TÜRK TOPLULUKLARI
XX. Yüzyılda Türk Toplulukları / Doç. Dr. Ömer Turan [p.331-360]
Doç. Dr. Ömer Turan
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat /Türkiye
I. Balkanlar’da Türkler
Yirminci yüzyıl Balkan Türkleri tarihi, yüzyıllardır sahibi ve hakimi olarak Balkanlar yarımadasında yaşayan bir milletin çocuklarının, bir türlü alışamadıkları ve içine sindiremedikleri azınlık statüsü içerisinde varlıklarını sürdürme mücadelelerinin; insan haklarının ve azınlık haklarının en çok telaffuz edildiği bir asırda, tarihî olduğu kadar aynı zamanda millî, dinî, siyasî, sosyal ve ekonomik olarak göğüslemek zorunda oldukları baskıların; Türk kimliklerini ve isimlerini koruma mücadelelerinin; her türlü baskıya direnemeyecek noktaya geldiklerinde çok ağır şartlarda Türkiye’ye doğru göç yollarını tutmalarının da tarihidir.
Türkler Balkanlar’ın en eski kavimlerinden biridir. Türklerin Balkanlar’daki varlığı, bugün yarımadanın büyük bir kısmını elinde tutan Slavlardan eskidir. Hun Türkleri MS. IV ve V. yüzyıllarda Balkanlar’a gelerek bölgeyi hakimiyetlerine almışlardır. Hun Türklerini VI. yüzyılda Avarlar, VII. yüzyılda Bulgarlar, X-XIII. yüzyıllarda Kumanlar ve Peçenekler takip etmiştir. Söz konusu Türk boylarının hepsi ilk etapta Balkanlar’da devletlerini kurarak diğer toplulukları hakimiyetleri altına almışlarsa da takip eden yıllarda ya bölgeyi terk etmişler ya da yönettikleri topluluklar arasında erimişlerdir. Söz konusu Türk topluluklardan günümüze kalanlar bazı yer adlarından ibarettir.1 Bugün kendilerinden bahsettiğimiz Balkan Türklüğü, XIV. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’dan Rumeli’ye geçen ve kısa bir sürede bölgeyi yurt tutan Osmanlı Türkleridir. Bugün için bile kısa sayılabilecek bir süre içerisinde güneyde Adriyatik’e, doğuda Karadeniz’e, kuzeyde Tuna’ya ulaşılmış, hatta aşılmıştır.
Yüzyıllardır bölgede devam eden din kavgaları, feodal güçlerin kendi aralarındaki mücadeleler ve angaryadan bıkan yerli halka sevgi ve hoşgörü dağıtan “kolonizatör Türk dervişleri” ve adil ve güçlü Osmanlı yönetimi, bu hızlı ve kolay ilerlemenin iki önemli unsurunu teşkil ederler. Fethedilen bölgeler, vakıflar marifetiyle imar edilmiş, Türk veya Müslüman olan olmayan herkese hizmet veren han, hamam, köprü, çeşme, aşevi ve imarethane gibi sosyal yapılarla donatılmıştır. Fethi müteakip Balkanlar, Anadolu’dan getirilen Türkmen ve Yörük aşiretleri ile “şenlendirilmiş”,2 Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığı “sürgün”3 metodunun bir sonucu olarak iki asırdan daha kısa bir süre içerisinde bugünkü Bulgaristan’ın ve Yunanistan’ın büyük bir kesiminde, Romanya’nın
Dobruca bölgesinde, hemen bütün Makedonya ve Kosova’da Türk nüfusu çoğunluk olmuştur. Bunlara ilaveten Arnavutluk, Bosna ve Rodoplarda yaşayan insanların büyük çoğunluğu Müslümanlaşmıştır.
Dar manasıyla Balkanlar’da Türkler deyince Anadolu kökenli Müslüman Türkler anlaşılır. Kırım’ın Osmanlı hakimiyetinden çıkmasından sonra bugünkü Romanya ve Bulgaristan’a yerleştirilen Tatarlar; Moldova’da, Romanya ve Bulgaristan’da yaşayan Hırıstiyanlığı benimsemiş olmakla birlikte Türkçe konuşan Gagavuzlar da elbette Türklerin bir parçasıdırlar. Ayrıca Osmanlılar döneminde Müslümanlaşan ve bir manada Türkleşen ve bugün kendilerini Türklerden ayrı görmeyen önemli miktarda bir kitlenin yarımadada varlığı da bir vakıadır. Belki de Türki olarak adlandırılması gereken Pomaklar, Boşnaklar ve bir kısım Arnavutlar bu gruba girerler. Bunların en azından bir kısmının yukarıda Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a geldiklerinden bahsettiğimiz Türk toplulukları ile olan bağları yeterince araştırılmamış bir konudur.
Türkler Balkanlara sadece nüfusları ile gelmediler. Balkanlarda yaşayan insanlar Türkler sayesinde veya Türklerle birlikte yeni bir kültür, din, medeniyet, insan anlayışı, dünya görüşü ve hayat felsefesi ile tanıştılar. Kolonizatör Türk Dervişleri ile sevmeyi ve hoşgörüyü öğrendiler. Vakıflarla karşılıksız vermeyi tattılar. Vakıflar sadece cami, tekke ve medrese gibi Müslümanlara hitap eden dini yapılar değildi. Köprü, çeşme, han, hamam, imaret ve aşevi gibi Müslüman olan ve olmayan ayrımı yapmadan herkese hizmet götürdüler.4 Ekrem Hakkı Ayverdi, arşiv ve saha araştırmalarına dayanarak kaleme aldığı eserinde, Osmanlı hakimiyeti döneminde Balkanlar’da 15.787 mimari yapının inşa edildiğini ortaya koymuştur. Bunlar bugün bir şekilde kendisine ve kendisi ile ilgili arşiv kaydına rastlanabilen eserlerin sayısıdır. Araştırılamamış olanlarla birlikte bu rakamın daha yükseleceği tabiidir.5
Balkanlar’daki Türk eserleri plan, hacim, malzeme ve teknik, cephe düzeni ve süslemeler bakımından Osmanlı-Türk mimarisinin bir bölümünü oluştururlar. Aynı dönemde Anadolu’da yapılmış yapılardan farksızdırlar. Filibe’deki Hüdavendigar Camii, Sofya’da Mahmut Paşa Camii, Üsküp’te Sultan Murat Camii, Bursa’daki Ulu Camii veya Niğde Sungur Bey Camii ile aynı mimari özellikleri taşırlar. Filibe’de Şehabüddin Paşa Camii, Üsküp’te İsa Bey ve İshak Bey Camileri, Selanik Alaca İmaret Cami ve Serez Mehmet Bey Camii aynı şekilde Edirne Muradiye Camii, Bursa Muradiye Camii, İstanbul Aksaray Murat Paşa Camii ile büyük benzerlikler gösterirler. Eski Zağra’da Hamza Bey Camii, Saray Bosna’da Gazi Hüsrev Bey Camii, Mudurnu’da Yıldırım Camii ve Halep’te Hüsrev Paşa Camii aynı mimari özelliklere sahiptirler. Bu benzerlikler sadece cami yapılarına mahsus değildir. Üsküp’teki Kurşunlu Han, Bursa’daki Emir Han ile, Saray Bosna’daki Gazi Hüsrev Bey Bedesteni ile Bursa’daki Bedesten, Üsküp’teki Çifte Hamam ile İstanbul Ayasofya Hamamı arasında plan ve diğer mimari özellikler bakımından büyük benzerlikler vardır. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür, fakat bir fikir vermesi bakımından bu kadarını kafi görüyoruz.
Balkan halkları, dillerinden yemeklerine, inançlarından değerlerine, mimarilerine, edebi eserlerine ve günlük hayatlarına kadar hayatın ve kültürün her alanında Türklerden etkilendiler. Osmanlı hakimiyeti döneminde Türkçe, Balkanlar’da geçerli dil (lingua franca) oldu, şehir ve medeniyet dili olarak kullanıldı. Balkan dillerine Türkçe kelimeler, gramer kuralları geçti. Örneğin Sırpça, Hırvatça ve Makedoncadaki Türkçe kelime sayısı 6-7000 civarındadır. Bulgarcada 5.000, Arnavutçada 4.000, Rumcada 3.000 ve Romencede 2.000 civarında Türkçe kelime vardır.6 Makedon müziğinde kullanılan müzik aletlerinin çoğu Türklere aittir.
Türk müziğinin melodileri, makamları, parçaları aynen veya değişerek Makedon müziğine geçmiştir. Aynı durum Yunan ve Bulgar müziği için de geçerlidir. Makedon mimarisinde formlar, dizayn ve süslemeler Türk mimarisinden son derece etkilenmiştir. Hatta Safranbolu’daki Türk evlerinden hiçbir farkı olmayan Ohri’deki Türk evleri Makedon sivil mimarisinin örnekleri olarak takdim edilmektedir. Aynı şekilde Filibe şehrindeki kale içindeki Türk evleri Bulgar sivil mimarisi olarak sunulmaktadır.7
Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflayıp güç kaybetmeye başlamasıyla birlikte Balkanlar’da toprak ve Türk nüfus kaybı başlamıştır. 1699 Karlofça Antlaşması ile başlayan bu süreç Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasına kadar devam etmiştir. Bununla beraber Osmanlı İmparatorluğu’nun son yarım asrında cereyan eden iki büyük savaş sonucunda öncekilerle karşılaştırılamayacak ölçüde Türk ve Müslüman nüfus yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları topraklarını terk ederek Anadolu’nun yollarını tutmuşlar, kalanlar ise bu topraklarda kurulan yeni devletlerin azınlıkları olarak varlıklarını devam ettirme mecburiyeti ile karşı karşıya gelmişlerdir. Bu savaşlardan ilki 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, ikincisi ise 1912-13 Balkan Savaşlarıdır. Esasen Yunanistan Balkanlar’da Osmanlı hakimiyetinden çıkarak kurulan ilk bağımsız devlettir. Ancak 1830 yılında Yunanistan’ın Atina ve Mora yarımadası civarında kurulması üzerine bu toprakları terk ederek Anadolu’ya yönelen Türk ve Müslümanların sayısı daha sonraki yıllarda yaşanan büyük felaketler sebebiyle Anadolu’ya göç edenlerin yanında bir hiç seviyesinde kalır. Bundan dolayı bu çalışmada kendilerinden bahsedilmeyecektir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçekleştirilmek istenen reformlara Boşnak Beylerinin tepkileri, 1874 yılındaki kötü hasat sezonu sebebiyle bölgede yaşanan köylü ayaklanması ve İstanbul’un duruma hakim olamaması gibi sebeplerle büyük devletlerin Bosna meselesini ele alacağı bir konferans beklenirken, bir şekilde bu konferansın gündemine girmek için Bulgar ihtilalcilerin düzenledikleri 1876 Nisan Ayaklanması ve bu ayaklanmanın başıbozuklar tarafından bastırılış şekli ile ilgili haberler Avrupa merkezlerinde kamuoyunu tamamen Türkler aleyhine çevirmişti. Durumdan istifade etmek isteyen Panslavistlerin etkisiyle Rusya 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti.
Ruslar, esasen uzun bir süredir böyle bir savaşa hazırlanıyorlardı. Kuracakları Bulgaristan’ı nasıl yöneteceklerine dair planlar yaparlarken, söz konusu topraklarda Bulgarların çoğunluk olmadıklarını fark etmişlerdi: 1870’li yıllarda bugünkü Bulgaristan topraklarının nüfusu 3.200.000 civarında idi ve bunların yarısı, yani 1.600.000’i Türk ve Müslümandı. Bundan dolayı savaş, üzerinde Bulgaristan kurulacak olan topraklarda nüfusun yarısını teşkil eden Türkleri ve Müslümanları bir şekilde yok etmek ve Bulgarları çoğunluk yapmak üzere, Rus Panslavist Prens Çerkasski’nin tabiri ile “bir ırklar ve yok etme savaşı” olarak planlandı ve uygulandı.8
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile Bulgaristan topraklarında yaşayan Türkler ve Müslümanlar tamamen yok edilememiş, fakat sayıları yarı yarıya azaltılmak suretiyle Bulgarlara bir vatan açılmıştır. Savaş müddetince öncü Kazak birliklerine ve kışkırtılmış Bulgar gönüllülerine işletilen cinayetler, sivil halka karşı reva görülen katliamlar, estirilen terör ve sahnelenen vahşet ile ilgili Batılı konsolosların ve gazetecilerin raporları ciltler tutmaktadır.9 Savaş müddetince çocuk, kadın ve yaşlı demeksizin öldürülen sivillerin; estirilen terör ve vahşetten dolayı yurtlarını terk ettikleri halde yollarda açlık, hastalık ve soğuktan ölenlerin sayılarını tam olarak verebilmek mümkün değildir. Her şeye rağmen İmparatorluk topraklarına canını atabilenlerin sayıları da tam olarak bilinmemektedir. Ancak, savaştan sonra 1880/84 yılında Bulgaristan Prensliği’nde ve 1884 yılında Doğu Rumeli Vilayeti’nde 1884 yılında yapılan ilk sayımda Türklerin ve Müslümanların sayısının 800.000 olduğu görülmektedir. Yani bu savaşta öldürülen, Anadolu’ya göçerken yolda ölen ve Anadolu’ya göç edenlerin sayılarının toplamı 800.000’dir.
Türklerin ağır yenilgisiyle sonuçlanan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Tuna’yı geçen Rus orduları bugün İstanbul’un bir semti olan Yeşilköy’e kadar geldiler. Evvela Ruslarla Türkler arasında Ayastefanos Antlaşması imzalandı. Buna göre Tuna’dan Ege’ye, Karadeniz’den Ohri Gölü’ne kadar yayılmış büyük bir Bulgaristan kuruluyordu. Balkanlar’da güç dengesinin Rusya lehine büyük ölçüde değiştiğini gören büyük devletlerin müdahalesi üzerine bu sefer Berlin Antlaşması imzalandı.10
Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Romanya ve Sırbistan bağımsızlıklarını aldılar, Bosna-Hersek’in yönetimi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na devredildi, yaklaşık olarak bugünkü Makedonya toprakları reformlar yapması şartıyla İstanbul’a bırakıldı, Tuna nehri ile Balkan dağları arasında Bulgaristan Prensliği, Balkan dağları ile Rodop dağları arasında ise Doğu Rumeli Eyaleti İstanbul’a bağlı muhtar yönetimler olarak kuruldu. Hukuken Osmanlı Sultanı’na bağlı olmalarına rağmen söz konusu muhtar yönetimler fiilen birer bağımsız devlet gibi hareket ettiler. Osmanlı yönetimi 1885 yılında Bulgaristan Prensliği’nin Doğu Rumeli eyaletini ilhak etmesine itiraz edemedi.
II. Meşrutiyet’in ilanını takip eden aylarda ve yıllarda İstanbul durulmadı. İktidar mücadelesi ve iç karışıklıklar devam etti. Bu durum Balkanlar’ın yeni devletlerini cesaretlendirdi. Osmanlı’nın Balkanlar’da kalan son topraklarını aralarında paylaşmak üzere aralarında ittifaklar yaptılar. Osmanlı İmparatorluğu’nun Trablusgarp’ta İtalyanlarla savaş halinde bulunması onlara bekledikleri fırsatı verdi.
Balkan devletleri birbiri ardına Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaş ilan ettiler. Bulgarlar İstanbul’a 50 kilometre mesafedeki Çatalca’ya kadar geldiler. Bulgar orduları güneyde Struma ve Selanik’e girdiler. Sırplar bugünkü Makedonya’yı büyük ölçüde işgal ettikten sonra Arnavutluk’a yöneldiler. Kısacası Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar’da kalan bütün topraklarını birkaç hafta içerisinde umulmadık bir şekilde kaybediverdi. Ancak Balkan devletleri Osmanlı’dan aldıkları toprakları aralarında paylaşamadılar. Herkes Makedonya’da aslan payını istiyordu. Bulgarlar eski müttefikleriyle yeniden savaşa koyuldular. Bu sefer Bulgarlar bütün cephelerde yenildiler.
Romenler Güney Dobruca’ya indiler ve bugünkü Makedonya toprakları Sırbistan’ın hakimiyetine geçti. Bulgaristan Dedeağaç ve civarında Ege’ye bir çıkış temin edebildi. Bunların dışında aşağı yukarı bugünkü Balkan ülkelerinin sınırları Balkan Savaşları sonunda çizilmiştir denilse yanlış olmaz. Balkan Savaşlarının sonunda Makedonya’nın Osmanlı hakimiyetinden çıkması ile bugünkü batı sınırlarımız Meriç nehrine çekilmiştir. Bir başka tanımlama ile bugün Balkanlar’da Türkler olarak kendilerinden bahsettiğimiz kitle bu iki savaşla kaybedilen yerlerde her şeye rağmen kalan Türklerdir.
1699 Karlofça Antlaşması’ndan 1912-13 Balkan Savaşlarına gelinceye kadar Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar’da kaybettiği bütün savaşlarda bir miktar insanını savaş yerinde kaybetti, bir miktar insanı bir miktar daha geriye yani Osmanlı hakimiyetinde bulunan topraklara göç etti, bir miktar insanını da kaybettiği topraklarda bıraktı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları gerek savaşta kaybedilen sivil Türk insanı, gerek Anadolu’ya yönelen Türk göçleri ve gerekse kaybedilen topraklarda bırakılan Türk kitleleri bakımından öncekilerle karşılaştırılamayacak boyuttadır. Çünkü 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ve 1912-13 Balkan Savaşları ile bir müddet hakim olunan bir yerlerden öte, nüfusun en az yarısını Müslüman Türklerin teşkil ettiği bir vatan toprağı kaybedilmiştir.
Balkan Savaşları öncesinde bu savaşlara sahne olan üç Osmanlı vilayetinin nüfus durumu tablo I’deki gibidir. Bu tabloda, o zamanlar Bulgar olarak kaydedilen nüfusun büyük bir kesimi daha sonraki yıllarda Makedon olarak anılır olmuştur. Görüldüğü gibi Müslümanlar Selanik vilayeti’nde en büyük grubu teşkil etmektedirler. Sayıları toplam nüfusun üçte biri kadardır. Manastır vilayetinde de Müslümanlar toplam nüfusun üçte birini teşkil etmekte, buradaki en büyük grup olan Rumlara çok yakın bir rakama ulaşmaktadırlar. Kosova’da ise hem en büyük grup hem de toplam nüfusun dörtte üçü Müslümanlardır. Görüldüğü gibi Makedonya bölgesi üzerinde hak iddia eden Rumların, Bulgarların ve Sırpların hiçbiri bu bölgede çoğunluk değildir. Bundan dolayıdır ki, yukarıda Panslavistlerin Bulgaristan yaratmak için başvurulan metotları, her bir topluluk, başta Müslümanlar olmak üzere diğerleri için uygulamıştır.11
Tablo I: Balkan Savaşları Öncesi Vilayet-i Selase’nin Nüfusu (1905)
Selanik Vilayeti Manastır Vilayeti Kosova Vilayeti
Müslüman 485.555 260.418 752.536
Rum 323.227 291.238 13.452
Bulgar 217.117 188.412 170.005
Ulah ve Sırp - 30.116 169.601
Toplam 1.025.899 770.184 1.105.594
Kaynak: Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), s. 9; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılap Tarihi, C. I, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1983, s. 152; Ezel Kural Shaw-Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, İstanbul, 1983, s. 259.
Balkanlar Osmanlı hakimiyetinin son döneminde her bakımdan İmparatorluğun diğer bölgeleri ile kıyas edilemeyecek kadar ileri bir durumdaydı. Hem İmparatorluğun merkezine hem de Avrupa’ya yakındı. Bu bakımdan önemliydi, zengindi. Bugünkü Bulgaristan topraklarının büyük bir kısmını teşkil eden Tuna vilayeti, İmparatorlukta reformların ilk tatbik edildiği pilot bölge idi. 1860’lı yıllarda, Mithat Paşa döneminde gerçekleştirilen reformlar hâlâ Bulgarlar tarafından bile saygıyla anılmaktadır.12 Bu dönemde Makedonya, İmparatorluğun Balkanlar’daki diğer çok önemli bir bölgesidir. Selanik ve Manastır sadece Balkanlar’ın değil İmparatorluğun en önemli siyaset, düşünce, ticaret ve kültür merkezlerindendir.13
Bulgaristan
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Berlin Antlaşması ile kurulan Romanya Krallığı, Sırbistan Krallığı, Bulgaristan Prensliği ve Şarki Rumeli Eyaleti’nde önemli bir miktarda Türk nüfus kalmıştır. Romanya’da Türkler Dobruca bölgesinde yaşamaktadırlar. O zaman kurulan Sırbistan’da önemli sayıda bir Türk nüfus kalmamıştır. Bulgaristan Prensliği’nde Türkler bilhassa Dobruca ve Deliorman bölgeleri olarak anılan Kuzeybatı Bulgaristan’da yaşamaktadırlar. Bu bölgede nüfusun yarısından çoğu hâlâ Türktür. Ruscuk, Şumnu, Razgrad ve Varna, Türk nüfusunun önemli ölçüde yaşadığı yerlerdir. Şarki Rumeli Eyaleti’nde de nüfusun dörtte birini Müslümanlar yani Türkler teşkil etmektedirler.14
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Bulgaristan Türklerinin yapısını değiştirmiştir. Savaş esnasında canını, malını ve namusunu koruyabilmek için Türkler, İstanbul yollarına düzülmüşlerdir. Her şeye rağmen Bulgaristan’da kalan Türkler artık köylü bir toplumdur. Fakir ve cahil insanlardan oluşmaktadırlar. Toprakları ellerinden alınmıştır. Bulgaristan Türkleri üstelik toplum önderlerinden mahrumdurlar ve kendi tabirleri ile “başsız bir gövde” durumundadırlar. Dinî, sosyal ve siyasal hiçbir hususta birlik içerisinde değillerdir. Aydınlar İttihatçı-Abdülhamidci olarak ikiye ayrılmışlardır. Birbirlerini kıyasıya eleştirmekte ve yıpratmaktadırlar. Hâttâ birbirlerini Bulgar yönetimlerine şikayet ve ihbar etmektedirler.15
Osmanlı hakimiyetinin Balkanlar’dan çekilmesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun ve daha sonra onun varisi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu topraklarla ilgili olarak büyük devletlerle veya bu topraklarda kurulan devletlerle imzaladığı hemen bütün anlaşmalarda buralarda kalan Türklerin hakları ile ilgili özel hükümler konulmuştur. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile imzaladığı Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) bu tür anlaşmaların ilkini teşkil eder. Antlaşmanın beşinci maddesi Bulgaristan’da yaşayan azınlıklarla
ilgilidir. Buna göre Bulgaristan’da din ve mezhep ayrımı yapılamaz. Azınlıklar Bulgar çoğunluk gibi siyasi ve medeni haklardan yararlanabilirler. Din ve ibadet özgürlüğü ve dini hakları garanti edilmektedir. Türkler Bulgaristan’da yaşayan en büyük azınlık oldukları için bu maddede doğrudan da Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan’da kalan Türklerin siyasi, dini ve medeni hakları ve söz konusu ülkelerde kalan Türklere ait şahsi mallar ve vakıf malları da garanti edilmektedir.16
Sokollu Mehmet Paşa’nın yüzyıllar önce belirttiği gibi “ahdnameler ölü doğmuş birer vücuttur. Onlara hayatiyet bahşedecek olan şey, tarafların bunları yaşatmak için duydukları arzu ve azimdir.”17 Yani antlaşmalar, bu antlaşmaları imzalayan tarafların arzu ve gayretleri nispetinde yaşarlar. Berlin Antlaşması, Bulgaristan Türklerinin sosyal, siyasal, medeni, dini haklarını garanti etmiştir. Bulgaristan Anayasası bu hükümleri Bulgaristan’ın iç hukukunun temeli olarak tanımlamıştır. Hiç bir anayasa maddesinin veya sonradan çıkarılacak kanunun bu hükümleri değiştiremeyeceği tasrih edilmiştir. Bununla birlikte Bulgaristan Prensliği, Berlin Antlaşması ile Türklere verdiği sözlere uymamıştır. 1878-1908 yılları arasındaki Bulgaristan Prensliği döneminde Bulgaristan Türkleri her alanda büyük sıkıntılar çekmişlerdir. Bulgaristan Prensliği’nde 1880 ve Şarki Rumeli Eyaleti’nde 1884 yılında yapılan ilk sayım sonuçlarına göre bugünkü Bulgaristan topraklarında 800.000 civarında Türk yaşamaktadır. Türkler toplam nüfusun yaklaşık olarak %27’sini teşkil etmektedirler. Şarki Rumeli Eyaleti, 1885 yılında Bulgaristan Prensliği ile birleştirildiği için burada her iki bölge birlikte değerlendirilmektedir. 1908 yılında Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra 1910 yılında yapılan ilk nüfus sayımına göre Bulgaristan Türklerinin sayısı 600.000 civarındadır ve toplam nüfusun %13’ünü teşkil etmektedirler. 30 yıl içerisinde Bulgaristan Türklerinin sayısı 800.000’den 600.000’e inmiş, Türklerin toplam nüfusu nispetleri de %27’den %13’e düşmüştür. Yüksek doğurganlıklarına rağmen Bulgaristan Türklerinin gerek sayılarındaki gerekse toplam nüfusa nispetlerindeki azalışın tek sebebi tahmin edileceği gibi Türk topraklarına olan göçlerdir.
Bulgaristan Türklerinin yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları toprakları terk edip Osmanlı topraklarına göç etme sebeplerinin başında can, mal ve namus emniyeti arayışı gelir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında yaratılan büyük dehşet ve teröre rağmen bu topraklarda kalan insanlar veya Berlin Antlaşması’nın verdiği garantilere güvenerek savaş zamanında terk ettikleri topraklarına geri dönenler artık bu topraklarda istenmediklerini çok açık bir şekilde görmüşlerdir. Bulgar yönetimler, sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel alanlarda yaptıkları yeni düzenlemelerle Türklerin bu topraklardan gitmeleri için ne mümkünse yapmışlardır. Devlet destekli çetelerin ve jandarmanın baskısı, ağır vergiler, evlerine ve arazilerine el konulma, sistemli olarak mallarının çalınması, olur olmaz bahanelerle verilen ağır cezalar, Türklere karşı verilen zararların takip ve tanzim edilmemesi, ayrımcılık ve diğer türlü baskılara dayanamayan Türkler, artık bu topraklarda şerefleriyle yaşamaktan ümitlerini keserek başta İstanbul olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu topraklarına doğru göç yollarına düzülmüşlerdir. Prenslik döneminde Bulgaristan’dan Türkiye’ye doğru yaşanan Türk göçü hiç bir zaman kesilmemiştir. Bununla beraber Prensliğin kuruluşundan 1893 yılına kadar olan dönemde takip eden yıllara nispetle daha yüksek oranda bir göç gözlemlenmektedir. Göçenler en ucuz fiyatlarla mallarını satarak, satamadıklarını güvendikleri insanlara emanet ederek bir daha dönmemecesine Bulgaristan’ı terk etmişlerdir.18
Richard Crampton’un tespitlerine göre, Bulgaristan’ın kuruluşundan 1888 yılına kadar, yani on yıl içinde dört buçuk milyon dekar ekilebilir arazi el değiştirmiştir. Elbette ki bu toprakların tamamına yakını Türklere ait idi. Bu miktar Bulgaristan’daki ekilebilir arazinin dörtte birini teşkil etmektedir. 1900’lü yıllara gelindiğinde Bulgaristan’da çoğunluğu Müslümanlardan Hrıstiyanlara olmak üzere el değiştiren toprakların miktarı yedi milyon dekara ulaşmıştır. 1876’da Rumeli’de Türklerin elindeki topraklar toplam toprakların %50’si iken, 1885’te bu oran %28’e düşmüştür. Müslüman küçük çiftçinin elinde olan ise bunun da yarısı, yani %14’üdür. Kuzey Bulgaristan’da durum daha da kötü, bu nispetler çok daha düşüktür. Eski Zağra’da, tamamına yakını Türklerin elinde olmak üzere, savaştan önce 100 kadar çiftlik vardır. 1884 yılında bu çiftliklerin sayısı 46’ya, 1886 yılında ise dörde düşmüştür. Bu dört çiftlikten sadece bir tanesinin sahibi Türktür.19
1877-78 Savaşı esnasında Bulgaristan’daki Türk varlığına karşı her manada yürütülen tahribat Prenslik döneminde de devam etmiştir. Dini yapılar bunların başında gelir. Savaş esnasında büyük ölçüde yok edilen camilerden kalanların yıkılmasına bu dönemde devam edilmiştir. Örneğin Tuna Vilayeti Salnamesi’ne göre, savaştan önce Sofya şehrinde 44 tane cami mevcut iken, 1902 yılında şehirde kalan tek camiyi plan gerekçesiyle yıkılmaktan Fransız Konsolosluğu’nun teşebbüsleri önleyebilmiştir. 1897 tarihli bire rapora göre Ruscuk’ta bulunan 29 caminin yedisi yıkılmış, şehir planını bozduğu gerekçesiyle 16 tanesinin de yıkılması kararlaştırılmıştır.20 Berlin Antlaşması ile kuruluşundan 1 Ekim 1879 tarihine kadar Doğu Rumeli Vilayeti’nde 756 İslami eser tahrip edilmiştir.21 Camiler gibi şehir planları gerekçesiyle İslam mezarlıkları da yok edilmiştir.22 Bulgaristan Müslümanlarının dini yönetimi-
ne müdahale edilmiştir. Müftülüklerin seçimine müdahaleler edilmiş, müftülüklerin o dönemdeki en yüksek dini mevki olan Halifelik ile irtibatına müdahale edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |