b) Gayr-i Siyak
Ayetlerin tefsirinde diğer ayetlerden istifade etmek muhtelif şekillerde gerçekleşmektedir ve burada onlardan bazılarını zikredeceğiz.
Zamansal Olmayan Sınırlama (Tahsis ve Takyit)
Bazı yerlerde diğer ayetlerden istifade etmek, tefsire konu olan ayette geçen hüküm veya mevzuyu tahsis edip sınırlamak şeklinde görülür. Bu ayetlerle tefsire konu olan ayet arasındaki tesir ve irtibat, söz konusu ayetin genel ve külli olan mefhumunu sınırlayıp, belirli efrada has kılmaktadır. Şefaat ayetleri ve ikinci bölümde örnek olarak zikredilen boşanma iddeti hakkındaki ayet bu kabildendir. Şefaatin inançlardan ve boşanma iddetinin ise hükümlerden olduğu gerçeği dikkate alındığında bu tür istifadenin sadece ahkâmla ilgili ayetlere özgü olmadığı ve ahkâm dışındaki konularda da aynı tesir ve irtibatı sağladığı anlaşılmaktadır.
Zamansal Sınırlama (Nesh)
Bazı yerlerde diğer ayetlerin, tefsire konu olan ayet üzerindeki tesiri onu nesh etmek şeklinde görülür ve o ayetlerden istifade edilmek suretiyle tefsire konu olan ayetteki amelin zaman süresi tayin edilmiş olur. Örneğin;
“Sizden vefat edip geride eşler bırakanlar, eşlerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla kadar bıraktıkları maldan yararlanmaları hususunda (sağlıklarında) vasiyet etmelidirler. Eğer (kadınların kendileri) çıkarlarsa, kendileri haklarında yaptıkları meşru işlerden dolayı size bir günah yoktur…”816
ayetinin tefsirinde;
“İçinizden vefat eden erkeklerin geride bırakmış olduğu eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler…”817
ayeti ve
“…Sizin çocuğunuz yoksa, yaptığınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır; eğer çocuğunuz varsa, sekizde biri onlarındır…”818
ayetleri dikkate alınmazsa ilk ayetin manası şöyle olacaktır: “Ölen kişinin varislerinin onun eşine (karısına) karşı vazifesi sadece şudur: Eğer o, kendi isteği ile kocasının evinden çıkmazsa bir yıla kadar onun nafakası ve masraflarını vermelidirler ve kocasının malından hiçbir şey miras olarak ona taalluk etmez. Eğer bir yıl evinde oturmayıp başka biriyle evlenirse ve iddet beklemezse söz konusu nafakadan da mahrum kalacaktır.” Fakat vefat iddeti (Bakara/234) ve miras (Nisa/12) ayetleri dikkate alındığında ölen kişinin karısına her halükarda (ister kocasının evinde kalmış olsun ister çıkmış olsun), kocasının malından çocuğu olmaması halinde dörtte biri, çocuğu olması durumunda ise sekizde birinin miras olarak ulaştığı anlaşılmaktadır. Ayrıca dört ay on gün iddet beklemesi de vaciptir. Yani bu süre içinde başka biriyle evlenmekten kaçınmalıdır. Fakat imta ayetinden (Bakara/240) istifade edilen hükmün neshedildiğine dair icma iddiası819 ve bunu ifade eden rivayetlerin820 bulunmasına binaen bu hüküm, meşhur görüşe göre fakihler arasında metruktur ve bazıları da ona amel etmeyi müstehap saymışlardır.821
Bu gruptaki ayetlerin tefsire konu olan ayeti anlamadaki tesiri şudur: Eğer mensuh ayetlerin tefsirinde nasih ayetler dikkate alınmazsa ayetler Yüce Allah’ın maksadına aykırı şekilde tefsir edilmiş olacaktır. Bu yüzden bazı rivayetlerde Kurân’ın nasih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini dikkate almamak, ayetlerin doğru anlamından sapmanın nedeni sayılmaktadır. Kurân’ın nasih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini bilmeyen kişilerin tefsir etme salahiyeti bulunmadığı ifade edilmiştir822 ve buna “Tefsir İçin İhtiyaç Duyulan İlimler” bölümünde değinilecektir.
Ayetin Mısdakının Belirlenmesi
Bazı durumlarda, tefsirde diğer ayetlerden istifade etmek mısdakın açıklanması ve belirlenmesi şeklindedir. Yani o ayetleri dikkate almamak tefsire konu olan ayetin anlaşılmasında yanlışlığa sebep olmaz ama ayetin manası mücmel ve üstü kapalı bir şekilde kalır. Fakat o ayetlerin dikkate alınmasıyla, tefsire konu olan ayet iyice açıklığa kavuşur ve mısdakı belirgin olur. Örneğin; eğer “Bizi doğru yola ilet”823 ayetinin tefsirinde “Yalnız bana kulluk edin. İşte doğru yol budur”824 ayeti ve “De ki: “Rabbim beni doğru bir yola, sağlam bir din olan, hakka yöneltmiş İbrahim’in dinine iletmiştir; o, müşriklerden değildi”825 ayeti dikkate alınmazsa ayetin mefhumunu anlamada her hangi bir yanlışlık ortaya çıkmaz. Fakat doğru yolun hangi yol olduğu müşahhas değildir ve ancak iki diğer ayetin dikkate alınmasıyla doğru yolun; tevhid dini, Hz. İbrahim’in hak ayini ve Yüce Allah’a samimi kulluk yolu olduğu anlaşılır. Aynı şekilde “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, (kıyamette) Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştırlar!”826 ayeti, “nimet verdiğin kimseler”827 ayetinin mısdaklarını müşahhas etmektedir. Gerçi bu ayet dikkate alınmadan “nimet verdiğin kimseler” ayetinin anlamında bir yanlışlık oluşmaz ama onun manası mücmel ve üstü kapalı kalır. Yani Müslümanların, yoluna ulaşmak istedikleri, Yüce Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimseler müşahhas olmaz.
Bir diğer örnek şu ayettir: “…Şüphesiz insan, hüsran içindedir. Ancak iman edenler müstesnadır…”828 Ayette mücmel ve üstü kapalı olarak “iman”, saadet etkenlerinden ve hüsrana duçar olmama sebeplerinden sayılmıştır. Fakat insanın hüsrana uğramaması için neye iman etmesi gerektiği konusu diğer ayetlerden istifade edilerek ortaya çıkmaktadır. Mesela;
“… Müminlerin hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inanmışlardır…”829
ayeti,
“İyilik; Allah’a, kıyamet gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden(in iyiliği)dir”830
ayeti ve benzer ayetler, hüsrana düşmekten kurtaran imanın, nelere taalluk etmesi gerektiğini belirlemektedir.
Bir Mananın Başka Bir Mana Karşısındaki Tayin veya Tercihi
Bazen bir ayetin manasında veya müfredatının anlamında iki ihtimal söz konusu olabilmektedir. Fakat başka bir ayetin dikkate alınmasıyla bu iki ihtimalden biri taayyün etmekte veya en azından tercih edilmektedir. Örneğin;
“Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kurân) hakkında şüphedeyseniz o halde onun gibi bir sure getirin.”831
Ayetinin zamirinde iki ihtimal verilmiştir: Birincisi zamirin “kulumuza indirdiğimiz” ifadesine dönmesidir. Bu durumda ayet, Kurân konusunda şüphesi olan herkesi Kurân’dan bir sure getirmeye davet etmiş olmaktadır; onu getirecek kişi ister ders okumuş isterse de okumamış olsun fark etmez. İkinci ihtimal ise zamirin “kulumuz” kelimesine dönmesidir. Bu durumda ayet, Resul-i Ekrem (s.a.a) gibi ders okumamış birisiden bir sure getirmesini istemiş olur ki burada Kurân’ın, onu getiren açısından mucizevî yönü beyan edilmiş olmaktadır. Fakat bu ayetle “Yoksa “Onu uydurdu” mu diyorlar?! De ki eğer doğru söylüyorsanız, siz de onun gibi bir sure getirin…”832 ayeti arasındaki (“mislihi” kelimesinin başında “min” edatı gelmesi hasebiyle) fark dikkate alındığında ve bu ayetin başlangıcı olan “eğer şüphedeyseniz…”833 ifadesinin “Bundan önce sen ne bir kitap okumuş, ne de elinle onu yazmışsın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar şüpheye kapılırlardı” ayetiyle olan uyumu dikkate alındığında ikinci ihtimalin tercih edilmesi uygun görülmektedir.
İki Ayetten Yeni Bir Konuyu Anlamak
Bazen iki ayetin manası dikkate alındığında ikisinin birlikteliğinden hiçbirisinin buna tek başına delalet etmediği yepyeni bir konu anlaşılmaktadır. Örnek olarak şu iki ayeti dikkate alalım:
“…Onun taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır…”834
“Anneler, tam iki yıl çocuklarına süt verirler.”835 Bu iki ayetin birlikte dikkate alınmasından hamilelik döneminin en az altı ay olduğu anlaşılır. Ayetlerden bu tür istifade etmek rivayetlerde de gelmiştir.836
Ayetin Mefhumunu Sınırlı Ölçüde Aydınlatma
Bazen başka bir ayeti dikkate almak tefsire konu olan ayetin manasını açıklamada kâfi gelmez ama müfessiri az da olsa maksada yaklaştırıp, ayetin manasını anlaması için zemin oluşturur. Örnek olarak şu ayete dikkat edin:
“Ey iman edenler! (Peygambere) “Raina” demeyin, “Bize nazar eyle” deyin ve (Peygamberin emirlerini) dinleyin. Kâfirlere elem verici bir azap vardır.” Özellikle de ayetin sonunda Müslümanlara hitaben “Kâfirlere elem verici bir azap vardır” ifadesinin ayetin başlangıcıyla olan münasebeti şu ayet okununca daha iyi anlaşılmaktadır:
“Yahudilerden bazıları, sözleri kendi yerinden çıkarıp saptırıyorlar (tahrif ediyorlar). Dillerini eğip bükmek ve dine darbe vurmak için, (“işittik ve itaat ettik” demenin yerine) “işittik ve karşı geldik; dinle, dinlemez olası” ve “Raina” derler. Eğer “işittik ve itaat ettik; bizi dinle ve bize nazar eyle” deselerdi, onlar için daha iyi ve daha doğru olurdu. Ama Allah, küfürleri yüzünden onları, kendi rahmetinden uzaklaştırmıştır…”837
Zira ikinci ayetten anlaşılıyor ki: Yahudiler dine darbe vurmak kastıyla kendilerine özgü bir edayla “رَاعِنَا/Raina” diyorlardı ve “انْظُرْنَا/bize nazar eyle” demiyorlardı. İkinci ayetten anlaşılan bu noktaya binaen birinci ayette müminlerin “Raina” demekten menedilmelerinden maksadın Yahudilerle aynı görüntüyü vermemeleri, böylece onların suiistimalini engellemek olduğu anlaşılmaktadır. “Kâfirlere elem verici bir azap vardır” cümlesi de Yahudilere matuftur. Her ne kadar “رَاعِنَا” sözcüğü ile “انْظُرْنَا” sözcüğü arasındaki farkı anlamak ve Yahudilerin “Raina” sözcüğünü ne şekilde suiistimal ettiklerini bilmek, başka bir araştırma ve başka bir kaynaktan yardım almayı gerektirse de burada en azından birinci ayetin manası sınırlı ölçüde aydınlanmıştır.
Ayetlerin Kapsamlı Manasının Beyanı ve Zahiri Çelişkisinin Çözümü
Kurân’da gündeme getirilmiş bazı konular, özellikle bazı kıssalar farklı beyanlarla çeşitli ayetlerde dağınık şekilde gelmiştir. Mesela tefsire aşina olmayan bir okuyucu söz konusu ayetleri genel bir bakışla dikkate almazsa onlar arasında ihtilaf ve çelişki olduğunu zanneder. Bu konu, Kurân’a muhaliflerini, Kurân’ın Allah katından olmadığını ispatlamak için bu tür ayetlere sarılmaya itmiştir. Buna karşılık Müslüman âlimleri de bu tür şüphelere cevap vermek ve bu tür zahiri uyumsuzlukları açıklamak için müstakil kitaplar telif etmişler veya telif ettikleri kitapların bir bölümünü bu konuya ayırmışlardır. Bu tür ayetlerin bir diğer sonucu da bazılarının, bu ayetleri, özellikle de tekrar edilmiş kıssalarla ilgili ayetleri, Kurân’ın maksadı belli olmayan müteşabih ayetlerinden olduğunu iddia etmelerine yol açımıştır.838 Her ne kadar bu tür uyumsuzlukları gidermek için başka kaynaklar olsa da hiç şüphesiz Kurân ayetleri bu zahiri çelişkileri gidermede en önemli ve en uygun kaynaktır. Kurân’ı anlama ve onun tefsirindeki müşküllerin birçoğu diğer ayetlerin bir arada incelenmesiyle çözüme kavuşabilmektedir. Mesela kabz-ı ruh ve ölüm anında canların alınmasıyla ilgili Kurân’da muhtelif ayetler vardır ve zahirde bunlar arasında uyum yoktur. Bir yerde “Elçilerimiz onun canını alırlar”839 veya “Melekler onların canlarını alırlar”840 geldiği halde başka bir yerde şöyle gelmiştir: “De ki: “Sizinle görevli olan ölüm meleği canınızı alır.”841 Başka bir ayette ise canları alma işinin sadece Yüce Allah’a ait olduğu ifade edilmiş ve şöyle gelmiştir: “Allah, ölüm zamanında canları tam olarak alır…”842 Zikri geçen ayetlerin zahiri beyanları, onlar arasında uyumsuzluk olduğunu göstermektedir; zira bazı ayetler melekleri can alıcılar olarak tanımlarken, bazı ayetlerde ölüm meleğinin bu işle görevlendirildiğinden söz edilmektedir. Bazı ayetlerde ise Yüce Allah’ın can alıcı olduğu belirtilmiştir. Fakat bu ayetler birbirine eklendiğinde canları alma işinin esasında Yüce Allah’ın işi olduğu, ölüm meleği ve diğer meleklerin ise Allah’ın emriyle bu işi icra eden memurlar olduğu anlaşılır. Yani melekler bu işteki vasıtalardır. Bu durumda can alma işinin Allah’a, ölüm meleğine ve meleklere nispeti sahihtir. Bu işin Allah’a nispeti asli ve hakiki olup meleklere nispeti ise O’nun hiyerarşisinde ifade edilmiştir, karşısında değil.843
Diğer bir örnek kıyamet günü insan ve cinlere sorulacak sualle ilgili ayetlerdir. Bazı ayetlerde kıyamet günündeki sorgu vurgulanarak ifade edilmiştir. Şu ayetlerde olduğu gibi:
“Onları bekletin; onlar sorgulanacaklardır.”844 “Rabbine ant olsun ki, onların hepsine soracağız.”845 Fakat başka bir ayette hiçbir insan ve cinin sorgulanmayacağı şu şekilde tasrih edilmiştir: “İşte o gün hiçbir insana da, cine de günahı hakkında sorulmaz.”846 Zikri geçen ayetlerin ortak beyanına dair şöyle denilmiştir: Kıyamet günü birçok duraklar vardır. Onların bazılarında sorgu vardır, bazılarında ise ağızlara mühür vurulur (hiç kimseye konuşma izni verilmez), onların bedenlerindeki uzuvlar konuşur: “O gün ağızlarını mühürleriz, yaptıkları işler hakkında elleri bizimle konuşur ve ayakları şahitlik eder.”847 Bir yerde insanlardan bazıları yüzlerinden tanınır. “Suçlular simalarından tanınırlar.”848 Binaenaleyh kıyamet günü insanların sorgulanacağını vurgulayan ayetler sual ve cevabın olduğu yerlerden söz etmektedir; insanlar ve cinlerin sorgulanmayacağından söz eden ayetler ise sorguya gerek kalmayacak ve kişilerin gerçek yüzünün farklı yollardan anlaşılacağı yerlerden söz etmektedir.849
Varılan Neticenin Teyidine Delil Getirmek
Bazen ayet için beyan edilmiş manayı uzak sayan görüşü ortadan kaldırmak için onun başka bir ayetteki benzerine dikkat çekilir. Buna örnek olarak “Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, eğer kâfirlerin size zarar vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızın bir sakıncası yoktur.” ayetinde geçen “sakıncası yoktur” ifadesinin yolculuk halinde namazı kısaltmanın vücubu ile çelişmediğinin beyanı ve bunu uzak sayan görüşün iptali için “Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (koyduğu ibadet) alametlerindendir. Kim hac için Beytullah’ı ziyaret eder ve umre yaparsa, onları tavaf etmesinin (say yapmasının) kendisine sakıncası yoktur”850 ayetinin şahit olarak getirilmesi gösterilebilir. (Çünkü Safa ile Merve arasını say etmek vacip olduğu halde ayette “sakıncası yoktur” ifadesi geçmiştir).851
Menşe, Sebep ve Hikmetin Keşfi
Bazen bir ayette beyan edilmiş olan konunun menşe, sebep ve hikmetini elde etmek için başka bir ayetten destek almak gerekmektedir. Örneğin “Allah, onların kalplerini mühürlemiştir…”852 ayetinde Allah’ın, neden onların kalplerini mühürlediği ve kalplerin mühürlenmesinden maksadın ne olduğunu anlamak için “Gerçekte inkâr etmelerine karşılık Allah kalplerini mühürledi. Artık az bir grup dışında onlar iman etmezler”853 ayetinden destek alınmıştır.854
Aynı şekilde “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar…”855 ayetinde onların Peygamberi (s.a.a) nereden kendi oğulları gibi tanıdıklarını anlamak için “Muhammed, Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû ve secde halinde görürsün. Allah’ın lütuf ve hoşnutluğunu elde etmek isterler. Secde izinden alametleri yüzlerindedir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki örnekleri ise…”856 ayetinden istifade edilmiştir857 ve bu konuda “Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları ümmi elçi ve peygambere uyanlar…”858 ayetinden de destek alınabilir.
Ayetten Çıkan Sorunun Cevabına Ulaşmak
Bazen bir ayetin mazmunundan ortaya çıkan sorunun cevabında başka bir ayetten istifade edilmektedir. Örneğin; “Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi eğriliğe kaydırma…”859 ayetinde şu soru ortaya çıkmaktadır: Acaba Allah’ın kalpleri saptırması ve onları batıla kaydırması mümkün müdür? Fakat “Onlar eğrilip sapınca, Allah da kalplerini eğriltti. Allah, yoldan çıkan toplumu hidayete erdirmez.”860 ayetinde bu sorunun cevabı açık şekilde verilmiştir. Aynı şekilde “Senden önce gönderdiğimiz peygamberlere sor; Rahman’dan başka tapılan ilahlar mı var ettik?”861 ayetinin zahirinde Resul-i Ekrem (s.a.a), kendisinden önceki peygamberlere bir soru sormakla memur kılınıyor. Oysaki o Hazret (s.a.a) onların asrında yaşamıyordu ve onların sonuncusuyla (Hz. İsa ile) arasındaki zaman fasılası beş yüz yıl olarak rivayet edilmiştir. Burada şu soru karşımıza çıkmaktadır: Peygamberin (s.a.a), onlara sormasının keyfiyeti ne şekilde olmuştur? Eğer bu sorunun cevabı verilmezse ayetin zahirinden anlaşılan mananın doğruluğu ipham ve şüphe içinde kalacaktır. Bir rivayete göre “Ayetlerimizden bir kısmını kendisine gösterelim diye kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan çevresini kutlu kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah), her eksiklikten uzaktır…”862 ayetinde gösterilen ayetlerden birisi de önceki peygamberlerin Peygamber Efendimizin (s.a.a) yanında toplanmalarıdır ki böylece yukarıdaki sorunun cevabı verilmiş olmaktadır.863
Kurân’ın kaynak olması bahsinin sonunda iki noktanın zikredilmesinin zaruri olacağını düşünüyoruz: Birincisi: Kurân ayetlerinin tefsirinde diğer ayetlerden faydalanmak sadece zikri geçen şekillerle sınırlı değildir ve biz bu alanda tümsel bir sayım sadedinde değiliz. İkincisi de: Kurân’ın, ayetleri anlamada kaynak oluşu, onun vahye dayalı içeriğinin mülahazasıyladır. Zaten bu bahiste anlatmaya çalıştığımız şekilde ayetlerin müfessiri olabilmektedir. Bazen Kurân-ı Kerim’den eski bir metin olması hasebiyle nüzul zamanında sözcüklerin kullanıldığı özel anlamları elde etme kaynağı olarak istifade etmek de mümkündür. Bu yönüyle de Kurân, lügat kaynaklarından biri sayılmaktadır. İleride lügat kaynaklarından bahsedeceğimiz bölümde bu konuya değineceğiz.
Doğru Olmayan İstifadeler
Kurân’ın Kurân’la tefsiri ve ayetlerin tefsirinde diğer ayetlerden destek almanın lüzumu inkâr edilemez bir gerçektir. Ama tefsire konu olan ayeti açıklamada diğer ayetlerden istifade ederken bunu, âkil adamlar nezdinde kabul görmüş konuşma usulü ölçüsüne göre yapmak gerekir; bundan daha fazlasını, zan ve gümana dayalı özel istifadeleri ayetlere yüklememek gerekir. Dolayısıyla eğer bazı ayetler konuşma örfündeki kaidelere göre tefsire konu olan ayetin manasını tayin edemiyorsa zan ve gümana dayanarak onları söz konusu ayetin manasının belirleyicisi kılmamalıyız. Örneğin; müfessirlerden bazıları “Sonra Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı…”864 ayetinin tefsirinde “Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”865 ayet-i kerimesinden istifade etmişlerdir.866 Onlara göre Âdem’in, Rabbinden aldığı “kelimeler”den maksat Âdem ve eşinden nakledilen “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik…” sözüdür. Fakat bu istifade doğru değildir. Çünkü onlar her ne kadar mürtekip oldukları isyanın ardından tövbe makamında bu sözleri söylemişlerse de, hangi delile dayanarak Hz. Âdem’in, Rabbinden aldığı kelimelerin bunlardan ibaret olduğunu iddia ediyorlar? Bu sadece zanna dayanan bir sözdür. Hakkında açık ve kesin bir delil bulunmamakla birlikte aksi yönde şahitler vardır. Bu şahitlerden biri şudur: Araf suresinin 23 ve 24. ayetlerinden anlaşıldığı üzere Âdem’le Havva, “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik…” kelimelerini, Yüce Allah’ın “Birbirinize düşman olarak (yere) inin. Size yeryüzünde bir süre için yerleşme ve yararlanma imkânı vardır.” sözünden önce söylemişlerdir. Bakara suresinin 36 ve 37. ayetleri ise kelimelerin alınışının, Yüce Allah’ın, “Birbirinize düşman olarak (yere) inin…” sözünün ardından gerçekleştiğine delalet etmektedir. Bakara suresindeki ayetlerle Araf suresindeki ayetler birlikte mülahaza edildiğinde şu sonuç elde edilmektedir: Âdem’le eşi yasaklanmış meyveden yediklerinde Allah onlara şöyle buyurdu: “Sizi bu ağaçtan men etmedim mi ve şeytan sizin için apaçık bir düşmandır demedim mi?” Onlar özür dileme makamında dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik…” Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurdu: “Birbirinize düşman olarak (yere) inin…” Daha sonra Âdem, Allah’tan birtakım kelimeler aldı ve bunun etkisiyle Allah, onun tövbesini kabul etti. Sonra da şöyle buyurdu: “Hepiniz oradan inin. Eğer benden size bir hidayet gelirse, benim hidayetime uyanlara ne bir korku vardır, ne de üzüleceklerdir onlar.” Bu manaya delalet eden bir diğer şahit ise Şia ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçen ve söz konusu kelimeleri “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik…” sözünden farklı şekilde tanıtan rivayetlerdir.867
Aynı şekilde bazıları “Küfre sapanlar, göklerle yer birbirine bitişik iken, onları ayırdığımızı görmediler mi…”868 ayetinde geçen “onları ayırdık” ifadesinden maksadın göğün yağmur vesilesiyle ve yerin ise bitkilerin yeşermesiyle yarılması olduğu şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu tefsiri ise “Yağmurla dönüşü olan göğe ve yarılan yere andolsun ki”869 ayetlerine dayandırmışlardır.870 Fakat göğün ve yerin ayrılmasından maksadın birinci ayette geçen “رَجْعِ/dönüş” (yağmur) ve ikinci ayette geçen “صَدْع/yarılan” (bitkilerin yeşermesiyle yarılma) olduğuna dair açık bir delil bulunmamaktadır.
Tefsirlerde bu tür örneklerden çokça görülmektedir. Biz konuyu uzatmamak için bu iki örnekle yetindik.
2- Masumların Rivayetleri
Kurân ayetlerinden sonra Masumların (a.s) rivayetleri, en önemli tefsir kaynağı sayılmaktadır. Bu bölümde bu kaynaktan bahsedip, inceleyerek onu tanıtmaya çalışacağız. Masumun sözünün Allah’ın kitabına açıklama ve beyan kaynağı olması, Kurân’ın nazil olmasıyla birlikte gündeme gelen bir konudur. Yüce Allah Kurân-ı Kerim’de bundan söz etmiş, Peygamber Efendimizi de, Kurân’ın şerh edici ve açıklayıcısı olarak tanıtmıştır:
“İnsanlara, kendilerine indirilmiş olanı açıklayasın diye sana Zikr’i (Kurân’ı) indirdik.”871 Bu yüzden Peygamberle (s.a.a) aynı asırda yaşamış olanlar, o Hazretin Kurân’ın şerh ve tefsirindeki veya ayetlerdeki icmali gideren veyahut ayetleri takyit ve tahsiste bulunan açıklamalarını, en ufak bir kuşku duymaksızın kabul ediyorlardı. Daha sonraları sahabe, ayetlerin açıklama ve tefsirinde Peygamberin (s.a.a) sözlerine istişhad ediyor, onları referans olarak alıyordu.872 Sonraki dönemlerde gelen müfessirler ve Kurân araştırmacıları da rivayetleri tefsir kaynakları arasında saymışlardır.873 Bazı Müslüman âlimlerin sözünün zahirine göre, tefsirde güvenilecek tek kaynak rivayetlerdir ve bu âlimler kendi tefsirlerinde sadece ayetlerin tefsiri hakkındaki rivayetleri nakletmekle yetinmişlerdir.874
Dostları ilə paylaş: |