Ertesi yıl birçok zafer kazanıldı. Vadinin arkasındaki dağ kestane ormanı ve yamaç da ele geçirildi; güneydeki ovanın ötesindeki yaylada da zaferler kazanıldı. Ağustos'ta ırmağın karşı yakasına geçerek Gorizia'da bir eve yerleştik. Bu evin duvarlarla çevrili bahçesinde bir şadırvan vardı, evin yanını ise mor sarmaşıklar kaplamıştı.
Şimdi çarpışmalar bizden bir mil kadar ötedeki dağlarda başlamıştı. Kaldığımız evin bulunduğu kasaba çok güzeldi. Irmak yanımızdan akıyordu; kasaba kolayca ele geçirilmişti ama dağlar bir türlü alınamıyordu. Avusturyalıların savaş bitince yeniden kasabaya dönmek fikrinde olmalarına seviniyordum. Aslında gösterişten başka bir şey değildi bu yakıp yıkma. Halk eskisi gibi yaşayıp gidiyordu; kenar mahallelerde hastaneler, kahveler ve top arabaları vardı. Ayrıca, biri erler, öbürü subaylar için iki genelev de bulunuyordu.
Yazın sonunda serin gecelerle birlikte kasabanın arkasındaki dağda başlayan savaş, demiryolu köprüsünün mermilerle yamulmuş demirleri, çökmüş tünel, ağaçlar... Kızlar da vardı kasabada. Sonra keçisakallı Kral'ın arabasıyla geçişi, bombardımandan yıkılmış bir evin duvarı. Carso kesiminde savaşın iyi gitmesi geçirdiğimiz sonbaharı daha değişik bir biçime dönüştürüyordu. Savaş da değişmişti artık.
Kasabanın arkasındaki meşe ormanı yok olmuştu. Yazın buraya geldiğimizde ortalık yemyeşildi. Oysa şimdi devrilmiş ağaç kütükleri ve altüst olmuş topraktan başka bir şey yok. Sonbaharın bitimine doğru bir zamanlar meşe ormanının bulunduğu yere gittiğimde dağın üzerine doğru bir bulutun geldiğini gördüm. Çok hızlı geliyordu; güneş donuk bir sarılığa büründü, her şey karardı, gökyüzü kapandı ve kar yağmaya başladı. Rüzgârın uçuşturduğu kar tanecikleri kısa bir zamanda topların üzerini beyaz bir örtüyle sarıp sarmaladı.
Kasabaya inince subaylara ait genelevlere giderek, oradan karın yağışını seyrettim. Bir arkadaşımla birlikte Asti içkimizi yudumlayarak lapa lapa yağan kara baktıkça, o yılki kış mevsiminin de bitmekte olduğuna karar verdik. Irmağın karşı yakasındaki dağlar ele geçmediğine göre bütün iş gelecek yıla kalıyordu. Arkadaşım dışarda yürüyen birliğin papazını gördü. Papaz karlar üzerine sıçramasın diye büyük bir özen göstererek yürüyordu. Yavaşça pencereyi çaldı; papaz başını çevirip bize baktı. Hafifçe gülümsedi. Arkadaşım eliyle onu yanımıza çağırdı. Papaz başını hayır der gibilerden salladı ve yoluna devam etti. O akşam yemekte makarna vardı, içimizden kimileri henüz makarna yemesini bilmiyorlardı. Arasıra galonluk şaraptan yudumluyorduk. Kan kırmızısı güzel bir şaraptı. Yemekten sonra yüzbaşı papazla şakalaşmaya başladı.
Genç papazın yüzü hemen kızarıverdi. Gerçi bizden pek bir farkı yoktu. Üniformasının sol göğsünde kırmızı kadifeden bir haç vardı, o kadar. Yüzbaşı sanki ben anlayayım diye bozuk bir İtalyanca ile konuşuyordu.
Önce papaza sonra bana bakarak: “Papaz bugün kızlarla,” dedi. Papaz önce gülümsedi sonra başını iki yana salladı. Nedense bu yüzbaşı papaza takılmadan edemezdi.
“Doğru değil mi?” diye sordu yüzbaşı. “Bugün seni genelevde kızlarla gördüm.” Papaz; “Yalan!” diye bağırdı.
Bu takılmadan öteki subaylar da pek hoşnut gibiydiler. Yüzbaşı bu kez bana doğru dönerek, bardağımı içkiyle doldurduktan sonra:
“Canım bizim papaz hiç kızlarla olur mu?” dedi. “Papaz her gece bire karşı beş.” Masadakilerin hepsi kahkahayı bastı. Artık papaz da bu şakaya alışmıştı.
“Papa savaşı Avusturyalıların kazanmasını istiyor,” dedi binbaşı. “Çünkü Papa Franz Joseph'i seviyor. Eee ne de olsa para o taraftan geliyor. Ben aslında dinsizim.”
“Kara Domuz'u okudunuz mu?” diye sordu teğmen. “İsterseniz size o kitaptan bir tane bulayım. Çünkü benim inançlarımı da o kitap değiştirdi.”
“Aşağılık ve ahlak bozucu bir kitaptır,” dedi papaz. “Aslında siz de pek beğenmediniz ama laf olsun diye konuşuyorsunuz.”
Teğmen: “Kim demiş? Çok değerli bir kitap,” dedi. “Papazları anlatıyor.”
Bana dönerek: “Çok seveceğinizi sanıyorum,” dedi. Papaza bakarak gülümsedim. “Sakın okumayın,” dedi.
Teğmen: “Size bir tane bulabilirim,” dedi.
“Düşünen bütün insanlar dinsizdir,” dedi binbaşı. “Ama ben Farmasonlara da inanmıyorum.”
“Ben Farmasonlardan yanayım,” dedi Teğmen. “Soylu bir örgüt.” İçeri o sırada birisi girince dışarıda yağan karı gördüm. “Kar başlayınca ateş kesilir artık,” dedim.
“Kesilir tabii,” dedi Binbaşı. “İzin alıp bir yerlere gitsene. Örneğin Roma'ya, Napoli'ye, Sicilya'ya... “
“Amalfi'ye gitsin,” dedi Teğmen. “Eve bir kart yazarım. Seni kendi çocukları gibi karşılarlar.”
“Palermo'ya gitmeli.”
“En iyisi Capri'ye gitsin.”
Papaz ise: “Abruzzi'ye gitsin daha iyi,” dedi. “Capracotta'ta bizimkileri de ziyaret eder.”
“Abruzzi buradan daha mı iyi sanki? Orada daha fazla kar var. Köylüleri de görmek istemez o. Biraz da kültür ve uygarlık merkezlerini görür.”
“Güzel kızlarla tanışır. Napoli'deki özel yerlerin adreslerini vereyim. Kızlar analarıyla birlikte, anlarsın ya... Ha Hah Hah!.. “
Papaza bakarak: “Papaz her gece bire karşı beş,” diye bağırdı. Herkes güldü yine.
“İzin alıp, bir an önce gitmeye bak,” dedi Binbaşı.
Teğmen: “Ben de seninle gelip, ilginç yerleri göstermek isterdim,” dedi.
“Dönüşte bir de gramafon getir.” .
“Güzel opera plakları da getir.”
“Caruso'nun plâğını getir.”
“Caruso'yu getirme. Anırmaktan başka bir şey yapmıyor.”
“Sen de anırmasını bir öğrenebilseydin ya... “
“Baksana anırıyor ya.”
“Abruzzi'ye gitmeni isterdim,” dedi papaz. Ötekiler hâlâ bağrışıyorlardı. “Avcılık için ideal bir yer. İnsanları da iyidir. Gerçi biraz hava soğuk ve kurudur ama bizim evde kalabilirsin. Babam ünlü bir avcıdır.”
“Haydi,” dedi Binbaşı, “Kapanmadan geneleve gidelim.”
“İyi geceler,” dedim Papaz'a,
“İyi geceler,” diye karşılık verdi.