BİRİNCİ CİLD, 177.ci MEKTÛB
Kalbde hâsıl olan keşflere, rü’yâlara i’timâd edilmez. İ’timâd edilecek ve insânı se’âdete kavuşduracak şey, Kitâb ve sünnetdir. [Ya’nî, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin, bu ikisini açıklayan kitâblarıdır. Kitâb ve sünneti öğrenmek istiyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin bu kitâblarını okumalıdır. Bid’at sâhiblerinin, mezhebsizlerin, dinde reformcuların kitâblarını okuyan, felâkete sürüklenir.] Kitâb ve sünneti, [Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından] öğrenip, bunlara uygun ibâdet yapmak lâzımdır. Allahü teâlânın ismini çok zikr etmeyi de, islâmiyyet emr etmekdedir. Her vakt, çok zikr yapınız! Evliyâlığın en yüksek mertebesi, Allahü teâlânın ma’rifetine kavuşmakdır. [(Ma’rifet), Allahü teâlânın sıfatlarını anlamak demekdir. Fenâya kavuşanlarda hâsıl olur.] Fenâ, iki nev’dir: Birincisi, (Fenâ-yı kalb), kalbin Allahü teâlâdan başka, herşeyi unutmasıdır. İnsan, kalbinin birşeyi hâtırlaması için, kendini zorlasa da, hâtırlayamaz ve Allahdan başka birşeyi sevmez olur. İkincisi, (Fenâ-yı nefs) olup, insanın, kendi varlığını da unutmasıdır. İnsan, ben diyemez olur. Allahü teâlâdan başka birşeyi hâtırlamak ve sevmek, ârif için zehrdir. Kalbi ölüme sürükliyen bir hastalıkdır. Fenâ hâsıl olunca, kalb (mâ-sivâ)yı [herşeyi] sevmekden kurtulur. Hakîkî îmâna kavuşur ve islâmiyyete uymak, kolay ve tatlı olur. İhlâs hâsıl olur. Nefs, emmârelikden kurtulup, itmi’nâna kavuşur. Nefs-i emmâre, islâmiyyete, [ya’nî Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına] düşmandır. İtmi’nâna kavuşunca, islâmiyyete uymakdan zevk alır. Bu hâle (İslâm-ı hakîkî) denir. Hulâsa, tesavvuf, seyr ve sülûk de-
-271-
mekdir. Bundan maksad, fenâya ve bekâya kavuşmakdır. Allahü teâlâya hakîkî kul olmakdır. Nefsin serkeşliği, isyân ve zevkleri yok olmasıdır. Yoksa, kalb gözü açılarak, nûrları, rûhları, melekleri, cinleri görmek, onlara kavuşmak, [gaybları sorup öğrenmek] değildir. His uzvlarımız ile, akl ile, hesâb ile ve tecribe ile anlaşılan fen bilgilerini bırakıp da, kalb gözü ile gaybları anlamaya çalışmak, akla uygun değildir. Fen bilgileri ile anlaşılanlar da, kalb gözü ile anlaşılanlar da, Allahü teâlânın mahlûklarıdır. Hepsi yok idi. Hepsini sonradan yaratdı. Allahü teâlâ, dünyâda görülemez. Âhiretde görülecekdir.Dünyâda (Îkan) hâsıl olur. Ya’nî, görmüş gibi inanılır.
Hulâsa, tesavvuf, tarîkat, dünyâda islâmiyyete tam ve seve seve uymak içindir. Allahü teâlâya kavuşmak, Onu görmek, Ona yaklaşmak demek değildir. Bunlar, âhirete mahsûsdur. O hâlde, islâmiyyete uymaya çalışmalı, emr-i ma’rûfu ve nehy-i münkeri [ya’nî islâmiyyeti yaymağı] elden kaçırmamalı, islâmiyyetin unutulmuş emrlerini meydâna çıkarmağa çok ehemmiyyet vermelidir. Kalbde hâsıl olan keşfleri, hâlleri kimseye söylememelidir. Bu hâllere ve rü’yâlara i’timâd edilmez. Bir kimse, rü’yâda, kendini pâdişâh veyâ velîlerin reîsi olmuş görse, ne fâidesi olur? Bu mertebelere, uyanık iken kavuşmak kıymetlidir. Böylesi de, neye yarar? İnsanı kabr ve Cehennem azâbından kurtarır mı? Aklı olan, böyle şeylere ehemmiyyet vermez. Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri yapmağa çalışır. Hubb-i fillah ve bugd-ı fillah ni’metine sarılır. [Evvelâ, Ehl-i sünnet i’tikâdını ve islâmiyyet bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun îmân etmek ve islâmiyyete yapışmak lâzımdır.]
BİRİNCİ CİLD, 178. ci MEKTÛB
Hakîkî müslimân olan babalarımızın, dedelerimizin, büyüklerimizin yolundan ayrılmamanız için düâ ederim. Doğru yol, kurtuluş yolu, onların gitdikleri ve kitâblarında bildirdikleri yoldur. Eykardeşim! Âhır zemândayız. Din bilgileri azaldı. İslâmiyyete uymak gevşedi. Sünnetler terk edildi. Bid’atler yayıldı. [İngilizlerin ve misyoner papazların uydurma kitâbları ile ve bol para ve silâhlar ile kurulan mason kâfir teşkilâtları ve müslimân ismindeki, râfızî ve vehhâbî bid’at fırkaları, dünyânın her yerinde, Ehl-i sünnet ismindeki hakîkî müslimânlara saldırıyorlar.] Küfrün ve bid’atlerin yayıldığı bu karanlık zemânda, hakîkî müslimân evlâdlarının, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından, dinlerini öğrenmeleri ve bu kitâbları her tarafa yaymaları, birinci vazîfedir. Unutulan din bilgilerini ihyâ etmek en kıymetli işdir. İslâmiyyet bilgilerini öğrenmek ve neşr etmek için, gece gündüz çalışınız! Siyâsete karışmayınız. Devâmlı düâ ederek, Allahü teâlâdan yardım isteyiniz! [Biz kuluz. Kulluk vazîfemizi yapmamız lâzımdır. Bunun için doğ-
-272-
ru îmân etmemiz ve islâmiyyete uymamız lâzımdır. Kalb gözü açılarak, cinleri, perileri, melekleri, rûhları görmeği, onlarla konuşup, gaybları öğrenmeği, hâtırınıza bile getirmeyiniz! Allahü teâlânın varlığını, birliğini, kudretinin sonsuzluğunu, böyle haberlerden değil, fen ve tıb bilgilerinden öğreniniz. Bu bilgilerin yeri, insânın dimâgıdır. Dimâgın fen, tıb bilgileri ile ve harb vâsıtalarını hâzırlamak ile ve ticâret, zirâat bilgileri ile meşgûl olması, kalbin fânî olmasına, dünyâ işlerini hâtırlamamasına zarar vermez. Dimâg, dünyâ bilgilerine çalışırken, kalb, Allahü teâlâyı bir ân unutmaz. Hem de, bu işlerde çalışmağı ve düşmanda bulunan harb vâsıtalarını sulh zemânında hâzırlamağı, islâmiyyet emr etmekdedir. İslâmiyyetin bu emrini de yapmak, kalbin temizliğini, fenâsını artdırır. Râfızîlerle vehhâbîler ve bunları besleyen hıristiyânlar ile yehûdîler, bu yazdıklarımızı anlamazlar. Bunlar, dimâgları ile de, kalbleri ile de, dünyâ çıkarları ve nefslerinin arzû ve zevkleri düşüncesindedirler. Dördü de, Ehl-i sünnete düşmanlıkda müşterek çalışmakdadır. Bu alçak saldırılarını, ingilizler idâre etmekdedir.]
BİRİNCİ CİLD, 228.ci MEKTÛB
Zemânımız, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” nûrlu zemânından çok uzak olduğu için ve kıyâmet vakti yaklaşdığı için, küfr ve bid’atler her tarafa yayıldı. Bunların zulmeti âlemi kapladı. Resûlullahın sünneti [yolu, ya’nî islâmiyyetin emrleri ve yasakları] unutuldu. İslâmiyyetin nûrları kalmadı. İslâmiyyeti meydâna çıkarmak, din bilgilerini yaymak için çok çalışınız! Allahü teâlânın rızâsını kazanmağa sebeb olan şeylerin başında, bu çalışmak bulunmakdadır. Resûlullahın şefâ’atine kavuşduracak, en fâideli şey, bu çalışmakdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Unutulmuş bir sünnetimi meydâna çıkarana, yüz şehîd sevâbı verilecekdir). [Burada sünnet demek, islâmiyyetin bir hükmü demekdir.] Bir sünneti meydâna çıkarmak için, bunu evvelâ kendinin yapması lâzımdır. Sonra, bunu neşr etmek, başkalarının da yapmaları için çalışmakdır.
Son nefesinizin nasıl olacağını çok düşündüğünüzü yazıyorsunuz. Bu üzüntüden kurtulan kimse yokdur. Allahü teâlânın rızâsına kavuşduğumu zan etmiyorum diyorsunuz. Bu zandan kurtulmak, vahy geldiği zemânda idi. Sonraki zemânlarda, ancak bunun alâmetleri ve müjdeleri vardır. Kat’î bilinemediği için, üzüntüsünden kurtulmak mümkin değildir. İbâdetlerimin ve tâatlarımın kabûl olacaklarını ümmîd etmiyorum. Bu sebebden, ibâdet yapmakda, ba’zan gevşek davranıyorum diyorsunuz. İbâdet yapmamız emr olundu. İbâdet yapmak, birinci vazîfemizdir. Kabûl olacağını bilsek de, bilmesek de, ibâdet yapmamız ve yaparken hâsıl olan
-273-
kusûrumuz için, istigfâr etmemiz, kabûl olması için, yalvarmamız lâzımdır. Böylece, kabûl olması ihtimâli artar. Vâki’ olan zulmeti azalır. Nûrâniyyeti artar. İbâdet yapmak, sonra istigfâr etmek, kulluk vazîfemizdir. Bundan başkası, şeytânın vesvesesidir. Beni seviyormusunuz diyorsunuz. Sizin bize muhabbetiniz, bizim size olan muhabbetimizin eseridir. Ağacın dallarında bulunan herşey, göğdesinden gelmekdedir. Mâide sûresinde, (Allahü teâlâ, onları sever. Onlar da, Onu severler) ve (Allahü teâlâ, onlardan râzıdır. Onlar da, Ondan râzıdırlar) buyuruldu. Kendi muhabbetini ve rızâsını, onların muhabbetlerinden ve rızâlarından evvel bildirdi.
Dostları ilə paylaş: |