2- Kâfir olanlar, ululanmadalar ve isyân içindeler.
3- Onlardan önce nice ümmetleri helâk ettik de bağrışıp çığrıştılar ama kurtuluş vakti çoktan geçmişti.
4- Onların cinsinden bir korkutucu geldi mi şaşıp kalırlar da kâfirler derler ki: Bu, bir büyücü ve pek yalancı.
5- Mâbutları bir tek mâbut mu kabûl.etmiş? Gerçekten de bu, elbette pek şaşılacak şey.
6- Ve ileri gelenlerinden.bir kısmı, kalkıp gitmiş ve yürüyün demiştir ve dayanın mâbutlarınıza kulluk etmede; şüphe yok ki istenen şey de budur elbet.
7- Biz bunu son dinlerin hiçbirinde duymadık, bu, ancak bir yalan.
8- Kur'ân, aramızdan ona mı indirildi? Hayır, onlar, benim vahyimden şüphedeler; hayır, onlar daha tatmadılar azâbımı.
9- Yoksa üstün ve vergisi bol Rabbinin hazîneleri, onların yanında mı?
10- Yahut da göklerin ve yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin saltanat ve tedbîri, onların mı? Öyleyse ağsınlar göklerin kapılarına.
11- Bir ordudur onlar ki bölük-bölük toplanmış ve buracıkta bozguna uğrayacaklar.
12- Onlardan önce de Nûh'un ve Âd'ın ve ordular sahibi Firavun'un kavimleri, yalanladılar.
13- Ve Semûd'un kavmi ve Lût kavmi ve Ashâb-ı Eyke; işte bunlardır bölükler.
14- Her biri, peygamberleri ancak yalanladılar da azâbı hak ettiler.
15- Ve bunlar da bekliyorlar ancak o tek bağrışı ki vakti geldi miydi, gecikmesine, dönmesine imkân yok.
17- Sabret ne derlerse ve an güçlü-kuvvetli kulumuz Dâvûd'u, şüphe yok ki o, dâimâ Rabbine dönen, tövbe eden bir kuldu.
18- Şüphe.yok ki biz, dağları râm etmiştik ona, akşam ve kuşluk çağlarında, onunla berâber Rabbi tenzîh ederlerdi.
19- Ve kuşlar da toplanmıştı, hepsi de ona itâat ederdi.
20- Ve onun saltanatını kuvvetlendirdik ve ona peygamberlik ve gerçekle bâtılı ayırt ediş bilgisini verdik.
21- Sen, o dâvacılardan haber aldın mı? Hani Dâvûd'un ibâdet ettiği yerin duvarına tırmanmışlardı.
22- Hani Dâvûd'un tapısına girmişlerdi de Dâvûd, onlardan pek korkmuştu; korkma demişlerdi, iki hısımız, birimiz, öbürünün hakkına tecâvüz etti, adâletle hükmet aramızda, birimize meylederek hakkı aşma ve bizi dosdoğru yola sevket.
23- Şüphe yok ki şu, benim kardeşimdir, doksan dokuz dişi koyunu var ve benimse bir tek dişi koyunum; öyleyken onu da bana ver dedi ve konuşmamızda beni alt da etti.
24- Dedi ki: Senin dişi koyununu, kendi koyunlarına katmayı istemekle gerçekten de zulmetmiş sana ve şüphesiz ki ortakların çoğu, birbirinin hakkına tecâvüz eder, ancak inanan ve iyi işlerde bulunanlar müstesnâ ve fakat bunlar da pek azdır ve Dâvûd, biz, kendisini sınadık sandı da Rabbinden yarlıganma diledi ve eğilerek yere kapandı ve Rabbine döndü.
25- Ve biz de onun bu.suçunu örttük ve şüphe yok ki onun, katımızda bir yakınlık derecesi ve dönüp geleceği güzel bir makamı vardı.
26- Ey Dâvûd, biz seni yeryüzüne hâkim ettik, artık insanlar arasında, adâletle hükmet ve dileğine uyma ki seni Allah yolundan saptırır; Allah yolundan sapanlaraysa şiddetli bir azap var soru gününü unuttuklarından. 266[1]267[2]
[1] Burada işaret edilen olayın, Ahd-i Atıyk'ın "Müluk-i Sâni" kısmında anlatılan olay olduğunu söyleyenler vardır (11, 12). Fakat Kur’ân'a göre Hz. Dâvûd bir peygamber olduğu için masum olması icap ettiği cihetle bu olay, ekseriyet tarafından kabul edilmemiş, isnat olduğu söylenmiştir.
[2] Bkz. 264. Dipnot.
27- Ve biz, göğü ve yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri boş yere yaratmadık; bu, kâfir olanların zannı; artık vay haline kâfirlerin ateşten.
28- İnananlarla iyi işlerde bulunanları, yeryüzündeki bozguncular gibi mi tutacağız, yahut çekinenlere, doğru yoldan çıkanlara ettiğimiz muâmeleyi mi yapacağız?
29- Bir kitaptır bu ki onu, kutlu olarak sana indirdik, âyetlerini iyice bir düşünsünler aklı başında olanlar ve ondan öğüt alsınlar diye.
30- Ve Dâvûd'a.Süleyman'ı ihsân ettik, ne güzel bir kuldu, şüphe yok ki o, dâimâ Rabbine dönen, tövbe eden bir kuldu.
31- Hani ona, üç ayağının üstünde duran ve ön ayaklarından birini büküp tırnağını yere dayayan yürük atlar arzedilmişti öğleden sonra.
32- Derken gerçekten de demişti, ben, güzel atları, Rabbimi anarak severim ve sonunda güneş, perde altına girmişti de.
33- Getirin onları bana demişti, atlar getirilince de onların ayaklarını, boyunlarını okşamıya, yelerini taramaya koyulmuştu.
34- Ve andolsun ki biz Süleyman'ı sınamıştık ve tahtının üstüne bir ölü koymuştuk, sonra o da tövbe edip Rabbine dönmüştü.
35- Rabbim demişti, beni yarlıga ve bana öyle bir saltanat ver ki benden sonra hiçbir kimse nâil olamasın o saltanata, şüphe yok ki senin vergin, ihsânın, boldur.
36- Ve ona rüzgârı râm etmiştik de emriyle dilediği yere hafif hafif esip giderdi.
37- Ve Şeytanlardan bütün mîmarları ve dalgıçları da râm etmiştik ona.
38- Ve bir başka kısmı da bukağılarla bağlanmıştı.
39- Bu, bizim vergimizdir demiştik, istersen sayısız olarak sen de ihsân et; istersen elini yum, verme.
40- Ve şüphe yok ki onun, katımızda bir yakınlık derecesi ve dönüp geleceği güzel bir makamı vardı.
41- Ve an kulumuz Eyyûb'u da, hani Rabbine nidâ.edip de demişti ki: Gerçekten de Şeytan beni yordu ve azâba uğrattı.
42- Vur yere ayağını, bu yıkanılacak ve içilecek serin su işte demiştik.
43- Ve ona âilesini de ve onlarla berâber daha bir mislini de, bizden bir rahmet ve aklı başında.olanlara da bir öğüt ve ibret olmak üzere verdik.
44-Eline dedik, bir demet sap al da onunla vur ve yeminini.bozma. Şüphe yok ki biz onu, sabırlı bulduk, ne güzel bir kuldu ve şüphe yok ki o, dâimâ Rabbine dönen, tövbe eden bir kuldu.
45- Ve an kullarımız İbrâhim'i ve İshak'ı ve Yakup'u ki ibâdette kuvvetliydi bunlar, dinde gözleri açıktı.
46- Biz onları, dâimâ yurtları olan âhireti anma huyuyla yarattık da özleri temiz, ihlâs sâhibi kullar ettik.
47- Ve şüphe yok ki onlar, katımızda, seçilmiş, hayırlı kişilerdendi elbet.
48- Ve an İsmâîl'i, El-Yesa'ı ve Zül-Kifl'i ve hepsi de hayırlı kişilerdendi.
49- Ve bu, güzel bir anılıştır ve şüphe yok ki çekinenlere elbette dönülüp varılacak pek güzel bir yer var.
50- Ebedî Adn cennetleri ki onlara açıktır kapıları.
51- Oralarda yaslanıp oturacaklar, diledikleri birçok yemişler ve içecek şeyler, hemen sunulacak kendilerine.
52- Ve yanlarında,.eşlerinden gözlerini ayırmayan hûriler olacak ki her biri de eşit ve aynı yaşta.
53- İşte bu, soru gününde size vaadedilen şey.
54- Şüphe yok ki bu, elbette bizim.rızkımız, hem de öylesine ki bitip tükenmesi yok.
55- Şu da var: Ve şüphe yok ki azgınlara elbette dönülüp gidilecek en kötü bir yer mevcut.
56- Cehennem. Oraya atılırlar ve orası, gerçekten, yatılıp kalınacak ne de kötü yerdir.
57- İşte budur azap, artık tatsınlar gâyet sıcak ve gâyet soğuk suları.
58- Ve daha da buna eşit çeşit-çeşit azaplar var.
59- Bu topluluk, size uyup sizinle berâber cehenneme girenler; rahat yüzü görmesinler; onlar, mutlaka ateşe atılacaklar.
60- Onlar da hayır diyecekler, asıl siz, rahat yüzü görmeyin; siz getirdiniz başımıza bunu, gerçekten de karar edilecek ne kötü yer.
61- Rabbimiz diyecekler, kim bizi buna uğrattıysa ateşte, azâbını bir kat daha arttır onun.
62- Ve ne oldu bize ki diyecekler, kötü saydığımız erleri göremiyoruz?
63- Onları alaya alır-dururduk, yoksa gözümüzden mi kaçtılar?
64- Şüphe yok ki cehennem ehlinin, birbirleriyle şu münâkaşaları, gerçektir.
65- De ki: Ben, ancak bir korkutucuyum ve yoktur tapacak bir ve her şeye üstün Allah'tan başka;
66- Rabbidir göklerin ve yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin o üstün olan ve suçları, cezâ vermeden önce ve tamâmıyla örten.
67- De ki: Bu Kur'ân, en büyük bir haberdir.
68- Siz ondan yüz çevirmedesiniz.
69- En yüce melekler topluluğu, münâkaşa ederlerken benim hiçbir bilgim yoktu.
70- Bana vahyedilmede ve ben, ancak apaçık bir korkutucuyum.
71- Hani Rabbin, meleklere, ben balçıktan bir insan yaratacağım demişti de.
72- Onu tamamlayınca ve ona, rûhumdan üfürünce karşısında yerlere kapanıp secde etmişlerdi.
73- Meleklerin hepsi birden secde etmişti.
74- Ancak İblis secde etmemişti, ululanmıştı ve o, kâfirlerden olmuştu.
75- Ey İblis demişti, kudret ellerimle yarattığıma, ne mâni oldu da secde etmedin? Ululuk mu satmadasın, yoksa yücelerden misin sen?
76- O, ben demişti, ondan hayırlıyım, ateşten yarattın beni ve onuysa balçıktan halkettin.
77- Çık git buradan hemen demişti, gerçekten de taşlanmışsın sen.
78- Ve şüphe yok ki cezâ gününedek benden lânet sana.