Öğle üzeri, tahminimize göre Udine'ye on kilometre kala çamurlu bir yolda saplanıp kaldık. Yağmur öğleden önce kesilmişti. Tam üç kez uçakların geldiğini işitmiş, tepemizden geçtiklerini görmüş, sola doğru gidişlerine bakmış, anayolu bombardıman ettiklerini duymuştuk. Bir sürü daracık yola girmiş, çıkmaz yollara sapmış, ama her seferinde ne yapıp yapıp geri dönmüş ve Udine'ye biraz daha yaklaşmıştık. İşte yine böyle çıkmaz bir yoldan geri dönerken Aymo'nun arabası yandaki balçığa saplanıp kalmıştı. Tekerlekler patinaj yaptıkça araba daha da derine batmış, çamura oturup kalmıştı. Şimdi yapılacak tek iş tekerleklerin önündeki çamurları kazmak, zincirlerin takılabilmesi için çalı çırpı döşemek ve sonra da ite ite yola çıkarmaktı. Hepimiz inip, arabanın başına toplandık. O iki çavuş da arabaya şöyle bir baktılar. Tekerlekleri gözden geçirdiler. Sonra da tek laf etmeksizin yoldan aşağı doğru yürümeye başladılar. Arkalarından gittim. “Gelin de biraz çalı çırpı kesin,” dedim.
“Bir an önce gitmemiz gerek,” dedi bir tanesi.
“Hadi iş başına,” dedim, “çalı toplayacaksınız.”
“Gitmemiz gerek,” dedi yine.
Öbür çavuş sesini çıkarmıyordu hiç. Yola koyulmak için acele ediyorlardı. Bana bakmıyorlardı hiç.
“Emrediyorum size,” dedim, “arabanın yanına dönün ve çalı kesin!”
Çavuşlardan biri arkasına dönerek:
“Gitmek zorundayız,” dedi. “Çok geçmeden keserler yolunuzu. Hem siz bizde emir veremezsiniz.' Bizim subayımız değilsiniz ki.” “Size çalı kesmenizi emrediyorum,” dedim.
Dönüp yollarına devam ettiler.
“Durun!” dedim.
İki yanı çitle çevrili çamurlu yolda yürümeye devam ettiler.
“Durmanızı emrediyorum size!” diye seslendim.
Ama daha da hızlandılar. Tabancamı kılıfından çıkardım, en çok konuşanına nişan aldım, ateş ettim. Vuramamıştım ikisi birden koşmaya başladılar. Üç kez ateş ettim. Birini devirdim. Öbürü çitin arasından atlayıp gözden yok oldu. Öte tarafta tarlanın ortasında yeniden belirince çitlerin arasından bir daha ateş ettim. Tabanca tık etti, boşalmıştı. Şarjörü çıkardım. Ama ikinci çavuş ateş menzilinin dışına çıkmıştı artık. Başını öne eğmişti, tarlanın öbür tarafına doğru koşuyordu. Boşalan şarjörü dolduruyordum, Bonello yanıma geldi:
“İzin verin de şu herifin hesabını ben göreyim,” dedi.
Tabancayı verdim. Makinist çavuşun yüzükoyun yatmakta olduğu yere gitti. Eğildi, namluyu adamın başına dayadı, tetiğe asıldı. Ama tabanca ateş almadı.
“Horozu çek,” dedim.
Horozu çekti. İki kez ateş etti. Sonra çavuşun bacaklarından tuttu, sürüye sürüye yol kıyısına götürdü, çitin yanına bıraktı. Geldi, tabancayı verdi. “Orospu çocuğu!” dedi.
Çavuşa doğru baktı.
“Ona ateş ederken beni gördünüz değil mi, Tenente?”
“Hemen çalı çırpı toplamalıyız,” dedim. “Ötekini vurabildim mi acaba?”
Aymo:
“Hiç sanmıyorum,” dedi. “Bu kadar uzaklıktan vurulmaz.”
Piani:
“Bok herif,” dedi.
Hep birlikte çalı çırpı kesiyorduk. Arabadaki öteberiyi boşaltmıştık. Bonello arabanın önündeki çamurları temizliyordu. Her şey hazır olunca Aymo motoru çalıştırıp vitese taktı. Tekerlekler boşa döndü, her iki yana çamur ve çalı çırpı fırlatıyordu. Bonello'yla ikimiz eklem yerlerimiz çatırdayıncaya dek vargücümüzle ittik. Ama bir türlü yerinden kıpırdamıyordu araba.
“Arabayı öne arkaya hareket ettirmeye çalış, Barto,” dedim.
Aymo önce ileri sonra geri vitese taktı. Gelgelelim tekerlekler daha çok gömülüyordu çamura. Yine oturmuş kalmıştı. Açılan çukurun içinde rahatça dönüyordu tekerlekler. Doğruldum.
“Bir de iple deneyelim bakalım,” dedim.
“İşe yarayacağını sanmam, Tenente. Düz çekemeyiz.”
“Bir deneyelim hele,” dedim. “Başka yolu yok kurtulmanın.”
Piani'yle Bonello'nun arabaları daracık yolda ancak ileri doğru hareket edebiliyordu. İki arabayı birbirine bağlayarak çektik. Tekerlekler açtıkları çukura yanlamasına saplandılar.
“Olmayacak,” dedim. “Bırakın.”
Piani ile Bonello arabalarından inip geri geldiler. Aymo da aşağı indi. Kızlar kırk metre kadar ötedeki bir taş duvarın üstüne oturmuşlardı.
“Şimdi ne yapıyoruz, Tenente?” diye sordu Bonello.
“Çamurları kazıp bir kez daha çalı çırpıyla deneyeceğiz,” dedim.
Yoldan aşağı baktım. Benim yüzümden olmuştu. Ben sürüklemiştim onları buraya. Güneş bulutların arasından sıyrılmak üzereydi. Çavuşun cesedi çitin yanında boylu boyunca uzanıyordu,
“Şu herifin ceketiyle kaputunu tekerleklerin altına koyalım,” dedim.
Bonello gidip cesedin üstündeki giysileri çıkardı. Ay Silâhlara Veda / F. 12
mo ile Piani ön tekerleklerin arasındaki yeri kazarken ben de çalı çırpı topladım. Kaputu ikiye ayırdım, tekerleklerin altına doğru çamurun üstüne yaydım, sonra da tekerleklerin tutunabilmesi için çalı yığdım, İşe başlayabilirdik artık. Aymo direksiyon başına geçti, arabayı çalıştırdı. Tekerlekler döndü. Vargücümüzle ittik, iyice dayandık. Ama boşunaydı.
“Elden bir şey gelmez artık,” dedim. “Arabadan almak istediğin bir şey var mı, Barto?”
Aymo, Bonello ile birlikte arabaya çıktı, peynir topağıyla iki şişe şarap ve bir de kendi kaputunu almıştı. Bonello arka tekerleğe dayanmıştı, çavuşun ceketindeki cepleri karıştırıyordu.
“Şu ceketi atsan iyi edersin,” dedim. “Barto'nun bakireleri ne olacak?”
Piani: “Arkaya binebilirler,” dedi. “Zaten pek uzağa gidebileceğimizi sanmıyorum.”
Ambulansın arka kapısını açtım.
“Gelin binin bakalım,” dedim.
İki kız içeri girip bir köşeye büzüldüler. Çavuşun öldürülmesinden habersizdiler sanki. Arkamızdaki yola baktım. Çavuş pis uzun kollu iç gömleğiyle yol kıyısında yatıyordu. Piani'yle arabaya bindim. Yola koyulduk. Tarladan geçmeyi deneyecektik. Yol tarlaya girerken ben aşağı indin, önden yürüdüm. Tarlayı geçersek öbür uçta bir yol vardı. Ama geçemedik, arabayla geçilemeyecek kadar vıcık vıcık çamurluydu. Sonunda olanlar oldu ve arabaların ikisi de çamura saplanıp kaldı, iki arabayı da tarlada bıraktık, Udine'ye doğru yayan yola koyulduk.
Anayola çıkan yola geldiğimizde elimle işaret ettim kızlara:
“Şuradan aşağı gidin,” dedim. “Orada insanlara rastlarsınız.”
Yüzüme bakakaldılar. Cüzdanımı çıkardım, herbirine onar liretlik iki banknot verdim.
“Şu yana gidin,” diye gösterdim. “Arkadaşlar! Aileler var orada!”
Ne dediğimi anlamadılar ama ellerindeki parayı sımsıkı tutarak yoldan aşağı yürümeye başladılar. Sanki paraları geri almamdan korkuyormuşçasına arada bir durup geri bakıyorlardı. Yoldan aşağı gidişlerine baktım. Sımsıkı sarınmışlardı atkılarına, dönüp ürkek gözlerle bize doğru bakıyorlardı. Üç şoförde gülmeye başladı.
Bonello sordu:
“Ben de o yana gidersem bana kaç para verirsiniz, Tenente?”
“Yakalanacak olurlarsa, yalnız başlarına değil kalabalık içinde bulunsunlar, böylesi daha iyi,” dedim.
“Siz bana iki yüz liret verin, gerisin geri Avusturya'ya doğru yürüyeyim,” dedi Bonello.
Piani:
“Merak etme parayı elinden alırlar,” dedi.
Aymo güldü:
“Belli olmaz, savaş bitiverir bakarsınız.”
Yokuş yukarı olabildiğince hızlı adımlarla yürüyorduk. Güneş bulutların arasından kurtulmaya çalışıyordu. Yol kıyısında dut ağaçları vardı. Tarlaya saplanıp kalmış olan iki arabayı görebiliyordum ağaçların arasından.
Piani dönüp geri baktı:
“Onları oradan çıkarabilmeleri için bir yol yapmaları gerek,” dedi.
“Ah şimdi birer bisikletimiz olacaktı ki!” dedi Bonello.
Aymo sordu:
“Amerika'da bisiklete binerler mi?”
“Binerler.”
“Güzel şeydir bisiklet,” dedi Aymo, “yamandır yaman.”
“Bisikletimiz olsaydı keşke,” dedi Bonello. “Böyle taban tepmeye hiç gelemem ben.”
“Ateş mi ediyorlar?” diye sordum.
Uzaktan uzağa patlama sesleri gelmişti kulağıma.
“Bilmem,” dedi Aymo.
Durup kulak kabarttı.
“Öyle olmalı,” dedim.
Piani:
“İlk göreceğimiz şey atlılar olacak,” dedi.
“Onlarda süvari olduğunu hiç sanmam,” dedim.
Bonello:
“Dilerim öyledir,” dedi. “Bir süvarinin mızrağıyla şişlenmek istemem doğrusu.” “Çavuşu amma da nalladınız ha, Tenente,” dedi Piani.
Hızlı hızlı yürüyorduk.
“Onun işini ben bitirdim,” dedi Bonello. “Bu savaşta kimsenin burnunu kanatmamıştım. O hergele çavuşlardan birini gebertmek için yanıp tutuşuyordum zaten.”
“Durduğu yerde vurdun,” dedi. “Hareket halindeyken öldürmedin.”
“Boş ver orasını. Ömrümde unutamam bunu. Çavuş öldürdüm ya ona bak sen.”
“Günah çıkartırken ne diyeceksin peki?” diye sordu Aymo.
“Ne mi diyeceğim: Bağışla beni peder, bir çavuşu gebertiverdim.”
Herkes güldü.
Piani:
“Anarşistin biridir,” dedi, “kiliseye miliseye adımını atmaz.”
“Piani de anarşisttir,” dedi Bonello.
“Sahi anarşist misiniz?” diye sordum.
“Hayır, Tenente. Sosyalistiz biz. İmolalıyız.”
“Orada bulundunuz mu hiç?”
“Hayır.”
“Şipşirin bir yerdir, Tenente. Savaştan sonra gelirseniz size birçok şey gösteririz.”
“Siz hepiniz sosyalist misiniz?”
“Evet, hepimiz sosyalistiz.”
“Nasıl, güzel bir kent midir bari?”
“Güzel de laf mı... Öyle bir yeri hiç görmemişsinizdir.”
“Nasıl sosyalist oldunuz peki?” “Hepimiz sosyalistizdir işte. Herkes sosyalisttir. Taa eskiden beri öyleyizdir.”
“Siz hele bir gelin, Tenente. Sizi de sosyalist yapıveririz.”
İlerde yol sola sapıyordu; küçük bir tepenin ardında taş bir duvar, onun arkasında da bir elma bahçesi vardı. Tepeye tırmanmaya başlayınca suskunlaştılar. Zamanla yarışırcasına hızlı hızlı yürüyorduk.