13.06.2005
Faşizme Giden Sürecin İdeolojik, Sınıfsal ve Politik Dinamikleri
Hazırlayan: Okay Deprem
İÇİNDEKİLER
Giriş .................................................................................................................... 2 1. Egemen Sınıf ve Fraksiyonlar Arası Çelişkiler ............................................4
2. Faşizme Giden Yolun Temel Siyasal - Sosyal Ayakları ............................ 5
3. Faşizmin Benzer Diktatoryal Yönetim Biçimleriyle Paralellikleri.............6
4. Çeşitli Sınıfların Faşizm ile İlişkileri.............................................................7
a) Küçük Burjuvazi ve Faşizm...............................................................................7
b) İşçi Sınıfı ve Faşizm........................................................................................ 11
c) Deklase yığınlar ve faşizm .................................................................................. 12 5. Faşizmin Ulus-Devleti Yeniden İnşa Süreci ve Ulusalcı Söylemi ............13
6. Faşist jargon ve Söylemin Yapısı ve Etkileri..............................................14
7. Faşizmin Yeşerdiği Sosyo-psikolojik İklim.................................................15
i. Ailenin Rolü..............................................................................................................16 Sonuç...................................................................................................................18
Kaynakça............................................................................................................19
Faşizme Giden Sürecin İdeolojik, Sınıfsal ve Politik Dinamikleri
Giriş
Faşizm bir ideoloji ve toplumsal pratik olarak kapitalizmin gelişme ve emperyalizm dönemine rastlar. Yüzyıllara varan geçmişi ve birikimi ile kapitalizm ve onun egemen burjuva ideolojisi, 20. yüzyıl ile birlikte Lenin’in tespit ettiği gibi, artan ham madde ve mamul madde ihracı ihtiyacı ile ulaşılan üretim kapasitesi ve birikim rejimi nedeniyle farklı bir veçheye bürünme gereksinimi içindedir. Üretimin toplumsallaşması ile artık-değer birikiminin giderek daha küçük bir sınıf elinde yoğunlaşması temel çelişkisi, toplumunun modern, çoğulcu ve dengeli katılımlı bir biçimde yönetilebilme imkanlarını zayıflatır.
20. yüzyıla girerken, kapitalizm üretim biçimi temsili düzeyde parlamenter burjuva demokratik yönetim biçimleri ile çakışmaya başlar. Öte yandan, söz konusu dönemde bilhassa ileri düzeyde sanayileşmiş Batılı emperyalist devletler bünyesinde, gerek 19. yüzyılın uzun işçi-emekçi mücadelelerinin sağladığı kazanımlar gerekse, toplumu uzun vadeli daha uyumlu bir şekilde yönetilebilme stratejisi adına burjuva siyasal iktisadın sağladığı kısmi ferahlatıcı sosyal mekanizmalar, toplumdaki sınıfsal, tabakasal ve statü farklılaşma ve skalasını genişletmişti. Bu duruma, çalışma ve sosyal hayatın olağanüstü komplikeleşmesinin beraberinde getirdiği çok çeşitli iş türleri, yaşam biçimleri de eklenince toplumsal parametreler, artık, 19. yüzyıl ve öncesinde olduğu üzere, iki temel toplumsal sınıfın ve bunların temel ideolojik dünya tasarımları ve aralarındaki güç-hegemonya mücadelesi üzerinden değerlendirilebilir olmaktan çıkmıştı. Bunun diğer anlamı; sınıfsal-sosyal çıkar, beklenti ve dünyayı algılama-tasarlama ve kurgulama biçimleri itibariyle kapitalizmin altın çağının temel sınıflarına göre, kendilerini daha farklı konumlandıran ara sınıf ve tabaların çeşitlenip güç kazanması demekti.
Küçük burjuva sınıf ve tabakalar, kapitalizmin eski çağlarından beri var olagelen sosyal kategorilerdir hiç kuşkusuz. Ancak etkinlikleri, siyasal ve iktisadi çap ve politikaya müdahale edebilir donanımları açısından 20. yüzyıl ile birlikte, “petit bourgeoisé”yı ayrı bir yere koymak şüphesiz gerekmektedir. Tüccar, küçük üretici, orta sınıf köylü, memur, teknisyen, kalifiye beyaz yakalı gibi çok çeşitli sosyal katmanlardan teşekkül genel küçük burjuva kategori, 1900’lerin ilk onyıllarından itibaren siyasal-iktisadi çıkar ve beklentilerine uygun bir siyasal-temsili düzlem bulmakta güçlük çekmeye başlar. Büyük çaplı üretimin sosyal olarak tehdit ettiği ara tabakalar, tipolojik sınıfsal özelliklerinden; dikey hareket özlemlerini korumakla birlikte, bu sınıfa yönelik sosyal öfke ve tepkilerinde bir artış görülür.
Küçük burjuva tabakalar, emperyalist dönemin siyasal-iktisadi gereklerinin yön verdiği toplumsal projeksiyonda giderayak, üst sınıf özlemleri ile alt sınıfa düşme korkusu arasına paranoik bir sosyal bunalım konumunda bulurlar kendilerini. Doğaldır ki, söz konusu bu gürünüm, siyasal arenada arayış ve radikalliğe kayış potansiyelinin oluşumuna hizmet eder. Küçük burjuva sınıf ve tabakaların bu hassas ve ikircikli konumları, yeni bir siyaset, propaganda ve politik argümantasyon-söylem biçim ve türlerinin gelişim ivmelerini de hızlandırır beraberinde. Bu doğal eğilim Almanya ve İtalya başta olmak üzere yüzyılın ilk yarısında bir dizi ülkede faşist parti, örgütlenmeleri hızlandıran temel faktörlerden olacaktır.
Öte yandan, faşizmi hızlandıran bir diğer temel belirleyen ise, hakim sınıflar ile siyasal temsilcileri arasındaki temsil ve uyum dengesinin bozulmasıdır. Devlet aygıtının kompleks bir yapıya bürünmesine paralel olarak, sınıfsal çıkarların siyasal süreçlere aksedip politikaya dönüşme mekanizmalarının griftleşmesi, hakim sınıf ve klikler arasındaki mücadeleyi keskinleştirir. Bununla birlikte, sınıfsal çelişkili toplumsal yapının korunup sürdürülebilmesi için, egemen fikri ve ideolojik üst yapının hakim rolünün sürdürülmesi ihtiyacı da kaçınılmazdır. Burjuvazinin parçalı ve önemli ölçüde fikirsel egemenlik ağlarını diğer alt egemen ideolojilere veya halk katmanlarının meşruluk söylemlerine kaptırdığı bir ortamda; rakip alt-hegemonik ideolojileri örtük bir şekilde egemen öğreti dizgesinde eritmeye dönük siyasal donktiner bir programa sahip küçük burjuva partileri zamanla, hakim odakların tercihi haline pekala gelebilir. Klasik burjuva siyasal söylem ve politika biçimleri bir noktadan sonra, egemen ideoloji ve fikirlerin yeniden üretilmesinde hegemonik konumunu kaybeder; politikası, toplumun geniş kesimini egemen söylem ve algılama-davranma kodlarına sevketmekte yetersiz kalır.
Tam da bu noktada, ezilenlerin, sömürülenlerin talep ve beklentilerini karşılamaya dönük radikal bir sistem eleştirisi ile sahneye çıkan faşist siyasal söylem, örtük biçimde, yüksek düzeydeki sınıfsal temelli politizasyon seviyesini sistem içi kanallara yontucu bir siyasal jargon geliştirir. Toplumdaki böylesine bir siyasal atmosfere, olağanüstü ve bunalımlı bir kitle psikolojisi eşlik etmektedir. Modern burjuva kent dünyasının bireyleri atomize edici, yabancılaştırıcı, azami düzeyde rekabete kışkırtan yapısı; iş ve hayat güvencesi zayıf sosyal katmanlarda sisteme dönük dengesiz öfke nöbetlerinin birikmesini koşullandırır. Bu sosyal tepki; gerçek politik temsilcileri ile buluşma noktalarının zayıflığı nispetinde, herhangi bir iç veya dış düşman üzerinden, sonunda onu yine sistemle buluşturacak başka kanallara yönlendirmeye yönelik politikalara açık hale gelir. İşte faşist ideoloji, iki ana sınıfın politik hegemonyasının kapsamakta zorlandığı küçük burjuva tabakaları, bu verili temel üzerinden politize ederek burjuva fikirlerin daha güçlü egemen hale geleceği koşulları yaratmaya girişir.
-
Egemen Sınıf ve Fraksiyonlar Arası Çelişkiler:
a) Hegemonya Bunalımı: Faşizmin ortaya çıkış şartları, “egemen sınıflar ve bunların fraksiyonları arasındaki iç çelişkilerin derinleşme ve keskinleşme durumuna tekabül eder.” 1 Poulantzas, kapitalist bir toplumda, siyasal egemenliğin tek bir sınıf veya fraksiyonun elinde olmamasından yola çıkarak, Gramscyen bir tanımla iktidar Blokunun varlığından bahseder. Bu durumda, hiçbir egemen sınıf veya fraksiyon, iktidar ittifakının öteki sınıf ve fraksiyonları üzerinde kendi hegemonyasını kabul ettirecek düzeyde değildir. Bu haliyle yönetimde bir boşluk söz konusudur. Faşizm, iktidar Blokunun yeni baştan ve özgül bir biçimde re-organize edilmesi ihtiyacına tekabül eder. 2 Hegemonyanın yetersiz ve istikrarsız olduğu adı geçen koşullarda, Komintern’in faşist diktatörlük ile burjuva demokrasilerini eş değer saydığı erken dönem analizleri de oldukça yetersiz kalmaktadır.
b) Temsil Bunalımı: Faşistleşme döneminde dikkat çeken önemli bir görünüm de, temsil edilenler ile olunanlar arasındaki ilişki düzleminde yaşanmaktadır. Şöyle ki, düzen partileri, sermayeyi gereği gibi temsil edememeye ve aradaki organik ilişki kaypaklaşmaya başlar. Bu durum bazı burjuva partileri, olağanüstü devlet biçimleri lehine bir radikalleşmeye de iter. 3 Temsil edilen sınıf ve fraksiyonların siyasal ittifak ve hegemonyaları, burjuva parlamenter bir düzleme aktarılamamaya başlanır.
c) İdeoloji Bunalımı: Yukarıda da değinildiği gibi, faşizme giden konjonktürde, egemen ideolojik formasyon genel bir bunalım içerisindedir. Çünkü herşeyden önce hakim ideolojinin esas işlevi, halk sınıflarının rejime bağımlılıklarını sürdürmelerini sağlamaktır. Poulantzas bu noktada, toplumsal bütünde tek bir egemen ideolojinin bulunmadığını, aksine bir dizi “ideolojik alt kümeler” olduğunu, önemli olanın, küçük burjuva ve işçi sınıfı ideolojileri karşısında burjuva ideolojinin baskın durumda olması olduğunu söylemekteydi. 4
Egemen sınıf ideolojisinin, bir toplumda etkinlik koşulu, buradan yola çıkılırsa, ideolojik alt kümelerin ideolojisini ne ölçüde özümlediğiyle ilintilidir. Poulantzas buna örnek olarak, burjuva ideolojisinin işçi sınıfı içindeki görünümü olan sendikalizm ideolojisini vermektedir.
Pek çok devrimci durumda, siyasal kriz koşullarında ve büyük dönüşümler öncesinde olduğu gibi, Almanya ve İtalya’da da 20’li ve 30’lu yıllarda, egemen toplumsal güç karşısında yer alan halk katmanlarının, işçi sınıfının ideolojisi toplum sathında daha baskın durumdadır.
Faşizme doğru süreçte hem egemen hem de karşıt ideolojide kriz durumu baş gösterir.
2. Faşizme Giden Yolun Temel Siyasal - Sosyal Ayakları
Faşizmi doğuran temel siyasal-sosyal koşullar olarak sınıflar arasındaki ilişkilerin değişmesi, çeşitli halk tabakalarının kendi durumlarıyla ilgili algılar biçiminde ortaya çıkan ideolojik kaymalar ve siyasal güçlerin ilişkilerinde meydana gelen değişmelerden bahsedilebilir. 5 Burjuva demokrasisinin genel olarak bir yönetememe krizine girdiği ve temsil bunalımı yaşadığı söylenebilir bu dönem için.
1. dünya Savaşı sonrasında Avrupa ülkelerinde kamu iktidarı kurumlarında gözle görülür bir demokratikleşme sağlanmıştı. Öte yandan, artan üretim yapısında görülen tekelleşme eğilimi, yeni pazarlar arası mücadelenin sertleşmesi gibi tipik sermaye kriz belirtileri, kapitalizmi emek maliyetlerini daha fazla kısmaya zorluyor; bu ise mevcut siyasal iktidar çerçevesinde oldukça güç gözüküyordu. Çünkü parlamentarizm sayesinde az çok emekçi sınıfların sosyal-iktisadi hakları bir nebze güvence altına alınmıştı. Dolayısıyla özsel olarak parlamentarizm artık burjuva sınıfının uzun erimli, gerçek sınıfsal çıkarlarını kollayamaz bir düzeydeydi. Dolayısıyla, burjuva demokrasisi ile yönetilen ülkelerde, demokrasiden uzaklaşma süreci kaçınılmaz olur hale geldi. 6 Yürütme gücünün, halkın büyük bir kesiminin etki ve denetim alanının dışına çıkarılması, yasama ve yargı organı karşısında özerkleştirilip güçlendirilmesi ihtiyacı kendisini kuvvetle hissettirmeye başladı.
Faşizm, elbette kapitalist toplumun üretim ilişkilerinden düz bir çizgide ve salt işlevsel açıdan türememişti. Ancak, sosyal ve siyasal durum, burjuvazinin, farklı ara ve küçük burjuva katmanlardan çıkabilecek olası bir otoriter, faşizan yönetim biçimi modeline sıcak bakmasını, onlarla ittifakı düşünebilmesini koşullandırıyordu. Kendi siyasal varlığının yok edilmesi pahasına olsa bile... Çünkü, faşizm dönemlerinden önce görülen güçlü emekçi hareketliliğini, mevcut yasama-yürütme dengesinde bertaraf etmesi mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla, faşizan güçler, özerkleştirilmiş yürütme aygıtı görünümünde iktidar olurken ve burjuvazinin siyasal hakimiyetini yok ederken, onun sosyal hakimiyetini ise kurtarmayı becerirler. 7
Faşizmin kapitalizmin tekelci aşamasında ortaya çıkmasının tesadüf olmadığı, 19. yüzyıldaki serbest rekabetçi piyasa şartlarına uygun olarak özgürlükçü, barışçı ve liberal burjuva yönetim biçimlerinin yaygın olduğundan da görülebilmektedir. Nitekim, anti-liberal ancak sosyalist olmayan akımların ilk olarak, kamu iktidarının ekonomik hayata yoğun müdahalesini, liberal serbest ticarete karşı himaye gümrükleri getirilmesini talep ettikleri tarihsel bir gerçektir. 8
Faşizan akımlar zaman içinde, liberal pasifist yönetimi eleştirip, istilacı ve emperyalist bir siyaset istemini yükseltirler. Böylelikle, kapitalizmin serbest rekabet döneminden çıkarak, merkezileşip yoğunlaşmış dev işletmelerin ve bu işletmelerin tekelleştikleri bir döneme girmeye başlamasına paralel olarak, liberalizm de yeni, otoriter bir muhafazakarlığa dönüşme ihtiyacı duymaya başlayacaktır. Liberal dönemin siyasal-iktisadi politikası, kapitalizmin taleplerini karşılamaz olur artık.
Bu geçiş sürecini daha Almanya’da Bismarck döneminde görmeye başlıyoruz. Büyüyen ağır sanayi burjuvazisi, siyasal devlete himaye gümrükleri ve yeni bir ordu ile koloni programı önermişti. Böylece kısa sürede Reichstag seçimlerinde başta Bismarck olmak üzere, muhafazakar ve nasyonalistler zaferle çıkacaklardır. 9
3. Faşizmin Benzer Diktatoryal Yönetim Biçimleriyle Paralellikleri
Gerçekte, faşizmi andıran, benzer nedenler üzerinde gelişip benzer sonuçlar doğuran çeşitli olağanüstü diktatoryal siyasal yönetim biçimleri mevcuttur. Bunların önde gelenlerinden birisi Bonapartizmdir. Bonapartizm’e, Marx sınıfsal bir perspektiften yaklaşarak, Bonapartçılığın, burjuvazi egemenliğinin “bazı parlamenter süslemelerle bürokratik bir yapıdaki askeri bir despotizmin tamamlandığı bir yönetim biçimi. 10 olduğunu söyler. Yine Marksistler Bonapartçılığı , krallık ve devrimin birbiriyle çelişen mirasının köylülerin bir kısmının desteğine dayanarak, orta sınıf eliyle bir uzlaştırma isteği şeklinde değerlendirirler. Bu yönetim tarzı da, ağır baskısıyla proletaryanın sömürülmesi koşullarını güçlendirmişti. Böylece emperyalist, milliyeti güçler yeni dönem politikasını ilan edebildiler.
Bonapartçılığın öne çıkan bazı özelliklerine bakılırsa, bunun en başta polis devleti uygulamalarının yaygınlaşması olduğunu vurgulanmalı. Toplumun her kesimine, onların çıkarlarını gözetme vaadi ile kendisini kabul ettirmeyi başaran Fransız imparatoru Louis Napoleon, bilhassa orta sınıf ve çitçilerin siyasal-iktisadi talep ve özlemlerini okşamıştı. Bonapartizm, asgari bir sosyal halk desteğine dayanmak ve toplumun ortak çıkarlarını minimum ölçüde gözetmek suretiyle (ki bunlar arasında demiryolları yapımı, tarım ve sanayiin geliştirilmesi, ekmek fiyatlarının düşük tutulması, işçiler için sağlık ocaklarının yapımı, vs. 11 ) kısa sürede ordu ve yönetimde tüm kilit noktalara kendi adamlarını getirerek Ulusal Meclis’te kendine sadık devlet elitlerinden teşekkül özel bir iktidar aygıtı kurabilmeyi başarmıştı.
Bonapartizm ile faşizmin ortak noktası, her ikisinin de, sermayenin açık diktası olarak, yürütme gücünün özerkleştirilmesi, burjuvazinin siyasi hakimiyetinin yok edilip, tüm öteki sınıfların yürütme güçlerine tabi kılınmasıdır. Bonapartizm ve faşizm aşamalarında, sınıfların devrimci nitelikleri yerine, karşı-devrimci nitelikleri güç kazanır. Bonapartist ordu da, tıpkı faşizan SA’lar ve Kara Gömlekliker’de olduğu gibi, deklase yığınlardan oluşmaktaydı. iki yönetim biçimi de, burjuva toplumun proleter devrimlerin tehdidi altında bir varoluş savaşımına girdiği döneme tekabül etmişti. Bonapartizm, “Proleter devrime karşı kendini savunmak zorunda kalmış burjuvazinin devlet iktidar biçimiydi. 12
Burjuvazi, sınıf kavgasının bu aşamasında, artık hakimiyetini devam ettirecek durumda değildir. Bonapartizme, bir yandan burjuvazi ile soyluluk, öten yandan da proletarya ile burjuvazi arasındaki geçici bir kuvvetler dengesi olarak bakanlar da vardır. 13
Kısacası, faşizme doğru giden süreci daha iyi tahlil etmek için, burjuva demokrasisinin ideal ve yegane kapitalist yönetim biçimi olmasından ziyade; işçilerin, köylülerin ve küçük burjuvaların üst sınıfa karşı yürüttükleri mücadelelerin neticesinde ortaya çıkan bir rejim olduğunu görmek gerekiyor.
4. Çeşitli Sınıfların Faşizm ile İlişkileri
-
Küçük Burjuvazi ve Faşizm
Küçük burjuva sınıf ve tabakaların toplumun faşistleşmesi döneminde özel, kritik bir konum ve işlevi olduğu vurgulanmalı öncelikle. Faşizmin, olağanüstü bir siyasal-kitle psişik bunalım anına denk düşen bir ideoloji, kriz yönetim biçimi olduğu hatırlanırsa ve gittikçe birikmekte olan bireysel ve toplumsal düş kırıklıklarından türeyen ve güç alan bir mekanizma olduğu aynı zamanda; küçük burjuvazinin sosyal konumu itibariyle faşist argüman ve demagojinin hedef tahtasındaki esas toplumsal kesim olması normal karşılanır.
Orta sınıf ve katmanlar, ekonomik bir bunalımdan ya da politik bir aşağılanmadan mustarip ve alt toplumsal katmanların baskısından korkan bir toplumsal kesit, kategori teşkil ederler. 14 Eskiden proleter olan öğelerin küçük burjuvalaştığı faşistleşme döngüsünde, bu mobilite hızlılığı, belirgin bir toplumsal kimlik sahibi olmayan unsurları niceliksel olarak çoğaltır. Bu unsurlar, ayaklarından kayan toplumsal zeminin hızı ve karmaşıklığı oranında, toplumu anlamlandırma yorumlama ve ona göre konumlanma yeteneklerini kaybederler.
Bu ortamda, küçük burjuva tabakaların dünyasında toplumsal süreçlere ilişkin komplocu yaklaşımlar üst düzeyde prim yapmaya başlar ve bu kesimler zamanında Yahudilere yapıldığı üzere; saptırılmış, suni hedeflere yönelik mobilize şekilde politize edilebilmişlerdir. Yine aynı mantıktan hareketle, düşman yaratma retoriğinde hedefteki aktörler sürekli değiştirilerek, düşman imgesinin büyüklüğü ve gücü bu yolla abartılmak suretiyle faşist güçler zinde kılınır. Bununla beraber, toplumdaki temel çatışmalar karşısındaki konumu sebebiyle mevcut krizin girdisi ve çıktısını anlamlandıramayan küçük burjuvazi, şimdiki ve geçmiş zamana ait mitolojik görüşlere sığınmakta bulur çareyi. 15
Küçük burjuva kitlelerin, üretim ve dağıtım mekanizmasındaki dağınık, kaypak konumları, yaşam için mücadele ve rekabet güdü ve hırslarını yüksek seviyede koşullandırır. Bu durum ise, sosyal Darwinizm de denilen, toplumda sürekli bir doğal rekabet gerçeğinin olduğu ön kabulünden hareketle sosyal aktörleri, güçlünün zayıfı ezmesinin meşru sayıldığı acımasız bir rekabet döngüsünde harekete etmeye çağıran söylem zeminini kuvvetlendirir.
Kısacası bu konuda faşizmin doğal sloganı haliyle “yaşam sürekli bir savaştır; yaşam için mücadele değil, mücadele için yaşam vardır” şeklindedir. 16
Bireyler arası sert, doğal rekabetin yüksekliği oranında ölüm yüceltilerek kutsanır. Toplumun bir nebze horlanan tabakalarını da ihtiva eden küçük burjuvazi, en az yüksek burjuvalar kadar burjuvaca düşünmeye ve onun gibi elitist / seçkinci olmaya meyillidir. Bu durum, zayıfların hor görülmesini ve popüler seçkinciliği beraberinde getirir.
Sözgelimi, bilinç altındaki bu yükselme ve komuta etme güdüleri, histerileri, sıkı bir şekilde hiyerarşik örgütlenmeye tabi tutulmuş bir toplum tipine, her alt yöneticinin kendi altındakilere tepeden baktığı ve onlardan kusursuz mutlak bir itaat beklediği bir toplumsal tipin nüvelerini yaratır.
Küçük burjuvaziyi üretim ilişkisi bazında tarif etmek üzere kritik kavram elbette, küçük üretim ve küçük mülkiyettir. Poulantzas’a göre, 2 temel zıt bütünlüklü ideolojinin yanısıra, bir küçük burjuva alt-ideolojiden de bahsedilmelidir. Egemen ideoloji, alt-ideoojilerin ihtriva ettiği unsurları kendi kod sisteminde nasıl barındırıyor ise, aynı şekilde, küçük burjuva ideolojisi de, burjuva ideolojisinin özgül karakteristik bazı niteliklerini barındırır. 17 Yine, küçük burjuva ideolojisi, işçi sınıfı ideolojisinden de pek çok söylemsel ve kategorik yapıyı alarak; bunları, saptırılmış ve kendi sınıfına ait özlemler eksenine yedirir.
Küçük burjuvanın fikri donanımı, sosyal konumuna koşut şekilde kaypak ve kararsız bir görünüm arz eder. Küçük burjuvazinin, iktisadi bazı karakteristik özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkün: Aşırı zenginliğe, büyük servetlere statükocu bir anti-kapitalizm ile karşı çıkılmaktadır. En mühimi ise, küçük burjuva praksis dizgesi, taleplerini dolaylı bir şekilde sistem içi kanalların sınırları dahilinde yükseltir. Çünkü orta sınıfın yukarıya yanaşma tutkusu her daim güncelliğini koruduğu için; gerçek bir eşitlik ideali onu alt sınıflara yaklaşma yönündeki paranoik korkusu ile buluşturur. “Sınıflar üstü tarafsız devlet”e inanan küçük burjuva öğretisinin yanında, kuvvetli bir devlet adalet anlayışı inancı da at başı gider.
Küçük burjuvazinin faşizmin ilk ortaya çıkış dönemlerinde, siyasal ve sınıfsal şekillenişi henüz kaypak olduğu için, özgül bir siyasal partide örgütlenme geleneği de henüz yoktur. Bu doğal etmen de, orta tabakaları örgütsel olarak görece boşluğa iten bir diğer etmendir. 18
Sermaye yoğunlaşmasının küçük burjuva öğelerin sosyal konumlarını tehdit ettiği faşistleşme döneminde, küçük burjuvazi, faşist partilerin de desteği ile gerçek bir toplumsal güç hakine gelir. Egemen sınıf veya fraksiyonların parti veya örgütleri de, orta tabakaları yedekleyecek özel bir siyasal söyleme sahip değildir. Küçük burjuva ideolojik alt bütünün bir başka özelliği ise, toplumdaki iç bağları sağlamlaştırdıktan sonra, egemen burjuva ideolojisinin yerin almasıdır. Bu demektir ki, hareketin belli bir aşamasından sonra, egemen burjuva ideolojisinin işlevini ideolojik alt-ütün üstlenmeye başlar.
Bu durum Poulantzas’a göre, burjuva ideolojisinin etkisiz kalmasından ziyade, burjuva ideolojinin yeni küçük burjuva ideoloji kılıfında kendini yeniden üretmesine işarettir. 19
Küçük burjuvazinin özlemleri, eğilip bükülerek, burjuva ideolojisine uydurulur diğer bir ifadeyle. Zamanla, iktisadi değil ancak devlet kadrolarını ele geçiren küçük burjuvalar, esas egemen sınıf ile eklemlenmeye, iç içe geçmeye başlar ve ultra-emperyalist bir ideolojinin tohumları bu ilişkide atılmış olunur. En nihayetinde, faşist ideolojide mevcut bulunan şef tapınması, anti-parlamentarizm, korporatizm ve otokratizm gibi özellikler, daha güçlü bir devlet totalitarizminin habercisidir.
İtalyan komünisti Togliatti ise, faşizmin bir dizi heterojen öğe içerdiğine işaret ederek, işçi kitleleri üzerinde bir diktatörlük kurmak yolundaki değişik mücadele akımlarının kaynaştırılması misyonuna sahip olduğunu vurgular. 20 Yine, klasik liberal burjuva demokrasi kurumlarına faşizmin düşmanlığı, sermayenin çıkarlarını daha dolayımsız ve baskıcı bir şekilde uygulamaya dönük olarak işlevinin hazır olduğunu göstermektedir.
Yüzyılın ilk yarısındaki bazı örneklerde de görüldüğü gibi, emperyalist ideoloji, burjuva ideolojisi içinde kendi egemenlik alanını değiştirerek, liberal burjuva ideolojisinde hukuki-siyasal alanda bulunmakta olan egemenlik alanını ekonomik-teknokratizm alanına kaydırır. 21 Ulus kavramında toprak ve kan bağlarının tapınılası biçimde baskın hale gelmesi, küçük burjuvazinin sınıf mücadelesi çizgisinden topyekün kopup, emperyalist burjuvazinin işine gelecek şekilde kendisini ulusun temel direği saymasına dek evrilir.
Öte yandan da, gençlik de, toplumsal yapıdaki yeri itibariyle faşist ideolojiye kazanılması nispeten kolay bir toplumsal kategoriyi teşkil eder. Bertholt Brecht’e göre, eğer insanların toplumsal varlığı üretimdeki yerleri tarafından belirleniyorsa ve gençlik denen heterojen geniş kategori de üretimden kopuk, yaşamlarını kazanma yükünden azade bir sosyal konumda bulunuyorsa 22; toplumsal üretim ilişkilerindeki sınıfsal konumdan hareketle yapılan bir siyasetten ziyade; mistik, toplumsal geçerlilik yanı cılız ve söylemsel yönü ağır basan ajitasyon ve propagandaların cezbedici yönleri daha kuvvetli olabilmektedir. Kısacası büyük üretimden, özellikle de üretim sürecinin bizahiti kendisinden uzak olmak, faşizan siyasetin etki sahasına dahil olmak açısından nesnel bir zemin barındırıyor.
Almanya örneği üzerinde durmayı sürdüren Brecht şöyle diyor: “Gençlik yaşlandıkça üretim alanına girer, fabrika ve bürolarda toplanır ve ulusun toplumsal yaşam eğitimine ve pratiğine kapılır ve bu dev eğitim ve pratik; faşist düşüncelere karşı güçlü karşı-düşünceler oluştururlar.” 23
“Almanya’daki Nasyonal sosyalizm, Brecht’e göre, politik pezevenkliktir. Sömürülen sınıfı, sömüren sınıfın kucağına iterek geçimini sağlar. Sermaye ile emeğin bağdaştırılması denilen korkunç ırza geçme olayını meşru kılan ve totaliter devlet olarak yasaların, bu ırza geçmeye hizmet etmeyen hiçbir şeyi içermemesini sağlar. Mülksüz sınıfın pür açlığından ve mülk sahibi sınıfın kar hırsından yararlanarak...”Kısacası, kapitalizmin ekonomik gücü, orta burjuvazi seferber edilerek korunmak istenmektedir. Bertholt Brecht’e göre, nasıl ki liberalizm 19. yüzyılın en iyi kapitalist devlet biçimi idiyse, faşizm de 20. asrın en iyi kapitalist devlet biçimidir. 24 Gramsci ise, faşizmin gücünü, üretimde hiçbir işlevi olmayan ve kapitalizmin çelişkilerinden, karşıtlıklarından habersiz bulunan küçük burjuva tabakalardan aldığına inanmaktadır. 25
b) İşçi Sınıfı ve Faşizm
Faşistleşme döneminde, özellikle sanayileşmiş ülkelerde faşist ideolojinin, temel orta katmanlardan sonraki en büyük siyasal hedefi kuşkusuz işçi sınıfı olmaktadır. Çünkü hem nüfustaki önemli payı, hem de üretim ilişkilerinde teşkil ettiği kilit rol onu stratejik önemde kılar. Poulantzas, faşistleşme döneminin öne çıkan karakteristik yanı olarak; “işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesi gittikçe iktisadi hak talepleri alanına sıkışıp kaldığı halde, burjuvazinin işçi sınıfına karşı savaşı ise gittikçe siyasal bir karakter kazanır.” 26
Bu döneme damgasını vuran bir diğer tipik yön ise, genel kriz ve bunalım durumunun işçi sınıfı ve onun sendikal, politik örgütlenmesinde de yaşanmasıdır. Genel ideolojik bunalımdan yararlanan faşist ideoloji, sınıf içinde daha rahat yayılmasına imkan verecek özel siyaset türleri geliştirmeye başlar. Sözgelimi, bunların başında anti-kapitalist jargon gelmektedir. Zaten, en başta Hitler’in partisinin adında sosyalizm kavramına yer verilmiş olması da bu bakımdan tesadüf değildir.
İşçi sınıfının aktüel-politik refleksleri köreldiği oranda, faşist ideoloji de, klasik sınıf ajitasyon, propaganda ve söylem biçimlerini, lumpen, şoven ve belirsiz, iddialı hitap biçimi içinde eriterek, bunların içeriklerinin kaybolmasına katkıda bulunur zamanla. Öte yandan, faşist demagoji, emekçi sınıfın dönemsel olarak zayıf karnını oluşturan bağrındaki küçük burjuva eğilimlere yüklenerek bunları kışkırtır ve bunların genel davranış biçimleri olmasını sağlamaya gayret eder. Bunlara eğilimlere örnek olarak, anarşizm, kendiliğindencilik darbeci devrimcilik ve anarko-sendikalizm verilebilir. Faşizmim İşçi sınıfı hareketine ve siyasetine zaman içinde sirayet etmesi durumu, hem fizik baskı hem de ideolojik araçlar vasıtasıyla olur.
Faşizm ile üretim ilişkisel ve sınıfsal konumu dolayısıyla en az uzlaşabilecek olan işçi sınıfının bu ideolojiden azımsanmayacak bir şekilde etkilenmiş olmasının, çeşitli nedenlerinden birisi de sınıfın yaşam biçiminin 19. yüzyılda yükselen kapitalizm çağına göre değişmiş olmasıdır. Wilhelm Reich’a göre sözgelimi, işçiler 20. asır ile birlikte burjuva katmanların yaşama biçimlerinin önemli bir bölümünü benimsemişlerdi bile. 27
Reich’e göre, Almanya’da son derece örgütlü ve politik bir konumda bulunan işçi sınıfının, faşist ideolojinin saflarına azımsanmayacak derecede geçmesinin nedeni, değişen gündelik hayatından dolayı farklılaşmaya başlayan ruhsal-zihinsel yapısında gizlidir. İşçilerin politizasyonu açısından iki yol vardır. Birincisi özel toplumsal durumlarına uygun bir dünya görüşü ile donanmaları; ikincisi ise küçük burjuva sınıfın temsilcileri ile özdeşleşmeleri suretiyle lumpenleşmeleri ve sınıf kimliklerinden uzaklaşmalarıdır.
Reich’e göre, işçilerin çalışma zamanları dışındaki gündelik hayat biçimleri onların ne derece sınıf kimliklerine bağlı kaldıkları ya da diğer sınıfsal kimlikleri ürettiklerini açıklamaktadır. Örneğin, bu bakımdan günlük hayatın önemsiz görünen ufak alışkanlıkları bile önem taşımaktadır ona göre. Satın alınan yatak odası takımı, Pazar ve gece giysisi, yapmacıklı danslar, gibi özellikle o günün küçük burjuvasının yaşam ortalamasının tipik görünümlerine sahip olmak, bir işçi üzerinde binlerce devrimci bildiri ve söylevden daha fazla etkili olabilmektedir... 28
Kapitalizmin ilk dönemlerinde burjuva sınıflarla, emekçi sınıflar arasındaki düşünsel, zihinsel sınırların, iktisadi sınırlar kadar belirleyici olduğunu hatırlamak gerekiyor Wilhelm Reich’ın çıkarsamalarına kulak verebilmek için. Oysa, çalışma sürelerinin kısaltılması, oy hakkının tanınması, bir takım sosyal güvencelerin verilmiş olması; bir yanıyla işçi sınıfını güçlendirirken, bir yanıyla da onu ara tabakaların sosyal psikolojisine sokacak bir refah seviyeye taşımaktaydı.
c) De-klase yığınlar ve faşizm
Faşizm toplumsal gücünü küçük burjuva sınıf ve tabakalar kadar, çeşitli politik kriz ve savaş koşulları, bunalım dönemleri sebebiyle sosyal ve sınıfsal tabanından koparak deklase olmuş (sınıfsızlaşmış) yığınlardan da almaktadır. Hatta bu toplumsal kesimler arasında düzene yönelik dengesiz ve sapkın tepki biçimleri, statülerinden kaynaklı mevcut gerilim potansiyelleri ile birlikte daha fazla olabilmektedir. Toplumun bu en horgörülen, itibarsız tabakaları, 1. dünya Savaşı sonrasında savaş yorgunu Avrupa ülkelerinde, savaş ve kriz yıllarından dolayı işsiz kalmış, sınıflarından kopmuş lumpen yığınlar şeklinde kol geziyordu.
1. Dünya Savaşına katılıp burjuva hayatının dışına savrulan yığınlar, savaş sonrasında milliyetçi ve anti-demokratik askeri bir faşist ideoloji eşliğinde ilerde faşizan milis ve halkçı birlikleri teşkil edeceklerdi. 29 Uzun süren ekonomik krizler de, o zamana kadar burjuva-demokratik partileri izleyen yığınları askeri, milliyetçi milislerin kuyruğuna takmaya sevkediyordu. Askerlerin, savaşta edindikleri salt disipline ve itaata bağlı alışkanlıkları, demokrasinin her çeşidine düşman anti-militarist ruhları, burjuva düzen içi kanallarda törpülenmediği oranda, radikalleşme potansiyeli barındırıyordu. O zamanın tipik bir subayı, ekonomik durumundan kaynaklı olarak zenginden nefret ediyor, öte yandan askeri mentalitesi sebebiyle proletaryaya karşı da tavır alıyordu.
Böylelikle bu genel duruma 1929 iktisadi bunalımı da eklenince, kapitalistler ve büyük finans oligarşisi de yavaş yavaş faşist güçlerden medet umar bir konuma sürüklenmeye başladılar. Artık durum burjuvazi açısından acil olarak işçi sınıfını, işçi partileri ve sendikaları geriletmek, demokratik kurumların etkinliğini söndürmek zorunluluğunu dayatıyordu.
Bu arada benzer yönetim biçimlerinde de deklase yığınların üstlendikleri rol göze çarpıyor. Örneğin, 1851’de Fransa’da darbeyle iktidara gelen Louis Bonaparte’ın 10 Aralık Darbesinin destekçileri arasında, bıçkınlar, züğürt sergüzeştler, serseriler, sabıkalılar, hapishane kaçkınları, üçkağıtçılar, dolandırıcılar, yankesiciler, kumarbazlar, muhabbet tellalları, genelev patronları, dilenciler, vs. bulunuyordu. 30 Sınıfsal tabanlarından kopup ayrılmış yığınlar, halk kitleleri üzerindeki tahakkümünü güçlendirmeye muhtaç özerkleştirilmiş yürütme gücünün biçilmiş kaftanı ve aleti olmaktadırlar. 31
5. Faşizmin Ulus-Devleti Yeniden İnşa Süreci ve Ulusalcı Söylemi
Faşizm, bir ultra-milliyetçilik ideolojisi olarak, toplumu mutlak biçimde azami düzeyde türdeşleştirme iddiasındadır. Sınıfsal ve sosyal temelli çıkar çatışmasını potansiyel ve nesnel olarak reddeder ve herkesi tek bir ulusal-etnik kimlik ekseninde birleştirmek ister.
Bu haliyle, farklı sınıf çıkarlarının varlığını aynı milli kimlik altında önemsizleştirerek, kitlelerin egemen fikirlerle donanmalarını sağlama eğiliminde olan burjuva düşüncesinin, tüm topluma yayılmasında faşist ideoloji çok ciddi bir tutkal işlevi görmektedir. Bu noktada, farklılığı kışkırtan sınıf üyelerinin, farklı etnik ve kategorik unsurların nicelik ve niteliksel açıdan çokluğu, faşizmin yayılmasında önemli bir dolaylı basamak işlevi görmektedir. Bu bağlamda Almanya’da iç düşmanın sınıfsal açıdan militan işçiler, politik açıdan komünist ve sosyalistler, etnik ve dini açıdan ise Yahudilerin olmuş olması gerçeği rastlantı değildir.
Öte yandan, faşizm kitlelerde var olan anti-emperyalist duyguları, bağımsızlıkçı eğilimleri; emperyalist, yayılmacı ve saldırgan nitelikte bir resmi radikal milliyetçilik yönünde dönüştürmeye çalışır. Sözgelimi Arthur Rosenberg, faşizmin burjuva-kapitalist karşı devrim hareketinin halkçılık-milliyetçilik maskesi ardındaki modern bir biçiminden başkaca bir şey olmadığını savunmaktadır. 32 Faşizmin ulus devleti kendi felsefesine göre yeniden inşa sürecinde, yararlandığı toplumsal olgular, öncelikle gelenek kültürüdür. Gelenekçiliğin yanısıra, eski mitler, ulusalcı destanlar, paganist dönemden kalma kültler ve ritüeller de faşist ulus kültürü yaratım döneminde yararlanılası olgulardır.
Çünkü faşizm, güçlendirmek istediği ulusal bağların içsel ve özsel motivlerini ne kadar mistikleştirir ve tarihselleştirir ise, kadir-i mutlaklığını o kadar kolay ilan etmektedir. Sözgelimi Nazilerin kültürel akideleri; gelenekçi, sinkretist, okült öğelerden besleniyordu. Faşist söylem, ulus-devlet kurgusunun çatısını, toprak ve kan bağı üzerine kurar tabiatıyla. Bu verili, zaruri kimlik üzerine ise ortak bir düşmanı kabul etmiş olmak şeklinde politik tercih yer almaktadır.
Öte yandan, Wilhelm Reich’a göre, aşırı-ulusalcı duyguları en çok üretmeye yatkın küçük burjuva sınıfın aile bağları da bu ulusalcı duygularla çakışır. 33 Buyurgan-otoriter küçük burjuva ailelerde, itaat etmeye ve emir almaya yatkın hale getirilen bireyler, ulus-devletin milli çıkarları lehine bireysel-insani yönlerini bastırma yönünde güdüler geliştirmeye başlarlar ona göre. Ulus gibi kapsayıcı, tümel kimlikler üzerinden övünme ve gurur duyma, emredici devlet yetkisiyle, “yüce önderle”, ulusla özdeşleşme gibi duyguların gelişimi de bu sürece paralel olarak sürer.
6. Faşist jargon ve Söylemin Yapısı ve Etkileri
Faşismin, bilhassa Naziler timsalindeki kurgusunda, her kavram ikircikli şekilde değerlendirilir ve diktatöryal ideolojide böyle eritilmektedir. Sözgelimi, Modernizmin bir taraftan, kapitalizmin ileri aşamasının gereği olarak, teknikal ve maddi yönlerinden yararlanılırken, söylemde, etikte ise modernizme karşı olma savı hakimdir. Bir yandan müthiş bir anti-kapitalist hava yaratılırken, bir yandan da üretim araçlarının özel mülkiyetine ya da onun sonucu olarak ortaya çıkan sosyal hiyerarşiye karşı temel hiçbir açıklama getirme kaygısı duyulmaz. 34 Böylelikle, kavram ve olgular gerçek içeriklerinden arındırılarak, anlamsal dizgede yapı-bozuma uğratılırlar.
Bir diğer taraftan ise, fanatik bir rasyonelizm / akılcılık karşıtı olan faşist doktrin, eylem ile teori, akıl ile pratik arasındaki mantıksal, organik bağı geçersizleştirerek, gerçek bir praksise sahip bir tutarlı bir ideoloji olmadığını tanıtlamaktadır.
Faşist ideoloji ve söylem politikası, eylem için eylem kültürüne dayanarak 35 eylemi öncesizleştirip, sonrasızlaştırır; eylem rasyonalitesini sorgulanmaz kılar, onu bağlam ve konjonktüründen soyutlar. Böylece, kitleler düşünsel açıdan dumura uğratılıp, olgu ve olayları, olabildiğince bağlamsız ve dolayımsız idraka sevkedilmiş olurlar. Bu dünyada artık, kültür ve entellektüalizm kuşkulu, sakıncalı alanlar haline gelmişlerdir.
Faşist ideoloji, toplumsalı kurgularkenki azami türdeşleştirme gayreti ile, farklı olana karşı doğal bir korku psikolojisini sosyal hayata yedirir. Böylelikle, her an, kendini adı konmamış farklı olan mihrak, düşman veya ayrıksı öğeler karşısında yeniden konumlandırır, buradan yeni türdeşleştirme politika biçimleri üretir. Faşizm analitik eleştiriye kapalıdır...
Faşist Devlet, Bonapartizm, askeri diktatörlükler gibi olağanüstü devlet biçimlerine yakındır. Ancak onlardan bambaşka bir yere oturduğu da bir gerçektir. Kapitalist üretim ilişkileri üzerinde yükselen bir yönetim biçimi olarak faşizmi anlamak için öncelikle; kapitalist üretim biçiminin belli bir evresinde ideoloji, iktisat ve politikanın çok boyutlu ve dolayımlı ilişkileri ile kapitalist formasyonların belli dönemlerinin sınıf savaşının genel karakterlerinin bilinmesi gerekmektedir. Faşist doktrin, temelde gerçek değişime her daim karşı çıkmaktadır. Mutlak bir kapitalizm eleştiri ardında mevcut kapitalist düzeni en radikal önlemlerle krizden kurtarma yegane kurtarma adayı faşizm olmaktadır. Küçük burjuva ideolojisinin sınırlarını aşmayan bir radikalizmle proleterci sınıf bilincinin oluşumu arasındaki sınırlar silinmiş olur faşist söylemin mantığı içerisinde. 36
Faşist söylem tarzının karakteristik özelliklerinden bir diğeri de, seslendiği toplumsal sınıfa göre içerik ve biçim değiştirmesidir. Yani, faşist söylem şeklinin işçi sınıfına, yoksul köylülüğe ya da küçük burjuvaziye yönelik propagandası çok farklı olmak durumundadır. Faşizm, “Bir dizi derin halk özlemini, bunları değiştire değiştire, çoğunca her sınıfın, her sınıf fraksiyonunun ve ilgili her toplumsal kategorinin ayırıcı özelliklerine göre uyarlayabilme” yetisiyle amacına ulaşabilmektedir. 37 Sözgelimi, İtalya’da militan işçi hareketinin zirvede olduğu yıllarda güçlenen faşizm, bu toplumsal durum dahilinde, üretimin emekçiler tarafından yönetimi, denetimi ile mülkiyete karşı sosyalist eğilimli formüller, “tekellerin gücü”, emperyalist sermaye gibi temaları işlemek zorunda kalmıştır. Benzer şekilde, aynı dönemde kırlarda hakim temalar da, köylü birliği, köylerin kentlerce sömürülmesi, sanayi-tarım çelişkisi, kırlardaki halk sınıflarının sermaye tarafınca sömürülmesi, vd. olagelmiştir. 38
7. Faşizmin Yeşerdiği Sosyo-psikolojik İklim
Faşist ideoloji, kapitalist üretim biçiminin ulaştığı belirli bir aşama ile ona eşlik eden toplumsal-siyasal krizin buluştuğu noktada ortaya çıksa da, kimi düşünürler bu gibi verili sosyal-iktisadi-siyasal nesnel tabana, kitlesel psikoloji ve zihinsel durumlardaki değişim eşlik etmedikçe, faşizmin yine uygun zemini bulamayacağı kanısındadırlar.
Bu yönde düşünenlerin başında ise Alman yazar Wilhelm Reich gelmektedir. Reich, teorilerini “Cinsel düzenlilik bilimi” adını verdiği kuramı vasıtasıyla zenginleştirmekte; Freud’dan aldığı temel teoriler üstünden, cinsel-ahlak merkezli kişilik bozukluklarının kişiyi faşizme sürükleyen mental dalgaya kapılmasında en önemli etken olduğunu savlamaktadır. Reich, işe şu soruyu sormakla başlar: Nazi Partisinin halk yığınları arasında elde ettiği başarı, oynadığı gerici rolle ve milyonlarca insanının köleleştirilmekte olduğu somut gerçeği ile çelişiyordu. 39 Dolayısıyla bu durum, siyasal-iktisadi kanıtlardan ziyade, kitle ruhbiliminin bulgularıyla açıklanabilirdi.
Reich da, pek çokları gibi, analizlerinde faşizmin kitle psikolojisinin temelinin küçük burjuva sınıfına dayandığını düşünmekteydi. Yani, sayıları milyonları bulan memur, orta ve küçük tüccar ve orta ve küçük köylülüğün meydana getirdiği geniş orta sınıf katmanları. Ona göre, küçük burjuva sınıfın toplumsal durumunu, kapitalist üretim süreci içerisindeki konumu kadar, buyurgan devlet aygıtıyla özel aile durumu içerisindeki konunu da belirlemektedir. 40
Küçük burjuva toplumsal kategorisi, sanayi işçisinden farklı olarak, yaşama ve çalışma alanlarının koşullandırdığı biçimler dolayımıyla daha bireysel ve çıkarcı olmaya elverişlidir. Küçük burjuva, işçi gibi arkadaşlarıyla dayanışma duygusunun oluşacağı bir hayattan çok,
çevresindekilerle rekabet etmesine ve yarışmasına yol açacak bir sosyo-iktisadi yaşam içinde biçimlenir. Bu noktada, küçük burjuva özdeşleşme duygusunu sosyal çevresinden çok, ait olduğu Ulus ve Devlete yönelik gerçekleştirir. İlerde “Führer” yani, önder ve şefte billurlaşacak olan “Özdeşleşme” duygusunu Reich, ruh çözümlemesinde, “Kendini başka biriyle özdeş saymaya, onun nitelik ve davranışlarını benimsemeye, zihninde kendini öykündüğü kişinin yerine koymaya başlayan kişinin ruhsal durumu” olarak tarif etmektedir. 41
Örneğin, devlet görevlileri, özdeşleşmelerini, üstleriyle aralarındaki koşutluklarla sağlarlar.
i. Ailenin Rolü
Aile kurumu, farklı sosyal sınıflar ve katmanlarda farklı türden işlevlere bürünebilmektedir. Wilhelm Reich’a göre, ailenin faşist birey psikolojisinin oluşumuna potansiyel teşkil etmesindeki yönü, buyurgan niteliğidir. Küçük burjuva ve ailesi, toplumdaki iktisadi ve sosyal konumunun sallantılı, değişken olmasından kaynaklı olarak doğal bir gerilim içindedir.
İktisadi üretimden doğan imtiyazlara sahip olamadığı, fikren ve ideolojik olarak yedeğinde olduğu üst-elit burjuvanın hayat standartlarına erişemediği oranda, sosyo-psikolojik gerilimini aile içindeki buyurgan bir cinsel-ahlak öğretisinde yansıtmaktadır.
Cinsel ahlak öğretisinde olduğu gibi; küçük burjuva sosyal statü kompleksini; onur, görev, bağlılık, yiğitlik, buyurganlık gibi davranışlar geliştirmek suretiyle giderir. Küçük burjuva ebeveyn, özellikle de baba, toplumda gideremediği güdülerini, ailede katı bir cinsel-ahlakçı tutumuyla bastırır. “Cinsel arzuların bilinçaltına itilmesi, cinsel yaşamın zayıflaması, cinsel suçluluk duygusuyla beslenen duygusal yaşama kök salan dinsel sıkıntı” 42 şeklinde örneğin...
Öte yandan Reich, küçük burjuva ailede cinsel güç ve isteğin dengeli biçimde doyurulma imkanlarının da kısıtlı olduğunu vurgulayarak, bu durumun katı bir takım zihinsel tasarımların oluşmasına yol açtığını da belirtmektedir. 43 Kişisel onur, aile onuru, halk onuru hatta ırk onuru gibi savunma mekanizmaları, bu süreçte küçük burjuvanın bürüneceği ruh halleridir. Diğer yandan, Faşist ideolojinin beslendiği mitolojik, efsanevi öğeler, gizemci, mistik kaynaklar da; buyurgan cinsel ahlakçı ailede otorite ilişkilerini yeniden üretecek bir üst söylemin uygun hamurunu oluşturmaktadır.
Faşizan düşünüş biçimine temel olduğu noktasından hareket ederek Wilhelm Reich, aile içinde kadının ve ananın yerinin de mühim olduğunu ileri sürmektedir. Küçük burjuva aile bünyesinde, ananın ve kadının cinsel işlevleri ailevi rollerinden soyutlanarak bilinç altına itilir. 44 Bu yolla, ana ülküleştirilirken, kadın da cinsel gereksinimlerinin bastırılması yoluyla otoriter aile mekanizmasına bağlanmaktadır Reich’e göre. Cinsellikleri bastırılmış bireylerin ailevi rollerden başlamak üzere hiyerarşik ilişkilere bağlanmaları, disipliner bir emir komuta sistemi içerisine dahil edilmeleri daha kolay olmaktadır. Çünkü, “...Gericilik, insanın düşünce ve davranışlarını etkileyen bilinçaltına itilmiş cinsel güçleri yararına kullanmayı amaçlar....” 45 Ne var ki Nicos Poulantzas gibi, faşizmi psikolojik ve psikanalitik açıdan mercek altına alanları şiddetle eleştirenler de yok değildir. Sözgelimi Poulantzas’a göre, “Kitlelerin neden faşizmi istedikleri” şeklindeki soru doğru bir kalkış noktası değildir, çünkü ideoloji ile bilinçaltını birbirlerine denk bir düzlemde değerlendirmektedir. Oysa ki, bu soru kitlelerin faşizme türdeş ve bilinçli bir kayışları olduğunu varsaymaktadır. 46 Yani, kitleler aslında faşizme tek-biçimde ve aralarında hiçbir ayrım olmaksızın katılmamışlardır. Yani temel soru şu olmalıdır: “Faşizm kitlelere nasıl ve ne şekilde anlatıldı?”.
Sonuç
Yazı boyunca faşizmin tarihsel olarak gelişip güç kazanmasında etmen teşkil eden çok farklı sınıfsal, sosyal, iktisadi, politik, sosyal-psikolojik öğelere yer verildi. Genel olarak faşizm, kapitalizmin belirli bir olgunluğa eriştiği ve yeni bir safhaya doğru evrildiği tarihi döneme denk gelse de, onu kapitalizmin çizgisel gelişiminde sıradan, kaçınılmaz bir safha, alt yapısal sosyal unsurlara doğrudan bağlı bir siyasal yönetim biçimi olarak görmek; sosyolojik, politik bir dizi dinamiği göz ardı etmek anlamına gelecektir.
Faşizm, gelişim aşamasında destek aldığı temel sınıfsal-sosyal güçler göz önüne alındığında bir küçük burjuva ideolojisidir ve temeli de bu anlamda küçük burjuva ve lumpen kentli kesimlerdir esas olarak. Ancak her ideolojinin bir muhalefet bir de iktidar dönemi olduğunu ve toplumdaki güç dengelerini nihai olarak 2 temel sınıfın tayin ettiğini kabul ettiğimiz anda, faşizmin burjuvazi ve kapitalizm ile ilişkisine ihtiyatı yaklaşmamız gerektiğini görürüz. Faşizm, burjuva elitlerin normal koşullarda tercih etmedikleri ve kendi içlerinden çıkarmamış oldukları bir ideoloji-siyasal diktatörlük modeli olarak gelişti. Ancak son tahlilde, iktisadi sınıf ile yönetici-temsil eden sınıf ayrımını kabul edersek, kapitalist bir ülkenin temel siyasetine yön veren büyük burjuvazinin de birden çok, değişken ve konjonktürel politik tercihinin olmasından daha doğal bir şey olmadığını kabul etmek durumunda kalırız.
Faşizmin geçtiğimiz yüzyıldaki iktidar yürüyüşünde, çok özel bir uluslar arası iktisadi-politik ve yönetim krizine denk düştüğü özellikle vurgulanmalı. Öyle ki, en kitlesel ve otoriter faşizan akımların iktidarı teslim aldıkları ülkelerde proleter, halk devrimci güçlerinin ciddi şekilde olgunlaştıkları görülüyor. Dolayısıyla, politik sınıf ile burjuvazi arasındaki temsil ve uyum krizi bir yana, burjuva sınıf, sosyal anlamda bir var olma ya da yok olma uçurumuna doğru sürükleniyordu. İşte faşizm, bu noktada normal liberal-parlamenterist bir rejimde prim vermeyeceği, hatta gerekirse kendilerine baskı uygulama yoluna bile gidebileceği faşizan kuvvetlerin, bu denli olağanüstü kriz koşullarında iktidara talip olma yönündeki hareketliliklerine daha fazla açık hale gelebilir. Diğer bir deyişle, sosyal varlığını güvenceye almak açısından, eski siyasal temsilcilerini gözden çıkarmaya, küçük burjuva kadroların politik kadrolarıyla iktidarı paylaşmaya hazır hale gelebilir.
Son olarak faşizmin bu temel üzerinden ortaya çıktığını veri kabul etmekle birlikte benzer şartlara sahip her ülkede yakın siyasi rejimlerin kurulmamasını da o ülkelerin farklı türden, tarihi, sosyolojik ve sınıfsal evrimlerini hesaba katarak açıklamak yerinde olacaktır.
-KAYNAKÇA-
-
A. Macciocchi Maria, “Faşizmin Analizi”, İstanbul, 2000, çeviren: Cemal Süreya, Payel Yayınları.
-
August Thalheimer, Otto Bauer, Angelo Tasca “Faşizm ve Kapitalizm”, İstanbul, 1999, çeviren: Rona Serozan, Sarmal Yayınevi.
-
Bertolt Brecht - Umberto Eco – İlya Ehrenburg “Faşizm Yazıları”, Ankara, 2001, Ütopya Yayınları.
-
Poulantzas Nikos, “Faşizm ve Diktatörlük”, İstanbul, 2004, çeviren: Ahmet İnsel, İletişim Yayınları.
-
Reich Wilhelm, “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı”, İstanbul, 1979, çeviren: Bertan Onaran, Payel Yayınevi.
-
Marx Karl, Engels Friedrich, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Ankara, 1989, Sol Yayınları.
-
Ana Britannica, İstanbul, 2000, Ana Yayıncılık,Cilt: 16
Dostları ilə paylaş: |