Ersitesi basimevi 1988 konya



Yüklə 1,19 Mb.
səhifə2/24
tarix17.01.2019
ölçüsü1,19 Mb.
#98690
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   24


KELAM

Sunuş

Kelâm, Allah Kelâmı Kur'an-ı Kerim'in itikadla, inançla ilgili âyetlerinin yorumunu esas alan İslâm ilimlerinin temelini, aslını oluşturur.

Kelâm ilmine, «İslâm ilimlerinin reisi», «ilimlerin en şereflisi» gibi unvanlar verilmesi onun bu vasfından ileri gelmektedir.

Kelâm'a gerçek anlamda bir «Kur'an Felsefesi» gözüyle bakıla­bilir. Çünkü Kelâm'da İslâm'ın aslı, temeli olan Akaid, İman Esas­ları akli ve naklî delillerle izah edilir. Kelâm'da akidelerle, itikadla ilgili hususlar daha geniş olarak ele alınır.

Kelâm'm özünü, İslâm'ın özü olan Tevhid Akidesi, Allah'ın Bir Tekliği inancı oluşturur. Kelâm'da konu edilen bütün aslî ve yan me­seleler bu özün tam ve kâmil manada ortaya çıkarılmasına yönelik­tir, aslolan Allah Tealâ'nm Birliğidir. Bunun için ön ve genel bilgiler, iman ve İslâm kavramlarına verilen anlamlar, ilahiyat bahsinde Allah'ı isbat delilleri, insan ve fiilleri, Peygamberlik ve bağlı konu­lar, Ahiret ve halleri, Kur'an metni esas alınarak incelenir.

Söz bu kitaba gelince; Klasik Kelâm geleneğine bağlı olarak ha­zırlanan bu kitab; bir genel bilgiler, bir genel malumat kitabıdır. Hazırlanışında ilk kaynak eserler kullanıldığı gibi en son çıkan ek­serlere de müracaat edilmiş, Kelâm İlminin bütün konularına kısa­ca temas edilmeye gayret gösterilmiştir. Böylece Klasik Kelâm'm bir müracaat kitabının ortaya çıkması için titizlik gösterilmiş, gayret sarfedilmiştir. Bununla birlikte, günümüz inanç problemleri dikka­te alındığında, Çağdaş Kelâm'm konularının ne olması gerektiği hu­susunda ise işaretlerde bulunulmuştur.

Kitap, bir müşterek gayretin sonunda vücud bulmuştur. Bu ve­sileyle, Selçuk Üniversitesi Rektörü Saym Prof. Dr. Halil Çin'e, Ya­yın Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. O. Cenap Tekinşen'e, Yayın Komisyonu Üyeleri Sayın Prof. Dr. Hüseyin Ayan ve Sayın Prof. Dr. Nadir Doğan'a, Rektör Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Selçuk Ünlü'ye, Döner Sermaye İşletme Müdürü Ahmet Atılgan'a, Basımevi Müdürü Ersen Taşkın'a ve Basımevi Personeli ile bütün emeği geçenlere te­şekkürü yerine getirilmesi gereken bir borç bilir, Allah'a hamdede-riz.

1 Haziran 1988

Prof. Dr. Şerafeddin GÖLCÜK Doç. Dr. Süleyman TOPRAK 1

KELAM İLMİ




1- Tarifi :


«Kelâm» sözü dilde çeşitli manalara gelir. Kelâm bir söz, bir deyiş, bir cümle veya metin anlamına geldiği gibi, bunların yerini tutabilecek belirli bir «HAT» veya «işaret» anlamına da gelir. Kelâm, sesle ifade edil­diği zaman Arap dilinde «lafz» veya «kavi», yazı ile ifade edilince «hat» veya «kitabet», işaretle ifade edilince de «remz» veya «resm» adını alır.

Daha sonraki gelişiminde ise kelâm kelimesi, makul bir önermenin ya da hükmün ifadesi ve böyle bir önermeyi ya da hükmü ileri sürme im­kânı veren delil anlamına geldi. Mütekellim de bu tür kelâmları kullanan kimseye dendi.

Kelâm kelimesi, Allah Tealâ'nın bir sıfatı olarak Kur'an-ı Kerim'de «Kelâmuallah» şeklinde geçmektedir. 2 Burada kelâm'ın hangi manaya geldiği hususu, kelâmın lügatte farklı anlamlara gelmesinden ötürü, ba­zı ihtilaflara yol açmıştır. Ehl-i sünnet kelâmcılan «kelâmullah» tan, Kur'an'daki cümle ve ibarelerin ihtiva ettiği ilâhî emir ve hakikatleri an­lamışlardır. Onlara göre kelâm; sesin, yazının ve işaretin kendisi değil, bunların ifade ettikleri manadır, anlamdır. Ezelî olan ve Levh-i Mahfuz'-da ezelden beri mevcut olan da Allah Kelâmı'nın ifade ettiği bu mana­lardır.

Ehl-i sünnet kelâmcılarının bu anlayışına karşılık Mu'tezile, kelâmın lügat manasına dayanarak, - kelâmı bir harf, bir ses olarak kabul ettikle­rinden - Kelâmullah'in mahluk yani yaratılmış olduğu görüşünü ileri sür­müşlerdir. Görülüyor ki, kelâmın lügatte bu iki ayrı manaya gelişi, bu iki ekolün kelâmullah hakkındaki fikirlerinde farklılığa sebep olmuştur. Her iki ekol de görüşlerini kelâmın dildeki manalarından birine dayandırmış­lardır.

Bütün bunlardan da anlaşılıyor ki, kelâm sözü lügatte iki ayrı mana ifade etmektedir:



a) Kelâm, bir söz, bir yazı ya da bir işarettir.

b) Bu söz, yazı ya da işaretin ifade ettiği manadır.

Kelâm bir ilim olarak, «Kelâm İlmi» de bir terim olarak ele alınacak ılursa şüphesiz tarifi dildekinden farklı olacaktır. Cok değişik şekillerde anımlanan «Kelâm İlmi» nin tariflerini iki kategoride topjamak mümkün-lür: 3



a) Konusuna Göre Yapılan Tarifler:


«Âmentü» de hülasa edilmiş olan İslâm Dini'nin altı ,iman esası ilimler tarafından bazan üçe irca edilir. "Usûl-u Selâse" denilen bu üç nsıl, Allah'a iman, nübüvvet müessesesine iman ve âhirete imandır. Di­ğer iman esasları bunlarda mündemiç sayılır. Zira Allah'a iman edenin, D'nun kaza ve kaderine, peygambere iman etmiş olanın da onun getir-jiği kitaba ve meleklere inanması gerekir. Bütün semavî dinlerce kabul edilmiş olan bu üç esas da ikinci bir irca ameliyesiyle tek asılda hülasa edilebilir. "Asiu'1-Usûl" olan bu esas, ulûhiyet esasıdır ki, burada diğer iki asil (nübüvvet ve âhiret) Allah'ın fiillerinden sayılmıştır.

Buna göre kelâm ilmi tarif edilecek olursa, "Allah'ın zâtından, sıfat­larından, fiillerinden ve bilhassa birliğinden bahseden bir ilimdir." deni­lebilir ki, Selefiyye bu ilme "İİmu't-Tevhid ve's-Sifat" adını veriyordu.

Fakat âlimler kelâm ilmini konusuna göre tarif ederlerken umumi­yetle usûl-u seîâsenin ikisini, ya da hepsini zikretmeye itina göstermiş­lerdir. Bunlardan Seyyid Şerif Cürcanî'nin (vf. 816/1413) tarifi şöyledir:

"Kelâm, Allah Tealâ'nsn zâtından ve sıfatlarından, mebde' ve me'ad (baş­langıç ve sonuç, yaratılış ve âhiret) itibariyle yaratıkların (mümkinatın) hallerinden İslâm kanununa göre bahseden bir ilimdir."4

Bu tarifte ulûhiyet ve âhiret zikredilmiş, nübüvvetten bahsedilme­miştir. Zira âhiret tamamen sem'î bir bahis olduğundan ancak peygam­berin haber vermesiyle bilinir. Bu sebeple âhiret zikredilince nübüvvetin onda mündemiç olduğu düşünülerek ayrıca zikredilmemiş olabilir. Senû-sî'ye (vf. 895/1490) ait şu tarifte ise ulûhiyetle birlikte nübüvvetin zikriy-le yetinilmiş ve âhiret onda mündemiç kabul edilmiştir: "Kelâm ilmi, ulûhiyet bahislerini, peygamberlerin gönderildiğini, onların bütün haber vereliklerinde doğru olduklarını ve buna bağlı olan hususları bilmekten iba-reltir."5

v Ömer Nasuhi Bilmen'in (vf, 1971) tarifinde ise usûl-u seîâsenin hep­si mevcuttur: «Kelâm ilmi, Allah Tealâ hazretlerinin zât ve sıfatlarından, nübüvvet ve risalete ait meselelerden, mebde' ve me'ad itibariyle mükevvenatın (yaratıkların) hallerinden İslâm kanunu üzere bahseden bir ilim­dir."6

Kelâm ilminin konusuna göre yapılan bu tariflerde dikkat çeken iki husus vardır. Bunlardan biri, onun yaratılmışların hallerinden mebde' ve me'âd itibariyle bahsedişi, diğeri de İslâm kanunu üzere bahsedişidir. Bilindiği üzere fizik, kimya, biyoloji gibi pozitif bilimler de yaratıkların hal­lerinden bahsederler. Ancak bu ilimler mahîukatı başlangıç ve son itiba­riyle değil de, mevcut haliyle inceierler. Duyular vasıtasıyla İdrak edilemeyen, deney ve gözlem sahasına girmeyen varlıkların ilk yaratılışı ve sonunda ne ne olacakları hususu, pozitif bilimlerin konusuna girmez. Bu sebeple tarifteki "mebde' ve me'ad" kaydı kelâm ilmini konu yönünden pozitif bilimlerden ayırmaktadır.

Tarifte yer alan "islâm kanunu üzere oluş" kaydıyla da kelâm ilmi felsefeden ayrılır. Çünkü felsefe (metafizik)de Allah'dan, mebde' ve me'ad itibariyle mahlukatin hallerinden bahseder. Fakat bu bahsedişte hareket noktası nakil değil, akıldır. Konuları aklî esaslara göre izaha ça­lışır. Halbuki kelâmda hareket noktası nakildir. Her ne kadar konuların izah ve isbatında akla yer verilse de daima nakle bağlı kalmak esas ol­duğu için tarifte "islâm kanunu üzere" denmiş ve böylece kelâm ile fel­sefenin farkı da açığa çıkmıştır. 7



b) Gayesine Göre Yapılan Tarifler:

Kelâm ilminin gayesine göre yapılan tarifleri de pek çoktur. Bu tarif­lerden Cürcanî'ninki şöyledir:

"Kesin deliller kullanmak ve vaki olacak şüpheleri gidermek suretiyle dinî akideleri isbata güç kazandıran bir ilimdir," 8

Bu tarifteki "hüccet=kesin delil", nakil ile teyid edilmiş kafi delil demektir. Şüphelerden kasıt ise muarızların delilleridir. Diğer taraftan bu ta. if, kelâm ilmi ile akaid ilmi arasındaki farkı da belirtmektedir. Çünkü kelâm ilmi, aklî ve naklî kesin deliller kullanmak suretiyle muarızların de­lilerini cürütmeyi gaye edinirken, akaid ilminde bu tartışmalara yer ve­rilmez. Âyetler ve sahih hadislerde bildirilen inanç esasları olduğu gibi aktarılır ve öylece inanılması istenir. Onlar hakkında muarızların görüş ve delillerine bakılmaksızın muarızlar reddedilir.

Taftazânî (vf. 791/1383), Kelâm ilmini; "Kesin delillerle dinî akidele-.i b İmedir."9 diye daha kısa olarak tarif eder.

İbn Haldun'un (vf. 808/1405) tarifi ise şöyledir: "Kelâm ilmi, aklî de­lillerle imanî akideleri savunmayı ve itikadî konularda selefin ve ehl-i sünnetin yolundan sapan bid'atçıları reddetmeyi kapsayan bir ilimdir."10



2 -Konusu:

Her ilmin olduğu gibi kelâm ilminin de müstakil bir mevzuu vardır. Kelâm konu olarak dini akaidi ilgilendiren bütün meseleleri içine alır. An­cak bu ilmin konusu İslâm düşünce tarihi boyunca kendisinin kaydettiği inkişafa bağlı olarak değişiklik arzetmiştir. Bu değişiklik seyrinde konu­nun gittikçe genişlediği dikkat çekmektedir. Buna göre kelâm ilminin ko­nusunu - değişmeleri de içine alacak şekilde - üç maddede özetleyebili­riz ;



a) Mütekaddimîn adı verilen Gazzalî'den (vf. 505/1111) önceki ke-lâmcılar döneminde kelâm ilminin meşgul olduğu en önemli mesele Al­lah Tealâ'nın birliği ve sıfatları, fiilleri idi. Bu sebeple mütekaddimîn ke-lâmcılara göre kelâmın konusu "Allah'ın zâtı ve sıfatları" olmuştur. Yuka­rıda işaret olunan, iman esaslarının bir aslu'i-usûle irca edilişi hatırlana­cak olursa, bu dönemde kelâm ilminin konusuna diğer iman esaslarının da dahil olduğu kolayca anlaşılır. Çünkü bu ilimde Allah'ın varlığı ve bir­liği yanında O'nun sıfatlarından ve dünyayı yaratması, ölüleri diriltmesi, peygamber göndermesi, kitap inzal etmesi, ceza ve mükâfat vermesi... gibi fiillerinden bahsedilir.

b) Felsefenin İslâm âleminde yayılmasından sonra kelâm ilminin ko­nusu da genişlemiştir. Müteahhirîn kelâmcılardan olan İmam Gazzali'nin de kabul ettiği görüşe göre bu dönemde kelâm ilminin konusunu «Mev-cud» teşkil etmiştir. Ancak kelâm ilmi mevcudu konu edinirken, onu ha­lihazırdaki durumu itibariyle değil de, mutlak var olması yönünden konu edinmiştir. Varlığın var olması yönünden değil de başka bakımlardan in­celenmesi pozitif ilimlerin konusuna girer. Gerçi felsefe de varlığı str1 var olması yönünden konu edinir. Ancak felsefe sırf aklı hareket noktasi olarak kabul ettiği halde, kelâm nakle bağlı kalır. Böylece kelâm ilminin| konusu genişlemekle beraber, diğer ilimlerle karışması da önlenmiş olur.

c) Gazzalî'den itibaren felsefî ilimlerden olan mantık da kelâmcıla tarafından benimsenmiş ve doğru düşünme kaidelerini öğreten mantı ilmine ait bazı hususlar kelâm kitaplarında yer almaya başlamıştır. Böy lece dış âlemde varlığı olmayan mücerred bazı mefhumlar da kelâmı konusuna girmiş oldu. Bu sebeple kelâmın konusunu bu mücerred kav ramları da içine alacak şekilde genişletme gereği hasıl oidu. Müteahhirîr kelâmcılar "İslâm akaidini jsbata yarayan her malum kelâm ilminin ko­nusudur" demek suretiyle, zihnin dışında varlığı olsun veya olmasın, bi­linmek şanından olan ve bilinebilen her şeyin (ma'lumun) kelâm ilminin konusuna dahil olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim müteahhir kelâmcılar nazar, delil, ma'dum gibi konulan, dış alemde varlıkları olmadığı halde, kelâm kitaplarında ele alıp tartışmışlardır.

Ancak kelâm ilminin konusuna giren ma'lum ya doğrudan doğruya "Allah vardır ve birdir, Hz. Muhammed O'nun Rasûlüdur..." gibi dinî bir akideyi teşkil eder. Bunlara kelâm ilminin mesaili ve makâsıdı (bu ilmin ana meseleleri) denir. Ya da bir dinî akidenin isbatma yarayan bilgiler olmalıdır. Meselâ Allah'ın varlığını isbata yarayan "alem hadistir, cev­herler arazlardan hali değildir..." kaziyyeleri gibi. Bunlara da mebâdi (mebde'ler) ve vesâil (vesileler) denir. Kelâm ilminin mesaili olan akide konuları daima aynı kaldığı halde, vesâil zamanın ihtiyaçlarına ve yeni fikrî akımlara göre değişebilir. Meselâ tabiat kanunlarının zorunsuzluğu önceki kelâm kitaplarında yer almadığı halde daha sonraki dönemlerde hissi mu'cizelerin isbatına vesile teşkil etmişlerdir. 11




3 -Gayesi ve Mertebesi:


Her ilmin kendine göre bir faydası ve gerçekleştirmek istediği bir gayesi vardır. Dinî ilimlerin hepsinin ortak amacı, insanı dünya ve âhiret saadetine ulaştırmaktır. Ancak âlimler, kelâm ilmi için bu büyük gaye yanında tali derecede bazı faydalar da sıralamışlardır. Şöyle ki:



a) Kelâm ilmi insanı imanda taklitten kurtarıp, tahkik ve yakin (ke­sin bilgi) derecesine yükseltir.

b) Doğru yolu arayanlara itikadı meseleleri delilleriyle öğreterek oı lan irşad eder. Bâtılda ısrar edenleri de kuvvetli delillerle susturur.

c) İnanç eroslarını, bâtıl ve yanlış görüş taraftarlarının ileriye süref çekleri şüphelerle sarsıntıya uğramaktan korur.

d) Yapılan ameller niyete göredir. Niyetin sağlamlığı ve kuvveti is iman ve inanç kuvvetiyle doğru orantılıdır. O halde sağlam bir itikat! amelde ihias ve samimiyeti artırır. Bu da yine kelâm ilmi sayesinde kuvj vetli ve sağlam bir inanca sahip olmakla mümkündür.

e) Kelâm, diğer dinî ilimlere mesned teşkil eder. Çünkü islâmî ilim1 lerin hepsi inanca dayanır. Eğer âlim, kadir, mükellif, mürsil (elçi gönde ren) ve münezzil (kitap indiren) olan bir yaratıcının varlığı isbat ve kabili edilmezse, tefsir, hadis, fıkıh gibi dinî ilimlerden söz edilemez. Bu itibar la dinî ilimlerin hepsi kelâm ilmine istinad eder.12

İslâmî ilimlere bu açıdan bakılıp bir değerlendirme yapıldığında Ke­lâm ilminin mertebesi ve şerefi de açığa çıkmış oluyor. Kelâm ilmiyle uğ: raşan alimler, özellikle müteahhirîn, bu ilmin mertebesi yüce ve şerefli bir ilim olduğunu belirtmeye önem vermişlerdir.

Kelâm, kendisine özgü ilkelere sahip oluşu, bu ilkelerin diğer islâmi ilmlerden değil de bizzat kendinden oluşu ve diğer dinî ilimler kelâma is­tinad ettiği halde, kelâmın onların hiç birine dayanmayışı yönünden dinî ilimlerin reisi durumundadır.

Diğer taraftan kelâm, konu, gaye ve delil itibariyle de bütün ilimler den üstündür ve ilimlerin en şereflisidir. Çünkü kelâm ilminin konusu, her, şeye delalet eden "ma'lum" olması bakımından en geniş, zât ve sifat-ı! Bâri'ye şamil olması cihetîyle de en şerefli konudur. Gayesi, dünya ve; ahiret saadetini temin etmek olduğu için en şerefli gayedir. Delilleri de aklî delille te'yid edilmiş naklî deliller olması bakımından en kuvvetli de lildir.

Başka bir açıdan bakıldığında kelâm ilmi "hakiki ilim" payesine sa hiptir. Çünkü ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem'den bu yana ay­nı kalan, dinlerin ve tebliğcilerin değişmesiyle değişmeyen itikadî esas­ları içermektedir.

Her ilim erbabının, kendi uğraş alanlarına giren ilmin en şerefli ve! rütbece en yüksek bir ilim dalı olduğunu söylemesi tabiidir. Zira bu, o ll-j mi tahsil etmek ve o ilimle meşgul olmak isteyenleri teşvik eder. Ancak

ötedenberi kelâm ilminin önemine inanan ve onun lehinde olanlar yani da aleyhinde olanlar da vardır.

Kelâm ilminin aleyhinde olanların hepsini aynı kategori içerisini değerlendirmek pek hakşinaslık olmaz. Bu sebeple kelâm aleyhtarları bir kaç gruba ayıracağız :



a) Samimi olanlar: Çoğunluğunu Selefiyye'nin oluşturduğu bu gru­ba göre kelâm, yetkili olmadığı sahalarda fikir yürütmek ve söz söyle­mek için insana cür'et kazandıran, böylece akideyi slrsıntıya uğratan bir cereyandır. Selef her konuda olduğu gibi, özellikle itikadı konularda da nakle bağlı kalmak hususunda azami titizliği göstermiş, Rasulullah ve ashap döneminde rastlanmayan akılcı bir metodu benimseyen kelâmcı-ları kötülenişlerdir. İmam Mâlik (vf. 179/795), İmam Şafii (vf. 204/819), Ahmed b. Hanbel (vf. 241/855) ve Ebu Yusuf (vf. 182/798) gibi selef âlim­lerinin kelâm aleyhindeki sözleri - henüz onların yaşadığı dönemde Ehl-I Sünnet kelâmı mevcut olmadığı için - ehl-i bid'at kelâmını hedef almak­tadır. Lâkin onlar tarafından ehl-i bid'at kelâmına karşı takınılan bu ta­vır, ehl-i sünnet kelâmı teessüs ettikten sonra da devam etmiştir. Müîe-ahhirîn selefiyyeden olan pek çok âlim, kelâmı ve kelâmcılan tenkid et­miş, onları inanoı sarsıntıya uğratmak, yetkili olmadıkları sahada konuş­mak ve aklı nakle tercih etmekle suçlamışlardır.

Şüphesiz bu sözler, sadece dinine bağlı ve kelâmî delilleri anlama kabiliyetine sahip olmayan müslümanların akidelerini bozmak gibi bir maksat peşinde koşan ve gereksiz yere anlaşılması güç felsefî konulara dalan kimseler için geçerlidir. Ancak kelâm ilmiyle uğraşanların hepsini, özellikle ehl-i sünnet kelâmcılarını bu kategoriye sokmak imkânsızdır. Nasıl olur da gayesi ehl-i sünnet akidesini korumak ve bu akideyi boz­mak isteyenlere karşı koymak olan bir âlim, kullandığı metottan dolayı böyle ağır şekilde suçlanabilir? Üstelik müslümanların böyle bir ilme ve âlime şiddetle ihtiyacı vardır.

Nitekim İmam Gazzalî de "İlcâmu'l-Avam" adlı eserinde kültürsüz halk tabakasının, avamın, kendileri için gereksiz olan kelâm ilmiyle meşgul olmalarını mahzurlu görürken, kültürlü kişilerden bir grubun bu İlimle uğraşması gereğini savunmuş,13 hatta kelâm ilmini öğrenmenin farz-ı kifaye olduğunu belirtmiş 14 ve şöyle demiştir: "Her memlekette ve her yerde bid'atçılara karşı koyacak, haktan ayrılanları geri çevirecek, ehl-i sünnetin kalplerini şüphenin tesirlerinden temizleyecek ve bu ilimle meşgul olarak hakkı koruyacak bir kimsenin bulunması zaruridir. Fakih-

feiz ve doktorsuz kalan bir memleket gibi, böyle bir âlimden (kelâmcıdah) yoksun olan bir memleketin de bütün ahalisi sorumludur.'"15

' İhyanın bir başka yerinde kelâm ilmini ilaca, fıkhı ise gıdaya benze­ten Gazzalî, gıdanın zararından endişe edilmez, ama ilacın bazılarına za­rarlı olacağı muhakkaktır, demekte ve kelâmın bu ilmi anlayamayacak kültürsüz kimselere okutulmamasını tekrarlamaktadır. Gerçekten de ke­lâm ilmini öğrenmek belki halk için gereksizdir. Ama inkarcılığın alabil­diğine yayıldığı asrımızda İslâm akaidini müdafaa edecek, inanç yönün­den zararlı cereyanların doğurduğu problemleri halledecek kimseler için jkelâm ilmi zaruridir. Hatta dinî kültürü olup da kelâm ilmini anlayabilç-cek kişilerin bile hem kendi imanlarını korumak, savunmak, hem de -inançla ilgili problemleri çözmek için kelâm öğrenmeleri gereklidir.

b) Kelâm ilmine karşı çıkanların bir kısmı da cahil, mukallid, kültür p_ Miseviyesi düşük ve aklî izahları kavrayamayanlardır. İnsanlar bilmedikle­rinin düşmanıdır. Bu guruptaki insanlar da kelâmı anlamaktan kendileri aciz kalınca, başkalarının da onu öğrenmesini istemezler. 16 İmam Eş'arî (vf. 324/936), bu gibilerini kastederek, bazı insanların bilgisizliği serma­ye edindiklerini, tembellik sebebiyle dinî tefekkür ve araştırmadan vaz­geçip işin kolayına kaçtıklarını ve taklide yöneldiklerini, aynı zamanda Usûlu'd-Din hakkında araştırma yapanlara da dil uzatıp onları sapıklığa nispet ettiklerini belirtir ve onlara şöyle den "Siz, kelâmcıları Usûlu'd-Din konusunda konuşmaktan menederken, kendiniz istediğiniz konular hakkında söz söylüyorsunuz. Âciz kalınca da konuşmaktan menolunduk, dersiniz. İşinize gelince de, kendinizden öncekileri delilsiz ve izahsız tak-lid edersiniz. Bu bir nefis arzusundan, başkasına tehakküm etmekten fbaşka bir şey değildir." 17

c) Kelâma karşı olanların bir kısmını ise inançları bozuk bid'atçılar Hıe kötü niystü kişiler teşkil eder. Kalpazanın, sahte paraları gerçeğinden ayıran sarrafı sevmediği gibi, bunlar da bid'at fikir ve görüşlerinin ke-lâmcılar tarafından gerçek hüviyetiyle ortaya konacağını bildikleri için kelâmı ve kelâmcıları sevmezler. Aksi halde kelâm onların gerçek yüzün­den perdeyi kaldıracak ve hakkın karşısında yıkılacaklardır. 18

Bu sayılan gruplar dışında başka sebepler yüzünden kelâma karşı jölanlar da olabilir. Ancak bunlar bir yekûn teşkil etmez. Burada sonuç olarak şunu söylemek istiyoruz ki, zor ulaşılabilen şeyler daima kıymetli olur. Kelâmın zor bir ilim oluşu onun kıymetini da­ha da artırır. Asrımız insanının durumuda göz önüne alınırsa, kelâmın bugün geçmiş çağlara nispetle daha çok önem kazandığı açığa çıkar. Her ilmin muarızı olduğu gibi, kelâm ilmine karşı çıkanlar da her zaman bulunabilir. 19



4 -İsmi:

İslâm Dini'nin itikadî hükümlerini konu edinen ilim, muhtelif zaman­larda değişik isimlerle isimlendirilmiştir. Bu ilme başlangıçta "FIKIH" adı­nın verildiği bilinmektedir. Çünkü o zaman itikad ve amele müteallik olan meseleier birbirinden ayrılmış, ayrı kitaplarda toplanmış halde değildi ve hepsine birden fıkıh deniyordu.

Zamanla kısa bir formül haline sokulmuş olan iman esasları hak­kında müstakil risaleler yazılmaya başlanmış ve böyleee fıkıhla kelâm yahut akaid birbirinden ayrılma yoluna girmiştir. Nitekim fıkhın bu itikad kısmını içeren ilk eser İmam A'zam Ebu Hanife'nin (vf. 150/767) "el -Fıkhu'l-Ekber" isimli eseridir. Bu risale, fıkıh adını taşıdığı halde îslâmın akaid esaslarından bahsetmektedir. Ve akidenin önemine binaen esere "el-Fıkhu'l-Ekber=en büyük fıkıh" adı verilmiştir. Böyleee "eî-RKHU'L-EKBER" ismi, inanç esaslarını konu edinen ilminde ilk adı olmuştur.

Akide kelimesinin çoğulu olan AKAİD isminin de bu ilme ad olarak verildiğini görmekteyiz. Akide, gönülden bağlanılan, düğüm atmışcasına inanılan şey anlamına gelir. Istılahta ise, inanılması zaruri olan şey, iman esası demektir. Akaid de,-İslâm Dini'nde inanılması farz olan hususlar, bir diğer ifadeyle iman esasları demek olur ve iman esaslarından bahse­den ilme "Akaid İlmi" adı verilir.

Akide kelimesi -izah edildiği üzere- iman esası, inanılan husus ma­nasına geldiği gibi (meselâ, melek akidesi, âhîret akidesi v.b,); belli bir kişi ya da grubun iman esaslarını telâkki ve kabul ediş tarzı anlamına da geiir. Meselâ, Allah'ın sıfatları konusunda İmam Mâtûridî'nin akidesi şöy­ledir, denildiğinde bu sözden Mâtûridî'nin Allah'ın sıfatları konusunu te­lâkki, kabul ve yorum tarzı anlaşılır. Bilhassa selef ulemasının akaide dair risaleleri "akide" kelimesiyle isimlendirilmiştir. el-Akidetu't-Taha-viyye gibi.

Akaid ilmi, İslâm Dini'nin amelî hükümlerinden değil de, itikadı hü­kümlerinden bahseden bir ilimdir. 20 Bu ilimde iman esasları ele alınırken çeşitli metotlar kullanılabilir. Yani iman esasları selefin yaptığı gibi sade-ee naklin ışığı altında inceleneceği gibi, kelâmcılarda olduğu üzere aklî izahlar da yapılabilir. O halde akaid, hangi metodla olursa olsun iman esaslarından bahseden ilmin genel adıdır. Özel manada ise akaid, İslâm Dini'nin inanç esaslarından muhtasar olarak, tartışmaya girmeden, selef metoduyla bahseden ilimdir. Bu hususu gözönünde bulunduran bazı âlim­ler, akaid ile kelâmı birbirinden ayırmış; Akaid'i, Vâcibu'l-Vücud'dan ya­ni Allah Tealâ'nın zâtından, sıfatlarından ve fiillerinden bahseden ilim; Kelâm'ı ise, hem bunlardan hem de mümkinatın hallerinden bahseden ilim şeklinde tavsif etmişlerdir.' 21

Bundan başka kelâm ilmi için "JLMUT-TEVHİD" ve "USÛLUrD-DİN" adları da kullanılmıştır. Bu ilme İlmu't-Tevhid denmesinin sebebi, bütün meselelerinin Allah'ın birliği etrafında toplanmasındandır. Tevhid ilmi, di­nî akideleri kesin yani yakinî delillerle isbat eden bir ilimdir. İmam Mâtü-ridî ve daha pek çok âlim; itikadı konulan içeren eserlerine "Kitabu't-Tev-;J hid" adını vermişlerdir.

Bu ilme Usûlu'd-Din adının verilmesinin sebebi ise, dinin esasların-I dan ve aslî mes'elelerinden, ana konularından söz etmesidir. İslâmınl iman esaslarından, ister selef metoduyla isterse kelâm metoduyla olsunj bahseden ilme Usûlu'd-Din, mes'elelerine de "Ahkâm-i Asüyye" °di ve-j rilmiştir. Abdulkâhir el-Bağdâdî (vf. 429/1038) ve Ebu Yusr Muhammedi Pezdevî (vf. 493/1099) de itikadı konulara dair yazdıkları eserlerine «U-| sûlu'd-Din" adını vermişlerdir. 22

Özellikle aklî delillere fazlaca yer veren kelâm ilmine "NAZAR ve İS-i TİDLAL, İLMİ" adı da verilmiştir.

Netice olarak, İslâmın itikadı hükümlerinden bahseden ilme "KELÂM İLMİ" adının verilişi, Abbasiler devrine (132 H/756 M den sonra) tesadüf | eder.

Bu ilme "söz" manasına gelen "Kelâm" adının verilişinin sebeplerini araştıran sonraki âlimler, bazı ihtimaller üzerinde durmuşlardır. Bunlar-fdan bazılarını şöyle sıralayabiliriz :

1 - Bilhassa ilk dönemlerde telif edilen kelâm kitaplarında kelimesi konu başlıklarında bir klişe olarak kulla}nılmıştır. Müellifler her konunun başında ihakkmda söz, = Rızıklar hakkında söz) şel tinde başladıkları için zamanla bu ilme kelâm denmiştir.

2 -Bilhassa ilk devirlerde bu ilmin en önemli konusunu "kelâmul-; lan" meselesi teşkil ediyordu. Mu'tezile ile Ehl-i Sünnet arasında devlet f-başkanlarını bile meşgul edecek kadar büyük bir ihtilaf ve mücadele ^mevzuu olan Kur'an'ın mahluk olup olmadığı meselesi ve Allah'ın kelâm ^sıfatı mevzuu bu ilmin en önemli konusunu teşkil etmesi sebebiyle kelâm i adı verilmiştir.

3 - Bu İlme kelâm denilmesinin sebebi şöyle de izah edilebilir: Nasıl ki mantık ilmi, felsefî konularda kişiye söz söyleme kabiliyeti, gücü kazandırıyorsa, kelâm ilmi de dinî mevzularda söz söyleme ve onları is-bat etme kudreti kazandırır. Mantık kelimesi, yunancadaki "iogike"in karşılığıdır. Bu da logos'a yani söze ait demektir. Bu mana Arapcada 'kelâm" ile karşılanmıştır. Mantık ile kelâm kelimesi arasındaki bu mana benzerliğinden bu ilme kelâm denilmiştir.

' 4 -Delilleri, akılla teyid edilmiş naklî deliller olması hasebiyle çok £ kuvvetli olduğundan; "söz (kelâm) yalnız bu ilmin sözüdür, hasmın sözü [ (kelâmı) değildir" manasına işaret için kelâm ilmi denmiştir.



5-Bu ilim, tartışmaya, cedele ve münazaraya en müsait bir ilim-ifdir. Bu konular da söze fazlasıyla muhtaçtır. Kelâmın kurucusu olan ':.' mu'tezile ise söz söylemede, ikna etmede kudret sahibi ve nazar ehli ol-l- duklarından karşılarındakini susturmaktaydılar. Bu sebeple söze fazla sıyla muhtaç olan bu ilme kelâm adı verilmiştir.

6-Delillerinin kuvvetinden dolayı kalpte tesir hasıl eden ve kalbe nüfuz eden bir ilim olması sebebiyle, yaralamak manasına gelen "kelm" kökünden türetilerek "kelâm" bu ilme ad olmuştur. 23

Diğer İlimler Arasındaki Yeri:

Kelâm ilminin öneminden bahsederken onun isiâmîllih'



7- Selefin sustuğu konularda kelâmcıların söz söylemesi sebebiy­le bu ismi almıştır. 24

Bütün bu sayılanlar, söz konusu ilme kelâm ilmi denilmesinin sebe leri olarak zikredilmektedir.

arasındaki yerine işaret edilmiş ve islâmî ilimlerin başında geldiği belirtilmişti. Bu­rada kelâm ilminin diğer ilimler arasındaki yerini daha iyi belirtmek için İmam Gazzali'nin ve İbn Haldun'un (vf. 808/1406) ilim tasniflerini verecek ve kelâm ilmiyle münasebeti olan ilimleri açıklayacağız.

Gazzalî ilimleri önce ikiye ayırır:25



1-Şer'î (dinî) İlimler. Bunlar da kendi arasında yine ikiye ayrılır.

a) Usûl İlmi (Tevhid ve Kelâm).

b) Furû' İlmi (Fıkıh ve Ahlâk).

2 -Aklî İlimler:

a) Riyazî ve Mantıkî İlimler.

b) Tabiî İlimler. .

c) Metafizik.

Görüldüğü üzere Gazzalî kelâmı dinî ilimlerin aslı saymıştır.

İbn Haldun da ilimleri önce aklî ve dinî ilimler diye iki ana bölüme ayırarak, aklî ilimlerin herkesin ortak malı olduğunu belirtirir. Dinî ilimle­rin ise sadece müsiümanları ilgilendirdiğini belirterek bunların temelinde Kur'an ve Hadis'in bulunduğunu söyler ve şer'î ilimleri bilmek için Arap-çayı iyi bilmenin gerekliliğine dikkat çeker.

İbn Haldun'a göre aklî ilimler de kendi arasında dörde ayrılır: 26



1- Mantık.

2- Ta'limî (Riyazî) İlimler.

3- Tabiî İlimler (Tib, ziraat v.b.).

4- İlâhî İlimler.

Naklî ilimlerin bölümleri ise şunlardır:



1- Tefsir İlmi.

2- Kıraat İlmi.

3- Hadis İlmi.

4- Fıkıh Usûlü.

5- Fıkıh İlmi.

6- Kelâm İlmi.

7- Tasavvuf İlmi.

8- Rüya Tabiri İlmi.

9- Üsâniyyât (Dil İlmi).

Kelâm ilmiyle münâsebeti olan ilimleri ise üç grupta toplamağı mür kündür:



1- Felsefî Mimler i Felsefe, Mantık, Tib, Tarih ve Coğrafyf

2 -Tabiî İlimler : Fizik, Kimya, Matematik ve Biyoloji gibi.

3 -İslâmî İlimler : Kur'an, Hadis, Fıkıh ve Dil ilimleri gibi. A

Kelâm ilminin bu üç grup ilimlerin hepsiyle alâkası vardır, Kelâı meselelerini izah ve isbat ederken bu ilimlerden istifade eder. Ancak kel lam, kendine has konusu, metodu ve gayesiyle bu ilimlerin hepsinder farklıdır. 27




Yüklə 1,19 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin