Dış Sebepler:
a) Yabancı Din ve Kültürlerin Tesiri: Arap Yarımadasında doğan İs lâmiyet büyük bir hızla gelişti, kısa zaman içinde bir çok üike İslâm top raklanna katıldı. 14-21/635-641 yıllan arasında Suriye, Mısır, İran vi Irak, İslâm devletinin birer eyâleti haline geldi. Daha sonraları ve bilhas sa Emeviler ve Abbasîler devrinde bu yeni devletin hudutları, doğudc Maverâünnehir, batıda Kuzey Afrika ve hatta İspanya'ya kadar genişle di. Tabiî olarak İslâm düşüncesine bu yeni fetihlerin de önemli etkiler oldu. Böylece, yabancı din ve kültürlere sahip bir çok unsur İslâm top lumuna girdi. Oünkü Suriye ve Mısır'da Hıristiyanlık ve Yahudilik, İran v< Irak'da ise Mecusilik, Sabiîlik, Mazdekiyye, Seneviyye ve Zerdüştlük yay gın haldeydi. Müslümanlar fethettikleri ülkelerde, karşılaştıkları bu çe şitli din ve inanç sahipleriyle bir arada yaşamak ve onlarla devamlı teş rik-i mesai yapmak zorunda idiler. Bunun sonucunda bazı müslümanlar fetihlerle İslâm ülkesine katılan bu ülkeler ahalisi yoluyla yabancı din vt kültürlerin tesirinde kaldılar.
Bu tesir çeşitli yol ve şekillerde olmuştur. Meselâ, yeni fethedilen ül kelerde yaşayan insanların pek çoğu eski dinlerihden vazgeçerek İslâm't giriyorlardı. Ancak bu yeni müslümanlar arasında eski inançlarından ta mamen sıyrılmağa ve bu inançların etkisinden kurtulmağa-muvaffak olamayanlar vardı. Bunların kafalarında halâ eski dinlerinin fikir kalıntıları vardı. Ve İslâmî meseleleri hep o eski inançlarının ışığı altında mütalaa ediyorlardı. Çünkü bir insanın, zamanla zihninde ve ruhunda yer edip bütün benliğini sarmış olan bir inancı -batıl da olsa- birden bire terketme-si kolay değildir. İşte bundan dolayı bu yeni müslümanlar, bilerek veya bilmiyerek, yahut kötü bir niyetle eski inançlarından bazılarını İslâmiyete sokmaya ve müslümanlar arasında yaymaya çalışmışlardır. Nitekim ilk hicrî asırda en çok tartışma konusu olan cebir, ihtiyar, Allah'ın zatı ve sıfatları, Kur'an'ın mahlûk olup olmadığı gibi meselelerin ardında hep bu yabancı din ve kültürlerin tesirleri hissedilmektedir. Çünkü bu mevzular, İslâm'dan önce diğer din mensupları arasında münakaşa konusu olan meselelerdi.
Şunu da unutmamak gerekir ki, yeni fethedilen ülkeler ahalisinden İslâm'ı samimi olarak benimseyen ve fakat eski dinlerinin kalıntıları zihinlerinden henüz silinmemiş olan kimseler yanında, İslâm'ı inandığı için :bğil de, mal, şöhret, mevki ve makam gibi bazı kişisel düşünce ve şahsî akarları için kabul etmiş görünenler de vardı. Hatta bazıları da sırf İs-!â:Tı'ı içten yıkmak ve eski dinlerini tekrar diriltmek için İslâm'a giriyor-la.'dı. Bunlar asıl gayelerini gizleyip müslümanların akidelerini bozmaya ve kendi bâtıl fikirlerini sinsice yaymağa çalışıyorlardı. İslâm kisvesi al-îmda gizlenen bu insanların İslâmiyete ne derece büyük zararları dokunduğunu daha sonraki devirlerde acıkca görmek mümkündür.
Bu arada başka dinlere mensup olanlardan bir kısmı da kendi din-lerine bağlı kalıp cizye vermeyi kabul etti. Müslümanlarla aynı ülke hudutları dahilinde yaşayan bu gayr-i müslimler arasında da fikir ve görüş teati edilmiş ve karşılıklı etkileşme olmuştur. Bu yabancı unsurların tesiri sonucunda müslümanlar arasında - müslümanların daha önce hiç akıl-la/ına gelmeyen, gelse bile söylemeğe cesaret edemeyecekleri - bir çok t3o!ojik konu tartışılmağa başlanmıştır. Bu problemleri akıl yoluyla çözmek isteyenler de çıkmıştır.
b) Felsefî Cereyanların Tesiri: Yeni fethedilen ülkelerde kadim felsefenin iyi bilinmesi ve İslâm'a dışardan gelen fikirlerde felsefenin metodunun kullanılması, müslümanların felsefeye karşı merakını uyandırmış ve felsefî eserler Arapçaya terceme edilmeye başlanmıştır. Terceme yoluyla felsefenin İslâm dünyasında yayılması, bir takım problemleri de beraberinde getirmiştir. Felsefî cereyanların etkisinde kalarak problemleri sırf akılla çözmeye çalışanlar yanında İslâm itikadıyla bağdaşmayan görüş ve fikir sahiplerinden, felsefî metodtan istifade ederek fikirlerini yaymağa çalışanlar da olmuştur. Kısacası, müslümanlar arasında yanlış inanç ve görüşler yaymak suretiyle onları bölmek ve İslâm'ı içten çökertmek isteyen düşmanca fikirleri ayıklayıp, onlara karşı İslâm'ı koruma zarureti; özellikle yeni müs-tan olanların eski dinlerinden aktardıkları ve îslâmî olduğunu zannederek yaymağa çalıştıkları fikirlere karşı İslâm'ı koruma ve İslâm'ın ayn nıevzulardaki görüşünü açıklama zarureti ve yine yabancı unsurlar ve Ipme yoluyla müslümanlar arasında yayılan İslâm itikadına zıt felsefi fiKir ve görüşlerin aynı metodla reddedilmesi zarureti kelâm ilminin doğ-sebep olmuştur. 45
Yukarıda zikredilen ve benzer sebepler sonucu müslümanlar arasın-dcKur'an ve hadisin ruhuna. Selefin görüşüne uymayan fikirler ve bir töam gruplaşmalar meydana geldi. Bunların başında Haricîler, Şî'a, Mür-cie, Cebriyye (Cehmiyye) ve Kadiriyye gelir. Bu mezheplerden çıkış sebebi siyasi olanlar bir tarafa bırakılacak olursa, akaid sahasındaki ilk fidir ayrılığının Ma'bed el-Cühenî'nin (öl. 80/699) kaderi inkâr etmesi ile zuhur ettiği söylenebilir, Ma'bed'in görüşlerini kendisinden sonra Gaylan ed-Dımoşkî (öl. 126/743) devam ettirmiştir ki, bu görüşlerin ortaya çıktığı dönemde Abdullah b. Ömer (vf. 73/692), Câbir b. Abdillah, Abdullah b.Abbas (vf. 68/687), Enes b, Mâlik (vf. 93/712) ve Ebu Hureyre (vf. 59/ 678) gibi büyük sahabiler henüz hayattadır. Nitekim bu sahabilere Ma'bed'in kaderi inkâr ettiği haber verildiğinde, kendilerinin böylelerinden uzak olduklarını belirterek müslümanlara, bunlara selâm vermemelerini, cenaze namazlarını kılmamalarını ve onlardan uzaklaşmalarını (teberrî etmelerini) tavsiye etmişlerdir. 46
Akaid sahasında ilk ihtilâf konusu olan mes'elelerden biri de Allah'ın Sıfatları ile ilgilidir. İslâm dünyasında ilk defa Kur'an'ın mahluk olduğunu söyleyerek Allah'ın Kelâm sıfatını inkâr eden Ca'd b. Dirhem (öl. 118/ Î33) olmuştur. Bu görüşü kendisinden Cehm b. Safvan (öl. 128/745) almış ve sistemleştirmiştir ki, daha sonra bu görüş ona nisbet edilerek on-lann fikrini benimseyenlere "Cehmiyye" denmiştir. Cehm aynı zamanda iradesini inkâr ettiği için bu fırka Cebriyye adıyla da anılır. 47
Dostları ilə paylaş: |