Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə226/249
tarix03.01.2022
ölçüsü3,24 Mb.
#47656
1   ...   222   223   224   225   226   227   228   229   ...   249
“İcaz-ı kasr” olarak bilinen ve içeriğinde silinme/kaldırılma olmayan icazdır. Örneğin; “Sizin için kısasta hayat vardır” cümlesi buna bir örnektir. Cümle az olmasına rağmen manası oldukça fazladır ve herhangi bir kelimenin silinmesi de sözkonusu değildir.

b)
“İcaz-ı hazf” olarak bilinen ve bazı kelimelerin silinmiş olduğu, ancak onların bulunmayışının konuya zarar vermediği icazdan ibarettir. Söz konusu mahzuf (kaldırılmış ifade) cümlenin bir parçası veya tam bir cümle olabilir. Muhtasar’ul-Meani, s.120 ve 121. Metinde gelmiş olan icazdan maksat “icaz-ı hezf”tir.


331Nisa/23.


332Maide/3.


333Bkz. Muhtasar’ul-Meani, s.122.


334Kehf/79.


335Bkz. Muhtasar’ul-Meani, s.121. aşağıdaki ayetlerde de icaz sanatı kullanılmıştır:

Yusuf/18; Secde/12; En’am/27; En’am/30; Araf/143; Duha/3; Zariyat/48; Yasin/45; Hadid/10; Enfal/8; Bakara/60; Yusuf/45-46; Fatır/4; “Bismillahirrahmanirrahim”; Yusuf/32. bu ayetlerde icaz sanatının nasıl kullanıldığı için bkz. Mecme’ul-Beyan, c.5, s.371; Muhtasar’ul-Meani, s.57, 75, 121-123.




336Bkz. Tefsir-i Ruh’ul-Meani, c.15, cüz.29, s.178.


337Bkz. Muhammed Ali Tehanvi, Keşşaf-i İstilahat’il-Fünun, c.2, s.1456; Ali b. Muhammed Cürcani, et-Tarifat, s.88 ve Muhtasar’ul-Meani, s.154-155.


338Bkz. Keşşaf-i İstilahat’il-Fünun, c.2, s.1458.


339Bakara/16.


340Bakara/5.


341Bakara/19.


342Akli mecazın kullanıldığı ayetlere örnek olarak aşağıdaki ayetler gösterilebilir:

Fecr/22, Enfal/2, Zilzal/2, Müzzemmil/17.

İstiare tarzında lügavi mecazın kullanıldığı ayetlere örnek olarak aşağıdakiler gösterilebilir:

Hamd/6; Neml/80; Rum/52-53; En’am/122; İbrahim/1.

Aşağıdaki ayetlerde mecaz-i mürsel kullanılmıştır:

Yetimlere mallarını verin.” (Nisa/2) Bu ayette “yetimler” baliğ ve yetim olmayanlar hakkında kullanılmıştır. Zira bu fertler geçmişte “yetim” sıfatına haizdiler. Dolayısıyla “geçmişte böyle idiler” itibarı ile onlara “yetama/yetimler” ıtlak edilmiştir.

Onlardan biri “ben (rüyamda) şarap sıktığımı görüyorum” dedi.” (Yusuf/36) Bu ayette gelecekte şarap olacak üzüm hakkında hâlihazırda “şarap” ifadesi kullanılmıştır. Buradaki irtibat “dönüşmek ve yaklaşmak” manasındadır.

O hemen meclisini çağırsın.” (Alak/17) ayette “meclis” anlamına gelen “nadi” kelimesi “hal ve mahal” ilgisiyle “ehl-i meclis” anlamında kullanılmıştır.

Bana sonra gelecekleri içinde iyilikle anılmak nasip et.” (Şuara/84) ayette “lisan-ı sıdk/doğru dil” kelimesi iyilikle anılmak anlamında kullanılmıştır. Bu iki mana arasında “aliye/aletlik” irtibatı vardır. Yani dil, iyilikle anılmanın aletidir.

Size gökten rızık indirir.” (Gafir/13) Bu ayette müsebbeblik ilgisinden dolayı yağmur yerine rızık kelimesi kullanılmıştır.

Bir mümini öldüren kimse bir mümin köle azat etmelidir.” (Nisa/92) Bu ayette üç kez ve Maide/89, Mücadele/3, Beled/13, Bakara/177 ve Tevbe/60. Ayetlerde “boyun ve boyunlar” anlamına gelen “rakebe ve rikab” sözcükleri “cüziyet” ilgisi ile parayla satın alınan köle için kullanılmıştır.

Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara haset mi ediyorlar…” (Nisa/54) ayetinde geçen “nas/insanlar” kelimesinden maksat Ehl-i Sünnet nezdinde Peygamber-i Ekrem’dir (s.a.a), Şia nezdinde ise Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beytidir (a.s). “Bir kısım insanlar onlara (müminlere) dediler ki:” (Al-i İmran/173) ayetinde geçen “insanlar” kelimesi Naim b. Mesud Eşcei hakkında kullanılmıştır. Bu ayetlerde de “umumiyet” ilgisi vardır. “Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır.” (Neml/88) ayetinde geçen “yapmak anlamındaki sun” kelimesinden “sanat ve yapıt” anlamı irade edilmiştir. Vakıa suresinin 2. ayetinde geçen “kazibe” ism-i fail iken “tekzib” anlamına gelen mastar manası kastedilmiştir. Hud suresinin 43. ayetinde geçen koruyucu anlamındaki “asim” kelimesi meful, yani “korunmuş” anlamında kullanılmıştır. “Biz, Kurân okuduğun zaman, seninle ahrete inanmayanların arasına gizleyici bir örtü çekeriz” (İsra/45) ayetinde geçen “mestur/gizlenmiş” kelimesi “satir/gizleyici” anlamında kullanılmıştır. Tüm bunlar “mecaz-ı mürsel” olup hepsindeki ilgi ise “iştikak”tır.



343Mecaz ve kinayenin farkına dair aşağıdaki sözler söylenmiştir:

a)
Mecaz kullanımı kastedilmiş olan ibare veya sözcükten sadece mecazi manayı kastetmek mümkündür. Fakat kinayede sadece kinaye manasını veya hem kinaye manası hem de hakiki manayı irade etmek mümkündür.

b)
Mecazi manada eğer “lazım ve melzum” ilgisi varsa “melzum” söylenir ve “lazım” kastedilir; fakat kinayede bu tersinedir. Yani “lazım” söylenir ve “melzum” kastedilir.

Birinci fark dikkate alındığında kinayede lazım olan karine bazen “kapsayıcı” karinedir. Ancak karine genellikle çevirici olduğundan bu bölümde ortaya atılmıştır. (Muhtasar’ul-meani, s.170-171).



344Bkz. Yusuf Sekkaki, Miftah’ul-Ulum, s.169-170.


345İsra/29, Tabersi Mecme’ul-Beyan’da (c.6, s.244) şöyle yazmıştır: “Hiçbir şey vermeyen ve neticede eli bağlanmış olduğu için veremeyen ve bahşişte bulunamayan biri gibi olma. Bu, cimrilik ve eli sıkı olmaktan men etme konusunda mübalağadır. “Onu tamamıyla da açma.” Yani yanında bulunan şeyin tümünü verip de elini tamamıyla açtığı için onda hiçbir şey durmayan kişi gibi de olma. Bu da israf etmekten kinayedir.”


346Maide/64. Bkz. Mecme’ul-Beyan, c.3, s.377.


347Fecr/14. Bkz. Mecme’ul-Beyan, c.10, s.351. Mana: Kulların amellerinden hiçbir şey ondan kaçmaz. Zira onların tüm söz ve fiillerini işitir ve görür. Tıpkı özetlemede olan biri gibi. Ali’den (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: “Ayetin manası şudur: Rabbin günah ehline, yaptıklarının cezasını vermeye kadirdir.”

Şunu söylemek de mümkündür: “Rabbin her an pusudadır” cümlesinden bunun lazımı olan mana kastedilmiştir. O da şudur: “Her şey Yüce Allah’ın gözetlemesi ve onun kudretinin kuşatması altındadır; ne insanın en küçük ameli ona gizli kalır ne de birisi onun cezasından kaçabilir.” Kinaye de bir cümleden onun lazımının kastedilmesidir.




348Taha/5, Zamehşeri Keşşaf’ta (c.3, s.52) şöyle yazmıştır: Arş, hükümet tahtıdır ve ona istiva etmek hükümranlık kurmak anlamına geldiğinden bunu saltanat için kinaye kılmıştır. “Falan şahıs arşa istiva etti” dediklerinde “hükümet kurdu” anlamını kastetmektedirler. Hatta o bir divana oturmasa bile bu anlam geçerlidir.


349Zümer/67; bu tabir Yüce Allah’ın kudretinin kemalinden kinayedir. Yani maksat göklerin Allah’ın eliyle dürüleceği değildir. Bu mananın gereksinimi (göklerde her türlü tasarruf için kudret ve sultaya sahip olmak) kastedilmiştir ve bunu karinelerle anlamak gerekir.


350Hac/2; bu tabirler kıyametin başlangıcındaki sarsıntının şiddetindeki korkunçluk ve dehşetten kinayedir. Yani bu cümlelerdeki asıl maksat her emzikli kadının, emzirdiği yavrusundan gaflet etmesi ve her hamile kadının çocuğunu düşürmesi değildir. Maksat bunun melzumu olan manadır (o günün çok şiddetli derecede korkunç olmasıdır ve korku her hamileye çocuğunu düşürtür ve her emzikli kadını emzirdiğinden gafil bırakır). Dolayısıyla bazılarının “Bu ayette sarsıntının dünyada olacağına delalet vardır; zira süt emmek ve süt emzirmek ancak dünyada tasavvur edilebilir” şeklindeki sözü doğru değildir. (Mecme’ul-Beyan, c.7, s.127).


351Bkz. Ferheng-i Muin, “siyak” kelimesi.


352Bkz. Lügatname-i Deh-Huda, “siyak” kelimesi.


353Bkz. Ferheng-i Nevin, Elias Anton Elias.


354Ferheng-i Muin, “siyak” kelimesi.


355Bunlardan bazılarını örnek olarak hatırlatıyoruz: el-Mizan, c.18, s.35, c.17, s.9; Mahmud Alusi, Ruh’ul-Meani, c.15, c.29, s.178; Ala’ur-Rahman, c.1, s.258; Muhammed b. Muhammed el-İmadi, Tefsir-i Ebu Su’ud, c.8, s.98; Abdurrahman b. Nasır Sadi, Teysir-ul Kerim’ir-Rahman, c.1, s.13, 22 ve c.2, s.278; el-Burhan fi Ulum’il-Kurân, c.2, s.313 ve 335; İbn-i Kesir (İsmail Ebu’l-Fida), Tefsir’ul-Kurân’il-Azim, c.1, s.31, 34, 39, Şerif Razi, Hakaik’ut-Tevil fi Müteşabih’it-Tenzil, s.66; Mustafa Sadık Rafi-i, Tarih-i Adab’il-Arab, c.2, s.72; Poul Nouya, Tefsir-i Kurâni ve Zeban-i İrfani, İsmail Seadet’in tercümesi, s.29 ve 30; Muhammed Taki Misbah Yezdi, Mearif-i Kurân, c.1, s.9; Muhammed Ali Girami, Der Bareyi Şinaht-i Kurân, s.51; Muhammed b. Lutfi Sabbağ, Buhus fi Usul’it-Tefsir, s.319; Haşiyet’ul-Kifaye, Mirza Ebul-Hasan Mişkini, Kifayet’ul-Usul’da (İntişarat-ı İslamiyye baskısı), c.2, s.169; Muhammed Hüseyin İsfehani, Nihayet’ud-Diraye, c.4, s.50 ve 51; Seyyid Ebul-Kasım Hoi, Ecved’ut-Takrirat, c.2, s.171; Seyyid Muhammed Server Vaiz Hüseyni, Misbah’ul-Usul, c.2, s.259; Seyyid Muhammed Bakır Sadr, Durus fi İlm’il-Usul, el-Halakat’ul-Ula, s.103.


356Seyyid Muhammed Bakır Sadr, Durus fi İlm’il-Usul, el-Halakat’ul-Ula, s.103.

Bazıları da yazılarında siyak için açıklama veya tanımlamada bulunmuşlardır. Onların açıklamaları da doyurucu değildir. Onların eksikliği yukarıdaki tanımlamaya yönelik eleştiriyle aşikâr olmaktadır. Muhammed Rıza Hüseyni “Keyfe Nefhem’ul-Kurân” kitabında (s.125) şöyle der: “Siyaktan maksadımız kelimeyi kuşatan genel durum, onu çevreleyen karineler ve alametlerdir.” Muhammed Ali Girami de “Der Bareyi Şinaht-i Kurân” kitabında (s.51) şöyle yazmıştır: “Genellikle örfteki diyalog ve yazışmalarda ibarenin baş ve sonundaki karineler cümleye özel bir anlam yüklemekte ve maksadı sınırlamaktadır. Yaygın ıstılahta buna “siyak” veya “mesak” denilmektedir.”




357Elbette bazı romantik edebiyatlarda denize kulak vermek, onu dinlemek, yani denizin lisan-ı halini duymaya çalışmak da kastedilmektedir. Fakat bu durumda bile “onun sözünü dinle” cümlesinde bir tür mecaz kullanılmış ve kelamın siyakı ona delalet etmiştir.


358el-Burhan fi Ulum’il-Kurân, c.2, s.313.


359A.g.e, c.1, s.428.


360Muhammed Reşid Rıza, Tefsir’ul-Menar, c.1, s.22.


361Teysir’ul-Kerim’ir-Rahman, c.1, s.13.


362Duhan/49.


363Duhan/44-48.


364Keyfe Nefhem’ul-Kurân?, s.125.


365Maarif-i Kurân, s.10.


366Fusul fi Usul’it-Tefsir, s.43.


367el-Mizan, c.17, s.7 ve 8.


368Fatır/1.


369Rahman/60.


370Rahman/48-58.


371Burada bu yerlerden bazılarını hatırlatıyoruz:

a)
Allame Tabatabai Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamdolsun. O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. (Fatır/1) ayet-i kerimesinin açıklamasında şöyle yazmıştır: “O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar” cümlesi siyaka göre meleklerden dört kanattan fazlasına sahip olanların da varlığına işaretten uzak değildir. Rivai bahis bölümünde de melekleri üç kısma ayıran; onlardan bir kısmının iki, bir kısmının üç ve bir kısmının da dört kanatlı olduğunu ifade eden rivayetin zahirinde tasarruf etmiş ve şöyle demiştir: “Şayet bu hadisten maksat meleklerin çoğunluğunun vasfıdır.” (Bu görüş ayetin siyakı ve diğer rivayetlerle çatışmasına kadar doğru sayılabilir.) Bu sözün, metinde zikredilen açıklama dikkate alındığında açık bir vechi yoktur. Ayetten bu manayı anlamak için siyaktan faydalanmak ve onun yazısında geçen rivayetleri tevcih etmenin doğru bir bahanesi yoktur. Zira metinde de ifade ettiğimiz gibi “Yüce Allah’ın varlıkları yaratmayı da artırdığı” siyakla uyumludur. Elbette eğer daha fazla kanatları olan meleklerin bulunduğuna delalet eden başka rivayetler olursa (ve onların itibarı da ispatlanırsa) onlardan istifade ederek bu siyak tercih edilebilir. Yine Allame “Cehennemde kâfirlere yer mi yok?” (Ankebut/68) ayeti hakkında siyak deliline dayanarak onun Peygamber (s.a.a) döneminde yaşayan müşriklere veya o Hazretin (s.a.a) ümmetinin müşriklerine has olduğunu söylemiştir. (el-Mizan, c.17, s.26). Hâlbuki daha önce yaptığımız açıklamaya göre siyaktan böyle bir sonuç çıkmadığı açıktır.

b)
Mustafa Sadıki Rafii, Tarih-i Adab’il Arab kitabında (c.2, s.71 ve 72) şöyle der: Biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. (Kıyamet/18) ayetine, siyak deliline göre “Biz onu beyan ettiğimizde sen ona amel et” şeklinde mana vermiştir. Hâlbuki siyak böyle bir taayyünü ıktıza etmemektedir.

c)


Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   222   223   224   225   226   227   228   229   ...   249




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin