Tiyatrom.com okurlarına hizmet amacıyla ve telif haklarına olan saygısı nedeniyle sadece yazar ya da çevirmenlerinin yayınlamamıza izin verdiği oyun teksterlini okurlarına hizmet amacıyla yayımlamaktadır. Bu kültür hizmetine katkıda bulunarak oyunlarını sizlere iletmemize izin veren tüm oyun yazarlarımıza teşekkür ediyoruz. Sahnelemeyi düşündüğünüz oyunlardan yazarlarını haberdar etmeniz saygı davranışı olarak önerilir Bu oyunun bütün telif hakları yazarına aittir.
PANDORA’NIN KUTUSU
Tek perdelik Drama Eser Sahibi:
Dr. Mehmet Murat ildan
E-Posta:muratildan@yahoo.com
Web-Site:http://www.geocities.com/muratildan
Kişiler
Fethi
Fazıl
Radyo Spikeri
Ayten
Kapıcı
2006
10 Ağustos 1945. Fötr şapkalı, takım
elbiseli bir adam sahaf dükkanına girer.
Siyah önlüklü dükkan sahibi onu karşılar. Fethi: Gözlerime inanamıyorum! Aziz dostum, Fazıl! Akşam akşam bu ne hoş bir sürpriz böyle!..
Fazıl: Bu güzel sokağa uğrayıp da eski dostumu ziyaret etmemek olmazdı!..
Fethi: (Bir sandalye çeker.) Geç otur şöyle; görüşmeyeli beş yıldan fazla oldu herhalde…
Fazıl: Yedi sekiz yıl oldu sanırım…
Fethi: Çay, kahve, ne istersin?
Fazıl: Sağol, Fethi, hiçbir şey almayayım, fazla durmayacağım zaten…
Fethi: Ben bir tane içeceğim, müsadenle... (Bardağına çay doldurur.)
Fazıl: Bakıyorum da saçların iyice beyazlamış!
Fethi: (Dükkandaki aynaya bakarak) Hatırlarsın, canım dostum, bir zamanlar saçlarım kömür gibiydi, şimdi ise resmen gümüş gibi; ama gümüş kömürden daha değerlidir değil mi?
Fazıl: (Güler.) Bu yüzlerce kitabın arasında dura dura filozoflaşmışsın sen, saç sakal birbirine karışmış; Sinoplu Diyojen gibi üstün başın da dökülüyor!..
Fethi: Bu iş zannedildiği kadar kolay değil, iyi bir sahaf olabilmek için bilgili olmak şart. Eski ve yeni yazarları tanımak, az çok Osmanlıca, Arapça ve Farsça bilmek, kağıt ve cilt konusunda bilgi sahibi olmak, yazıldığı tarih belli olmayan bir kitap ele alındığında hangi döneme ait olduğunu saptayabilmek… bunlar insanı çok yoruyor, Fazıl…
Fazıl: Satışlar nasıl gidiyor, sevgili dostum? İstanbul’un sahaflar kralı olmak gibi büyük projelerin vardı senin!..
Fethi:(İç çekerek) Ah, o bir gençlik hulyasıydı, Fazıl!
Fazıl: Bir hulya mı?
Fethi: Bilirsin işte, boş bir hulya, tatlı bir düş… İnsan gençken gerçekçi değil idealisttir, dünyayı parmağının ucunda bir fırıldak gibi döndürebileceğini, dünyayı bir devrimle değiştirebileceğini düşünecek kadar saftır! Ama yaş ilerledikçe dünyanın büyüklüğünün ve ağırlığının idrakine varır, hem de acı bir şekilde varır… Sahaflar kralı olmayı bırak SahaflarÇarşısı’nda bir dükkan bile açamadım!.. Görüyorsun, halen bu kenar sokaktayım işte… Ama buna da şükür demeliyim herhalde; değerli kitapları, nadide el yazmalarını konaklara götüren, onları kapı kapı satmaya çalışan Osmanlının gezgin sahafları bohçacılar gibi de olabilirdim!.. Ama bu işi seviyorum, kitapları seviyorum…
Fazıl: Eskiden de kitapları çok severdin; hatta Romalı kral Numa Pompilius gibi gömülürken tabutuna kitaplarının da konulmasını isterdin..
Fethi: Bu işe alıştım artık. Buraya ilginç insanlar da geliyor Fazıl. İyi bir pazarlık için, aradıkları kitabı bulduklarında onunla ilgilenmiyorlarmış gibi bir tavır takınarak gözlerindeki müthiş sevinci saklamaya çalışanlara sıkça rastlıyorum; kitapları koklayarak alanlara bile rastladım!..
Fazıl: Aslında Babıâli yokuşunda bir dükkân açabilseydin…
Fethi: Orada kiralar bir hayli yüksek, ama umudumu tamamen yitirmiş de değilim, Fazıl, çok çalışıp didiniyorum. Bir yere varmak için çalışıp didinmek en önemli husustur sanırım!..
Fazıl: Şans olayını da unutmamak lâzım tabiî!
Fethi: Haklısın. Tıpkı benim gibi orta hâlli bir sahaf vardı, tanıdığı ünlü bir yazar vefat etmeden önce kişisel kütüphanesini miras olarak ona bıraktı! Bu zengin kütüphane sayesinde benim sahaf arkadaş hatırı sayılır bir sermaye edindi. O yazar yıllar önce tesadüfen onun dükkânına değil de iki sokak ötedeki benim dükkânıma uğramış olsaydı.…
Fazıl: Kütüphane mirası da sana kalacaktı herhalde… dediğim gibi, sevgili Fethi, şans meseleleri hayatın gidişatında fevkalâde önemli olabiliyor… Şans bir rüzgârdır, arkadan esince insanı gitmek istediği yere çabucak götürür… ama onun esmesini beklemek de hiç mantıklı değil tabiî..
Fethi: Esasen halimden çok da şikâyetçi değilim; sağlığım yerinde, geçinip gidiyorum işte…
Fazıl: Parmağında hâlâ bir yüzük yok, tabii çalışırken çıkarmadıysan eğer!..
Fethi: Aslında evlenebileceğim kızı buldum, ona delicesine âşık da oldum, ama o başkasını tercih etti maalesef!..
Fazıl: Boş ver, takma kafana. Uçaklar, bir pistte sorun varsa eğer yere çakılmazlar, hemen bir manevra yapıp başka bir piste giderek oraya iniş yaparlar!..
Fethi:(Gülerek) Mükemmel bir felsefe, bunu aklımın bir köşesine yazacağım dostum!.. Bu arada saat kaç oldu acaba, benim saat tamircide de!.. Dokuz haberlerini kaçırmayalım, Fazıl, büyük tarihî gelişmelerin arifesindeyiz!..
Fazıl: Birazdan dokuz olacak…
Fethi: Köstekli saatin de pek fiyakalıymış!..
Fazıl: Antika sayılır… Mahallenin elektrikleri neden kesik? (Dışarıda bir fayton geçer.) Zavallı atlar bu karanlıkta önlerini görebiliyorlarsa bravo doğrusu!..
Fethi: Elektrikler on saattir kesik; ciddi bir yağmurdan sonra hep böyle oluyor… (Gök gürler.) Kara bulutların kenti terk etmeye hiç niyetleri yok gibi…
Fazıl: Biliyor musun, Fethi, bu gaz lâmbası sahaf dükkânına esrarengiz ve güzel bir hava vermiş aslında, burada bir masal âlemi görüntüsü var sanki; düş tanrısı Phantasos’un düzenlediği rüyamsı bir yeri andırıyor dükkanının içi! Dışarıda camdan bakınca insanın içeri giresi geliyor…
Fethi:(Gülerek) Yoksa akşamları hep gaz lâmbası mı kullansam?.. (Radyoyu açar; haber müziği duyulur.) İşte başlıyor…
Radyo Spikeri: İyi akşamlar, sayın dinleyiciler, bugün 10 Ağustos 1945 günü, şimdi sizlere dokuz haberlerini veriyoruz: A.B.D. başkanı Truman, Japonların direnişini kırmak ve savaşı kısaltmak gerekçesiyle 6 Ağustos günü Enola Gay isimli Amerikan uçağından Japonya’nın Hiroşima kentine atılan uranyumlu atom bombasından sonra dün de Nagasaki’ye gücü azaltılmış plütonyumlu atom bombası atılması emrini verdi. Kilometrelerce kare içindeki her şeyi yok eden bu bombaların yüz binden fazla insanı öldürdüğü, geride on binlerce yaralı bıraktığı tahmin ediliyor…
Fazıl: Ne korkunç!
Radyo Spikeri: Diplomatik çevrelerde, Japon imparatoru Hirohito’nun müttefiklerin 28 Temmuzda verdiği Potsdam ültimatomunu kabul etmek ve kayıtsız şartsız teslim olmak konusunda çok yakında bir açıklama yapacağı söyleniyor… (Radyo kapanır.)
Fethi: Bu bilgi bize yeter!.. İkinci Dünya Harbi nihayet bitti demektir!.. Ne büyük bir ferahlık!..
Fazıl: Hiç sorma, dostum, ne anlamsız bir çılgınlıktı bu korkunç savaş! Dünya bir tımarhaneye dönmüştü; “Akıl” yok olmuş, “Delilik” hakimiyeti tümden ele geçirmişti!.. Shakespeare, savaş için “O, cehennemin oğludur” derken ne kadar da haklıydı!..
Fethi: Biliyor musun az önce ne aklıma geldi, belki de hiç kimse düşünmedi bunu daha önce…
Fazıl: (Merakla) Nedir o?
Fethi: Ben düşündüm ki, Amerika aslında o melun bombayı Hiroşima ve Nagasaki’ye değil de Japonya’da yerleşim yerlerinden uzakta bomboş bir alana atsaydı, Japon Hükümeti bombanın o dehşetli yıkıcılığını görüp yine de teslim olacaktı… yani hiç kimseyi öldürmeden de bu bomba savaşı bitirebilirdi…
Fazıl: Evet, orijinal bir düşünce, ama artık çok geç… o iki kent yerle bir oldu…
Fethi: Evet, ne yazık ki çok geç, ölen öldü… Peki senin işler nasıl gidiyor, Fazıl? Top sakal bırakmak sana bayağı yakışmış; kravat, ceket, gözlük, sana bakınca karşımda sanki bir Sherlock Holmes duruyor hissine kapılıyorum; bir tek elinde bir büyüteç eksik!..
Fazıl: (Güler.) Ve de bir yardımcı, Sherlock Holmes’un yaveri Doktor Watson gibi!
Fethi: Özel detektiflik çok eğlenceli bir iş olmalı, en azından böyle benim gibi bütün gün dükkânda oturmak ve eski kitapları onarmak gibi sıkıcı işlerle uğraşmak zorunda değilsin…
Fazıl: Hareketli ve yorucu bir işim olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim, Fethi. Fakat bu işin en sevdiğim yanı, insana muhakeme gücünü kullanma fırsatını sunmasıdır... Karşıma bir olay çıkınca, onu ince eleyip sık dokumak, defalarca akıl süzgecinden geçirip bir sonuca varmaya çalışmak bana müthiş bir keyif veriyor!..
Fethi: Bulmaca çözmek gibi bir şey herhalde…
Fazıl: Hafiyeliği bir labirentin karmaşık koridorlarından çıkış yolunu bulma sanatı olarak görüyorum ben, Fethi!.. Gariptir ama bu meslek beni genç tutuyor, başka şeyleri düşünmekten kendimi neredeyse tamamen unutuyorum, böylece kendimi birtakım tuhaf içsel düşüncelerle yıpratmıyorum, çünkü buna fırsat bulamıyorum!..
Fethi: Orası kesin; yedi yıl önce nasılsan şimdi de öylesin!.. Peki bu aralar üzerinde kafa yorduğun bir mesele var mı? İçine girip de çıkmaya çalıştığın bir lâbirent falan?
Fazıl: Şu karşı apartmandaki olayı biliyorsun herhalde…
Fethi: A, elbette!..
Fazıl: Ben o olayı araştırıyorum, işte!
Fethi: Bak sen, çok ilginç… Zavallı delikanlı, gencecik yaşta yaşama veda etti!..
Fazıl: Polis bu olaydan ilk nasıl haberdar olmuş, bir bilgin var mı acaba, Fethi?
Fethi: Evet, o sıkıntılı günü çok iyi hatırlıyorum. Üç hafta önce bir Cuma günü geç vakitlerdi, radyoda gece saat on bir haberlerini dinlemiştim; radyoyu kapattım ve bir miyavlama sesi duymaya başladım. Bir süre sonra apartman sakinleri de pencerelere çıkıp bu acıklı sese kulak kabarttılar. Rahmetli Turgut’un balkonundaki kedisi fena halde miyavlıyordu. Kapısını çalmışlar, açan olmayınca bir aksilik olduğunu düşünerek komşulardan biri hemen polisi aramış…
Fazıl: Turgut bey o evde yalnız mı yaşıyordu?
Fethi: Yalnızca kendisi ve bir de kedisi, boncuk! Gelen gideni hiç olmazdı, kardeşi falan da yoktu; ayrıca öksüz olduğunu da biliyorum… Tuhaf bir şey, bu işi araştırmanı senden kim istedi ki, Fazıl?
Fazıl: Ben de bilmiyorum aslında!
Fethi: Nasıl yani?
Fazıl: Bugün öğleden sonra büroma uğradığımda isimsiz bir mektupla karşılaştım; bu olayı araştırmam isteniyordu! Mektubun içine bir miktar avans para da konmuş!..
Fethi: Gerçekten garip! Polis bu olayın bir intihar olduğuna karar vermemiş miydi?
Fazıl: Dedim ya, sevgili Fethi, olay bana birkaç saat önce intikal etti, henüz fazla bir bilgi elimde yok! Yalnız bana mektubu gönderen kişi, her kimse o, polisle aynı fikirde olmadığı kesin! “Lütfen bu cinayeti araştırın!” diye yazmış bana!.. (Gök gürler.) Turgut bey bir tiyatro oyuncusu olduğuna göre senin dükkânına da uğrardı muhtemelen…
Fethi:Evet, zaman zaman gelip bana kitap siparişi verirdi; piyasada zor bulunan kitaplardan isterdi… rahmetli gerçekten iyi bir insandı, onu çok severdim…
Fazıl: Şu karşı apartmanda oturuyordu değil mi?
Fethi: Onun yanındakinde…
Fazıl: İkinci kattaki daireydi sanırım…
Fethi: İkinci kat değil, üçüncü kattaki ön daire.
Fazıl: Ama orada bir ışık var!.. (Gök gürler.)
Fethi: Ne ışığı?
Fazıl: Bir mum yanıyor içerde besbelli…
Fethi: Anahtarı kapıcıya vermişlerdir; her an şiddetli bir yağmur başlayabileceği için açık pencere falan var mı diye kontrol ediyordur muhtemelen, ya da pencerelere dizilmiş saksı çiçeklerine su veriyordur herhalde!..
Fazıl: En iyisi ben gidip oraya bir bakayım. Dönüşte yine buraya uğrarım Fethi; bu karanlık olay görüşmemiz için bir vesile oldu, ama önümüzdeki hafta mesela, ikimizin de serbest olduğu bir zaman gidip bir yerlerde yemek yiyelim, eski günlerden konuşur, çene çalarız…
Fethi: Çok iyi olur!..
Fazıl: Şimdilik hoşça kal, dostum.
Fethi: Görüşürüz, Fazıl, iyi akşamlar! (Fazıl karşı apartmandaki daireye gider.)
Fazıl:Bu mumları merdivenlere koymayı iyi akıl etmişler!.. (Kapı zili çalar.)
Ayten: Buyurun, ne istemiştiniz?
Fazıl: İyi akşamlar. Ben özel detektif Fazıl, Fazıl Okyar. Kiminle görüşüyorum, efendim?
Ayten: Ben Ayten.
Fazıl: Az önce Turgut beyin yalnız yaşadığı söylenmişti de bana, o yüzden şaşkınım biraz…
Ayten: Evet, Turgut yalnız yaşıyordu burada. Ben birkaç gün önce İtalya’dan geldim…
Fazıl: Tatilde miydiniz?
Ayten: Hayır, Napoli’de Teatro Di San Carlo’da oyunculuk yapıyorum.
Fazıl: Oyunculuk demek, ne muhteşem bir meslek! Tiyatroyu ben de severim, lisedeyken Shakespeare’den bölümler ezberlemiştim... Turgut bey Şehir Tiyatrosu’ndan ya da üniversiteden bir arkadaşınız falan mı?
Ayten: Konservatuarda beraber okumuştuk ve aynı tiyatro topluluğunda da birlikte çalışmıştık…
Fazıl: Sorumu bağışlayın ama bu eve nasıl girdiniz?
Ayten: Bu evin sahibi benim, Fazıl bey…
Fazıl: A, o halde özür dilerim…
Ayten: Ev bana rahmetli annemden miras kaldı. Son iki yıldır Napoli’de çalıştığım için evi Turgut’a kiraya vermiştim…
Fazıl: Kiranızı düzenli alır mıydınız?
Ayten: Turgut öyle fazla kazanan bir oyuncu değildi, ama gecikmeli de olsa kirasını bankaya yatırırdı.
Fazıl:(Cebinden bir mektup çıkarır.) Acaba bu mektubu da siz mi bana…
Ayten: Evet, bu meçhul olayı araştırmanızı sizden isteyen benim…
Fazıl: Peki ama neden bu gizlilik? Notun altına isminizi bile yazmamışsınız!.. Notu alınca inanın bir süre ne yapmam gerektiğine karar verememiştim…
Ayten: Pandora’nın hikâyesini bilirsiniz…
Fazıl: Duymuşluğum var ama bildiğimi pek söyleyemem…
Ayten: Prometheus gökyüzünün ateşini çalmıştır. Ateş Tanrısı, Prometheus’un çaldığı ateş yüzünden öfkelenen tanrıların öcünü almak amacıyla güzel Pandora’yı yaratır. Güzel Pandora Zeus tarafından Prometheus’un kardeşine gönderilir. Pandora’nın yanında, içinden bütün kötülüklerin çıktığı uğursuz bir küp vardır. Pandora bu kutuyu açar ve kötülükler yeryüzüne yayılır… (Gök gürler.) Turgut’un başına gelen olay beni çok ürküttü açıkçası. Kimdir bilmiyorum, ama birisi Pandora’nın kutusunu açtı ve bu dehşetli olay yaşandı; bunu kim yaptıysa şimdi etrafta serbestçe dolaşıyor; kendimi güvende hissetmek için sizden isimsiz bir ricada bulundum… Aslında bugün sessiz sedasız İtalya’ya dönmek için yola çıkmayı planlıyordum, ama cesaretimi topladım ve işte şimdi buradayım!..
Fazıl: Peki neden beni seçtiniz? Ya da şöyle sorayım: Benim büromu nasıl buldunuz?
Ayten: Tesadüf, sadece tesadüf!.. Dün akşam vakti Beyoğlu’nda dolaşırken küçük bir çocuk el ilanı dağıtıyordu, hani şu üzerinde, “Her türlü özel meseleniz itinayla araştırılır,” yazan… benim için anlamlı bir tesadüf oldu elbette…
Fazıl: Bizim küçük Mustafa reklâm işini iyi yapıyor demek… Peki ama, ya ben işe yaramaz bir detektifin tekiysem, Ayten hanım? Belki bu olayda size faydalı olacak kadar yetenekli biri değilimdir, ya da şarlatanın tekiyimdir! Yani bana neden güvendiniz ve önemli sayılabilecek bir miktar para koydunuz bu mektubun içine?
Ayten: Buna bir tür kumar diyebiliriz! Şansımı denemek istedim, kaybedeceğim en fazla o para olacaktı…
Fazıl: Nasrettin Hocacı bir felsefeniz var sanırım, “Ya tutarsa” şeklinde…
Ayten: Yanlış bir seçim yaptığımı düşünmüyorum; çok soru sormanız, işinizi iyi yapacağınız umudumu artırıyor doğrusu!..
Fazıl: Elimde öyle az bilgi var ki, hiçbir şey bilmiyorum dersem yeridir!.. Turgut bey nerede ölmüştü, Ayten hanım, bir sakıncası yoksa olay yerini görebilir miyim?
Ayten: İçeri gelin lütfen! Ayakkabınızı çıkarmanıza gerek yok; oturma odasına geçelim… Polisten aldığım bilgiye göre görevliler içeri girdiklerinde Turgut şu yuvarlak masanın yanında yerde kaskatı bir halde, gözleri açık bir şekilde yatıyormuş. Söylendiğine göre zehir içerek intihar etmiş!..
Fazıl: Zehir mi?
Ayten: Otopsi yapılmış; güçlü bir zehirden öldüğü kesin olarak saptanmış.
Fazıl: Nereden bulmuş ki?
Ayten: Bu zehir herhalde bir kimyagerciden falan alınmıştır, çok zor olmasa gerek…
Fazıl: Bütün bildiğiniz bu mu?
Ayten: Masanın üzerinde içinde zehirli limonata olan bir bardaktan başka, bir kızın vesikalık fotoğrafı ve bir de bir kitap varmış…
Fazıl: Ne kitabıymış bu?
Ayten: Sizin tahmininiz nedir?
Fazıl: Turgut bey bir tiyatrocu olduğuna göre bir tiyatro oyunu muhtemelen…
Ayten: Evet!
Fazıl: Peki ya bir intihar mektubu gibi bir şey, küçük bir not?..
Ayten: Hayır, o türden hiçbir şey yok! Ancak polis masanın üzerindeki kitaptan mantıksal bir çıkarım yapmış.
Fazıl: Kimin kitabıdır bu? Nasıl bir çıkarım yapmışlar?
Ayten: Schiller’ın kitabı, Friedrich von Schiller’ın! Klâsik Alman Edebiyatı’nın önemli bir ismi! “Hile ve Sevgi” isimli bu tiyatro oyununda oyun kahramanı sevgilisinin kendisini aldattığına inanarak oyunun sonunda limonata içine konmuş zehirle intihar ediyor… Tabiî zehri önce hissettirmeden sevgilisine içiriyor, sonra da kendisi içiyor…
Fazıl: Bu bahsettiğiniz kız… şu vesikalık fotoğraftaki kız! Polis onu bulabilmiş mi?
Ayten: Hayır, sadece bir fotoğraf var ellerinde… Ne isim, ne soyadı, hiçbir iz yok…
Fazıl: Bence bu olay, polisin de belirttiği gibi tipik bir intihar görünümü veriyor. Sevgili yüzünden canına kıyanların yarattığı nice üzücü olayla karşılaşmaktayız, Ayten hanım. Sizi bu olayın bir intihar vakası olmadığı düşüncesine götüren şey nedir?
Ayten: Çünkü Turgut’u iyi tanıyorum ben!
Fazıl: Sadece bu mu?
Ayten: Yetmez mi?
Fazıl: İnsan bazen en yakın arkadaşlarını bile çok yanlış tanıyabilir; bu fevkalâde mümkündür! İnsanları gerçekten doğru bir şekilde tanımak o kadar basit bir şey değildir!
Ayten: Onu çok iyi tanıyordum…
Fazıl: Ne kadar iyi?
Ayten: Turgut, konservatuarda öğrenciyken üç yıl boyunca benim erkek arkadaşımdı!..
Fazıl: Anlıyorum… Özel bir soru olacak ama, neden ayrıldınız birbirinizden? Üç yıl önemli sayılabilecek bir süre…
Ayten: Çünkü ben hırslıydım!..
Fazıl: Anlayamadım!
Ayten: Konservatuardaki eğitimim bitince Napoli’de yaşayan zengin bir aile dostumuz sayesinde bir oyunculuk fırsatı elime geçti. 1943 yılının Ekim ayında, İngiliz-Amerikan birliklerinin İtalya'ya çıkmasıyla Mussolini’nin iktidardan düşmesinden birkaç ay sonra Turgut’u burada bırakıp, bazı güçlükler de yaşayarak oraya gittim!..
Fazıl: Hiç düşünmeden mi?
Ayten: Hiç düşünmeden!..
Fazıl: Sizi yargılamak haddime düşmez ama, biraz acımasız bir karar vermişsiniz gibi geldi bana…
Ayten: Sadece üç dört yıl kalıp sonra dönecektim nasılsa…
Fazıl: Yani ilişkiyi bitirmemiştiniz…
Ayten: Hayır, uzaktan da olsa eski sıcaklığıyla devam etmekteydi… Bir yıl sonra temelli ülkeme dönecektim.
Fazıl: Turgut bey bunu biliyor muydu?
Ayten: Elbette biliyordu; dönecektim ve yine eski günlerdeki gibi bir arada olacaktık!..
Fazıl: Turgut beyin burada bir sevgilisi olabileceği ihtimalini neden göz ardı ediyorsunuz? Yani o fotoğraftaki kız…
Ayten: Böyle bir şey söz konusu dahi olamaz! Çünkü onu çok iyi tanıyorum. Turgut çok kontrollü biriydi; yüksek ahlaki değerlere sahipti…
Fazıl: Ama Ayten hanım, boşta olduklarında karşılarına biri çıktığı zaman sadakatten çabucak vazgeçmek gibi çok kötü bir huya sahiptir erkekler!..
Ayten: Bu olasılığı kafanızdan tamamen silmenizi rica ediyorum sizden, Fazıl bey…
Fazıl: Peki onunla mektuplaşıyor muydunuz?
Ayten: Elbette.
Fazıl: Bu mektuplarda size garip gelen herhangi bir şey, alışılmadık bir durum var mıydı?
Ayten: Hayır, kesinlikle hayır, her şey gayet normaldi, her zaman hangi içerikte, hangi tonda mektup geliyorsa yine öyle geliyordu. Yalnız tuhaf olan şey… (Gök gürler.) Ne korkunç bir gürültü bu!..
Fazıl: Yaz yağmurları şimşekli ve gürültülüdür… Tuhaf olan şey diyordunuz…
Ayten: Tuhaf olan şey benim gönderdiğim hiçbir mektubu burada bulamamış olmam!..
Fazıl: Polis almış olmasın?
Ayten: Onlara sordum, o kızın fotoğrafı ve Schiller’ın kitabı dışında hiçbir şey alınmamış evden!.. Kitabı da zaten bana geri verdiler…
Fazıl: Mektuplarınızı saklar mıydı?
Ayten: Bu soruyu size sorayım: Siz sevdiğiniz birisinden mektup alınca onu atar mısınız?
Fazıl: Sevdiğim kişiden bir mektup alacak kadar şanslı değilim maalesef; ama evet, böyle bir mektup gelse kesinlikle bir köşeye koyar, atmazdım, en azından o gelinceye kadar, en azından onunla ilişkim sürdüğü sürece!..
Ayten: İşte gördünüz mü!..
Fazıl: Bana verebileceğiniz başka faydalı bilgiler var mı acaba? Bunların yeterli olduğunu hiç sanmıyorum.
Ayten: Turgut’un bütün kitaplarına bakabilirsiniz, hepsinin ilk sayfasında ismi soyadı ve imzası yer alır; konservatuar yıllarında bile bu alışkanlığına çok sıkı bağlıydı.
Fazıl: Buradan nereye geleceksiniz?
Ayten: O öldüğü gün masada duran şu kitaba bir bakın!
Fazıl:Schiller! “Hile ve Sevgi.” İlk sayfalarda bir isim ya da imza yok. Ama pekâlâ unutmuş olabilir, insanlık hâli…
Ayten: Nasıl anlatsam bilmem ki, bu tür işleri mekanik olarak, âdeta bir makine gibi yapardı o. Yani bir kitap alır ve hemen ilk iş olarak oraya ad soyadı ve imzayı kondururdu. İnsan mekanik yaptığı işleri unutmaz, çünkü hiç düşünmeden otomatik olarak yapar!..
Fazıl: Sizin anlattıklarınızdan şöyle bir tablo ortaya çıkıyor, Ayten hanım: Biri bu eve geldi, herhalde Turgut beyin tanıdığı, güvendiği biriydi; birlikte bir şeyler içtiler; Turgut beyin bardağının içinde zehir vardı ve içince öldü. Daha sonra katil olaya intihar süsü vermek için masanın üzerine vesikalık bir kız fotoğrafı ve bu kitabı bıraktı, sonra da sessizce, geride hiçbir görgü tanığı bırakmaksızın, muhtemelen gecenin ürpertici karanlığında buradan ayrıldı!..
Ayten: Evet, Fazıl bey, aynen böyle düşünüyorum… O kişi kimse şimdi ortalıkta serbestçe dolaşıyor ve bu da beni çok korkutuyor…
Fazıl: İyi ama bu bir intihar değilse katil kim? Yani Turgut beyin bir düşmanı falan var mıydı? Birisinden bir tehdit alıyor muydu? Ya da şunu öğreneyim önce: Turgut bey başarılı bir oyuncu muydu?
Ayten: Evet demeyi çok isterdim, ama ne yazık ki fazla iyi bir oyuncu değildi. Neden sordunuz?
Fazıl: Ne bileyim, birden aklıma geldi, eğer iyi ve başarılı bir oyuncuysa kıskançlık güdüsüyle falan cinayet işlenmiş olabilir belki diye…
Ayten: Bana yardımcı olacak mısınız?
Fazıl: Şu intihar konusunda size bir soru daha sormak istiyorum. Turgut bey, sizin Napoli’de bir sevgili bulup kendisini aldattığını düşünmüş ve böyle karamsar düşüncelerin etkisi altında o da burada kendisine bir sevgili edinmiş, sonra da pişman olup canına kıymış olabilir mi? Bunu söylüyorum, çünkü Turgut bey bir sanatçıydı; sanatçılar kurguları severler, bazen olmadık şeyleri kurgularlar, yani böyle şeyler pekala mümkündür… Olayın bir intihar olmadığına kesin olarak inanmalıyım, Ayten hanım, yoksa bu işi ele alamam; inanmadan hiçbir iş yapılamaz, en azından ben yapamam!..
Ayten: Soruları açıkça sorduğunuz için çok teşekkür ederim. Ben Turgut’u nasıl iyi tanırsam o da beni iyi tanırdı; yani benim onu aldatacağımı aklının ucundan dahi geçirmediğinden eminim! Ne kadar eminsiniz derseniz, adımın Ayten olduğundan emin olduğum kadar eminim derim!..
Fazıl: Pekâlâ, size inanıyorum. Yalnız kafama takılan bir konuyu da hemen sorayım…
Ayten: Buyurun…
Fazıl: Sevdiğiniz kişiden ve yanılmıyorsam eğer bir süre sonra da evlenmeyi düşündüğünüz kişiden ev kirası alıyordunuz, bu bana biraz tuhaf geldi, Ayten hanım…
Ayten: Bu benim isteğim değildi, Fazıl bey; Turgut gururlu birisidir, bu evde bedava oturmayı asla içine sindiremezdi. Benim ondan kira almak gibi bir talebim katiyen olamazdı, ama o ısrar etti ve ben de onu mutlu etmek için kabul ettim…
Fazıl: Bağışlayın, sorularımla canınızı sıktım…
Ayten: Tam tersine, sorularınız beni umutlandırıyor; titiz birisiniz; gerçeğe ancak sorular sorarak varılabilir… Sizden gerçeği mutlaka bulmanızı istiyorum!.. Evet, eğer başka bir sorunuz yoksa gitmek istiyorum şimdi, Fazıl bey.
Fazıl: Burada kalmayacak mısınız?
Ayten: Onun öldüğü bir evde uyumam imkânsız, en azından şu sıralar yapamam bunu!..
Fazıl: Onu sevdiğiniz çok aşikâr, ama üzüntünüzde hiçbir taşkınlık göremiyorum ben…
Ayten: Evet, gördüğünüz gibi gözlerimden tek bir damla gözyaşı bile gelmiyor, feryat etmiyorum, yerlere oturup saçımı başımı yolmuyorum. Dövünmek bana göre değil, Fazıl bey. Hem sonra bu bir kültür meselesidir… Ben üzüntümü içsel olarak yaşayan uygar bir insanım… Annemin ölümünü de böyle karşılamıştım…
Fazıl: Başka bir sorum yok, Ayten hanım; bu işi araştıracağım, elimden geleni yapacağım… Bu parayı da alın lütfen. İşi çözersem eğer, o zaman sizden makul bir miktar isterim. Yalnız müsaade ederseniz ben bu dairede bir süre daha kalıp olay üzerine düşünmek istiyorum, çıkarken kapıyı çekerim… (Gök gürler; sağanak yağmur sesi) Dışarıda yağmur yağıyor!.. Nereye gideceksiniz?
Ayten: Almayayım, teşekkür ederim; yağmur altında yürümekten hoşlanırım. Yarın görüşmek üzere… (Çıkar.)
Fazıl: Hoşça kalın!.. Detektif Sherlock Holmes’un bir yardımcısı vardı, oysa bana yardım edecek hiç kimse yok!.. (Evi araştırır.) Ne güzel bir gramofon bu! Sesi nasıl acaba? Şu plağı bir koyayım. (Frank Sinatra’nın “I’ve Got You Under My Skin” isimli parçasını koyar; kapının zili çalar.) Ayten hanım şemsiye almaya karar verdi herhalde… (Müzik sesi kesilir. Kapının zili tekrar çalar.) Geldim, geldim…
Kapıcı:Evet… Turgut bey vefat edince çiçeklere geçici olarak ben bakıyorum da…
Fazıl: İçeri gelin, Osman bey, size de birkaç sorum olacak, sakıncası yoksa tabiî!..
Kapıcı:Hiçbir sakıncası yok!.. Yalnız, Turgut bey intihar etmiş diye biliyoruz biz, neyi soruşturacaksınız ki, Fazıl bey? Yani o olay kapanmadı mı?..
Fazıl: Ben Turgut beyin intihar etmediğini düşünüyorum. Yani olay bir cinayet vakası olabilir!..
Kapıcı: Cinayet mi? Hem de apartmanımızda ha; on yıldır burada kapıcıyım ben, böyle bir şey hiç aklıma gelmezdi!.. Aa, bu şarkı… (Yakınlarda bir yere yıldırım düşer.) Üff ödümü patlattı, şu yıldırımlar nefretlik şeyler, lânet olsun!..
Fazıl: A, demek Ayten hanımın bir kız kardeşi var. Bak bunu bilmiyordum…
Kapıcı: Kardeşi var ama, araları hiç yoktur!..
Fazıl: Sorun nedir?
Kapıcı: Bilmediğim bir takım sorunlar var; fakat bir de miras meselesi var işin içinde!..
Fazıl: Miras meselesi demek… (Bağırarak) “Haritayı getirin! Şunu bilin ki üçe böldük krallığımızı; tüm sorumlulukları ve devlet işlerinin yükünü ihtiyar sırtımızdan atmak, sürünerek ölüme yaklaşırken, bunları genç omuzlara bırakmak kesin kararımızdır! İlerde çıkabilecek anlaşmazlıkları şimdiden önlemek için kızlarımıza düşen mirası şu anda duyurmaktır isteğimiz!..”
Kapıcı: (Şaşkın) Vallahi hiçbir şey anlamadım, Fazıl bey, ne diyorsunuz?
Fazıl: Lear, Kral Lear! Az önce duyduğun sözler büyük yazar Shakespeare’in eserinden kısa bir bölümdü…
Kapıcı: (Gülerek) Ha, iyi, bir an için delirdiniz sandım da!..
Fazıl: Söyle bakalım, dostum, nedir bu miras işinin aslı, bir bilgin var mı?
Kapıcı: Bu iki kızın annesi Muazzez hanım mirasını Ayten hanıma bırakmış!..
Fazıl: Peki ya Nazan hanıma?
Kapıcı: Hiçbir şey!.. İki evini, mücevherlerini, bankadaki paralarını, arsalarını, her şeyini Ayten hanıma miras bırakmış, ötekineyse sadece hava kalmış, İstanbul havası!..
Fazıl: Tuhaf! Gerçekten tuhaf, dostum. Bir anne, çocukları arasında neden son derece adaletsiz görünen böyle bir düzenleme yapsın ki? Her şeyi bir çocuğa bırakıp ötekine hiçbir şey vermemek, onu bir yabancıymış gibi dışlamak…
Kapıcı: Hiç hoş bir davranış değil…
Fazıl: Nazan hanım nasıl biridir, Osman? Yani aklı başında, dengeli biri midir?
Kapıcı: Çok hanımefendidir…
Fazıl: Kötü alışkanlıkları falan var mıdır? Aşırı alkol, gece hayatı vesaire…
Kapıcı: Sigara bile içmez o; gazinolara da gitmez!..
Fazıl: Ya arkadaşları? Garip kimseler gelip gider miydi buraya? Yani Muazzez hanımın güvenini sarsacak bir yapısı var mıydı Nazan hanımın demek istiyorum, Osman. Malum, her insan mirasının sağlam, güvenilir bir kişiye kalmasını ister, özellikle KralLear’ın başına gelen felaketi bilenler!..
Kapıcı: Bildiğim kadarıyla böyle güven sarsacak kötü huyları kesinlikle yoktu Nazan hanımın. Son derece sevimli, kibar, akıllı uslu bir kadındır o, en azından bana ve karıma karşı öyleydi......
Fazıl: İşte yine lâbirentin çıkmaz bir köşesindeyim!..
Kapıcı: Neyin?
Fazıl: Lâbirentin, dedim!..
Kapıcı: Haa…
Fazıl: Acaba bu evde işe yarar bir şeyler var mıdır, daha fazla bilgi edinmemi sağlayacak bir şeyler, mektup, belge, küçük bir not, herhangi bir şey…
Kapıcı: Ben faydalı olabilecek bir şey biliyorum…
Fazıl: O halde ne duruyorsun, söylesene Osmancım! Zamanı boşa harcamayalım!..
Kapıcı: Belki tablonun arkasında sizin için işe yarar bir şeyler vardır…
Fazıl: Hangi tablonun?
Kapıcı: Salondaki tablonun!
Fazıl: Bir şey anlamadım ama, hadi göster bakalım şu gizemli tabloyu!
Kapıcı: İşte bu tablo!..
Fazıl: Kitap okuyan bir kadın tablosu! Altında ne yazıyor? Renoir! Ünlü Fransız ressam Renoir!.. Baskı tabloları da pek sevmem…
Kapıcı: Tablonun arkasına bir bakın!..
Fazıl: Bakalım!.. Hey, burada gömme bir kasa var!.. Sen nereden biliyorsun burada bir kasa olduğunu?
Kapıcı: Bu evin temizliğini yıllarca benim karım yaptı, Fazıl bey… o söylemişti bana…
Fazıl: Anahtarlar da sende olmasın sakın!..
Kapıcı: Hiç öyle şey olur mu, Fazıl bey! Bunun içinde ne var ne yok bilmiyorum, ama belki işinize yarar bir şeyler vardır diye düşündüm. Ayten hanımdan rica ederseniz burayı size açar. Ama sakın benim söylediğimi söylemeyin, sonra yanlış anlar!..
Fazıl: Şifreli bir kasa! Ben bunu açabilirim!
Kapıcı: Sahi mi?
Fazıl: Kulağım çok hassastır! (Gök gürler.)
Kapıcı:Hay lânet olsun şu sese, işi gücü ödümü patlatmak sanki! Bu gece de uyku yok bana anlaşılan!..
Fazıl: Şşşt, ses çıkarma! Kasayı dinlemeliyim! (Pencere açılır, rüzgâr uğultusu duyulur.) Şu pencereyi kapa hemen, mumlar sönecek yoksa! (Pencere kapanır) Evet, epeyce yaklaştım sayılır! Bir de şu tarafa çevirdim mi, oluyor galiba, tamamdır işte… (Açılma sesi)
Kapıcı:Vay canına!
Fazıl: Şu şamdanı iyice yaklaştırır mısın?
Kapıcı: Ne kadar çok kağıt var burada böyle!
Fazıl: Fotoğraflar! Arsa tapuları! Küçük bir mücevher kutusu! Bakalım içinde ne var. (Kutu açılınca müzik çalar.)
Kapıcı: Belerin ne güzel dans ediyor!
Fazıl: Belerin değil balerin!.. Dinlendirici bir müzik!.. Müzikli kutular büyülüdür, Osman… Pırıltılı şeyler varmış burada: Bir inci küpe, güzel bir kol saati, birkaç Cumhuriyet altını, kalp şeklinde gümüş bir kolye… şu kutunun altına bakalım bir de…
Kapıcı: A, bir mektup var! Atlarınki gibi altıncı hissiniz kuvvetli herhalde, Fazıl bey!
Fazıl: Hayır, dostum, böyle kuytu yerlere bir şeyler koymak çok yaygındır, neredeyse âdettendir; meselâ vazoların içinde de hep bir şeyler bulunur!.. Bakalım neymiş bu mektup! Hmm, Muazzez hanıma yazılmış! Reşat bey diye biri yazmış, o da kim ki?
Kapıcı: Reşat bey Muazzez hanımın kocasıdır! Beş yıldan fazla oldu öleli!..
Fazıl: Şu paragrafta ne yazmış okuyayım… hmm.. olay çok farklı bir yere doğru gidiyor dostum! Fena bir lâbirentin içindeyiz!
Kapıcı: Neyin içineyiz?
Fazıl: Lâbirent diyorum, lâbirent! Hani Mısır’daki şu meşhur piramitleri duydun mu hiç?
Kapıcı: Duymaz mıyım!
Fazıl: Hah, işte o koca piramitlerin içinde bir sürü dehlizler var, ince uzun karanlık mağaralar; insan oralara bir girdi mi yolunu şaşırır, kaybolur!..
Kapıcı: Siste kaybolmak gibi…
Fazıl: Evet, siste kaybolmak gibi…
Kapıcı:Biz şimdi o dehlizlerde kayıp mı olduk?
Fazıl: Bu mektupta ne yazıyor biliyor musun, Osmancım, vakti zamanında Reşat bey ilk karısı öldükten kısa bir süre sonra tanıştığı Muazzez hanımla evlenmek için bir şart koymuş önüne!..
Kapıcı: Ne şartı?
Fazıl: Çocuğumu da benimle beraber kabul edeceksin, yoksa seninle evlenmem demiş!
Kapıcı: Bir şey anladıysam…
Fazıl: Nazan hanım Muazzez hanımın çocuğu değil, Reşat beyin ilk eşinden çocuğuymuş, kısacası bir üvey evlatmış!..
Kapıcı: Üstüme iyilik sağlık! Peki ama Muazzez hanım bu çocuğun varlığını öğrendikten sonra Reşat beyle niye evlenmiş ki? Başkasının çocuğunu kabul etmek kolay bir iş mi?
Fazıl: Aşk, dostum, aşk! Aşk denen şey insana pek çok şey yaptırabilir. Aşkın, sevginin olduğu yerde mantık aramayacaksın!.. Muazzez hanım Reşat beyi çok seviyormuş ki buna razı olmuş, bu işin acılarına katlanmış!.. Miras meselesi de aydınlanmış oldu böylece!
Kapıcı: Demek Muazzez hanım ve Ayten hanım o yüzden Nazan hanıma hep soğuk davranırlardı!
Fazıl: Bir yabancı gibi değil mi…
Kapıcı: Evet, bir yabancı gibi…
Fazıl: Muazzez hanım kurnaz bir kadınmış doğrusu; belli ki kocası hayattayken her şeyi üzerine yaptırmış! Mirasının tamamını kendi öz kızı Ayten hanıma vermekle de herhalde geçmişin ertelenmiş intikamını almak istedi!..
Kapıcı: Ama o intikamı Reşat beyden almalıydı değil mi? Masum çocuğun ne günahı vardı ki? Zavallı Nazan hanım!..
Fazıl: İntikam! Ne çirkin bir sözcük bu değil mi? İntikamın insanlıkla hiçbir ilgisi olamaz!.. (Sessizlik) Sevgili dostum, aklıma çok kötü şeyler gelmeye başladı, çok kötü şeyler!..
Kapıcı: Ne gibi Fazıl bey?
Fazıl: Ayten hanım Napoli’ye gittikten sonra Nazan hanım buralara gelir miydi hiç?
Kapıcı: Gelirdi ya, hem de sıkça gelirdi!
Fazıl: Neden gelirdi ki?
Kapıcı: Ee, yıllarca bu apartmanda oturdu, burada onu severlerdi, apartman komşularını ziyarete gelirdi…
Fazıl: Ne düşünüyorum biliyor musun?
Kapıcı: Bilmiyorum ama, bilmek için can atıyorum!
Fazıl: Ben diyorum ki, yani düşündüm ki, Nazan hanım komşuları ziyaret etmenin dışında bazı geceler de Turgut beyi ziyaret ediyordu!.. (Gök gürler.)
Kapıcı:Turgut beyin pek ziyaretçisi olmazdı! Ama birkaç kez karşıdaki komşu gece geç saatte onun dairesinden bir kadın sesi geldiğini söylemişti bana! Gülüşmeler falan…
Fazıl: Nazan hanım çekici bir kadın mıydı?
Kapıcı:(Âdeta fısıldarcasına) Hem de çok çekiciydi! Ayten hanımdan çok daha güzel olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim!..
Fazıl: Niye alçak sesle konuşuyorsun?
Kapıcı: Yerin kulağı vardır! Karım böyle konuştuğumu duyarsa bir hafta başımın etini yer!..
Fazıl:(Güler.) Şimdi meseleyi sakince düşünelim: Nazan hanım hakkı olan mirastan tek bir kuruş bile alamıyor, çünkü üvey annesi Muazzez hanım her şeyini öz kızı Ayten hanıma bırakıyor. Bu durumda Nazan hanım ne yapar sence?
Kapıcı: Sinirden kudurur ve bir şekilde bunun acısını çıkarmaya bakar bence!..
Fazıl: Bravo! Peki acısını nasıl çıkaracak?
Kapıcı: Şey, Ayten hanıma bir zarar vererek herhalde…
Fazıl: Bu da doğru. Peki bir kadın başka bir kadına nasıl zarar vermek isteyebilir? Yani genellikle kadınların başvurduğu yol nedir?
Kapıcı: Şey… sanırım saç çekmek… mahalle kavgalarında hep yaparlar ya, Fazıl bey!..
Fazıl: Hayır, canım, komik olma! Nazan hanım Ayten hanıma ait olan bir şeyi alarak ona zarar vermek isteyecektir!..
Kapıcı: Ayten hanıma ait olan bir şey mi? Ne olabilir ki bu? Ha, şimdi anladım! Turgut beyi kastediyorsunuz!
Fazıl: Tebrikler!..
Kapıcı: Üff, biz gerçekten de hâbirentte kaybolduk desenize!..
Fazıl: Lâbirent, dostum, lâbirent!.. Vardığımız sonuca bir daha göz atalım: Nazan hanım mirasta kendisine yapılan haksızlığın öcünü almak için Ayten hanımın sevgilisi Turgut beyi dişiliğini kullanarak kolaylıkla ayartıyor…
Kapıcı: Ve sonra da öldürüyor…
Fazıl: Bak işte burada duralım!
Kapıcı: Neden?
Fazıl: Bilemiyorum, dostum, hızlı gidince insan hata yapabilir, hız arttıkça görüş açısı daralır, netlik azalır!... Düşünmem lâzım, dikkatlice ve acele etmeden düşünmem lâzım!.. (Gök gürler.)
Fazıl: Bu şekilde öç almasına hiç gerek yoktu ki! Turgut bey yaşasaydı ve Ayten hanımı tamamen terk edip Nazan hanımla birlikte alenen yaşamaya başlasaydı, bu boynuzlama olayı Ayten hanım için zaten çok büyük bir darbe olurdu!.. Evet, evet, bu konudaki kararım kesin!..
Kapıcı: Hangi kararınız, Fazıl bey?
Fazıl: Nazan hanım onu öldürmedi! Bundan kesinlikle eminim… O sadece Ayten hanımın sevgilisini çalmakla, ona sevgilisini yitirmek acısını tattırmakla ilgileniyordu, onu öldürmek gibi bir niyeti olamazdı, eminim!..
Kapıcı: Siz eminseniz size inanırım! Zaten Nazan hanımı biz ailecek severiz!..
Fazıl: Nazan hanımı cinayet işinde akladık, dostum! Ama işler halen karışık!
Kapıcı: Katili hâlâ bilmiyoruz değil mi?
Fazıl: Düşünce düşünceyi doğuruyor! Bak şimdi aklıma ne geldi!.. Şöyle bir varsayım yapalım: Diyelim ki Ayten hanım Napoli’de olmasına rağmen komşular vasıtasıyla ya da bir şekilde Nazan hanımla Turgut bey arasındaki bu ilişkiyi öğreniyor…
Kapıcı:O zaman çılgına döneceğinden eminim!
Fazıl: Turgut beyin bu beklenmedik ihanetini hiç affetmeyecektir değil mi?
Kapıcı: Kesinlikle affetmeyecektir ve hatta…
Fazıl: Ve hatta Turgut beyi öldürecek kadar ileri gitmiş de olabilir diyorsun!..
Kapıcı: Evet, bence katil Ayten hanımdır!
Fazıl:(Gülerek) Bir şeyi unutuyorsun, dostum!
Kapıcı: Neyi unutuyorum?
Fazıl: Cinayet günü Ayten hanım İtalya’daymış!..
Kapıcı: Tüh Allah kahretsin, bu doğru işte!
Fazıl: Kurbağa gibi hiç düşünmeden hemen ileri zıplıyorsun, Osmancım!..
Fazıl: Evet, bunu yapamaz, fizik kurallarına aykırı!.. Ama Osmancım sana bir soru daha sorayım şimdi. Akkor halindeki bir kömürü elinle tutabilir misin?
Kapıcı: Mümkün değil, tutamam! Ancak maşayla tutabilirim!
Fazıl: Evet, ancak maşayla tutabilirsin!.. Yani insan kendi yapamayacağı işler için başka bir araç kullanıp o işi yapabilir!
Kapıcı: Yani Ayten hanım İtalya’da olmasına rağmen bu işi başkasına yaptırmış olabilir mi diyorsunuz, Fazıl bey!
Fazıl: Her şey mümkündür!..
Kapıcı: Ayten hanım kiralık bir katil tuttu ha? Vay canına, olayı tezgâhlayan kesin odur öyleyse!..
Fazıl:(Güler.) Yine hızlı gittin, Osmancım!
Kapıcı: Fakat, Fazıl bey, her şey ortada değil mi? Üstelik Ayten hanım hiç üzgün de görünmüyor…
Fazıl: Ben neden buradayım biliyor musun, Osmancım?
Kapıcı: Bu işi soruşturmak için tabiî ki!..
Fazıl: Evet! Ama benden bu işi soruşturmamı isteyen kişi Ayten hanımdır! İnsan kendi kendisini yakalatmaya çalışmaz herhalde; bu olsa olsa delice bir fantezi ya da yakalanmayacağına olan aşırı bir güvenden kaynaklanan çılgınca bir meydan okuma olur!..
Kapıcı: Tüh Allah Kahretsin! Yine çuvalladım değil mi?
Fazıl: Olur böyle şeyler, Osmancım. Hemen bir yargıya varmak insanı yanıltabilir…. Eldeki bütün bilgileri zihinde iyice evirip çevirip, hiçbir şeyi atlamadan öyle sonuca varmak lâzım!.. (Düşünür.) Acaba Ayten hanım bana meydan mı okuyor?.. Esasen bu ihtimali de göz ardı etmemeliyim!.. Ben şimdi karşıdaki sahafa uğrayacağım!..
Kapıcı: Sizinle geleyim, Fazıl bey, size yardım etmek istiyorum!..
Fazıl: Hayır, dostum, hayır, bu kasanın yerini göstererek bana müthiş bir yardımda bulundun zaten. Sen rahatlıkla detektif Sherlock Holmes’un yardımcısı Doktor Watson gibi biri olabilirsin!..
Kapıcı: O zat kimdir bilemem ama, ben sizin yardımcınız olmayı tercih ederim!..
Fazıl: (Kahkaha atar.) Aslında senden bir ricada daha bulunsam iyi olacak!..
Kapıcı: (Sevinçli) Buyurun, Fazıl bey!
Fazıl: Bir sokak ötede bir otel varmış….
Kapıcı: Otel Devran!
Fazıl: Tamam, herhalde orasıdır; şimdi oraya gidip Ayten hanımı bul ve sahaf dükkânına gelmesini söyle.
Kapıcı: Neden diye sorarsa?
Fazıl: Ona de ki, Fazıl bey Turgut beyin ölümüyle ilgili çok önemli bir sonuca ulaşmıştır!..
Kapıcı: Çok önemli bir sonuca ulaşmıştır…
Fazıl: Aynen öyle!.. Hadi, beraber çıkalım. (Çıkarlar; Fazıl dükkana gider. İçeride bir opera parçası çalmaktadır.)
Fazıl:Giuseppe Verdi’nin eseri, çok hüzünlü bir beste!..
Fethi:Sevgili Fazıl, ayakta durma, gel otur şöyle! Elindeki nedir? Bana bir hediye mi getirdin?
Fazıl: Sana bir kitap getirdim. “Hile ve Sevgi!” Schiller’ın oyunu! Yoksa senin oyunun mu desem?
Fethi: Ne diyorsun, Fazıl, bakışların hiç hoşuma gitmedi!
Fazıl: Kızgın bakıyorum değil mi?
Fethi: Evet!
Fazıl: Halbuki sana acıyarak bakmalıyım belki de!..
Fethi: Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum!..
Fazıl: Bu işi niçin yaptın, Fethi?
Fethi: Ne işinden bahsediyorsun?
Fazıl: Zehri nerden aldın?
Fethi: Kendine gel! Saçma sapan konuşuyorsun!
Fazıl:(Rüzgâr uğuldar.) Turgut beyi sen öldürdün! O limonata dolu bardağın içine zehri sen koydun!..
Fethi: Çıldırmışsın sen!
Fazıl: Oysa çıldıran, aklını yitiren sendin!..
Fethi: Fazla polisiye roman okuyorsun herhalde! Detektifçilik oynamak istiyorsan başka kapıya!..
Fazıl: Bu bir oyun değil! Oyunların sonunda alkış olur ve de kimse hapse girmez! Ama sen gireceksin, alkışlarla değil, sessizce, belki de mahalle sakinlerinin yuhalamalarıyla!..
Fethi: Anlamsız konuşuyorsun!
Fazıl: Evlenebileceğim kızı buldum demiştin; o kız kimdi, Fethi? Söyle haydi, kimdi?..
Fethi: Seni ilgilendirmez! Özel hayatıma karışacak değilsin ya!
Fazıl: Bak bir tahminde bulunayım: O kız Nazan hanımdı!..
Fazıl: Nazan hanımı delice seviyordun, onu her görüşte kalbin yerinden fırlayacakmış gibi küt küt atıyordu! Ama bir gün onu Turgut beyle birlikte gördün!..
Fethi: Güzel bir hikâye, ama uydurma!..
Fazıl: Sonra damarların tutuşmaya başladı. İçin içini yiyordu, ellerin yumruk halinde kaskatı kesiliyordu!.. (Ayten hanım girer; Verdi’nin ağır operası çalmaya devam etmektedir.) Hoş geldiniz Ayten hanım, biraz soluklanın!..
Ayten: Haberi alınca koşarak geldim!
Fazıl: Benden gizlediğiniz bir şey var mı acaba, Ayten hanım?
Ayten: Her şeyi size anlattım, Fazıl bey!
Fazıl: Her şeyi değil…
Fethi: Beni ilgilendirmeyen bu konuşmaları dinlemek zorunda mıyım? Dışarıda da konuşabilirsiniz!..
Fazıl:(Sert) Hiçbir yere gitmiyoruz! Sen de bizi dinleyeceksin! (Kapıcı girer.) Osman!
Kapıcı: Şey, düşündüm de belki bana ihtiyaç vardır…
Fazıl: Geç otur Osmancım! Evet, Ayten hanım, bana kız kardeşiniz olduğundan hiç bahsetmediniz, hem de üvey kız kardeşinizmiş!..
Ayten: Konuyla bir ilgisinin olmadığını düşündüğüm için…
Fazıl: Öyle bir ilgisi var ki! Sizin anlattığınız bir hikâye vardı, gökyüzünden ateşi çalan Prometheus’la ilgili olan; işte oradaki güzel Pandora Nazan hanımdır, kötülüklerin kutusunu da o açtı!.. Bana şimdi dürüstçe cevap verin, Ayten hanım: Siz Napoli’deyken Turgut’la ilgili bir mektup falan aldınız mı?
Ayten: Evet, aldım!
Fazıl: Anlatın lütfen!
Ayten: İsimsiz bir mektup!.. Gece geç vakitlerde Turgut’un bir kadınla buluştuğu yazılıydı o mektupta!..
Fazıl: Tam tahmin ettiğim gibi! Peki bir şey yaptınız mı?
Ayten: Hayır, yapmadım! Bunu üvey kız kardeşim Nazan’ın beni üzmek için yaptığını düşündüm; Turgut’a çok güvendiğim için mektubu hiç önemsemedim!..
Fazıl: O mektubu size Nazan hanım göndermedi!
Ayten: Kim gönderdi peki?
Fazıl: O mektubu size gönderen kişi işte şu adamdır, Nazan hanımı delice seven Sahaf Fethi!.. Mektupta yazdıkları da doğruydu!..
Ayten: Tanrım!
Fazıl: Bu mektubun bir işe yarayacağını, sizin Turgut beyi tekrar kendinize çekeceğinizi, onu Nazan’ın elinden alacağınızı umut etmişti!.. Fethi’yi çok iyi tanırım; işi önce bu tür bir ispiyonlamayla çözmeye çalıştı… Mektuptan sonra epeyce bir süre bekledi, bu işin böyle hal yoluna gireceğini düşündü, sizin hiçbir şey yapmadığınızı anlayınca Fethi neredeyse çıldırdı! Rakibini, yani Turgut beyi ortadan kaldırmaya karar verdi!..
Kapıcı: Karşımızda sahaf değil bir yılan varmış meğerse!..
Fazıl: Gözlerinizden yaşlar geliyor, Ayten hanım, inanın sizi böyle üzmek istemezdim, ama maalesef Turgut bey Nazan hanımın dişiliğine yenik düşmüştü ve sizi aldatıyordu!.. (Ayten hanım hıçkırıklarla ağlar.) Benden gerçeği istediniz, ben de size verdim işte!.. Gerisini polis halledecek….
Fethi: Beni ateşe atıyorsun, Fazıl, bunu yapmamalısın!..
Fazıl: Zavallı dostum, bir aşk uğruna değer miydi bu, ha? Sana ne demiştim ben, hatırlasana: Uçaklar, bir pistte sorun varsa eğer, yere çakılmazlar, hemen bir manevra yapıp başka bir piste giderek oraya iniş yaparlar!.. Böyle bir felsefe senin hayatını kurtarırdı!..
Fethi:(Ağlamaklı) Ben, ben o pistten vazgeçemezdim, vazgeçemezdim!..
Fazıl: Vazgeçmedin ve çakıldın işte, tepe üstü çakıldın hem de!.. Atom bombasıyla ilgili söylediklerini hatırla. Hiç kimseyi öldürmeden de bu bomba savaşı bitirebilirdi demiştin. Sen de kimseyi öldürmek zorunda değildin, Fethi!.. Turgut bey Napoli’deki Ayten hanıma değişmeyen sıcaklıkta mektuplar yazıyordu, yani Nazan hanımla olan ilişkisi onun için ciddi bir gönül işi değildi, muhtemelen sadece cinsel boyutu olan basit bir ilişkiydi, biraz araştırsaydın bunu bulabilirdin. Turgut beyi bir köşeye çekip, gerçeği Ayten hanıma anlatmakla tehdit etseydin onu Nazan hanımdan kolayca koparabilecektin! Oysa sen, böylesine basit bir strateji yerine içindeki o korkunç olumsuz güçle yok etmeyi tercih ettin, tıpkı o bombayı atanlar gibi davranıp ölüsüz, kansız ve onurlu bir çözümde ısrar etmedin!..
Fethi: Bunca yıllık dostluğumuzun hatırına bana yardım etmeyecek misin?
Fazıl: Dostluğumuz adaletten daha değerli, daha önemli olamaz!.. (Ağır opera parçası sonlanır; elektrikler gelir; dışarıda sağanak yağmur durmuş, hava açmıştır.) Karakola haber verebilir misin, Osman?