Ernest Hemingway



Yüklə 0,65 Mb.
səhifə6/40
tarix22.01.2023
ölçüsü0,65 Mb.
#122432
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40
Ernest Hemingway Silahlara Veda

ALTINCI BÖLÜM


İki günlüğüne bakım merkezlerini dolaşmaya çıkmıştım. Eve döndüğümde saat epeyce ilerlemişti. Miss Barkley'i ancak ertesi akşam görebildim. Bahçede değildi. O gelinceye dek hastanenin yazıhanesinde beklemek zorunda kaldım.
Yazıhane olarak kullandıkları odanın duvarları boyunca, boyalı tahta sütunlar üzerinde bir sürü mermer heykeller vardı. Tüm heykeller birbirine benziyordu. Öteden beri heykelleri pek sevmezdim. Çünkü onlara bakınca kendimi bir mezarlıkta sanırdım. Yalnız güzel bir mezarlık vardı: Pisa'da. En kötü mermerler ise Cenova'daydı.
Burası eskiden çok zengin bir Almanın villasıymış. Belli ki dünyanın parasını harcamıştı bu heykellere. Acaba kim yapmıştı bunları? Kaç para almıştı? Ailenin bireylerinin büstleri miydi acaba? Hepsi birbirine benziyordu.
Bir sandalyeye oturup şapkamı elime aldım. Gorizia'da bile çelik miğfer giymemiz isteniyordu. Ama çok rahatsız edici bir şeydi. Üstelik halkın boşaltılmadığı bir kasabada çelik miğfer giymek çok garip kaçıyordu. Aslında çelik miğferleri bakım merkezlerine gittiğimde giyiyordum. Yanımda bir de İngiliz gaz maskesi vardı. Verilen maskeler çok güzeldi. Bir de tabanca taşımamız gerekiyordu, işte, sandalyenin arkalığına dokunuyordu. Tabancanız olmaza sizi tutuklayabilirler. Rinaldi boş bir tabanca kılıfı taşıyordu. Kılıfın içine tuvalet kâğıdı doldurulmuştu.
Bende gerçek bir tabanca vardı, ateş etmeyi deneyinceye dek kendimi hep attığını vuran biri gibi görüyordum. Kısa namlulu, 7.65'lik bir Astra idi bu; tetiği çektiğinizde öylesine geri tepiyordu ki, hiçbir şeyi vuramazdınız.
Hedefin altına nişan alıyor, namlunun sarsmasını önleyerek atış yapıyordum.
Yirmi adım uzaklıktan hedefe bir metre kadar yaklaşabiliyordum.
Sonra tabanca taşımak gülünç gelmeye başladı, taşımasam da olurda; Yalnız, İngilizce konuşanlara rastlayınca utanıyordum.
Şimdi sandalyede oturuyordum, Miss Barkley'i beklerken hizmet işlerine bakan bir er de bana ters ters bakıyordu. Birden Catherine Barkley'in salona indiğini gördüm. Bana doğru gelirken pek uzun boylu görünmüyordu ama çok tatlıydı.
“Selam Bay Henry,” dedi.
“Nasılsın?” diye sordum.
Emireri masadan bizi dinliyordu.
“Bahçeye çıkalım mı?”
“Tabii. Orası daha serin.”
Oönde ben arkada, bahçeye çıktık. Emireri hâlâ bakıyordu arkamızdan.
Çakıllı yola çıkınca: “Nerelerdeydin?” diye sordu.
“Görevliydim.”
“Bana bir pusula olsun gönderemez miydin?”
“Gönderemezdim,” dedim. “Nasıl olsa gelecektim.”
Ağaçların altında yürüyorduk. Elini tuttum sonra onu öptüm.
“Başka bir yere gidemez miyiz?”
“Hayır.” dedi. “En iyisi burada dolaşmak. Uzun zaman görünmedin.”
“Bugün üçüncü gün. Ama geldim artık.”
Yüzüme baktı:.
“Beni seviyorsun, değil mi?”
“Evet.”
“Daha önce beni sevdiğini söylemiştin, değil mi?”
“Evet,” diye yalan attım. “Seni seviyorum.” .
“Bana artık Catherine diyeceksin, değil mi?”
“Catherine.”
Biraz yürüdükten sonra bir ağacın altında durduk.
“Şimdi, söylediğimi yinele: Catherine'in yanma geceleyin geldim.”
“Catherine'nin yanına geceleyin geldim.”
“Geldin sevgilim, değil mi?”
“Elbette.”
“Seni çok seviyorum. Ne korkunç bir şey bu. Beni bırakmayacaksın, değil mi?” “Hayır, hep yanında olacağım.”
“Seni çok seviyorum. Elini hep oraya koy.”
“Çekmedim ki zaten.”
Yüzünü öpmek için kendime doğru çevirdim. Gözlerini kapamıştı. Kapalı gözlerini öptüm: “Bu kız kafadan terelelli biraz” diye düşündüm.
Hiçbir şeye aldırmıyordum. Her akşam subayların müdavimi olduğu geneleve gitmektense böyle bir kızla olmak daha iyiydi. Orada karılar insanı zıvanadan çıkarıyorlardı. Çünkü sevgilerini göstermek için şapkalarımızı ters yüz ediyorlardı. Catherine Barkley'i sevmediğimi biliyordum. Sevmeyi düşündüğüm de yoktu. Briç gibi bir oyundu bu. iskambil oynamaktansa laflamak gibi bir şey... “Bir yere gitsek iyi olur,” dedim.
Ayakta sevişmenin erkekler için ne kadar güç olduğunu şimdi adayabiliyordum. “istediğimiz gibi bir yer yok burada.” “Şurada oturabiliriz.”
Taştan bir sıraya oturduk. Elini tuttum. Kolumu boynuna dolamama izin vermedi. “Hayır.”
Yerdeki otlara baktı.
“Tehlikeli bir oyun oynuyoruz.”
“Ne oyunu?”
“Aptallığın gereği yok.”
“Şaka yaptım.”
“İyi bir çocuksun,” dedi. “Oyunun kurallarını bal gibi biliyorsun ama bu tehlikeli bir oyundur.”
“Sahi sen insanın zihninden geçenleri okuyabiliyor musun?”
“Bir bölümünü okuyabiliyorum. Beni sevmiyor ama seviyormuş gibi gözüküyorsun. Başka söylemek istediğin bir şey var mı?”
“iyi ama gerçekten seviyorum seni.”
“Lütfen, yalan söyleme. Görüyorsun aptal değilim. Yalnız kimi zaman...”
Elini sıktım:
“Sevgili Catherine.”
“Ne matrak, değil mi? Catherine. Pek içten söylemiyorsun. Her şeye karşın iyi bir insansın.”
“Papaz da öyle diyor.”
“Yine geleceksin, değil mi?”
“Elbette.”
“Ayrıca beni sevdiğini söylemek zorunda da değilsin. Bir süre unutalım bu konuyu.”
“İyi geceler,” dedi elini uzatarak.
Onu öpmek istedim.
“Hayır,” dedi. “Çok yorgunum.”
“Olsun, öp beni.”
“Ama yorgunum dedim sana.”
“Lütfen öp beni.”
“ille de istiyor musun?”
“Evet.”
Öpüştük. Birden çekti kendini.
“Hayır, olmaz. Güle güle.”
Kapıya geldik, hole ininceye dek onu seyrettim. Sonra ben de eve doğru yürümeye başladım.
Sıcak bir geceydi. Dağlarda çarpışmalar oluyordu. San Gabriele'deki parıltılara baktım. Villa Rossa'nın önünde durdum. Panjurları kapalıydı ama içerden hâlâ şarkı sesi geliyordu.
Eve geldiğimde Rinaldi yoktu. Tam üstümü çıkarıyordum ki, içeri girdi.
“Bakıyorum da, işlerin pek yolunda değil,” dedi.
“Neredeydin?”
“Villa Rossa'da. iyi eğlendik. Durmadan şarkılar söyledik. Ya sen nerdeydin?” “İngilizlere gittim.”
“Neyse ki ingilizlerle pek işim yok.”

Yüklə 0,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin