Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə225/249
tarix03.01.2022
ölçüsü3,24 Mb.
#47656
1   ...   221   222   223   224   225   226   227   228   ...   249
“En çok” kelimesinin bulunması halinde bile Kurân’ın yedi dilde nazil olduğu görüşüne delalet edemez. Zira Kurân’ın çoğunun Kureyş dilinde nazil olduğunu kabul etsek dahi bu, onun diğer altı dilde de indiği lüzumunu doğurmaz.

c)
Bu rivayet Ehl-i Sünnet kaynaklarından gelmiştir ve Şia’nın bakış açısında böyle bir rivayete itimat edilmez.

d)
Rivayetin mefhumu Osman’ın konuşmasıdır ve hataya düşmüş olduğu içtihatlarından biri olabileceği için ona itimat edilmez.

e)
Zerkeşi’nin bizzat kendisi iki sayfa sonrasında şöyle demiştir: “Bu yedi lügatın hepsinin de Muzar’da olduğu söylenmiştir ve onlar Osman’ın şu sözüne istidlal etmişlerdir: “Kurân Muzar’ın dilinde nazil olmuştur.” Bu rivayet de önceki rivayete muarızdır. Yedi lügat sözünün bir diğer dayanağı ise “yedi harf” rivayetleridir ve yedi harften yedi lügatın kastedildiğine dair hiçbir şahit bulunmamaktadır. Kurân’ın Muzar kabilesinin dilinde nazil olduğunun dayanağı ise “Kurân Muzar dilinde nazil olmuştur” mazmunundaki Ömer’den nakledilen mürsel rivayettir.” (el-İtkan, c.1, s.150). Ayrıca bunun Ömer’in içtihatlarından biri olması ihtimali ve onun da hatadan korunmuşluğu söz konusu olmadığından bu rivayete de itimat edilemez. Rivayet mürsel olduğundan böyle bir rivayet hatta Ehl-i Sünnet nezdinde dahi muteber sayılmamaktadır.




289İbrahim/4.


290el-Burhan fi Ulum’il-Kurân (c.1, s.31); el-İtkan (c.1, s.150); Suyuti üçüncü meselenin XVI. maddesinde İbn-i Kuteybe’den şunu nakletmiştir: “Kurân yalnız Kureyş’in dilinde nazil olmuştur.” Bunun isbatında da “Her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik” ayetine istidlal etmiştir. O, yine şöyle der: “Şeyh Cemaluddin b. Malik der ki: Allah, Kurân’ı Temimilerin lügati ile nazil olmuş az bir bölümü hariç Hicazlıların lügati ile indirmiştir.” Mesahif kitabında (s.26) şöyle gelmiştir: “Osman, aralarında iki Kureyşlinin bulunduğu üç kişilik bir gruba şöyle dedi: Siz ve Zeyd b. Sabit ne zaman ihtilafa düşerseniz onu Kureyş’in diliyle yazın; zira Kurân onların dilinde inmiştir.” Yine şöyle gelmiştir: “Osman onlara dedi ki: Siz ve Zeyd b. Sabit Kurân’ın ifadelerinden birinin Arapça oluşu hakkında ihtilafa düştüğünüzde onu Kureyş diliyle yazın; zira Kurân onların diliyle nazil olmuştur.” (A.g.e s.27). Bu konu, İbn-i Cezeri’nin en-Neşru fil-Kıraat’il-Aşr kitabında da (s.7) gelmiştir.


291Bazı tarihçilerin ifadesine göre Kureyş, Allah Resulünün (s.a.a) on ikinci dedesi olan Nazr b. Kenane’nin lakabıdır ve nesebi Nazr’a ulaşan her kabileye Kureyş ismini vermişlerdir. Bkz. Muhaddis Kummi, Muntehel-Amal, c.1, s.5 ve Tarih-i Taberi, c.2, s.22 ve 23. Mecme’ul-Beyan (c.10, s.451) Kureyş suresinin tefsirinde şöyle der: “Kureyş, Nazr b. Kenane’nin evlatlarıdır; Nazr’ın evlatlarından olanların tümü Kureyşi’dir.” Deh-Huda Lügatnamesine göre Kureyş, babası Nazr b. Kenane olan bir kabilenin ismidir.


292Kavim, erkekler ve kadınlardan, tümünden oluşan bir topluluktur. Sadece erkeklerden oluşan bir topluluk olduğu da söylenmiştir ve şu deliller de bu görüşü güçlü kılmaktadır: “Bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler), kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki onlar, kendilerinden iyidirler.” (Hucurat/11); “Her kişinin kavmi onun izleyicileri ve aşiretidir…” (Lisan’ul-Arab, c.11, s.361); “Kavim, içlerinde hiçbir kadın bulunmayan erkekler topluluğudur. Sağani şöyle der: Şayet kadınlar tabiiyetle onların arasına girmiştir. Çünkü her peygamberin kavmi erkekler ve kadınlardır.” (el-Misbah’ul-Munir, s.715). “Kavim, aslında erkekler topluluğudur, kadınlar değil. Kurân’ın genelinde bu kelimeden erkekler ve kadınlar topluca kastedilmiştir, gerçek anlamı erkekler içindir.” (Müfredat-ı Rağıb, s.434) “Kavim kelimesini oluşturan “kaf”, “vav” ve “mim” harfleri iki sahih temel üzerindedir; bunlardan birinde halktan bir topluluğa delalet eder ve şayet onlardan başkasında istiare yoluyla kullanılmaktadır; diğeri tayin edip karar verme anlamındadır.” (Mucem-u Mekayis’il-Lügat, c.5, s.43).


293el-Mizan tefsirinde (c.12, s.5) mezkur ayetin altında şöyle gelmiştir: “Peygamberin kendi kavminin diliyle gönderilmesinden maksat, aralarında yaşadığı ve kendileriyle muaşerette bulunduğu topluluğun konuştuğu dille gönderilmesidir. Maksat onun nesep yönünden mensubu olduğu toplumun diliyle gönderilmesi değildir. Zira Yüce Allah, Lut’u (a.s) Süryanice konuşan Kelde kavminden çıkıp İbranice konuşan Mutefikat’a doğru hicret ettiğini açıklamış, sonra da bu topluluğa onun kavmi ismini vermiş ve Lut’u (a.s) onlara göndermiştir.” Fahri Razi’nin Tefsir-i Kebir’inde ise (c.19, s.80) şöyle gelmiştir: “Kavminden maksat tebliğine davet ettikleri olmadığı halde neden şehrinin halkı olmasın ki?”


294Mecme’ul-Beyan’da (c.6, s.58) mezkur ayetin altında şöyle gelmiştir: “Allah, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.a) halkın tümüne kendi kavminin diliyle gönderdi ve onlar Araptı.” Ruh’ul-Meani tefsirinde ise (c.8, s185) şöyle gelmiştir: “Kavminden maksat Arab’ın tümüdür.” Sayfa 186’da şöyle demiştir: “Kavmi sözünden ilk akla gelen şeyin Kureyş olduğu konusunda hiç kimsenin şüphe edeceğini sanmıyorum. Ondan sonra da Arap akla gelmektedir.”


295Bkz. Araf/80, Neml/54, Ankebut/28, Hud/70, 74 ve 79.


296Bkz. Tarih-i Taberi, c.1, s.206 (Taberi’ye göre Hz. Lut (a.s), Hz. İbrahim’in (a.s) kardeşinin oğludur); Bihar’ul-Envar, c.12, s.148, 152 ve 155, Bab-i Kasas-i Lut ve Kavmih, h.1, 5 ve 8.


297Furkan/30.


298En’am/135.


299Kurân’ın mucizevi yönü ve bilim adamlarının buna desteklerinin yanı sıra bu konuya delalet eden birçok rivayet de vardır. Bkz. Bihar’ul-Envar, c.17, s.156 ve 158.


300İthal kelimeler bir dilden başka bir dile girmiş olan kelimelerdir. Kurân-ı Kerim’de bu tür kelimelerin (Arapça olmayan sözcükler) var olup olmadığı konusundaki muhtelif görüşler aşağıda şerh edildiği gibidir:

Şafii, Taberi, Ebu Ubeyde, Ebu Bekr Baklani ve İbn-i Faris gibi isimlerden oluşan bir gruba göre Kurân’da Arapça olmayan, Arapçalaştırılmış ve ithal sözcük yoktur. Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Onu Arapça bir Kurân olarak indirdik” (Yusuf/2); “Eğer biz onu yabancı dilden bir Kurân kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu?” (Fussilet/44).

Başka bir grup da şöyle demektedir: Kurân’da Arapçalaştırılmış (yabancı kelimeler) vardır. Öte yandan onlar bu görüşe muhalif olanların istidlaline de şu şekilde yanıt vermişlerdir: “Arapça bir kitapta az sayıda Arapça olmayan kelimenin bulunması onu Arapça olmaktan çıkarmaz.” Suyuti de bu görüşü benimseyenlerdendir; o, İbn-i Meysere ve diğerlerinden Kurân’da her dilden kelimeler olduğunu nakletmiştir. İbn-i Nakib’den Kurân’da Rumca, Farsça ve Habeş dilinde sözcükler olduğunu nakletmiş, kendisi de “Her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik” ayetine istidlal etmiş ve Kurân’dan yüz kelimeyi Arapçalaştırılmış sözcük olarak sunmuştur. Arthur Jeffery, özel isimler dışında eski ve yeni âlimlerin görüşüne göre Kurân’da yer almış 275 yabancı kelimeyi “Vajeha-yi Dehil der Kurân-ı Mecid” isimli kitabında toplamıştır.

Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Cevaliki ve İbn-i Cevzi gibi kişilerden oluşan bir grup da yukarıdaki iki görüşü birleştirmiş ve her ikisini de sahih bilmiştir. Kurân’da aslı yabancı olan bazı kelimeler vardır. Fakat Kurân nazil olmadan önce bu kelimeler Arapçaya girmiş, değişime uğramış ve deyim yerindeyse Arapçalaşmıştır; sonra da Kurân içerisinde yer almıştır. Bu anlamda birinci görüş doğrudur. (Kurân’da Arapça olmayan sözcük yoktur). Bu kelimeler ancak Kurân’da kullanılınca Arapçaya dönüştükleri için ikinci görüş de doğrudur. Zira bu kelimelerin aslı yabancı idi ve Arapça değildi.

Bkz. el-İtkan fi Ulum’il-Kurân, c.1, s.427, Celaluddin Suyuti, el-Muhezzeb fima Vakaa fil-Kurân minel-Muarrab, Arthur Jeffery, Vajeha-yi Dehil der Kurân-ı Mecid, Feridun Bedrei’nin tercümesi.


301Parviz Natel Khanlari, Zeban Şinasi ve Zeban-i Farsi, Feridun Bedrei’den “Vajeha-yi Dehil der Kurân-ı Mecid” kitabının mukaddimesinden (s.11) naklen.


302Suruş, Abdulkerim, Kabz ü Bast-ı Teorik-i Şeriat, 130, 131, 132, 285, 301, 302, 350, 351, 462.


303Şems/1-2.


304Kabz ü Bast-ı Teorik-i Şeriat, 131-133.


305Kabz ü Bast-ı Teorik-i Şeriat, 131-133.


306En’am/1.


307İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “Resulullah (s.a.a) insanlarla asla kendi aklının derinliğiyle konuşmadı ve Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Biz peygamberler, insanlarla akılları ölçüsünde konuşmakla emrolunduk.” Allame Meclisi hadisi zikrettikten sonra onun açıklamasında şöyle der: “Onlardan her birine kendi kapasitesi ölçüsünde hitap ederdi. Şayet hepsine hitap ettiğinde de her birinin kendi kabiliyeti ölçüsünde bir şey anlayacağı tarzda hitapta bulunurdu. Kurân-ı Mecid gibi.” (Muhammed Bakır-i Meclisi, Mir’at’ul-Ukul, c.1, s.76).


308Zira değişmek, başkalaşmak ve bunun şundan başka bir şey olması anlamına gelir. Söz konusu durumda böyle bir başkalaşım olmamış, sadece birinci mana daha iyi anlaşılmış ve anlayış derinleşmiştir. Eğer birisi bunu da manaların değişimi sayacak olursa onunla lafız kavgasına girmeyiz ve biz de böyle bir değişimi kabul ederiz.


309“…İmam Zeynelabidin’e (a.s) tevhit hakkında sorduklarında şöyle buyurdu: Yüce Allah ahir zamanda derinleşmiş kavimlerin geleceğini bildiği için kul huvellahu ehed suresini ve Hadid suresinin “Şüphesiz O, sinelerin özünü bilendir” ayetine kadar olan ayetlerini indirdi. Kim bunun ötesine geçmek isterse helak olur. (Nur’us-Sakaleyn, c.5, s.706, h.46).

Hatırlatmakta yarar var, bu rivayet için bir başka mana da zikredilmiştir. O da şudur; Yüce Allah ileride her konuda derinlik kazanmak isteyen insanların geleceğini bildiği için Tevhid ve Hadid suresinin ilk ayetlerini indirdi ki onlar Allah’ı tanıma hususunda kendileri için beyan edilen şeye yetinsinler ve düşünceleriyle bu konuda daha derine inmesinler veya bu ayetlerde beyan edilenler onlar için düşüncelerini sunacakları bir ölçü olsun. Böylece hata ve yanlışa düşmesinler. (Mir’at’ul-Ukul, c.1, s.320). Bu mana rivayette geçen “Her kim bunun ötesine gitmek isterse helak olur” cümlesinin manası dikkate alındığında uzak bir mana olarak algılanmaktadır. Zira cümlenin zahiri şudur: Her kim bu ayetlerin mefhumundan daha ötede bir şeyi kastederse, yani derine dalarak ayetlerin mefhumundan başka bir şey elde etmek isterse kesinlikle helak olur. Bu yüzden bazı âlimler şunu söylemişlerdir: “Bu rivayetin bir insanın ulaşamayacağı Allah’ın zatı hakkında derin bilgi edinmek peşinde olanları kınadığı aşikardır. Onlara ayetlerin mefhumuna yetinmeleri emredilmiştir.” Bkz. Feyz Kaşani, Mevla Muhsin, Kitab’ul-Vafi, c.1, s.369, Haşiye-i Mirza Ebu’l-Hasan Şa’rani).




310Nebe/12.


311Enbiya/22.


312Arap edebiyatından burada kastedilen şey Sarf, Nahiv, Meani ve Beyandır.


313Elbette sözcükler ve özel isimlerin maddelerinin vaz’ı ile yapı ve birleşik kalıpların vaz’ı arasında temel bir fark vardır ve o da şundan ibarettir: Özel isimler ve sözcüklerin vaz’ı şahsi vazdır. Mesela “Firavun” kelimesi ve “ilim” sözcüğü özel bir şahıs (Mısır padişahı) veya özel bir mana (bilmek) için vaz edilmiştir. Fakat yapı ve birleşik kalıpların vaz’ı türevsel bir vazdır. Yani bir yapının veya birleşik kalıbın türü, mesela fail yapısı veya isim tamlaması özne manasını veya sebat anlamını anlatmak için bir maddenin kalıbında vaz edilmiştir.


314Arap dilinde, kelimelerin dizilişindeki manaları sarf ilmi açıklar. Zira sarf ilmi (bazı tanımlarını da dikkate aldığımızda) bize bir kelimeden farklı manalar elde edebilmek için onu muhtelif şekillere sokmamız gerektiğini öğreten ilimdir. (Sarf-ı Sade, s.11). Sonuç itibariyle sarf ilmi, bizi kelimelerin muhtelif şekilleri ve onların manalarıyla tanıştırmaktadır. (Keşf’uz-Zünun, c.2, s.1078). Kelimelerin terkibi nispetindeki mana ise nahiv ilmi yardımıyla anlaşılır. Gerçi nahiv ilmini kelimenin sonundaki durumları irab ve bina açısından tanımaya ve kelimelerin birbiriyle terkibinin niteliğini anlamaya vesile olan ilim olarak tanımlamışlardır. (Cami’ul-Mukaddemat, el-Hidaye fin-Nahiv, s.184). Fakat kelimenin sonundaki haletlerin tanınmasıyla birlikte, kelime terkiplerinin niteliği, terkip nispeti ve kelimelerle cümlelerin özel konumu iyice bilinmekte ve kelimelerin terkip nispetinin manası ve kelimelerle cümlelerin özel konumunun delalet ettiği noktaların anlaşılması için gerekli zemin oluşmaktadır. (el-İtkan, c.1, s.575; el-Burhan, c.1, s.401). Kelimeler ve cümlelerin özel haletlerinden anlaşılan manalar ve noktaları beyan eden ilim ise meani ilmidir. Zira her ne kadar meani ilmi “Arap lafzının haletlerinin halin iktizası ile muatabakatı yönünden tanınmasına vesile olan ilimdir.” (Taftazani, Muhtasar’ul-Meani, s.15). Lakin şu çok açıktır ki bu ilmin zımnında kelimeler ve cümlelerin özel haletlerinden anlaşılan manalar ve noktalar da açıklanmaktadır. Dolayısıyla bu ilim aynı zamanda mecaz, kinaye, istiare ve taşbihlerin kullanım sırlarını da müşahhas eden beyan ilimdir. Zira beyan ilmi, manaya delaletinin açıklığı muhtelif olan birtakım yollarla bir mananın anlaşılmasına vesile olan ilimdir. (Aynı kaynak, s.128). Teşbihler, istiareler, mecazlar ve kinayelerdeki özellikler ve sırların muhtelif yollarla anlatımının beyan ilminin en önemli konularından olduğu açıktır.

Bu beyanla kelimelerin şekli ve terkibiyle kelimeler ve cümlelerin haletleri ve özel konumlarından çıkan manaları elde etmek ve istiareler, teşbihler, mecazlar ve kinayelerdeki sırları anlamanın yolunun sarf, nahiv, meani ve beyan ilimlerinde açıklanmış kaideleri bilmek olduğu anlaşıldı.




315Suyuti el-Behcet’ul-Merziyye fi Şerh’il-Elfiyye kitabında (s.9) Hz. Ali’yi (a.s) nahiv ilminin mucidi olarak bilmiş ve şöyle yazmıştır: “İsim, fiil ve harf; kelime yalnızca bunlardan oluşmuştur. Nitekim istikra (kapsamlı araştırma) da bunu göstermiştir. İmam Ali b. Ebu Talib (a.s) bu ilmin mucididir.” Muhaddis Kummi el-Kuna vel-Elkab’da (c.1, s.7) nahiv ilminin Emir’ul Müminin’in (a.s) işareti ile Ebul-Esved Duali (ö. 69 Hicri) tarafından icad edildiğini kaydetmiş ve s.121’de Ebu Amr b. Ala’nın (ö. 154 Hicri) şerh-i halinin devamında şöyle yazmıştır: “O (Ebu Amr b. A’la), nahiv ilminde dördüncü, hatta üçüncü tabakadadır. Çünkü Emir’ul Müminin (a.s) nahiv ilminin mucidi idi; onu Ebul-Esved Duali’ye öğretti. Daha sonra ondan iki oğlu Ata, Ebu Haris, Meymun Akran ve Yahya b. Ya’mur bu ilmi aldı. Onlardan da …. Ebu Amr A’la Mazini … bu ilmi öğrendi. Ebu Zeyd Ensari, Ebu Ubeyde Esmesi ve nahiv üstatlarının birçoğu da bu ilmi ondan aldı.”

Seyyid Hasan Sadr “Tesis’uş-Şia li Ulum’il-İslam” kitabında (s.40-43) Yunus b. Habib Nahvi (ö. 138 Hicri), İbn-i Kuteybe Deyneveri (ö. 276 Hicri), İbn-i Faris (ö. 389 Hicri), Ebu Hatem Secistani, Ebu’l-Berekat Enbari, Ebu’t-Tayyib Luğavi (ö. 351 Hicri), Ebu Hilal Askeri (ö. 395), İbn-i Halekan, İbn-i Nedim ve diğerleri gibi bazı edebiyat üstatlarını zikrettikten sonra Ebul-Esved Duali’nin Emir’ul Müminin’den (a.s) faydalanarak Arap dili ilminin kurucusu ve nahiv ilminin mucidi konumuna geldiğini belirtip, şöyle demiştir: “Söylediklerimizden de Ebul-Esved Duali’nin Arap dili ilmini ilk kuran kişi olduğu konusundaki tevatür iddiasının doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Eğer bu husustaki nasları saymaya kalkışırsak konu uzadı uzadıya devam edecektir.” Aynı kitabın 61. sayfasında Basralıların imamı Halil b. Ahmed’i ve Kufelilerin imamı Hasan Revasi’yi nahiv ilmini ilk olarak düzenleyip, tedvin eden kimseler olarak tanıtmıştır.

Yine 140-142. sayfada sarf ilminin temelini atan kişi olarak Abdulmelik b. Mervan’ın öğretmeni Ebu Muslim Muaz Herra’yı ve onu tedvin ve tasnif eden ilk kişi olarak da Osman b. Mazini’yi (ö. 248 Hicri) saymıştır. Sayfa 168’de ise beyan ve fesahat ilmini vaz ve tasnif edeni Muhammed b. İmran Merzbani Horasaniy’yul-Asl (ö. 378 Hicri) olarak tanıtmıştır. İbn-i Haldun şöyle demiştir: “Nahiv sanatının sahibi ve ustası Sibeveyh’ti. Ondan sonra Farisi gelir. Bu ikisinin ardından ise Zeccac’dır. Bunların hepsi de Acemdi; fakat Araplarla haşır-neşir oldukları için Arap dilinde eğitim görüp, eğitim sonucunda eğitmen oldular; kendilerinden sonrakiler için onun kanunları ve tekniğini belirlediler.” Abdurrahman b. Haldun, Mukaddimet’il-İber, s.487.


316Kurân-ı Kerim’in zikri geçen ilimlerin tesisindeki esas rolüne ilişkin Ukkad’dan şöyle nakledilmiştir:

Eğer Kurân-ı Kerim olmasaydı, birçok âlimin nahiv ve belagat ilimleriyle ilgileneceği, müfredatı sayıp dökeceği, fasih ve yabancı kelimeler hakkında araştırma niyeti olacağı tartışılırdı... Su götürmez ve hakkında hiçbir ihtilaf olmayan bir gerçek var ki; Arapça lügatının bu ölçüde canlanıp, ilerlemesinde Kurân-ı Kerim son derece etkili olmuştur. Çünkü o, Müslümanların iman ettikleri kutsal bir kitaptır.” (Abd’ul-Al Salim Mükerrem, el-Kurân’ul-Kerim ve Eseruhu fid-Dirasat’in-Nahviyye, s.346, el-Ezher dergisinden naklen, sayı 44, s.55) Bu kitabın 306’dan 328. sayfasına kadar Kurân’dan alınan kaideler “Nahv-i Kurâni” ismi verilmiş bir kitapta toplanmıştır. İbn-i Haldun Mukaddimet’ul-İber’de (s.478) şöyle der: “Bununla birlikte bu dil bozulmuş ve neticede nahiv kanunlarının vaz edilmesine ihtiyaç duyulmuş ve şer’i ilimlerin tümü istinbatlara, istihraç ve tanzire ölçüler olmuş; bunlar için de Arapça kaidelerini tanımada gerekli vesileler olan diğer ilimlere ihtiyaç duyulmuştur.” Bu konuda Mukaddime-i İbn-i Haldun’un 36. Faslını (s.545-554) incelemede fayda vardır.




317Kuveyt Üniversitesinde nahiv üstadı olan Dr. Abd’ul-Al Salim Mükerrem, nahiv âlimleri tarafından bir komisyon kurulmasını ve bu komisyonun Kurân esasına göre yeni kaideler tesis etmesini ve bilinmeyen edebiyat veya felsefe ve mantık ıstılahlarına dayalı güvenilir olmayan kaideleri de kaldırmasını önermektedir. (el-Kurân’ul-Kerim ve Eseruhu fi’d-Dirasat’in-Nehviyye, s.347).


318Bu yüzden Ferra şöyle demiştir: “Bu kitap (Kurân), başlı başına şiirden daha fasih ve daha güçlüdür.” (Meani’l-Kurân, c.1, s.14), Şeyh Abdul-Cevad Ramazan el-Ezher dergisinin 22. Sayısının 600. sayfasında “el-Kurân vel-Lügat” başlıklı makalesinde ilk temeli Kurân’dan şahit getirmek olarak saymıştır. (el-Kurân’ul-Kerim ve Eseruhu fi’d-Dirasat’in-Nehviyye’den (s.330) naklen).


319Ferheng-i Muin, “Karain” sözcüğünün altında.


320Lügatname-i Deh-Huda, “Karine” sözcüğünün altında.


321Bir grup kimse Allah’ı tanıtan ayetlerde kullanılmış olan kinayeli tabir ve karinelere dikkat etmedikleri için gerçek manalarını yüklemişler ve ayetlerden yanlış neticeler almışlardır. Örnek olarak; bkz. Reşiduddin Meybedi, Tefsir-i Keşf’il-Esrar, c.3, s.630, 631, 723; c.6, s.225, c.8, s.543, c.10, s.311 ve 312; Muhammed b. Huzeyme, et-Tevhid Sıfat’ur-Rab, s.10, 13 ve 90; et-Temhid, c.3, s.142, el-İbane kitabında (s.40-42) Ebu’l-Hasan Eş’ari’den naklen.


322Bkz. Mantık kitapları, min cümle Muhammed Rıza Muzaffer, el-Mantık, c.1, s.42.


323Din kelimesi şu ayetlerde ayin manasında kullanılmıştır: “Şüphesiz Allah katında din İslamdır.” Al-i İmran/19, “Sizin dininiz size, benim dinim bana!” Kafirun/6, “Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur…” Saf/9. Din şu ayetlerde ceza (karşılık) manasına gelmiştir: “Din gününün sahibidir.” Fatiha/4, “Din/ceza mutlaka vuku bulacaktır.” Zariyat/6, “O gün Allah onlara gerçek dinlerini/cezalarını tastamam verecek.” Nur/25. Din şu ayetlerde itaat manasına gelmektedir: “Ve dinlerini/itaatlerini Allah’a has kıldılar.” Nisa/146, “Gemiye bindikleri zaman, dini/itaati yalnız O’na has kılarak (ihlasla) Allah’a yalvarırlar.” Ankebut/65.


324Halife iki kez tekil olarak (Bakara/30 ve Sad/26), yedi defa da çoğul olarak gelmiştir. (Helaif şeklinde: En’am/165, Yunus/14 ve 73, Fatır/39) (Hulefa olarak da: A’raf/69 ve 74, Neml/62). Bu kelime birisinin temsilciliğini bir şekilde üstlenmiş olan kimse hakkında kullanılır. (İster birinci şahıs tarafından bir iş veya işler için o şahsın yerine bırakılmış olsun, ister yetkileri bulunan üçüncü bir şahıs tarafından başkasının temsilcisi kılınsın, farketmemektedir). Bu ifade Kurân-ı Kerim’in bazı ayetlerinde Allah’ın kendi yerine bıraktığı/kendisine temsilci seçtiği kimseler hakkında kullanıldığı gibi bazı ayetlerde de Allah’ın kendilerini başkalarının yerine bıraktığı kimseler hakkında kullanılmıştır. Hangi ayetlerde birincisi için ve hangi ayetlerde de ikincisi için kullanıldığının belirlenmesi ise karine ve ipuçlarıyla anlaşılır.


325Lokman/18.


326Gafir/34.


327Bakara/282.


328Yusuf/33.


329Bkz. Saduddin Taftazani, Muhtasar’ul-Meani, s.118.


330İcaz iki çeşittir:

a)


Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   221   222   223   224   225   226   227   228   ...   249




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin