Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə11/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   100
a, (a) geniş, düz ve kalın bir ünlü olan a, konuşma dilinde birinci hecelerde yuvarlaklaşma gösterirse de bu yazıda gösterilmez. Eğer ikinci hece açıksa yuvarlaklaşma çok zayıf gerçekleşir. İkiden fazla heceli kelimelerde a ünlüsündeki yuvarlaklaşma kapalı ikinci hecelerde kendini iyice hissettirse de son hecede tamamen kaybolur.

4.1.2. ¥, (ä) geniş ve düz bir ünlü olan ä, damağın ortalarında teşekkül eder ve açıklık derecesi oldukça fazladır. Türkiye Türkçesinde birinci heceden sonraki hece

lerde e olarak gösterilen sesler Başkurt Türkçesinde ä ile gösterilir.

4.1.3. e, (é) düz bir ünlü olan é, ince bir ünlüdür. Kapalı e veya açık i de diyebileceğimiz é, normalden kısadır. Bu nedenle çok heceli kelimelerin ilk hecesindeki é belli belirsiz telaffuz edilir. Kelime başındaki e’ler Rusçanın etkisiyle ye seslerini verir. Bu nedenle kelime başındaki é sesleri/harfiyle gösterilir; `t,`ş,`zlä-

4.1.4. y, (ı) dar, düz ve kalın bir ünlü olan ı, genel Türkçedeki gibi biraz kısa telaffuz edilir. Hatta, çok heceli kelimelerin telaffuzunda bu sesin iyice kısaltıldığı görülür.

4.1.5. i, (i) dar, düz ve ince bir ünlü olan i, çok nadir olarak bazı kelimelerin sonunda iy (î) ve birinci hecelerin sonunda iy şeklinde telaffuz edilir. biy/bî “bey” biylä- “beylemek, yönetmek”, biysä “hanım, eş”.

4.1.6. o, (o) geniş, yuvarlak ve kalın bir ünlü olan o, normalden kısa bir o’dur. En önemli özelliği birinci heceden sonraki hecelerde de bulunmasıdır; boron “eski, önce”, qoyroğo “kuyruğu”. Ancak, telaffuzda çok heceli kelimelerde üçüncü heceden sonra darlaştığı görülür ve ı’ya yaklaşır; boronğo>boronğı “eski, önceki”. Birinci hecelerde ise kısaldığı görülür; bolot>bolot “bulut”. Rusçadan alınan kelimelerdeki o’lar ise Rusçada olduğu gibi açık bir şekilde telaffuz edilir.

4.1.7. ˚, (ö) geniş, yuvarlak ve ince bir ünlü olan ö, tıpkı o gibi normalden kısadır ve birinci heceden sonraki hecelerde de görülür. Telaffuzda o gibi ˚ de çok heceli kelimelerin üçüncü hecesinden sonda darlaşır ve e’ye yaklaşır; öyörlö>öyörle “sürülü, sürüsü olan”. Aynı o’da olduğu gibi birinci hecede oldukça kısalır; böt->böt- “bitmek”, bötä>bötä “başka”.

4.1.8. u, (u) dar, yuvarlak ve kalın bir ünlüdür. Birinci heceden sonraki hecelerde görülmez.

4.1.9. g, (ü) dar, yuvarlak ve ince sıradan bir ünlüdür. Tıpkı u gibi birinci heceden sonraki hecelerde görülmez.

4.1.10. Bugünkü Başkurt dilinde uzun ünlü yoktur. Ancak, normaldan kısa telaffuz edilen ünlüler vardır. Başkurtçadaki é, ı, o, ö sesleri, konuşma dilinde a, ä, i, u, ü seslerinden daha kısa telaffuz edilirler.

2. Ünsüzler

4.2.1. b, (b) tonlu ve çift dudak ünsüzü olan b, genellikle iki ünlü arasındayken sızıcılaşır. (b sesinin bu özelliği, Başkurtça için Kril esaslı yeni alfabe düzenlenmesi çalışmaları sırasında tartışmalara yol açmış, sızıcılaşan bu ses için ayrı bir harf belirlenmesi istenmişse de kabul görmemiştir.)14

4.2.2. v, (v) tonlu ve diş-dudak ünsüzü olan v, Başkurtça kelimelerde bulunmaz. Ancak, Rusça, Arapça ve Farsça gibi başka dillerden alınmış kelimelerde bulunur.

4.2.3. g, (g) tonlu ve ön damak ünsüzü olan g, Başkurtçada inceltilerek telaffuz edilir ve iki ünlü arasında sızıcılaşır. Rusça kelimelerdeki g’ler ise Rusçada olduğu gibi biraz daha kalın söylenirler.

4.2.4. Á, (E) tonlu ve arka damak ünsüzü olan E, hep kalın telaffuz edilir.

4.2.5. d, (d) tonlu bir diş ünsüzü olan d, özellik göstermez. Eski Türkçedeki kelime kök ve eklerdeki d seslerinin çoğunluğu bugünkü Başkurtçada í’ye dönüşmüştür; kuduk>qoíoq “kuyu”, yudruk>yoíroq “yumruk”, kayda>qayía “nerede”

4.2.6. Ó, (í) tonlu, katı, yarı sızıcı ve diş-diş eti ünsüzü olan í, peltek bir ses olup Başkurtçanın en karakteristik seslerindendir. Eski Türkçedeki í seslerinin büyük çoğunluğu Başkurça’da í’ye dönüşmüştür; kaz>qaí “kaz”, kızıl>qıíıl “kızıl”, kuzgun>qoíğon “kuzgun”

4.2.7. Ô, (j) tonlu damak-diş ünsüzü olan á, teşekkül noktası Türkçedekinden biraz daha ileride, damaksıl sestir; ajar “acar”, ajdaha,”ederha” ajğıt- “kişnetmek”, huja “sahip”. Batı dillerinden alınan kelimerde ise Rusçadaki gibi telaffuz edilir.

4.2.8. z, (z) tonlu diş ünsüzü olan z, Başkurtçada çok nadir olarak, ancak Rusça ve diğer dillerden alınan kelimelerde görülür.

4.2.9. j, (y) tonlu ön damak ünsüzü olan y, özellik göstermez.

4.2.10. k, (k) tonsuz ön damak ünsüzü olan k, g ile aynı özellikleri gösterir.

4.2.11. Ï, (q) tonsuz arka damak ünsüzü olan q, diğer Türk dillerindeki q’dan farklılık göstermez.

4.2.12. l, (l) tonlu ön damak ünsüzü í, özellik göstermez. (Başkurtçada ses olarak iki tane l vardır. Ancak, tek harfle gösterilen bu sesleri kalın ünlülerin yanında kalın l (arka damağa daha yakın), ince ünlülerin yanıda ince l (ön damağın biraz ilerisinde) olarak telaffuz edilmesi gerektiği unutulmamalıdır.)

4.2.13. m, (m) tonlu, çift dudak ve geniz ünsüzü olan m, özellik göstermez.

4.2.14. n, (n) tonlu diş ünsüzü olan n, özellik göstermez.

4.2.15. ª, (ñ) tonlu, arka damak ve geniz ünsüzü olan ñ, diğer Türk dillerindeki gibidir.

4.2.16. p, (p) tonsuz ve çift dudak ünsüzü olan p, özellik göstermez. Ancak, bugün, Türkçe pay, parlaq, paşa ve Farsça padişa, parsa gibi birkaç kelimenin dışında ön ses olarak kullanılmaz. Ön seste p bulunan kelimelerin tamamı Rusça ya da Rusça vasıtasıyla Batı dillerinden alınmış yabancı kelimelerdir.

4.2.17. r, (r) tonlu ön damak ünsüzü olan r, dil ucuyla söylenir ve titrektir.

4.2.18. s, (s) tonsuz, sızıcı diş ünsüzü olan s, özellik göstermez. Ancak, Eski Türkçedeki bütün ç seslerinin Başkurtçada s’ye dönüştüğünü unutmamak gerekir.

4.2.19. ç, (v) tonsuz, katı, yarı sızıcı ve diş-diş eti ünsüzü olan v, peltek bir ses olup Başkurtçanın karakteristik seslerindendir. Eski Türkçedeki s sesi kelime içindeki pozisyonuna bağlı olarak h veya v seslerine dönüşmüştür. Eski Türkçe kelime ve eklerdeki ön ses s’ler h’ye, diğerleri v’ye dönüşmüştür. Bu nedenle v sesi günümüz Başkurtçasında kelime başında bulunmaz.

4.2.20. t, (t) tonsuz, patlayıcı bir diş ünsüzü olan t, özellik göstermez.

4.2.21. f, (f) tonsuz, sızıcı ve diş-dudak ünsüzü olan f, özellik göstermez.

4.2.22. x, (x) tonsuz arka damak ünsüzü olan x, yabancı kelimelerde bulunur. Ancak, q>x gelişmesiyle oluşmuş gırtlak ünsüzü x, xan, xanbikä gibi birkaç Türkçe kelimede ve yansılama kelimelerde görülür.

4.2.23. Ù, (h) tonlu, sızıcı ve gırtlak sesi olan h de Başkurtçanın karakteristik seslerindendir. Eski Türkçedeki kelime ve hece başındaki s sesleri Başkurtçada sistemli olarak h’ye dönüşmüştür.

4.2.24. h, (ç) tonsuz ve damak-diş ünsüzü olan ç, bugün yalnızca Rusça ve alıntı kelimelerde bulunur. Eski Türkçedeki ç’ler, alıntı kelimeler de dahil olmak üzere s’ye dönüşmüştür.

4.2.25. w, (ş) tonsuz, sızıcı ve damak-diş ünsüzü olan ş, özellik göstermez. eski Türkçeden günümüz Başkurtçasına değişmeden gelen tek sızıcı sestir.

4.2.26. u-g, (w) çift dudak ünsüzü olan w, Kıpçak Türkçesinin karakteristik seslerindendir. Diş-dudak ünsüzü olan v’den ve çift dudak ünsüzleri olan b, m, p’den farklı olarak iki dudağın birbirine değecekmiş kadar yakınlaşmasıyla teşekkül eder. Yani teşekkül sırasında temas tam değildir. İnce ünlülerle birlikte ¥, kalın ünlülerle birlikte u kullanılır. Mastar eki olarak kullanıldığında ise -uw, üw sesi verir.

4.2.27. Başkurt alfabesinde yer alan ve Rusçadan geçen inceltme ve kalınlaştırma işaretleri çok az kelimede kullanılır.

Tam’yan “Tamyan, bir Başkurt kavmi”, ol’ya “olca, ganimet”

4.2.28. Bugünkü Başkurt alfabesinde yer alan ancak, Rusçaya ait olan ve birden fazla sesi karşılayan harfler ise şunlardır: ë (yo), c (ts), ] (şç), [ (yu), q (ya).

1 Isbirzin, E. F., Gälävetdinov, I. G., Xalikova, R., X, Baskort Ezebi Teleneñ Tarixi, s. 7-8, Kitap, Öfö: 1993.

2 Yazar bu sekilde kullanıyor.

3 A.g.e., s. 8.

4 A.g.e., s. 8.

5 “Basqort tele imlähe”, YAÑI YUL, S. I, Öfö: 1924, s. 28-30; “Basqort tele imlähe”, BELEM, S. I, II, Öfö: 1924, s. 42-45; “Basqort tele imlähe”, BELEM, Öfö: 1928, S. V, VI, s. 43-45 vb.

6 “Basqort tele imlähe”, YAÑI YUL, S. I, Öfö: 1924.

7 Basqortostan Üzäk Däwlät Arxivi, F. R. 798, No: 1275.

8 BASQORT AYMAGI, S. II, Öfö: 1926, s. 1-8.

9 Isbirzin, bu konuda halkın çok istekli olduğunu, Rus harflerine geçiş için ülkenin bir çok yerinde mitingler yapılıp toplanan halk meclisi kararlarının Öfö’ye gönderildigini bildiriyor. (Isbirzin, E. F., Gälävetdinov, I. G., Xalikova, R., X, Baskort Ezebi Teleneñ Tarixi, s. 211, Kitap, Öfö: 1993).

10 Basqort Äzäbi Teleneñ Alfaviti häm Orfografiyahi, Öfö: 1940.

11 Äxmärov, Q. Z., Basqort Yaziwi Tarixinan, Öfö: 1972, s. 84.

12 Basqort Äzäbi Teleneñ Alfaviti häm Orfografiyahi, Öfö: 1942.

13 Basqort Äzäbi Teleneñ Alfaviti häm Orfografiyahi, Öfö: 1951.

14 A.g.e., s. 205-222.

ABSÄLİMOV, Y. M., Başqortostan Tarihı Sit İl Tikşerenevzärendä, Öfö: 1996.

AÇIKGÖZ, Halil (Haz. ), Türk Dünyası Edebiyatı, İstanbul: 1991.

AĞİŞEV, İ. M. ve öte., Başqort Teleneñ Hüzlege, T. I.: A-M, T. II.: N-YA, Russkiy Yazık, Mäskäv: 1993.

ASFANDİYAROV, A. Z., İstoriya Sel i Derevend Başkortostana, Kitap, Ufa: 1997.

ÄSFÄNDİYAROV, Ä., “Könbayış Başqorttar”, AĞİZEL, XI Noyabr, Öfö: 1988, s. 75-90.

ÄXMÄDİYEV, V. ve öte., Başqort Ädäbiäte XX. Bıwat Başı I (Poezia), Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1983.

ÄXMÄDİYEV, V. ve öte., Başqort Ädäbiäte XX. Bıwat Başı II (Proza-Dramaturgiya), Bkn., Öfö: 1984.

ÄXMÄDİYEV, V. ve öte., Başqort Äzäbiäte XX Bıwat Başı - Berense Kitap Poeziya, Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1983.

ÄXMÄDİYEV, V. ve öte., Başqort Äzäbiäte XX Bıwat Başı - İkense Kitap Proza-Dramaturgiya, Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1984.

ÄXTÄMOV. M. X., Başqort Teleneñ Grammatika Hüzlege, Öfö: 1994.

AYUPOV, M. A (Red), Başkortostan, Jyväskylä Finland: 1995.

AZNABAYEV, Ä, M., PSÄNÇİN, V. Ş. Başqort Teleneñ Tarixi Morfologiyahı (Sağıştırma-Tarixi Tikşerenew Täcribähe), Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1976.

“Başkırt”, MEB İslam Ansiklopedisi, C. II, s. 328-332, İstanbul: 1961.

“Başkırt”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. IV, s. 130-131, İstanbul: 1991.

BENZİNG, Johannes (Çev. Mustafa ARGUNŞAH), “Başkurt Türkçesi”, TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI, S. 95 (Nisan 1995), İstanbul: 1995, s. 127-141.

BEYEŞ, Äkräm, Başqort Xalqınıñ Tarihı häm Azatlıq Köräşe, Kitap, Öfö: 1993.

BİKBULATOV, N. V. (Red. ), Başkirskaya Narodnaya Odejna, Kitap, Ufa: 1995.

BOZKURT, Fuat, Türklerin Dili, İstanbul: 1992.

DEVLET, Nadir, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi (1905-1917), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 58, Seri: 111, Sayı: A. 14, Ankara: 1985.

DEVLET, Nadir, Tatarlar-Başkurtlar-Çuvaşlar (İdil-Ural Ekspedisyonu), MÜ Yayınları: 625, TAE Yayınları: 3, Ankara: 1997.

EKBA, Zerama N. (Çev. Sadık SADIKOV), ”Arapça ve Farsça Kelimelerin Başkurt Türkçesi’nde Anlam Değişikliğine Uğraması Üzerine”, MİLLİ FOLKLOR, C. 5., S. 35, s. 61-64, Güz 1997, Ankara: 1997.

ERCİLASUN, Ahmet Bican, Örneklerle Bugünkü Türk Alfabeleri, Kültür Bakanlığı Yayınları: 281, kültür Eserleri Dizisi: 15, 2. Baskı, Ankara: 1989.

ERGİN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, Bayrak, İstanbul: 1988.

FÄXREDDİNEV, Rizaeddin, Bolgar ve Kazan Törekläre, Tatarstan Kitap Näşriyatı, Kazan: 1993.

FÄXRETDİN, Rizaetdin, Mäşhür Ädämnär vä Böyek Xädisälär (1908-1917), ŞURA, 15 Agust 1910.

GABAİN, A. (Çev. Mehmet AKALIN), Eski Türkçenin Grameri, TDK Yayınları: 532, Ankara: 1988.

GARİPOVA, Firdävs, İsemnärdä İl Tarihı, Tatarstan Kitap Näşriyatı, Kazan: 1994.

ĞAYNULLİN, M, XÖSÄİNOV, Ğ., Başqort Sovet Yazıwsıları, Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1967.

ĞAYNULLİN, M., XUSAİNOV, Ğ., Pisateli Sovetskoy Başkirii, Başqortostan Kitap Näşriäti., Ufa: 1969.

İBATOV, A., XIX Ğasırdağı Xandar Jarlıqtarınıñ Tili, Ğılım, Almatı: 1990.

İDELBAYEV, A., “XII-XIII. Bıwattarda Başqorttar”, AĞİZEL XII, Dekabr 1989, Öfö: 1989, s. 56-62.

İstoriya Başkirskoy ASSR, Başkirskoe Kinijnoe İzdatelstvo, Ufa: 1976.

İŞBİRZİN, E. F. ve öte., Başqort Äzäbi Teleneñ Tarixi, Kitap Näşriäte, Öfö: 1993.

JİRMUNSKİY, V. M., “P. M. Melioranskiy i izuçenie eposa Edigey”, Tyurkologiçeskiy Sbornik 1972, Moskva: 1973, s. 141-185.

KARAMANLIOĞLU, Ali, Fehmi, Kıpçak Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları: 579, Ankara: 1994.

KAYDAROV, A. T., ORAZOV, M. (Akt. Vahit TÜRK), Türklük Bilgisine Giriş, İstanbul: 1999.

KORKMAZ, Zeynep, Gramer Terimleri Sözlüğü, TDK Yayınları: 575, Ankara: 1992.

KURAT, Akdes Nimet, XVIII Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Murat Yayınevi, Ankara: 1992 (2) +511.

KUSİMOVA, T., Başqort İsemdäre, Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1982.

KUZEEV, R. G., Başqort Şäcäräläre, Başqortostan Kitap Näşräte, Öfö: 1960.

KUZEEV, R. G., BİKBULATOV, N. V. (Red. ), Xozyastvo i Kultura Başkir v XIX-Naçale XX v., Nauka, Moskva: 1979.

KUZEYEVA, R. G., SALNİKOVA, K. V. Arxeologiya i Etnografiya Başkirii, Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1964.

KÜMİSBAYEV, Ötegen, Tereñ Tamırlar, Ğılım, Almatı: 1994.

MACİTOV, N. A. (RED. ), Vostokovedenie v Başkortostane: İstoriya-Kultura III, Başkirskiy Universitet, Ufa: 1995.

MACİTOV, N., SULTANOVA, A., İstoriya Başkortostana c Drevneyşix Vremen Do XVI Veka, Kitap, Ufa: 1994.

MAQSUD, M., TİMERBAYEF, M. (Haz. ), Un Yıl İçinde Tatar-Başkortlar, Neşriyat, Mäskäv: 1927.

MAQSUTOVA, N., “Xalıq, Tel vä Tarix”, AĞİZEL III, Mart 1991, Öfö: 1991, s. 119-134.

MULLAFULOV, M. G., Leslıe Promıslı Başkir (XIX Naçalo XX v. ), Ufa: 1994.

NÄCMİ, Nazar, Yadğı Yır-Xuş-Xäyruş-Sağırılmağan Qunaq, Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1966.

NURMAĞAMBETULI, Äbilbek, Jer Suwdıñ Atı-Tarixın Xatı, Balawsa, Almatı: 1994.

ÖNER, Mustafa, Bugünkü Kıpçak Türkçesi, TDK Yayınları: 703, Ankara: 1998.

ÖZKAN, Nevzat, Gagavuz Türkçesi Grameri, TDK Yayınları: 657, Ankara: 1996.

ÖZKAN, Nevzat, Türk Dünyası (Nüfus, Sosyal Yapı. dil, Edebiyat), Kayseri: 1997.

ÖZTÜRK, Göksel, Edige Batır Destanı’nın Başkurt Versiyonu (Metin-Transkripsiyon-Çeviri-İnceleme-Dizin) Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul: 2001.

POPPE, Nicholas, Bashkir Manual, Indiana Universty Publications Uralic and Altaic Series, Vol. 36, The Netherlands: 1964.

SULEYMANOVA, A. M., NADERŞİNOV, F. A., Başqort Folklorı, 2. Sığarılış, Öfö: 1995.

ŞÄRİPOVA, Z., “Olo Yazmış”, AĞİZEL, XII Dekabr, Öfö: 1988, s. 112-121.

TAYMAS, Abdullah Battal, Kazan Türkleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları: 15, Seri: III, Sayı: A, 3. Baskı, Ankara: 1966.

TOGAN, A. Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul.: 1946.

TUĞAN, Äxmätzäki Välidi, Xätirälär, Kitap, Öfö: 1996.

URAKSİN, Zinnur, “Başqort Teleneñ Xoquki Xäle”, AĞİZEL IX, Sentyabr 1989, Öfö: 1989, s. 117-123.

“Ural Başqort Xalıq Üzege Qoroltayı”, AĞİZEL VIII, August 1990, Öfö: 1990, s. 116-118.

USMANOV, X. F., İstoriya Başkortostana c drevneyşix vremen do 60-x godov XIX v., Kitap, Ufa: 1996.

VÄLİYEV, F., İSXAQOVA, S., “Başqorttar häm Seberzär”, AĞİZEL, IV, Aprel, Öfö: 1990, s. 116-118.

XUSAİNOVA, G. B., Pismo Batırşi İmperatritse Elizavete Petrovne, Ufa: 1993.

YANGUZİN, R. Z. (red. ), Vostokovedenie v Başkortostane: İstoriya-Kultura II, Başkirskiy Universitet, Ufa: 1995.

YANĞUJİN, R. Z., Başqort Qäbiläläre Tarixınan, Kitap, Öfö: 1995.

YULDAŞBAYEV, Bilal, İstoriya Formirovaniya Başkirskoy Natsii, Başkirskoe Kinijnoe İzdatelstvo, Ufa: 1972.

YUSUPOV, F. Yu., Könyak Ural häm Ural Artı Söyläşläre, Tatarstan Kitap Näşriyatı., Kazan: 1979.

ZARİPOVA, Nur ve öte., Başqort Sovet Ädäbiäti Tarixe (Oçerktär), Başqortostan Kitap Näşriäte, Öfö: 1967.

ZAYNULLİN, M. V. (Red. ), Vostokovedenie v Başkortostane: İstoriya-Kultura I, Başkirskiy Universitet, Ufa: 1995

ÇUVAŞİSTAN CUMHURİYETİ

Çuvaşlar ve Çuvaşça / Doç. Dr. Emine Yılmaz [p.110-118]

Doç. Dr. Emİne YIlmaz

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Çuvaşlar


ilat sıralarında bir kısım Türk boylarının (bu Türk boyları, Hunlar, Bulgarlar, Peçenekler, Hazarlar olarak anılmaktadır) Orta Asya’dan batıya göç ederek bir süre kuzey Kafkasya’da yaşadıktan sonra Doğu Avrupa’ya geçmiş oldukları ve Çuvaşların atalarının da bu göçebe topluluklar içinde yer aldığı biliniyor. Adlarıyla ilk kez 482 yılında karşılaştığımız Bulgarlar,1 (Bizans kayıtlarında Onogur Türkleri), Doğu Avrupa’da dağınık boylar halinde yaşamış, değişik zamanlarda farklı devletler kurmuşlardır.

Orta Volga ve Ural bölgesinin yerli halkları Fin-Ugor topluluklarıydı. Fakat milat sıralarından başlayarak, bu bölgeye batı Sibirya ve güney Urallardan pek çok Türk topluluğu gelmişti.2 2-4. yüzyıllar arasında Volga-Çolman bölgesinde bulunan Hunlar, Volga ve Ural bölgesinde görülen ilk Türklerdi.3 Bu dönemde, Fin-Ugor topluluklarının bir bölümünün de Türkleşmiş oldukları düşünülüyor.4 Bulgarların ataları sayılan Onogurlar da milat sıralarında Batı Sibirya’yı işgal etmiş ve Orta Volga bölgesine kadar yayılmışlardır. Onogurlar, daha sonra büyük Hun kitlesi içine karışıp onların bir parçası olmuşlardır.

Attila yönetiminde bulunan bu büyük Hun kitlesi, Attila’nın 453 yılında ölümünden sonra dağılmaya başlamıştı. Attila’nın oğlu İrnek, Hun boylarını bir süre daha bir arada tutmayı başarmıştı. Bizans tarihçileri tarafından 463 yılında Karadeniz’in kuzeyinde, Tuna ırmağının kolları ile Volga arasındaki bozkırlara yerleşmiş olarak gösterilen Şaragur, Ugor ve Onogur adlı Hun boyları da İrnek’e bağlı boylardan birkaçıydı. İrnek’in boylar üzerindeki egemenliği uzun sürmedi. İmparatorluk hızla dağıldı. Bu imparatorluk içinde yer alan iki büyük Türk boyu, Kutrigur ve Utigurlar, Azak Denizi’ne yakın bir bölgeye göç ettiler. “karışmak” anlamına gelen bulga- eyleminden türediği kabul edilen Bulgar adı bu iki boyun ortak adıdır. Onogur adıyla da anılan bu iki Türk topluluğu, bugün yalnız Çuvaşlar tarafından konuşulan Batı Türkçesinin (Batı Hunca) ilk konuşucularıydılar. Utigur ve Kutrigurların Bizans Devleti ile ilişkileri sırasında, Bizanslıların onlara misyonerler gönderdikleri ve İncil’i de Onogur-Bulgar diline çevirdikleri biliniyor.5 Ancak ne bu çeviri ne de bu dile ilişkin başka bir yazılı belge bugüne ulaşmıştır.

Bizans Devleti’nin, kendi sınırlarını korumak amacıyla Utigur ve Kutrigurları sürekli savaştırması nedeniyle, 6. yüzyılın sonunda Kutrigurlar Azak Denizi’nin batısına, Utigurlar da doğusuna, Kuban boylarına göç ettiler. 555 yıllarında Utigur Bulgarları Kuzey Kafkasya’ya yakın bir yerde bulunuyorlardı. Bu sırada Orta Asya’daki II. Doğu Türk Kağanlığı’nın baskısından kaçan Moğol asıllı Avarlar, 552’de Volga’yı geçip Avrupa içlerine girdiler ve 567’de bugünkü Macaristan topraklarını kendilerine merkez edinerek buralardaki toplulukları egemenlikleri altına aldılar. Kutrigur ve Utigurların ayrı yönlere göç etmelerinin nedeninin Avarlar olabileceği de öne sürülmektedir.

Kutrigur ve Utigurlar bundan sonra ayrı coğrafyalarda ayrı devletler kurarak varlıklarını sürdürmüşler, Kutrigurlar Tuna Bulgarları, Utigurlar ise Volga Bulgarları olarak tanınmışlardır.

Asparuh döneminde de Hazar baskısıyla karşılaşan Kutrigurlar, Don-Dnyeper arasındaki yurtlarından çıkıp, Bizans’tan aldıkları izinle Tuna bölgesine yerleşmişlerdir. Bizans Devleti, 679’da Asparuh yönetiminde Tuna’yı geçerek Dobruca’yı işgal eden Kutrigurlarla barış imzalamak zorunda kaldı ve Tuna Bulgar Devleti de resmen tanınmış oldu. Asparuh’un oğlu

Tervel zamanında Bizansla olan ilişkiler artmıştır. Tervel’den sonra sırasıyla Tvirem Han (718-721), Sevar (721-736), Kormisoş’ (737-754), Sovineh’ (754-760), Teleç (760-763), Savinos (763-765), Umor (Mayıs 765-Haziran 765) başa geçmiş, Telerig (770) zamanında iç karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Kardam (777-803) iç karışıklığa son vermiş, Krum Han (803-814) döneminde de Tuna Bulgar Devleti en parlak yıllarını yaşamıştır. 813’te İstanbul’u almak amacıyla kuşatan Krum Han, ani ölümü nedeniyle bunu gerçekleştirememiştir. Krum Han’ın oğlu Omurtag (814-831) zamanında da ülke ekonomi ve kültür açısından çok ilerlemiştir. Malamır (831-836)’dan sonra yönetime geçen Boris (852-890) zamanında Hıristiyanlık Bulgar devletinin resmi dini olarak kabul edilmiş (864), Yunan papazları halkı vaftiz etmeye başlamışlardır. Bulgar kilisesi Bizans’tan bağımsız olarak bir baş papazın yönetiminde kalmış, Bizans ve Bulgar devletleri arasında otuz yıllık bir barış anlaşması imzalanmıştır. Boris’in oğlu Simeon (893-927) zamanında Balkanlarda Bulgar egemenliği kurulmuş fakat Bulgarlar da tümüyle Slavlaşıp Hıristiyanlaşmışlardır. Bu arada Bulgar Türkçesi de güney Slavcası tarafından sömürülmüş, unutulmuştur. Simeon’dan sonra ülke ikiye ayrılmış, Bizans imparatoru Yoannis zamanında Bulgaristan bir Bizans eyaleti durumuna getirilmiştir. 1018’de Bulgaristan tümüyle Bizans yönetimi altına girmiş, Tuna Bulgar Devleti ortadan kalkmıştır. Tuna Bulgarlarından kalmış olan Bulgarca yazılı belgeler şunlardır:

1. Tuna Bulgar Hanları listesi (Umor dönemi, 765).

2. Rahip Tudor Doksov’un 907 yılında İskenderiyeli Aziz Athanasius’un vaazlarının çevirisine düştüğü bir cümlelik not.

3. Nagy-Szent-Miklós hazinesindeki İlk Bulgarca yazıtlar.

4. İlk Bulgarca yazıtlardaki Türkçe sözcük ve deyimler.

5. Bizans kaynaklarındaki Bulgar Türkçesi etnik adlar.

6. Eski Kilise Slavcasındaki İlk Bulgarca ödünç sözcükler (T. Tekin 1987b: 12).

Kutrigur ve Utigurların ayrılmalarından sonra, Utigurların Azak Denizi’nin doğusuna, Kuban boylarına yerleştikleri belirtilmişti (6. yüzyıl sonu)6 Kuban Bulgarlarının Orta Volga bölgesine geliş nedenlerinin de Avar baskısı olduğu düşünülüyor. Kuban Bulgarları Orta Volga bölgesine geldiklerinde, burada Hunlardan kalma topluluklardan; Türkleşmiş Fin-Ugorlar ve yerli Fin-Ugor halklarıyla karşılaştılar. Bu sırada Orta Asya’da kurulmuş bulunan II. Doğu Türk Kağanlığı’nın batı sınırları Volga’ya dayanmış olduğu için, Volga Bulgarları da bu kağanlığa bağımlıydılar.

Volga Bulgarlarının 7.-9. yüzyıllar arasındaki durumları hakkında çok az bilgimiz var. Yalnız Kutrigurlar (Tuna Bulgarları) gibi onların da bir süre Hazar egemenliğinde yaşadıkları biliniyor. Yine bu yüzyıllarda Volga Bulgarlarının İslam ülkeleri ile ticaret ilişkilerinin olduğu ve bu ilişkilerin İran’dan Harezm’e kadar uzandığı da biliniyor (Kurat 1949a: 782). Toprakları tarıma uygun olduğu için çiftçilikte de çok ileri idiler. İslam ülkeleri ile olan ticaret ilişkileri sonucunda İslamiyet Bulgarlar arasında yayılmaya başlamıştı. 9. yüzyılın sonunda, Volga Bulgarları, camileri, okulları olan, tüccar ve çiftçi bir topluluk olarak görülüyor. Yine bu yüzyılın sonunda, Bağdat halifesinin Bulgar hükümdarı Almuş’a (920-921) gönderdiği elçi heyetinde İbni Fadlan da vardı (Kurat 1949a: 783). Fadlan, ülkesine döndükten sonra Volga Bulgarları ile ilgili anı ve izlenimlerini anlatan bir kitap yazmıştır (Kurat 1949a: 783). Bu dönemde de Volga Bulgarları Hazar egemenliğinde idiler ve merkezleri Volga’ya 6.5 kilometre uzaklıktaki Bulgar şehriydi. Bulgar şehri ile İslam ülkeleri arasındaki ilişki 11. ve 12. yüzyıllarda da sürmüştür.

Rus-Bulgar ilişkisi ilk kez 985 yılında Ruslara ait bir kayıtla belgelenmiştir (Kurat 1949a: 789). Bu kayıtta Kiyefv knezi Vladimir’in Bulgarlar üzerine yürüyüşü anlatılmıştır. Sonra barış yapılmış, 1006’da Ruslar ve Bulgarlar arasında bir ticaret anlaşması imzalanmıştır (Kurat 1949a: 789).

Cengiz’in orduları 1220/1221’de Batı Türkistan’ı istila ettiklerinde, Subutay ve Cebe yönetimindeki iki Moğol tümeni Kafkasları geçip, 1223 Haziran’ında Kıpçaklar ve Rusları yendikten sonra asıl Moğol güçlerine katılmak için Hazar Denizi’nin kuzeyinde ilerlerken Bulgarlar tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüşlerdi. 1236 ilkyazında, Batu Han yönetimindeki Moğol-Türk ordusu Bulgarlar üzerine yürümeye başladı ve 1237 güzünde Volga Bulgar Devleti’ni ele geçirdi. Merkez Bulgar şehri yakılıp yıkıldı. Fakat Altınordu kurulduktan sonra da Bulgar Hanlığı varlığını sürdürdü. Bulgar şehri onarılıp canlandıysa da eski önemini kazanamadı. Çünkü Altınordu Devleti’nin merkezi olarak kurulan Saray şehri giderek önemli bir ticaret merkezi oldu. Aynı zamanda, kuzeye kaçan Bulgar halkının Kazan şehrini ve Ulug Muhammed Han’ın da 1437’de Kazan Hanlığını kurmasıyla Bulgar şehri önemini büsbütün yitirmiştir. Yine de Bulgar şehri 14. yüzyıl ortalarından sonra bile varlığını korumuştur.

14. yüzyılda Altınordu sarsılmaya başlamış ve yavaş yavaş küçük parçalara ayrılmıştır. 15. yüzyılda kurulan

Kazan Hanlığı bugünkü Çuvaşistan’ı da içine almaktaydı. Kazan Hanlığı’nın 1552’de Rus çarı Korkunç İvan tarafından yıkılışından sonra, bölge Rus egemenliğine geçmiştir. Çuvaş adına da ilk kez bu yüzyılın ilk yarısında yazılmış olan Rus kaynaklarında rastlanmıştır.

Ruslara haraç ödemek zorunda kalan Çuvaşlar, yavaş yavaş ellerindeki tüm toprakları yitirdiler. Çok yoksul köylüler, geleneksel olarak sürdürdükleri çiftçiliği bırakarak işçi olarak çalışmaya veya Volga üzerinde taşımacılık yapmaya başladılar. Bazıları iş ararken bölgeden ayrıldı, bir bölümü Türkiye’ye göç etti.7

1650’de Çuvaşistan, Moskova hükümeti ile birleşmiş görünmektedir. Çuvaş bölgesi 17. yüzyılda Simbirsk ve Kazan eyaletleri arasında paylaşılmıştır.8

9. yüzyıldan başlayarak İslamiyetle tanışan ve Altınordu egemenliği altındayken çoğu müslüman olan Çuvaşlar, daha sonraları yoğun Rus etkisiyle Hırıstiyanlığı kabul etmeye başladılar ve Tatarların tersine olarak Çuvaşların çoğu vaftiz oldu. Ruslar bu amaçla İncil’i Çuvaşçaya çevirmeye çalışmışlar, misyonerlere Çuvaşça öğretmek amacıyla da Çuvaşça gramerler hazırlamışlardır. İlk Çuvaşça gramer 1769’da hazırlanmıştır. Hemen ardından dinsel metinler Çuvaşçaya çevrilmiştir. Kazan Üniversitesi, Doğu Dilleri Fakültesi dil araştırmalarına öncülük yapmıştır. Bu öncülükle, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında bir dizi çalışma hazırlanmıştır. 1836’da V. P. Vishnevskiy’in gramer ve sözlüğü yayımlanmıştır.

20. yüzyıl başlarında, bu bölgede bir dizi hükümet karşıtı gelişmeler vardı. 1917 Mart’ında Çeboksarı’da bir Sovyet gücü oluşturuldu ve 1918 Mayıs’ında bütün Çuvaşistan’a yayıldı. Sivil savaş boyunca, karşıt görüşler burada sürekli çatışma halindeydi. Sonunda Bolşevikler kontrolü kazandı ve 24 haziran 1920’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği içinde Çuvaş Özerk Bölgesi oluşturuldu. 21 Nisan 1925’te Çuvaş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne (Çuvaş ASSR) değiştirildi.9 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ise Çuvaş Cumhuriyeti adını alarak Rusya Federasyonu’na katıldı.

Çuvaşistan

Çuvaşistan, Moskova’nın 600 km. doğusunda, Orta Volga’da, Volga dizi denilen bölgenin esas olarak sağ tarafına yerleşmiştir. Kuzey ve kuzeybatısında Mari Cumhuriyeti, doğusunda Tatar Cumhuriyeti ve güneybatısında Mordvin Cumhuriyeti yer alır.

Yüzölçümü 18.300 kilometrekaredir. Başkenti, Rusça söylenişiyle Çeboksarı, Çuvaşça söylenişiyle Şupaşkar’dır. Çeboksarı’nın nüfusu 1979 sayımına göre 308.000’dir. Dokuz şehri ve altı yerleşim birimi vardır. Çuvaşistan’ın toplam nüfusu 1979 sayımına göre 1.298.611’dir. Yine 1979 sayımına göre, bu nüfusun 887.738’ini Çuvaşlar, 37.573’ünü Tatarlar, 338.150’sini Ruslar, 35.150’sini de diğer topluluklar oluşturmaktadır.

Çuvaşların toplam sayısı ise 1979 sayımına göre 1.751.366’dır. Bu nüfusun 887.738’i Çuvaşistan’da, 147.088’i Tataristan’da, 122.344’ü Başkurdistan’da, 532.677’si Rusya federasyonu içinde (Tataristan ve Başkurdistan’da yaşayanlar bu sayıya dahil değildir), 61.519’u ise eski Sovyetler Birliği’nin çeşitli bölgelerinde yaşamaktadır.10

Çuvaşçanın Yeri

Çuvaşça, Türk Dilleri arasında, bir taraftan Moğolcaya diğer taraftan da Fin-Ugor dillerine olan yakınlığı ile özel bir yer tutar. Bu nedenle bir Türk dili olduğunun kanıtlanması uzun tartışmalardan sonra gerçekleşmiştir.

Daha 1828’de Klaproth’un, Comparasion de la Langue des Tchouvaches Avec les Idioms Turks adlı yapıtında ve Schott’un 1841’de De lingua Tschuwaschorum adlı doktora tezinde, Çuvaşçanın bir Türk dili olduğunu söylemelerine karşın (Poppe 1924b: 775-776), Radloff (1882: 90) Çuvaşçayı Türkçeleşmiş bir Fin-Ugor dili saymıştır. O, Çuvaşçanın aşama aşama Türkçeleştiğini düşünmüştür. Şöyle ki;

1. aşama: Türkçe sözcükler çok bozuk alınmıştır; Genel Tü. a > Çuv. ı: Genel Tü. ≤arın‘karın’ > Çuv. hır‰m.

2. aşama: Çuvaşça yavaş yavaş Türkçe sesleri doğru olarak almaya başlamıştır; Genel Tü. a > Çuv. u: Genel Tü. ≤arındaş‘kardeş’ > Çuv. hur‰taş.

3. aşama: Çuvaşça bütünüyle Türkçeleşmiştir. Türkçe sözler aynen alınmıştır; Tü. a = Çuv. a.

Bu görüşte olan yalnızca Radloff değildi. Levesque ve Castrén (Poppe 1924b: 776) de Çuvaşların Türkleşmiş Fin-Ugor olduklarına inanmışlardı.

Çuvaşça ve Çuvaşçanın yeri sorunu 20. yüzyılın başında da çok tartışılmıştır. Aşmarin (1898: 19) ve V. Grønbech (1902), Çuvaşça biçimleri İlk Türkçe biçimlerle karşılaştırmışlar, Çuvaşçanın, eski biçimlerden çok uzaklaşmış olmakla birlikte bazı eskicil özellikler de taşıdığını belirtmişlerdir.

Çuvaşçanın Moğolca ile olan ilişkisi de yine bu dönemde tartışılan konulardan biridir. Németh önce Türkçe-Moğolca soy akrabalığını reddetmişken (1912: 549-576), daha sonra (1913-14: 244) tersine bir yol izleyerek iki dil arasında soy akrabalığı olduğunu kabul etmiş, Çuvaşçanın yerini de şöyle belirlemiştir: “Çuvaşça, bir taraftan Türkçe, bir taraftan Moğolca özellikler taşır ve bu bazen aynı sözcükte ortaya çıkar”. Németh, Çuvaşça ve Moğolca arasındaki ortak özelliklerin her iki dil arasında karşılıklı bir etkileşim ile doğduğunu düşünmüştür. Gerçekte Moğollar ve Çuvaşların hiçbir zaman ortak bir coğrafya ve tarihleri olmamıştır.

Gombocz (1912: 188), Çuvaşça ve Moğolcanın ortak bir yol izlediklerini ve Çuvaşçanın Moğol ve Türk dilleri arasında bir bağlantı oluşturduğunu söylemiştir.

Çuvaşçanın yeri konusunda en ayrıntılı çalışmalar Ramstedt ve öğrencisi Poppe tarafından yapılmıştır. Ramstedt, Çuvaşçanın yeri ile ilgili ünlü makalesinde (1922: 3-34) Çuvaşçayı ilk kez bir Türk dili ve Moğolca ile doğrudan akraba saymıştır. Bütün Türk dillerini bir ana ağıza, Çuvaşçayı ise ayrı bir ağıza götürmüştür.

Ramstedt, Genel Türkçe z/ş = Çuvaşça r/l denkliklerinde, r ve l fonemlerinin birincil olduğunu ve Moğolcada da aynı durumda r ve l bulunduğunu belirlemiştir. Ramstedt’in konuyla ilgili görüşleri şöyle özetlenebilir: Genel Türkçe z ve ş, Çuvaşçada olduğu gibi Moğolca ve Mançu-Tunguzcada da aynı sözcüklerde r ve l fonemlerine denk gelir. Çuvaşça bir Türk dilidir, fakat, Mançu-Tunguzca ve Moğolca kesinlikle değil. Bu nedenle Türkçe z foneminden Çuvaşça-Mançu-Tunguzca-Moğolca r’ye veya Türkçe ş foneminden Çuvaşça-Mançu-Tunguzca-Moğolca l’ye bir geçiş düşünülemez. Bu dillerde birbirinden bağımsız bir Rotasizm veya Lambdasizm de gerçekleşmiş olamaz (l922: 26, 28).

Ramstedt, diğer pek çok Altayca denkliği ve bu arada Moğolca söz başı n-, `-, d-, c-, y- fonemlerinin de Çuvaşçada —-’ye denk geldiğini ilk kez ortaya koyan araştırmacı olmuştur.

Ramstedt’ten sonra Çuvaşçanın yeri konusu öğrencisi Poppe tarafından tartışılmıştır. Poppe’nin (1924b: 775-777, 1974: 136) Ramstedt’ten ayrıldığı noktalar vardır. O, Çuvaşçanın Türk dilleriyle ortak eskicil özellikler taşımakla birlikte bağımsız olarak gelişmiş bir Türk dili olduğunu, Altay dil ailesinin üçüncü bir üyesi olarak Bulgar dalının ses dizgesini taşıdığını ve Bulgarca-Türkçe ana diline gittiğini öne sürmüştür. Ana Türkçe bir z ve ş dili, Ana Çuvaşça da bir r ve l dili olarak ayrılmıştır. Çuvaşça, temel biçimler açısından Genel veya Ana Türkçeden daha eskidir ve özellikle de biçim bilgisel özellikler ve sözcük dağarcığı açısından bu eskilik daha dikkat çekicidir.

Çuvaşça


Çuvaşların ataları olan Bulgar Türklerinin, Orta Asya Türk topluluğundan ayrılıp, batıya doğru göç eden ilk Türk boyları içinde olmaları nedeniyle (bu göçün milat sıralarında gerçekleştiği düşünülüyor) Çuvaşça Türk dilleri içinde en eskicil olanıdır ve tek başına Batı Türkçesini temsil eder.

Çuvaşça, bir r/l dili olan İlk Türkçe döneminde Türk dil birliğinden ayrıldığı için, yine bir r/l dili olan Ana Çuvaşçaya, buna karşılık, diğer bütün Türk dilleri bir z/ş dili olan Ana Türkçe’ye giderler. Bu ses dizilerinden r ve l’nin z ve ş’den eski olduğu, Eski Çuvaşçadan Macarcaya geçmiş sözcükler ile Moğol, Monçu Tunguz ve Kore dillerinde z ve ş yerine r ve l bulunmasından anlaşılmaktadır. Ör.: Çuv. —ur “ilkyaz, ilkbahar” < Ana Çuv. *y†r < İlk Tü.*y†r = Ana Tü. y†z, Orta Tü. y†z, Trkm. y†z, Yak. s†s, Halaç. y†az =Mo. niray “taze” Macar. kölyök [köl’ök] “kurt yavrusu”= Trkm. kˆşek “deve yavrusu”= Mo. gölige “kurt yavrusu”.

Çuvaşça, hem Moğol-Mançu-Tunguz, hem Türk, hem de Fin-Ugor dilleriyle ortak özellikler taşır. Bu nedenle Çuvaşçanın bir Türk dili olduğu uzun tartışmalardan sonra kanıtlanabilmiştir. Daha geçen yüzyılın ortalarında V. Radloff Çuvaşçayı aşama aşama Türkçeleşmiş bir Fin-Ugor dili saymıştı. Bu tartışma 20. yüzyılın başında da sürmüştür. Gy. Németh Çuvaşça ve Moğolca arasında soy akrabalığı olduğunu düşünmüş, Z. Gombocz Çuvaşça ve Moğolcanın ortak bir yol izlediklerini ve Çuvaşçanın Moğol ve Türk dilleri arasında bir köprü oluşturduğunu öne sürmüştür.

Çuvaşçanın bir r/l (söz içi ve sonu) dili olduğu yukarıda belirtilmişti. Çuvaşçanın en belirleyici sesbilgisel özelliği olan bu durumla ilgili örnekler de yukarıda verilmişti. Çuvaşça sesbilgisinin dikkat çekici diğer özellikleri şunlardır: Ana Türkçeden gelişen Türk dillerinde y, z, t seslerine değişmiş veya d olarak korunmuş olan söz içi ve sonu d sesinin r’ye değişmiş olması (Çuv. h > rhü “üzüntü, kaygı”<*≤ad≤u = Eski Tü. ≤ad¢u, Tü. kaygı; Çuv.yar- “göndermek” < *Æd- = Eski Tü. ıd-); i sesinden önce t’ nin ç’ ye, s’ nin ş’ ye değişmesi (Çuv. ç > r > “diri, canlı” < *tNrig = Eski Tü. tirig, Tü. diri; Çuv. ş‰na “sinek” < *si “üç” < *˜ç = Eski Tü., Tü. üç) açık e sesinin büyük bir çoğunlukla a, kapalı é sesinin de büyük bir çoğunlukla i, > olması (Çuv. tar- “kaçmak” < *ter- = Eski Tü., Tü. tez- < *ter-, Çuv. pill > k “5” < *bAl = Ana Tü. bAş, Eski Tü. b¥ş, Tü. beş); ilk ses durumundaki dudak ünlülerinden önce çoğunlukla v- türemesi (Çuv. var “öz” < *ˆr = Genel Tü. öz, Çuv. v > —- “uçmak” < *uç- = Eski Tü., Tü. uç-); birincil uzun ünlülerin kuralsız gelişmelere neden olması (Çuv. k‰vapa “göbek” < *kˆpek = Trkm. gˆbek, Tü. göbek, Çuv. çul “taş” < *tial < *t†l = Trkm. d†ş (buna karşılık Çuv. tul “dış” < *tal = Eski Tü. taş, Tü. dış), Çuv. şur “sazlık, bataklık” <*siar < *s†r ( > Mac. sár [ş†r] “çamur”) = Trkm. s†z-lı≤ “saz olan yer”, Tü. saz “saz, bataklık bitkisi”).



Çuvaş Alfabesi

Ses Bilgisi

Ünlüler

Çuvaşça ünlülerin belirleyici özellikleri, birincil uzunlukların neden olduğu özel gösterimler ve *e/*¥ seslerinin büyük bir çoğunlukla ayırt edilebilmeleridir. Bu nedenle Ana Çuvaşça için onsekiz ünlünün varlığı kabul edilmiştir



Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin