Liberal Parti üyesi olan Ponsoby, daha sonra İşçi Partisi'ne geçmiş, harp aleyhtarı bir kişidir. Kitabını 1928 senesinde yayınlamıştır. Propagandada hangi yollara müracaat edildiği hakkında bazı enteresan kısımlar şöyledir:
"Harbiye Nezareti bir sirküler yaparak, Subayları, düşmanla ilgili savaş olayları hakkında rapor vermeye davet etmiş, olayların mutlak doğruluğunun zaruri olmadığı, normal bir ihtimalin mevcudiyetinin kafi olduğu ilave edilmişti." (Sayfa 20)
"Vahşet yalanları en makbul olanlarıdır: Özellikle bu ülkede (İngiltere) ve Amerika'da onlarsız harp yapılmaz. Düşmanın kötülenmesi bir vatan görevi sayılır." (Sayfa 22)
"Bir netice tevlit etmeyecek alelade olaylarda bile insanların şahitliği mutlak itimat yaratmaz. Ön yargıların, heyecanların, hırsların ve vatanseverliğin hislere karıştığı zamanda ise bir insanın ifadesi tamamen kıymetsiz hale gelir. Vahşet hikayelerinin bütün çevresini kaplayabilmek imkansızdır. Bunlar broşürlerle, posterlerle, mektuplarla ve nutuklarla günlerce ve günlerce tekrarlandı. En can düşmanlarını bile, delil yokluğu sebebiyle mahkum etmekten çekinecek şöhret sahibi kişiler bütün bir milleti akla gelebilecek her türlü vahşilik ve gayri tabii cinayetlerle suçlamak için öncülük yapmakta tereddüt etmediler. " (Sayfa 129)
"Alışılmamış kimseler için bir fotoğraf makinesi ile çekilmiş bir ersimde büyük ölçüde itimat edilecek bir ağırlık vardır. Bir enstantane resimden daha otantik bir şey düşünülemez. Hiç kimse bir fotoğraftan şüphe etmeyi aklından geçirmez, bunun için de sahte oldukları, eğer tespit edilebilirse, çok geç ortaya çıkar. Harp süresince fotoğraf montajı bir sanayi haline gelmiştir. Bütün devletler bunu yaptı, ama en eksperleri Fransızlardı." (Sayfa 135)
"1905'teki katliamlar sırasında Rusya'da pek çok resim çekilmişti, etrafında kalabalık bir insan topluluğu bulunan bir sıra cesede ait bu resimlerden biri 14 Haziran 1915 tarihli "Le Miroir"da, (Alman sürülerinin Polonya'daki cinayetleri) başlığı ile basılmıştı. Buna benzeyen diğer pek çoğu da gazetelerde yer aldı. " (Sayfa 136)
İkinci yazar Allen Lane ve kitabının adı "Evdeki Ateşi Yanık Tutun"dur. Kitabın birinci sayfasında ABD Başkanı Coolidge'in, gazetede yazarları birliğinde yaptığı bir konuşma zikredilir. Başkan şöyle konuşmuştur: "Propaganda, olayların bazı kısımlarını aksettirmeye, birbirleriyle irtibatlarını kesmeye ve bütün olay serisi salim bir şekilde tetkik edilse varılması mümkün olmayacak neticeler çıkartmaya çalışır."
Kitaptan bazı pasajlar şöyledir:
"Propagandanın gayesi, işi basitleştirmektir. Propagandayla görevli teşekküllerin ve haber organlarının kabul edecekleri yöntemlerle uzun bir süre, devamlı tekrarlarla, çarpışmaları haklı kılacak bir düşünüş yaratmaktadır. Propagandacı, halkın esasen inanmaya davet edildiği hususlara uyacağı için inanılabilecek, basit tasvirler ve hayaller yaratır. Göbels'in İkinci Dünya Savaşı'nda belirttiği gibi, saf kimselere, düşündükleri ve temenni ettikleri konularda, kendilerinin bulup teyit edemeyecekleri delilleri vermektir." (Sayfa 3)
"Harp zamanında bu, her şeyden evvel, davranışları hakkındaki ön yargılara göre, düşmanın, beklenebilecek bir görünüş ve davranışını yaratmaktadır. Bu da, onu sempatik kılacak bir haberi gizleyip, düşmanı daima nefret uyandıracak bir biçimde takdimi gerektirir." (Sayfa 3)
"Vahşet hikayeleri bütün harplerde ortaya çıkar. Maksat, harbin ilham ettiği nefret ve korkunun üzerinde toplanacağı bir görüntü yaratmaktır." (Sayfa 3)
"Harp, hiç kimsenin uyuşmazlık edemeyeceği ve herkesçe bilinen evrensel ve basit ideallerle haklı gösterilir; hürriyet, adalet, demokrasi, Hıristiyanlık gibi milli hasletlerin timsali olan idealler." (Sayfa 4)
"Karakteristik vahşet hikayeleri, hareket sahasından bir hayli uzaktaki muhabirlerden gelmiştir. Bunlar değişmez şekilde, hüviyeti belirtilmeyen bazı mültecilerin anlattıklarıdır. Çok kere bunlar dahi, ikinci ağızdan duyulan hususlardır." (Sayfa 84)
Propaganda bahsi C. F. Dixon Johnson'un bir cümlesiyle bağlayabilir:
"Bu topyekün katliam hikayelerinin çıkarılmasının, nihai hesaplaşmada, Türkiye'nin zararına olarak, İngiliz Hükümeti tarafından yönlendirildiğini tekrar etmekte tereddüt etmiyoruz."
KAYNAK:
Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 40-44
ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAMLAR
Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskı ve müdahaleleri; ikincisi ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Klikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.
İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevk etmiştir. Doğu Anadolu'daki İngiliz Konsoloslukları'nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir. Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komiteler, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan, barış ve refah içinde yaşayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı olamamıştır.
Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere, "Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması" hedef olarak gösterilmiştir.
İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özellikleri; Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ile örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısının bulunmasıdır.
İlk isyan 1890'daki Erzurum'da gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000 Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.
İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna propaganda maksatlı olarak "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, "Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak" olduğunu kaydetmektedir.
Öte yandan sömürgeci devletlerin diplomatik temsilcilikleri Anadolu'ya dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.
Ermeniler, Türk halkına en büyük zararı, Birinci Dünya Savaşı sırasında giriştikleri katliamlarla vermişlerdir. Bu dönemde Ermeniler; Ruslar hesabına casusluk yapmış, seferberlik gereği yapılan askere alma çağrısına uymaksızın askerden kaçmış, askere gelip silah altına alınanlar ise silahları ile birlikte Rus ordusu saflarına geçerek, "vatana ihanet" suçunu topluca işlemişlerdir.
Daha seferberliğin başlangıcında, Türk birliklerine karşı saldırıya geçen Ermeni çeteleri, büyük katliamlara girişmiş, Türk köylerine baskınlar düzenlemek suretiyle sivil halka büyük zararlar vermişlerdir. Örneğin Van'ın Zeve Köyü'nün bütün halkı, kadın, çocuk ve yaşlı demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür.
Dostları ilə paylaş: |