Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə228/249
tarix03.01.2022
ölçüsü3,24 Mb.
#47656
1   ...   224   225   226   227   228   229   230   231   ...   249
Dağıtın artık şu sefasız bezmi dostlar Meclisi süsleyen yar olmayınca olmaz meclisin sefası

Şahitsiz, mumsuz asla olmaz bir cem Lalesiz, gülsüz bahçede olmaz hoş seda bülbüller

Olmazsa tef ve çengi sesi raksa gelmez Dinleme vecdiyle aklı baştan almalı nağmeler

Gülümsü kadehe daima heriftir kafiyeler Mey yoksa cihanı gösteren kadehte ne fayda

Muhammed Hüseyin İsfehani, Divan-ı Eş’ar (Kompani), s.201.


Ey saki! meyle doldur da doluversin kadehim
İsmi utancım olan aşağılık hevesim Canımdan çıksın


O meyden döküver kadehime ki fani kılsın canımı
Benliğimden söküp alsın aldatıcı varlığımı


O meyden ver ki kurtarsın benlik zincirimden canımı
Alsın eline yularımı, döküversin dilimden kavlimi


İmam Humeyni, Divan-ı Eş’ar, s.40.


488Gerçek şu ki “Her kim oraya girecek olursa güvende olur” sözü, şer’i bir hükmü beyan etme hakkında gelmiştir, yani özel tekvini bir hüküm olarak değil. (el-Mizan, c.3, s.390). Nur’us-Sakaleyn tefsirinin birinci cildinin, 368, 370 ve 371. sayfalarında geçen 259, 260, 267, 268 numaralı rivayetlerde (ki bunların senedi sahihtir) ve 269-273 numaralı hadisler ayette sözü edilen güvenliğin teşri-i anlamda bir emniyet olduğuna delalet etmektedir.


489Bu tür ayetlerin kaydını anlamak için rivayetlere müracaat edilebilir. Örneğin; Bihar, c.2, s.294 ve Tefsir-i Nur’us-Sakaleyn, c.1, s.368-370’te 261 ve 263. rivayetler “Her kim oraya girecek olursa güvende olur” cümlesinin takyidine delalet etmektedir. Yine 264 ve 267. rivayetler (sahih senetle) ve 266, 267. rivayetler şunu ifade etmiştir. Buradaki güvenlikten maksat da, Yüce Allah’ın azap ve gazabından âmânda olmaktır.


490Sebe/18.


491Al-i İmran/97.


492Bihar’ul-Envar, c.2, s.287.


493Şunu ifade etmek gerekir; bu rivayeti Bihar, Tabersi’nin el-İhticac kitabından nakletmiştir. Rivayet mürseldir (senedi kopuktur). Fakat müellifin, kitabın mukaddimesinde bu kitaptaki rivayetlerin senetlerinin kaldırılmasının sebebinden söz ederken yaptığı açıklamalardan şu sonuca varılmaktadır: Aslında bu rivayet müsnetmiş; onun Şia ve Sünni arasındaki şöhreti veya akli delile muvafık oluşu veya hakkındaki icmadan dolayı senedi zikredilmemiş. Bu da, rivayetin mürsel oluşunu kısmen telafi etmekte ve rivayetin itibarını yükseltmektedir. O, “h” sayfasının mukaddimesinde şöyle demiştir: “Getirdiğimiz hadislerin çoğunun senedini zikretmiyoruz. Çünkü bunun sebebi ya onun hakkındaki icmadan veya akli delillere uygun oluşundan veyahut muhalif ve muvafıkların siyer ve kitaplarındaki şöhretlerindendir. Sadece İmam Hasan Askeri’den (a.s) getirdiğim rivayetler şöhrette diğer rivayetler ölçüsünde değildir.” Bu yönünü göz ardı etsek dahi biz rivayeti sadece sözümüzün teyidi için getirdik ve bu da mürsel rivayetle bile gerçekleşir. Şunu da hatırlatmakta yarar var; bu rivayetin mazmunu Bihar’ul-Envar’ın aynı cildinin 292-294. sayfalarında İlel’uş-Şerayi kitabından nakledilen uzun bir hadiste geçmiştir. Oradaki rivayetin sonunda zikri geçen iki ayet için de bir mana belirtilmiştir. Eğer oradaki mana hatta Allame Meclisi’nin ifade ettiği gibi birine ağır ve hazmedilmez gelse bile yukarıdaki rivayetten elde ettiğimiz teyidi bozmaz. Zira evvela bu bölüm bizim istifade ettiğimiz o rivayette bulunmamaktadır. İkincisi ise bir rivayetin bir bölümünün hazmedilemez oluşu, o rivayetin manası açık olan diğer bölümünün referans alınmasıyla çelişmez.


494Söz, nasıl konuşmacının maksadına delalet ediyorsa, sözün karinesi de delalet edicinin bir parçasıdır. Yani sözle birlikte muhatap ve dinleyiciyi, konuşmacının maksadından haberdar eder. Dolayısıyla sözün lafızları ve manaları, muhatap için malum olmadığı sürece muhatap onun mefhumu ve konuşmacının maksadını anlamaz. Sözün karinesi de bilinen bir şey olmalıdır ki, konuşmacı onu karine kılabilsin ve konuşmacının maksadı ondan elde edilebilsin. Başka bir ifadeyle karine delalet edicinin bir parçasıdır ve delalet edici malum ve vazıh olmalıdır ki, konuşmacının maksat ve hedefini muhataba ulaştırabilsin.


495Abdulkerim Suruş, Kabz ü Bast-i Teorik-i Şeriat, üçüncü baskı, s.288-290.


496Muhtasar’ul-Meani kitabında (s.23) “Zeyd geldi” cümlesini Zeyd gelmediği ve konuşmacının da bunu bildiği, ancak muhatabın bundan habersiz olduğu halde söylenmesi, gerçekle ve inançla mutabık olmayan hakikat-i akli örneklerinden sayılmıştır. Ancak muhatabın Zeyd’in gelmediğini bilmesi halinde hakikat-i akliden saymamıştır. Zira konuşmacı burada, muhatabının Zeyd’in gelmediğine olan bilgisini, kurduğu cümlenin zahirini kastetmediğine dair bir karine kılmış olabilir.


497Mecme’ul-Bahreyn “ena” kelimesinin açıklamasında bu darb’ul-mesele işaret etmiş ve şöyle yazmıştır: “Bu bir meseldir ve onunla bir şeye kinayede bulunulur. Yani Kurân’da Peygamber muhatap alınmıştır ama kastedilen ümmettir. Mesela Yüce Allah şu sözünde peygamberine sersenişte bulunmuştur: “Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin”. Fakat bu cümleyle ondan başkası kastedilmiştir. Nitekim buna dair rivayet de gelmiştir. Bu darb’ul-mesel, Sehl b. Malik Fezazi’nin Tay kabilelerinden birinin reisi olan Harise b. Lam’ın kız kardeşinin çadırının yanında okuduğu iki beyitlik şiirden alınmıştır. O, çadıra hitap ettiği halde maksadı Harise’nin kızkardeşi idi. Şöyle diyordu:


Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   224   225   226   227   228   229   230   231   ...   249




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin