Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri


Işık, Sayı 8, 18.09.1941, İ. Tatarlı, Antologiya



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə44/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   100
Işık, Sayı 8, 18.09.1941, İ. Tatarlı, Antologiya, 1960, s. 17)

Ülkenin özgür ve eşit haklara sahip vatandaşları için de şöyle denilmektedir:

Ayrılık, gayrılık kalktı aradan

Her hakta bir oldu Aliyle Yordan

(O. İbrahim, Işık, Sayı 7, 1945)

Türkçe gazetelerde komünist rejim önderi G. Dimitrov’a hasredilen şiirler, ateizm konulu yazılar da bulunmaktadır.

İkinci dönem edebiyatı işte böyle devlet desteği ve devlet kontrolünde, resmi ideolojinin propagandası niteliğinde gelişmeye başlamıştır.

Bu dönem edebiyatında da iki alt dönemden söz edebiliriz. Birinci alt dönemin 1945’ten 1954’lere kadar sürdüğü, ikinci alt dönemin de 1955’ten 1990 yılının başına kadar devam ettiği söylenebilir.

a. Birinci alt dönem edebiyatında Tanzimat edebiyatının izleri vardır. Sanatçıların çoğu ilkokul, rüştiye, Nüvvap veya lise mezunu öğretmenlerdir. İlk yazılan eserler şiir türünde olup, şiiriyetten, estetik nitelikten yoksun eserlerdir. Yazılan ilk öyküler de oldukça cılızdır.

Birinci alt dönem edebiyatı temcilcilerinden Hafız İslam Ergin, Ayrantok, Mehmet Müzekkâ Can, Osman Sungur (Keskioğlu), Hafız Tuna gibileri İkinci Dünya Savaşı öncesi edebiyatla savaş sonrası ilk yıllarda yazılan edebiyat arasında bağlantıyı gerçekleştiren ve edebiyat geleneklerini sürdüren sanatçılar olurlar. Daha sonraları bunlara Selim Bilâl, Sabri Demir, Süleyman Hafız vb. aydınlar da katılır. Amatörlük arka plana bırakılarak gerçek sanat eserlerinin yazılmasında gelişmeler başlar ve böylece 1950’lerin başlarında nazımda olduğu gibi, düz yazıda da başarılar görülür.

b. İkinci alt dönem edebiyatı daha farklı koşullarda gelişmeye başlar. Türklerin yaşamında da artık birçok yenilik raylara oturtulmuştur. Bu yıllarda Türk liselerinde, öğretmen okullarında ve enstitülerinde, Sofya Üniversitesi’nin Türkoloji bölümünde Türk halk edebiyatı, Türk edebiyat tarihi müfredat programlarında esas dersleri oluşturmaktadır. En yeni Türk edebiyatı temsilcilerinin bazı eserleri “Halk Eğitimi” Yayınevince yayınlanmaktadır. Dünya, Rus ve Bulgar klasiklerinin eserlerinden seçmeler yapılarak Türkçeye çevirileri yayınlanmaktadır. Türk öğretmen okul ve enstitüleri, Sofya Üniversitesi Türkoloji ve öteki Türkçe bölümleri, mezunlarını vermeye başlamıştır. Türkçe çıkan gazete ve dergilerin sayısı artmıştır. Türk estrat (müzikal) tiyatrolarının faaliyetleri Türk köylüsü arasına da girmiştir. Türkçe radyo yayınları artırılmıştır. Bütün bu sayılanlar Bulgaristan Türkleri’nin genel kültür kalkınmasını sağlayan faktörlerdir.

Türk edebiyatı, Bulgaristan Türk sanatçılarına dil, üslûp ve ifade zenginliği açısından örnek olur. Konu ve ideolojik açıdan da Sovyet ve Bulgar edebiyatı oldukça etkili olur.

1950’lerde ve 1960’lı yıllarda yetişen sanatçılar Bulgaristan Türkleri edebiyatına yeni davranış, yeni haykırış, yeni içtenlik getirmişlerdir. 1950’lerin başlarında edebiyatın ön saflarında bulunanlardan Selim Bilâlov (Sertel), Sabri Demirov, Riza Mollov, Kemal Bunarciev, Süleyman Gavazov, Hasan Karahüseyinov vb. birinci kuşak sanatçılar gurubunu oluşturmaktadırlar. İkinci kuşak sanatçıların başında Ahmet Şerifov, Sabri Tatov, Ahmet Tımışev, Niyazi Hüseyinov, Muharrem Tahsinov, Lütfi Demirov, Mehmet Bekirov, Sabahattin Bayramov, Halit Aliosmanov, Lâtif Aliev, İshak Raşidov, Mehmet Davudov, Mehmet Çavuşev, Kâzım Memişev, Nevzat Mehmetov, Ömer Osmanov, Recep Küpçiev, Ali Kadirov ve daha bir sıra yazar ve şair bulunmaktadır. İkinci kuşağın bir devamını oluşturan ve edebiyatımıza değerli eserler kazandıran sanatçılardan da Mustafa Mutkov, Sabri İbrahimov, İsmail Çavuşev, Faik İsmailov, Halim Halilibrahimov, Süleyman Yusufov, Durhan Hasanov, Osman Azizov, Şabah Mahmudov, Şahin Mustafov, Naci Ferhadov, Ali Bayramov, İslâm Beytullov, Turhan Rasiev, Ahmet Eminov, Aliş Saidov, Mustafa Çetev, Mehmet Sansarov, Ali Durmuşev ve adlarını sayamadığımız daha birçokları üçüncü kuşak sanatçılar grubunun başında bulunmaktadırlar.

Söz konusu alt dönem edebiyatında kadın sanatçılarımızdan Mefküre Mollova, Nadiye Ahmedova, Lâmia Varnalı, Necmiye Mehmedova vb. yaratıcılıklarını sürdürmüşlerdir.

İkinci ve üçüncü kuşak sanatçılarda yeni edebî yapılışlar belirmiş, özellikle şiirde sanat daha gelişmiştir.

Öykü türünde değerli eserler veren Selim Bilâlov, Kemal Bunarciev, Ahmet Tımışev, Sabri Tatov, Hüsmen İsmailov, Muharrem Tahsinov, Halit Aliosmanov, Ali Kadirov, Halim Halilibrahimov ve daha birçok sanatçımızdır. Uzun Öykü’de İshak Raşidov’un imzası bulunmaktadır. Roman türünde ilk adımlar 1960’larda atılmıştır. Sabri Tatov ilk romancımız olarak edebiyatımızda yer almakta, ikinci romancımız da Halit Aliosmanov’dur. Uzun öykü türünde eser yazan Sabri Tatov ve Ömer Osmanov olmuştur.

Mizah ve fıkra alanında da başarılı eserler yazılmıştır. Mehmet Bekirov, Ahmet Tımışev, Turhan Rasiev vb. bu tür eser yazan sanatçıların başında bulunmaktadırlar.

Sahne eserleri türünde en ağır basan perdelik piyeslerdir. Bu edebî türde ilginç eserler veren Yusuf Kerimov, Hasan Karahüseyinov, Sabri Tatov ve daha birkaç sanatçı olmuştur.

Edebiyatımızın önemli bir bölümünü oluşturan çocuk edebiyatımız da bu dönemde oldukça gelişmiş ve çocuklara ait bir hayli şiir ve düz yazı eserleri yazılmıştır. Çocuk edebiyatının gelişmesi Ahmet Şerifov ile başlar ve İshak Raşidov, Nadiye Ahmedova, Nevzat Mehmedov gibi sanatçıların eserleriyle zenginleşir.

Eleştiri türünde ilk adımlar 1948-50’de atılır ve ellilerde geliştirilerek 1960’lı yıllarda ilginç yazılar yazılır, Türkçe yayınlanan sanat eserleri değerlendirilir. Eleştiri dalında başarıyla çalışan Rıza Mollov, İbrahim Tatarlı, İshak Raşidov, Mehmet Çavuşev, İbrahim Beyrullov gibi araştırmacılar olmuştur.

Bulgaristan Türk azınlık edebiyatının tarihi boyunca en çok sanatçı yetiştiği ve en çok Türkçe eserin yayınlandığı dönem 1950 ve 1960’lı yıllar olmuştur. Söz konusu yıllarda Bulgaristan Türk edebiyatı oldukça yüksek bir düzeye ulaşmıştır.

Üçüncü Dönem Edebiyatı

1989 yılı, Büyük Göç yılı olarak tarihimize geçmiştir. Aslında 1989 yılı, Büyük Göç’ün başlangıcı olmuştur. Çünkü göç günümüzde de devam etmektedir.

1989 yılı sonlarından bu yana Bulgaristan’da ve tüm Doğu Bloku ülkelerindeki gelişmeler Bulgaristan Türk edebiyatına da yansıdı. Demokratikleşme koşullarında edebiyatımız da yeni yeni filizlenmeye başladı. Ancak bir önceki dönem sanatçılar kadrosu artık dağılmış, Bulgaristan’da kalan aydınlarımızın sayısı oldukça azalmıştır. Büyük kan kaybına uğratılmış üçüncü dönem edebiyatımızı araştırırken Bulgaristan’da ve Türkiye’de gelişmesini sürdüren bir edebiyat olarak ele almalıyız. Belki de sadece bu dönemi değil, başlangıcından bu yana edebiyatımızı böyle ele almak daha doğru olacaktır. Çünkü tarihimiz boyunca kan kaybı devam etmiştir. Farklı koşullarda gelişmekte olsa da, bu edebiyatın merkezinde Bulgaristan Türkü vardır, insanımızın alın yazısı vardır.

Üçüncü dönem edebiyatı temsilcileri arasında bulunan ve son yıllarda aramızdan ayrılan Kemal Bunarciev, Mustafa Kahveciev, Mustafa Mutkov (Mutlu), Faik İsmailov (Arda), Mülâzim Çavuşev, Servet Tatarov; Türkiye’de bulunanlardan da Ahmet Şerif (Şerefli), Lâtif Ali Yıldırım, Hasan Özkan vb. güçlü kalemlerimiz güzel eserleriyle en yeni edebiyatımızın gelişmesinde katkıda bulundular. Yeni koşullarda Yusuf Kerimov, Ahmet Tımışev, Muharrem Tahsinov, Halit Aliosmanov, Sabri İbrahimov (Alagöz), İsmail A. Çavuşev, Ali Pirov, Osman Azizov, Ali Bayramov, Turhan Rasiev, Aliş Saidov, Naci Ferhadov, Ali Durmuşev, Mehmet Sansarov, Mustafa Çetev, İsmail Yakubov, Saffer Eren, Kadir Osmanov, Nuri Turgut Adalı, Sabri Tata, Sabahattin Bayram Öz, Ömer Osman Erendoruk, Niyazi Hüseyin Bahtiyar, Mehmet Çavuş, Ahmet Emin Atasoy, Yusuf Ahmet Taşkın, Zait Güney, Mehmet Alev, İslâm Beytullah Erdi, Lâtif Karagöz, Şaban Mahmut Kalkan, Süleyman Yusuf Adalı, İsa Cebeci, İsmail İbiş, Nazmi Nuri Adalı, Avni Veli Özgürer ve daha birçok sanatçımız yaratıcılıklarını sürdürmektedirler. Bunlar arasında kadın sanatçılardan da Mukaddes Akmanova, Nefise Habib Adıgüzel, Fahriye Güney vb. şiir ve düz yazı eserleriyle bu dönem edebiyatımızda yer almaktadırlar.

Üçüncü dönem edebiyatı konu bakımından ikinci dönem edebiyatından farklılaşmaktadır. Önceki dönemdeki angajelik, güdümlülük artık yoktur. Bir zamanlar tabu olan ya da başka açıdan ele alınan dil, din, özgürlük gibi konular bugün sanatçıların işledikleri esas konulardır. Göçmenlik konusu da var gücüyle bu dönem edebiyatımızda damgasını vurmaktadır. Nedense, göçmenlik motifi hiçbir zaman Bulgar sanatçılarına konu olmamıştır. Bulgar sanatçılar bu büyük insan dramı karşısında sessiz kalmışlardır. Bulgaristan toplum hayatını devamlı etkileyen göçmenlik hakkında sadece Yordan Yovkov’un bir-iki öyküsünde birşeyler bulabiliyoruz.

Bu dönemde de gelişme açısından şiir türü başta bulunmakta. Öykü türünde büyük mesafe alındığını söyleyebiliriz. Roman türü, Sabri Tata (Tatov), Ömer Osman Erendoruk, İslâm Beytullah Erdi gibi sanatçıla-

rımızın yeri romanlarıyla zenginleşmiştir. Çocuk şiirinde Aliş Sait, Lâtif Karagöz, çocuk öykülerinde de Muharrem Tahsin ön saflardadırlar. Mizahta Yusuf Kerimov, Ahmet Tımışev, Turhan Rasiev, Mukaddes Akmanova, Hüseyin Kösv vb. sanatçılarımızın başarısı vardır. Eleştiride İbrahim Tatarlı, Niyazi Hüseyin Bahtiyar, Mehmet Çavuş, İsmail Çavuş, Osman Aziz, Sabri İbrahim Alagöz vb. araştırmacıların çalışmalarıyla bu dalda da gelişme sağlanmıştır.

Eserlerin diline gelince; bazı eserlerde Rumeli şivesi özellikleri bulunsa da, genel itibarıyla bunlar Türk yazı dilinde yazılmış eserlerdir. Son yıllarda Türkiye ile sıkı ilişkiler sanatçılarımızın dili ve uslûbunu olumlu yönde etkilemiştir.

Buraya kadar yazılanları özetleyerek şunu belirtmeliyiz:Öteki Balkan ülkeleri Türk edebiyatlarına kıyasa başlangıcından bu yana en uzun azınlık tarihine sahip Bulgaristan Türkleri edebiyatı, türlü aşamalardan geçerek, tüm frenlemelere rağmen bugüne kadar gelişmesini sürdürebilmiştir. Zengin sanatçı kadrosu ve eserler listesiyle bu edebiyat Balkanlar’daki Türk edebiyatında önemli bir yer almaktadır. Fakat Bulgaristan Türk edebiyatının geleceği hakkında iyimser olmak biraz zordur. Çünkü Bulgaristan’da az sayıda kalan sanatçılarımızdan en “genç” olanlar 48-50 yaşlarındadır. Türkçe eğitimin on yıllarca yasaklanmış olması, nesiller arasında büyük kopukluğa neden oldu. Bu ülkede Türkçe eğitim sağlanamazsa, gelecek kuşaklar arasında edebiyat geleneklerimizi sürdürecek sanatçılar bulmak kolay olmayacaktır.

1 Vrızki na sıvmestimost i nesivmestimost mejdu hıristiyani i müsümani v Bılgariya (Bulgaristan’da Hıristiyanlar ve Müslümanlar Arasında Bağdaşabilirlilik ve Bağdaşamamazlık). Fondatsiya “Mejdunaroden tsentırpo problemite na maltsinstvata i kulturnite vzaimootnoşeniya”, Sofiya, 1994, s. 21-22.

2 İsen, M. Ötelerden Bir Ses, Ankara, 1997, s. 515.

3 Bahtiyar, N. H. Bizim Anayurt gazetesinin hemen hemen her sayısında böyle araştırmalar bulunmaktadır.

4 Mollov, R. Edebî Makaleler, Sofya, 1958.

5 Tatarliev, İ. Antologiya (IX. 1944’ten Sonra Bulgaristan Türklerinin Edebiyatı). Sofya, 1960, Tatarliev, İ. Antoloji, Sofya, 1964.

6 Hafız, N. Bulgaristan’da Çağdaş Türk Edebiyatı Antolojisi tanb. C.

I, II, 198; Hafız, N. Bulgaristan’da Çağdaş Türk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul, C. III, 1989.

7 Bahtiyar, N. H. Çağdaş Rodop Türk Şairlerinden Esintiler (Antoloji). Ankara, 1996.

8 Süleymanoğlu Yenisoy, H. Başlangıcından Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi (Nesir-Nazım). Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997.

9 Çavuş, M. 20. Yüzyıl Bulgaristan Türkleri Şiiri (Antoloji), İst., 1996.

10 Süleymanoğlu Yenisoy, H. Bulgaristan Türkeri Şiiri, Türk Dili-Türk Şiiri Özel Sayısı V (Türkiye Dışı Çağdaş Türk Şiiri), Mark, 1996, s. 449-578.

11 İsen, M. a.g.e.

Bulgaristan’da Türk Halk Kültürü / Prof. Dr. İbrahim Tatarlı [p.424-431]

Prof. Dr. İbrahİm TatarlI

Sofya Yüksek islam Enstitüsü /Bulgaristan

Bulgaristan’da Türk halk kültürünün uzun bir geçmişi vardır. En eski çağlarda oluşarak, çeşitli dönemlerde gelişerek ve zenginleşerek, toplum yaşamında çok yönlü sosyal işlevler görmüştür. Sinkretik nitelikte olan halk kültürü, kendisinde sözlü şiir ve anlatı edebiyatını, halk musikisini, halk koreografisini ve halk sahne sanatını biriktirmektedir. Nitekim daha sonraki profesyonel ve kişisel kültürün temellerini oluşturmuştur. Tükenmez ve ölümsüz ilham kaynağı konumundadır. Zengin manevî, moral ve estetik değerlere sahip olan Türk halk kültürü ve özellikle halk sanatı çeşitli etnik, millî din ve dil toplulukları arasında karşılıklı dostluk, iş birliği ve uygarlık alış verişinin güçlü bir faktörü haline gelmiştir. Bundan dolayı halk kültürünün ve özellikle halk sanatlarının araştırılması, yapıtlarının toplanması, değerlendirilmesi ve yeni baştan üretilmesi ve geliştirilmesi, akademik kuruluşların, yükseköğretim kurullarının öğretim, eğitim ve kültür müesseselerinin başlıca amacı olmalıdır…

I

Bulgaristan’da Türk halk kültürünün ve özellikle sözlü halk edebiyatının araştırılması halk biliminin XIX. yüzyıldan zamanımıza değin konusu olmuştur. Onlarla ilgili bilgiler ise bütün Ortaçağ tarih, kronik, Avrupa ve Osmanlı seyyahların yapıtlarında bulunmaktadır. Macar bilimcileri, genellikle Türk halk kültürünün ve özellikle Bulgaristan’da ve Balkanlar’da Türk kültürünün ve sözlü halk sanatının yapıtlarının toplanması, derlenmesi ve araştırılmasında öncülük yapmışlardı. Bu yönde Budapeşte Üniversitesi’nin bir bilim merkezi olarak önemi çok büyüktür. Türkoloji araştırmalarını dünyaca tanınmış Arman Vamberi, Jozev Buden gibi bilim adamları teşvik etmişlerdir. Halk Türk kültürü ve sözlü yapıtların bilimsel araştırılması ve değerlendirilmesi çalışmalarının temellerini, Kuman asıllı Macar bilgini Ignácz Kúnos (1860-1945) atmıştır. O bilimsel araştırmalarını ve derleme çalışmalarını bir arada sürdürmüştür. Sistematik ve plânlı olarak yaptığı ziyaretler ve araştırmalar sonucunda Balkanlar ve Türkiye’deki Türk sözlü halk sanatının örneklerini birkaç cilt halinde yayımlamıştır. Eğer Türk halk sanatının birçok dahiyane örnekleri korunabilmiş ise biz bunu kendisine borçluyuz. Bunların arasında, Ada Kale’de kaydettiği incilerden biri şudur:



Ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu,

Bülbülün figanı bağrımı deldi.

Gül alıp satmanın zamanı geldi

Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i…

Şu Ada’dan gelip geçtim

Acı tatlı suyun içtim

Ben yarimden ayrı düştüm

Hey ada, güzel Ada, kal selamet şirin Ada…

O Plevne’nin Rus-Türk Harbi zamanındaki savunması ile ilgili ünlü halk yapıtının ilk kaydedenlerinden olmuştur:

Tuna nehri akmam dedi

Ben denize bakmam dedi

Yüz bin asker gelmiş olsa

Osman Paşa korkmam dedi…

(Ignácz Kúnos, Türk Halk Türküleri, Ankara 1998).

Türk halk kültürünü araştırma çabalarını büyük Macar bilimcilerinden olan Gyula Németh ve George Hazai sürdürmüşlerdir,

Genellikle Türk halklarının halk sanatı örneklerinin toplanması, yayımlanmasında Rus bilimcilerinden V. Radlov’un büyük katkısı olmuştur. Bunları 10 cilt halinde yayımlamıştır. Onu V. Smirnov, V. Gordlevski, V. M. Jirmunski, V. S. Garbuzova, I. V. Borolina gibi bilim adamları izlemiştir.

Daha P. R. Slaveykov, Nayden Gerov gibi Uyanış dönemi Bulgar yazar ve toplumcuları Türk halk edebiyatı ve özellikle fıkra, atasözleri örneklerini toplamış ve yayımlamışlardır. Ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonra, akademik kurumlar, Sofya Üniversitesi, Özgür Üniversite gibi yükseköğretim kurumları Bulgaristan’daki Türk halk kültürünün araştırılmasında hizmetleri olmuştur.

Stefan Mladenov, St. Çilingirov, St. Bobçev, V. Tsonev, D. Gacanov, M. Arnaudov, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da V. Vilçev, N. Kaufman, E. Ognanova, E. Staynova, Doroteya Dobreva, Lübomir Mikov gibi akademisyen, profesör, doçent ve diğer bilim adamları Türk halk sanatı ve Bulgar kültürüyle karşılıklı ilişkileri üzerinde durmuşlardır. Bulgaristan Türkleri arasından entelektüeller halk kültürüne karşı yakın ilgi göstermişlerdir. Bu yönde Türk Öğretmenler Birliği daha 1912’de okulların da bu alanda faydalı olacaklarını belirtmiştir. Bununla ilgili olarak Darülmuallimin (1918-1928), Medresetü’n-Nüvvab’in (1922/23-47), okuma evlerinin önemli rolünü belirtmeliyiz. Bu sorunlar üzerinde ısrarla Osman Keskioğlu durmuştur. Bu alandaki çalışmalarını Sofya Devlet Üniversitesi’ndeki yarı yüksek pedagoji enstitülerinde ve pedagoji okullarında olan çatışmaları biçiminde sıralayabiliriz. Bulgaristan’da Türk halk sanatı örneklerinin toplanması ve araştırılmasında filoloji bilimleri adayı, Sofya Üniversitesi okutmanlarından Rıza Molla’nın (1920-1989) özel katkısı vardır. O “Aya Kl. Ohridski” Sofya Üniversitesi’nde Türk Halk Edebiyatı üniversite kürsüsünün temellerini atmıştır. Onun dersleri dünya halk kültürü düzeyindedir. O, akademik çalışmalarını bilimsel-araştırma ve çalışmalarıyla birleşmiştir. Bulgaristan Türk halk şiirinden örnekleri içeren ilk derlemelerinden birini hazırlamıştır. Ne yazık ki onun bazı fundemantal folklor araştırmaları ötede beride yayımlanmadan el yazısı halinde kalmıştır.

Bulgaristan Türk halk şiiri örneklerinin araştırmaları sürdürülmüştür. Sami Hatibov musiki refakati ve harmonize edilmiş melodiler biçiminde şiir örnekleri derlemiş ve yayımlamıştır. Yeni Şarkılar ve Türküler başlığı altında (1961). Bunları Hayriye Süleyman Yenisoy’un ve Emil Boyev’in, Muharrem Tahsin’in, Muhittin Mehmedov’un, Yusuf Kerim’in, Hasan Karahisar’ın, Mefküre Molla’nın, Turgut Şinikar’ın, Osman Aziz’in, İbrahim Beyrulla’nın, Haşim Akif’in vs.’nin derlemeleri izlemiştir. Bunlara en genç kuşaktan I. Karakaş’ın çalışmalarını eklemeliyiz. Romanya, Makedonya, Priştina da bazı değerli derlemeler yayımlanmıştır.

Son yıllarda Bulgaristan’da Türk halk kültürü ve edebiyatının araştırılmasına Türkiye’de önem verilmektedir. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin Kültür Bakanlığı’nın girişkenliği ve desteği ile Türkiye dışındaki Türk edebiyatları serisi altında 8 cilt yayımlanmıştır. Bunun sonuncusu Bulgaristan Türk Edebiyatına adanmıştır. Halk edebiyatı ile yeni zamanlardaki edebiyatı içermektedir. Antolojiyi Hayriye Yenisov, Nevzat Köseoğlu’nun yönetim ve redaktörlüğünde ve Prof. Dr. A. Bican Ercilasun ve Prof. Dr. Mustafa İsen yönetim ve redaktörlüğünde derlenmiştir (1997). Bulgaristan göçmenleri arasından yetişmiş Mehmet Merdivenci, Ahmet Taceman gibi yetenekli bilim adamlarının değerli araştırmalarını da belirtmek gerekmektedir.

Görüldüğü gibi, Bulgaristan’daki Türk halk kültürü ve halk edebiyatı ile ilgili değerli derlemeler ve değerli araştırmalar yapılmıştır. Doğal olarak, çözülmesi gereken daha pek çok sorunlar vardır. Bunları şöyle toparlayabiliriz:

I. Türk halk kültürü ve halk edebiyatı ve sanatının, etnografya ve etnoloji gibi komşu bilim alanları arasındaki konu ortaklığı ve diferasyonu.

II. Bulgaristan’daki Türk halk kültürü ve halk sanatı ve edebiyatının alt ve üst sınırları ve kapsamı sorunları,

III. Bulgaristan Türk halk kültürü ve halk sanatlarını tasnifi

IV. Bulgaristan Türk halk edebiyatının bölüm, nevi ve türlerinin tasnifi.

V. Bulgaristan topraklarındaki Türk halk sanatları ve Türk halk edebiyatının yapısı ve özü ile ilgili sorunlar.

VI. Türk halk sanatı ve halk edebiyatının Bulgaristan’da ve Balkanlar’daki kültürlerle karşılıklı etkinlikleri.

VII. Bulgaristan’daki halk kültürü, halk sanat ve edebiyatının yapıtlarının toplanılması, araştırılması ve yayımlanması.

II

Batı ülkelerinde halk bilimi ve halk edebiyatı hakkında farklı tabirler kullanıldığı için antropoloji ile etnoloji bilimlerinin karıştırılmasına neden olmaktadır. Çünkü çoğu zaman halk edebiyatı bu bilim kollarını kapsamaktadır. Fakat gerçekte etnolojinin çok geniş bir kapsamı vardır. Hemen hemen halk kültürünün bütün maddî ve manevî ögelerini içermektedir.



Doğuda ise halk bilimi deyince iki düzey arasında ilkesel ayrım yapılmaktadır: 1. Töresel, halk düzeyi, 2. Yüksek kültürün profesyonel düzeyi. Yani anonim halk kültürü ile profesyonel bireysel kültür arasında prensip olarak ayrım vardır. Türkiye’de Türk Halk Bilimi terimi zamanla üstünlük kazanmaktadır. O da ikiye ayrılmaktadır. 1. Gerçek plânda Türk Halk sanatı ve halk edebiyatı 2. Halk inanışları, oyunları, âdetleri vs. buna dayanarak büyük Türk halk bilimi ve halk edebiyatı uzmanı

Prof. Pertev Naili Boratav, Türk halk bilimi ve halk edebiyatını iki cilt halinde incelemektedir. I. Türk Halk Edebiyatı (1969) II. Türk Halkbilimi- inanışlar, töre ve törenler, oyunlar. Hiç kuşkusuz ki Türk halk biliminin iki bölümü de önemlidir. Aralarında karşılıklı bağlılık vardır. Fakat Türk halk edebiyatının temelinde sanat yapıtlarının kendileri kaynak ve birim olarak durmaktadır.

Biz araştırmamızda daha fazla halk edebiyatı sorunları üzerinde durmaktayız.

Bulgaristan’da Türk halk edebiyatının sınırlarının, kapsam ve ülke, bölgesel ve Türk dünyası boyutlarının karşılıklı ilişkilerinin araştırılmasının büyük kuramsal ve pragmatik önemi vardır. Bunların çözümü ise Bulgaristan’daki Türklerle, Türk ahalisi, Türk etnik topluluğu, ülkenin devlet bağımsızlığını kazanmasından sonra Türk ulusal azınlığı, Türk etnik varlığı Türk ulusu ve Türk dilleri ailesi, Türk halkları ile karşılıklı ilişkileri, aynı zamanda Bulgaristan’daki kültürle, devleti ile karşılıklı ilişkilerle bağlıdır. Fakat her iki dönemde de genellikle Türk varlığı ve özellikle Türk etnik varlığından söz edilmektedir. Ben milliyet ve milletin yapısal varlığını tayin edici ögesi olarak etnik öz bilincini, Bulgaristan’daki yurttaşların Türk kimlikli oluşunu kabul etmekteyim. Yalnız, Türk bilincine sahip yurttaşların azınlık varlığı olarak hoşgörülü olmalarını, yurttaşı bulundukları devletin ulusal bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve her türlü etnik bölücülüğe karşı olmak şartıyladır.

Bu bağlamda bilim alanında iki tez vardır. Bir anlamda bunlar birbirini tamamlamaktadır. Fakat totalitarizm zamanında gerek Sovyetler Birliği’nde gerekse Bulgaristan’da Stalinizm açısından Türk ulusları ve Türk varlıkları birbirine karşı ve özellikle Atatürkçü Türkiye’ye karşı ideolojik plânda konulmak istenmiştir.

Birinci teze göre, Bulgaristan’daki Türkler ile Küçük Asya’da ve Türk devletinin Avrupa topraklarındaki Türkler ortak bir etnik varlığa dahildirler. Yalnız oradaki Türkler Türk milliyetinden Türk ulusuna dönüşmüşlerdir, kendi devletleri, toprak bütünlükleri ve kendi egemenliğine sahiptirler. Balkanlar’daki Türkler, Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu zamanından 1877/1878 Rus-Türk Savaşı’na değin Türk halkının bir parçasıdırlar, bir etnik varlık oluşturmaktadırlar. Bundan sonra onlar Balkan devletlerinde ve özellikle Bulgaristan’da etnik Türk, millî Türk azınlıkları, bu egemen devletlerin yurttaşları olarak yaşamlarını sürdürmektedir. Buradaki Türklerin ortak dilleri, dinî, edebi, halk edebiyatları ve kültürel gelenekleri vardır. Balkan Türklerinin, bu arada Bulgaristan Türklerinin Türkiye Türkleri ile karşılıklı kültürel ilişkileri sürdürülmektedir. Özellikle edebî dilleri Türk halkının edebî dili ile de ortaktır. Bulgaristan buradaki Türklerin yurdudur, fakat Türkiye ana yurtlarıdır, tıpkı Büyük Bulgaristan Devleti çağında Bulgarların eski ana yurtlarının Kafkaslar ve Aral Denizi kıyıları olduğu gibi. Bu durum buradaki Türklerin loyal, hoşgörülü Bulgaristan yurttaşları olmalarına engel olmamaktadır. Onlar, memleketin toprak bütünlüğünü, devletin egemenlik ve bağımsızlığını kabul etmekte ve her türlü seperativizm ve bölücülüğe karşıdırlar. Özet olarak diyebiliriz ki, Bulgaristan’daki Türkler Ortaçağlarda Anadolu Selçukluları, Beylikler Türkleri ve Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Türklerle bağlıdırlar. Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazandığı çağda etnik Türkler olarak Türk etnosu Türk ortaklığını, etnik Türk kimliğini korumaktadırlar.

İkinci teze göre, Bulgaristan’daki Türklerin etnik terkibine egemen olan çeşitli etnik substarlar katılmaktadır. Başka etnik ögelerin bulunması onların Türklük kimliği niteliğini değiştirmemektedir.

Hunlar, ProtoBulgar, Kumanlar, Peçenekler, Tatarlar, Selçuklular ve özellikle Osmanlı Türklerini benzer Türk substar unsurlarıdır. Doğal olarak Bulgaristan Türklerinin oluşumu ve gelişiminde tayin edici, belirleyici rolü Balkanlar’daki Osmanlı Devleti ve imparatorluğun çağıdır. Bilindiği gibi, Saruhan, Karasi, İsfendiyar Beyliklerinden Plovdiv (Filibe) ve Pazarcık (Tatar Pazarcığı yörelerine birçok kavimler ve asilzade yoğun olarak yerleştirilmiştir. Karamanoğulları gibi İç Anadolu beyliklerinden oymaklar ve daha sonra da Kuzey Karadeniz yolu ile Tatarlar Dobruca ve Deliorman, Haskova yörelerine aktarılmıştır. Bunlara Küçük Asya’nın çeşitli bölgelerinden yürük Türkleri yerleştirilmiştir. Bunların bir bölümü Rodoplarda mekan tutmuştur.

Bu tezi sürekli olarak büyük Türk bilgini Fuat Köprülü ileri sürmüş ve temellendirmiştir. Bununla ilgili onun etüdü İslam Ansiklopedisi’nde yayımlanmıştır. Balkanlar’daki ve özellikle Dobruca Türklerinin oluşumu ve gelişimini izlemiştir. Leh bilginlerinden Kovalski de aynı fikirdedir. Benzer tezleri ben 50’li yılların sonunda ve 60’lı yılların başında “Yeni Hayat” Dergisi, “Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’ndeki Türk Ahalisi”, “Bulgaristan Türklerinin 9.9.1944’ten sonra Edebiyat Antolojisinin ön sözü olarak yayımlanan etütlerimde geliştirmiştim. Lakin görüşleri Bulgaristan Türkleri hakkındaki kitabında Valeri Stoyanov savunmaktadır. Fakat o bu tezden farklı olarak bir çağdaş politika izlenilmesi taraftarıdır. Şumen Üniversitesi okutmanlarından Haşim Akif de

“Ümit” dergisinde yayımlanan “Rodoplar’dan Ezgiler” yazısında Bulgaristan Türklerinin oluşum ve gelişimini izlerken bu ikinci tezden hareket etmektedir.

Genç yaşta vefat eden İbrahim Beyrulla’nın Rumeli Manileri adlı kitabının önsözünde, Bulgaristan Türklerinin Türk ulusuna dahil olduğu tezini benimsediği izlenimlerinde kaldım.

Üzerinde durduğum bu yaklaşım ve tezlerim doğrudan doğruya Bulgaristan’da Türk halk kültürü ve Türk halk edebiyatı sorunlarıyla ilgilidir.

Birinci teze göre, Bulgaristan Türklerinin halk kültürü ve halk edebiyatı ülkenin bağımsızlığını kazanmasına değin, Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türk halk kültürünün ve halk edebiyatının bir parçasıdır. Bundan sonra da bağımsız Bulgaristan’da Türk millî azınlığının halk kültürü ve halk edebiyatı olarak etnik niteliğini, kimliğini korumaktadır. Yerli kültürle karşılıklı ilişkilerde bulunmaktadır. Fakat Türkiye’deki kültürle de bağlarını sürdürmektedir. Türkiye dışında Türk halk kültürü ve halk edebiyatı niteliğini korumaktadır. Fakak daha uzak plânda, Anadolu ve Türkiye’nin Avrupa topraklarındaki Türk kültürü ile birlikte, Orta ve Merkez Asya’daki Türk boyları, halkları ve uluslarının kültür irsiyeti ile temasları devam etmektedir.

İkinci teze göre, Bulgaristan Türklerinin halk kültürü ve halk edebiyatı çeşitli Türk oymakları, milliyetleri ve ulusları, Protobulgar, Hunlar, Peçenekler, Kumanlar, Tatarlar ve doğal olarak Anadolu Selçuklu Devleti, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kültürle irsiyet bağları vardır.

Birinci teze göre, Bulgaristan’daki Türklerin halk kültürü ve halk edebiyatının alt sınırları Anadolu Selçuklu Devleti zamanına değin uzanmaktadır. 1214 yılında Anadolu Selçuklu Devleti Sinop Kalesi’nden Kırım’a ve Kumanların yerleştiği Rus yaylalarına bir ordu göndermiştir. Anadolu Selçuklu Türkleri ilk kez Karadeniz’in kuzey kıyılarına çıkmış ve başarılı bir savaş yürütmüş, Güney Avrupa yöresinde bulunmuştur. Kuşkusuz ki böylelikle Anadolu Selçuklu halk kültürü buralara yayılmış, Kuzey Kuman kültürüyle temasa gelmiştir. Bilindiği gibi bu yörelerden Balkanlar’a zaman zaman akınlar yapılmıştır.

Anadolu Selçukluları Balkanlar’la daha sürekli teması 1261 yılında olmuştur. Tarih kaynaklarından bilindiğine göre, o zamanlar Moğol istilacılar Anadolu Selçuklu Devleti’nin iç işlerine yoğun olarak müdahale etmişlerdir. Sultan İzzettin Keykavus II kaçmak ve Konstantiniye’ye, Bizans’a sığınmak zorunda kalmıştır. Fakat Moğollara karşı destek bulamayınca Bizans imparatoruna karşı bir ayaklanma girişiminde bulunmuştur. Yakalanarak bir kaleye kapatılmıştır. O zamanlar Kırım Hanı Berke, buz tutan Tuna’yı geçerek Bulgar Hanı Konstantin Tih ile berabar Bizans’a karşı sefer örgütlemiş, Gıyasettin Keykavus’u kurtararak Kırım’a götürmüştür. İşte bu olayların cereyan ettiği zamanlar, Gıyasettin Keykavus’un emri üzerine Saru Saltuk bazı Türk oymakları ile birlikte, bazı kaynaklara göre Kırım’a, bazı kaynaklara göre Dobruca’ya yerleşmiştir. Tuna boyunda derviş sıfatıyla çalışmalarda bulunmuştur. Saru Saltuk Anadolu’da Nasreddin Hoca’nın çağdaşı ve tanıdığıdır. Ben daha 1979 Ağustosu’nda Ankara’da yapılan Balkanoloji Kongresi’nde Nasreddin Hoca hakkındaki bildirimde onun fıkralarının o zamanlar Türk halk kültürünün ve özellikle halk edebiyatının bazı türlerinin ve motiflerinin Güney Doğu Avrupa’ya ve Balkanlar’a girdiklerini belirtmiştim. Bu düşüncelerimi, 26 Kasım 1996’da Sofya’da yapılan bazı sempozyumda geliştirdim. Benim kanımca, Battalgazi, Danişmendname, Kitab-ı Dede Korkut, Saltukname gibi, İslâm öncesi ve İslâm sonrası dönemleri Türk epik destanları, Nasreddin Hoca fıkraları gibi, Türk Halk edebiyatı türleri o zamanlar bu rejyona girmişler ve yayılmışlardır. Bunlar Anadolu Beylikleri zamanında ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu çağında geniş olarak yayılmışlardır. Üst sınırı bugüne değin uzanmaktadır.

İkinci teze göre, Bulgaristan’daki Türk halk kültürü ve halk edebiyatının alt sınırları büyük muhaceretlerin yapıldığı II. yüzyıla Hunlara değin uzanmaktadır. Meselâ o zamanın kaynaklarına göre Ati’nin cenazesinde saz ozanları musiki refakatle ağıt söylemişlerdir. Bunları Protobulgar, Kuman, Peçenek, Selçuk ve nihayet Osmanlı zamanının halk yapıtları izlemiştir. Nihayet günümüze değin gelişmiştir.

III


Türk halk edebiyatının nevi, tür ve janrlarınının çeşitli tasnifleri yapılmıştır. Bu yönde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Daha erken çağlarda, ne kadar gelişmemiş de olsa, sözlü halk edebiyatının üç temel bölümü, nevi ve türleri görülmektedir. Bunlar 1. Epos 2. Lirik Türler, 3. Sahne yapıtlarıdır. Doğal olarak bunlar en eski çağlardan zamanımıza değin çeşitli dönemlerde büyük bir gelişim geçirmişlerdir.

Haklı olarak halk kültürü ve halk edebiyatının en erken aşaması olarak mitolojik düşünüş tarzının oluştuğu dönem kabul edilmektedir. Önce animizm, daha sonra da toteizm anlayışların güçlü etkisi görülmektedir. Zamanla politeizm ve sonda da tek tanrıcılık dinlerine

ve nihayet rasyonalizm düşünüş tarzlarına geçilmiştir. Bu düşünüş yaklaşımı ve düşünüş tarzları, epos şiir ve sahne yapıtları olmak üzere halk edebiyatının her üç bölümü ve bütün türlerini etkilemektedir.

1. Halk edebiyatının en erken bölüm ve türler yapıtları mitolojik niteliktedir: a. Kozmolojik folklor ve yapıtları b. Etiolojik ürünler c. Tarihsel-kültürel kitler vs. Türk halk edebiyatının mitolojik nitelikteki tarihsel daireleri büyük önem taşımaktadır. Bunlar daha fazla İran, Makedon helenistik ve Türk dünyası ile bağlıdır. a. Bunların tipik örneği Sakaların Alp Er Tunga yapıtıdır. b. Hunların zamanı ile bağlı olanlar. Örneğin “Oğuz Kağan”dır. c. Göktürk Hakanatı dairesi. O zamanın tipik örnekleri Bozkurt Destanı, Ergenekon Destanı gibi. d. Kafkaslar ile Küçük Asya dairesi. e. Uygurlar dairesi. 2. Bunları halk sanatçısı tarafından bahadır-kahramanlık destanları ve yapıtları izlemektedir. Bunların arasında “Kitab-ı Dedem Korkut” ölümsüz bir şaheserdir. Kendisinde o çağın sözlü halk edebiyatının bütün bölüm, nevi ve türlerini şiir ve düz yazı olarak toplamaktadır. 3. Didaktik yapıtlar: atasözleri, bilmeceler, fıkralar vs.

Sözlü halk edebiyatı ürünlerinin yazıya geçirilişi dönemi yeni bir aşama oluşturmaktadır. Bunların arasında, tek kahraman etrafında zincirlenen tarihî ve dinî roman özelliği gösteren destanlar gelmektedir. Battalname, Saltukname, Danişmendname, Hamzaname gibi. Folklor hikâyesi, masallar, efsaneler, fıkralar, atasözleri, bilmece türleri gelişmektedir. Sözlü şiirin bütün türleri, Karagöz, Orta oyunu gibi folklor sahne yapıtları önem kazanmıştır.

Bulgaristan’da Türk Halk edebiyatı Merkez, Orta ve Küçük Asya’daki Türk oymak, milliyet ve uluslarının bütün folklor bölüm, nevi ve türlerinin hemen hemen hepsini tanımaktadır. Onların izlerine bugün rastlamaktayız. Fakat zamanla bazılarının-özellikle geniş kapsamlı olanların parçalandığı ve ayrı ögelere indirildiği görülmektedir. Bu daha fazla epik yapıtlarda görülmektedir. Kanımızca yılan, sarı yılan ve sevgili motifli şiir parçaları “Kitab-ı Dedem Korkut”taki motiflere bağlıdır. Ahmet Taçeman haklı olarak Ergenekon Destanı ile Bulgaristan Türkleri arasındaki Hıdırellez adetleri, ateşler yakılıp atlanması arasında bağlılık bulmaktadır. Bunlar Türklerin ortak kültür ırsiyetidir. Bu yönde binlerce örnek verilebilir. Şu mani Hasan Ali (Yücel)’in “Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış” (1933) kitabında bulunmaktadır:

Gündüzler geçilmiyor

Gecedir seçilmiyor

Kalbim bir top ibrişim

Dolaşmış çözülmüyor

Aynı maniyi Rıza Molla’nın derlediği kitapta bulmaktayız.

XIII-XVI. yüzyıllarda birçok sözlü halk edebiyatı türlerinde özellikle destan ve gazavatnamelerde Balkan ülkelerin fütuhatı yer almıştır. Mihaloğlu Gazavetnamesi, Safname gibi. Osmanlı Devleti, Karesi Beyliği ile Bulgar Devleti ve Bizans İmparatorluğu arasındaki karşılıklı ilişkiler bazı folklor yapıtlarına konu olmuştur. Özellikle Murat I’in İvan Aleksandr’ın kızı ve İvan Şişman’ın kız kardeşi ile evlenmesi, Kosova Savaşı geniş olarak işlenen motifler arasındadır. 1443 İzladi ve 144-4 Varna Savaşı bunların arasındadır.

Zamanla savaş cepheleri Balkanlar’dan uzaklaşmıştır. Nispeten buralarda sükunet başlamıştır. XV-XVI. yüzyıllarda, Osmanlı kültüründe önemli konumlar kazanan anonim ve ferdî âşık-saz edebiyatında barış içersinde beraber yaşamak motifleri üstünlük göstermektedir. Hatta Osmanlı sultanlarına karşı ayaklanmalar dile getirilmiştir. Bedrettin Simavi önderliğindeki savaşlar bunların arasındadır. Rumelili âşık-saz ozanı Öksüz Dede-İran şehzadesinin şahsında hasımlarına karşı bile dostça, insanseverlik açısından yanaşmaktadır. O Tuna’nın güzelliklerini, sırt kışlarını, renkli baharlarını büyük bir sanat gücüyle canlandırmaktadır. Buralarda verilen kurbanları sazıyla belirtmekte ve derin bir hümanizmle olaylarla ilgi kurmaktadır:

“Alaman dağından beri geçmiştir

Engerus ilinden yollar açılmıştır

Analar ağlatmış, kanlar içmiştir

Söylemege yoktur dili Tuna’nın

Kimse bilmez kandedür başı

Dalgalanır gelir yegindir cuşu

Eksik değil yaylasının savaşı

Leş ile doludur gölü Tuna’nın

Öksüz Dede bunu böyle dedi mi

Selâmlamış Belgrad’ı Budin’i

Almış bir ovayı akar kademi

Serhadlere ugrar yolu Tuna’nın

XVII. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve sonra da kriz dönemi başlamıştır. 1683 Viyana Seferi ve muhasarası başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Avusturya’ya Polonya orduları yardıma gelmiştir. Avusturya, Polonya, Venedik, Malta daha sonra Rusya’nın katıldığı “Kutsal koalisyon”un gücü karşısında geri çekilmek zorunda kalmıştır. 1686’da Budapeşte Avusturyalıların eline geçmiştir. Birkaç yıl süren kanlı savaşlardan sonra 1699’da imzalanan Karlofça Barış Antlaşması ile Avusturya’nın eline Macaristan, Transilvanya, Slovenya’nın bir bölümü geçmiş, Venedik Pelopenes ile bazı Dalmaçya adalarını almış, Polonya Podolie ile Ukrayna’nın büyük bir kısmını alarak Dinyeper’in batısına

değin, Rusya’da Aralin kıyılarına değin inmiştir. Bu tarihî olaylar ve özellikle Budin’in ve Adale Kale’nin kaybedilmesi Balkanlar’daki Türk halk edebiyatında derin yankılar uyandırmıştır, güçlü şiirler haline getirilmiştir.

Bu konunun çerçevesi genişletilmiş, XVIII ve XIX. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nun girdiği buhranın sonucu olarak yayılan Kırcali eylemleri ve özellikle Osman Pazvatoğlu’nun Vidin ve Kuzey Bulgaristan’daki savaşlarını, eşkıya ve asker türkülerini kapsamaktadır. Pazvantoğlu türküsünün kaydını da gene Ignaz Kunos’a borçluyuz.

“Rumeli valisi inmiş Vidbol’a

Beş onpaşa dizilmiş sağdan sola

Bizim yardımcımız yaradan Allah

Dönmem dövüşürüm der Pazvandoğlu”

(Türk Halk Türküleri. 102)

Türküde halk sanatçısı tarafından Pazvandoğlu’nun savaşçı siması, kararlılığı canlandırılmıştır. 45 yaşındadır, sırtına giymiş “ecel kumaşın.” Sadrazam kendisine üç tuğlu vezirlik postunu teklif etmiş, nasıl bir yiğit olduğunu görmek istemektedir. Fakat hiçbir şey onu tuttuğu yoldan çeviremez:

“Bu dünyaya geldim bir daha gelmem,

Ben Pazvandoğlu’yum sözümden dönmem

Babamdan mirastır Viddin’i vermem.

Dönmem dövüşürüm der Pazvandoğlu

(Aynı eser, s. 103)

Türkü diyalog biçiminde düzenlenmiştir. Her dörtlüğün tekrarı Osman Pazvandoğlu’nun savaş azmini, kararlığını ve kırılmaz iradesini ifade etmektedir.

Bu dönemin en önemli olaylarından olan Rus-Türk savaşları ve özellikle 1877/1878 Rus-Türk Harbi, Türk halk edebiyatına geniş bir motif konusu olmuştur. Rusların Tuna’yı geçmeleri ve Plevne’de Osman Paşa’nın savunması dile getirilmiştir. Bu yönde gene Tuna ve Karadeniz güçlü birer sana imajı olarak kullanılmıştır:

“Karadeniz akmam dedi,

Ben Tuna’ya bakmam dedi,

Yüz bin Kazak gelmiş olsa,

Osman Paşa korkmam dedi.”

(Aynı eser, s. 102).

Plevne’nin savunulması canlandırılmıştır. Yardımsız, kendi başına bırakılmıştır:

“Giderim giderim, validem, Balkan tükenmez;

Arkama bakarım, validem, imdadım gelmez.”

(Aynı eser, s. 101)

Hükûmetin Ruslarla anlaştığı iddia edilmektedir:

“Karadeniz dalgalandı,

Orta yeri halkalandı,

Kör olası Damat Paşa

Moskof ile ne laflaştı.”

(Aynı eser, s. 102)

Benzer motifler başka türkülerde de geliştirilmiştir. Bu büyük Türk kumandanının savunma kararı ve iradesi belirtilmiştir yine bu kez Tuna imajı ile:

“Kanlı Tuna akmam deyor

Ben düşmandan korkmam deyor,

Kılıncını vermeyince,

Ben Plevneden çıkmam deyor.”

(Aynı eser, s. 104)

Sonra Osman Paşa’nın esir alınması tasvir edilmektedir.

Aynı zamanda Yemen gibi uzak bölgelere yıllarca asker gönderilmekten şikayet asker türkülerinde yer almaktadır. Bu konu ayrılık sevgilileri birbirinden ve ailesinden ayırmak motifleriyle kesişmektedir. Yer yer Sırbistan’da Yunanistan’da savaşlara değinilmektedir.

Eşkıya konusu da halk edebiyatında yer almaktadır. Çakıcı oldukça yaygındır. O halk savunucu olarak da gösterilmiştir. Fakat eşkıyaların genç kızların namusuna da saldırdıkları yargılanmıştır. Arkadaşlık namına ipe çekilen simalara da rastlanmaktadır.

Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki çağda da Türk halk kültürü ve halk edebiyatı gelişimini sürdürmüş, Türklerin acı ve sevinçlerini dile getirmiştir.

Şimdi de insanî duygulara çok geniş yer verilmiştir. Başlıca konulardan biri aşk, karşılıklı sevgi, aile yaşamı, anne, baba sevgisidir. Gelin türküleri, oyun türküleri, aşk şiirleri bunlardandır. “Şiveli, şiveli”, “Karabiberira” gibi oyun türküleri klâsikleşmiş her halk etkinliğinde yer almaktadır. Ne yazık ki, bazı eski anlayışlar bu en temiz insan duygularını bir dram ve trajedi haline dönüştürmektedirler. “Arda Türküsü” gibi ağıtlar bunların en güçlüleri arasındadır. Kaynana gelin ilişkileri bazen gençlerin yaşamlarını cehenneme çevirmektedir, birbirlerinden ayrılmalarına neden olmaktadır. Nitekim halk bu takım tutumları sanatın gücüyle yargılamıştır.

Bulgaristan Türklerinin çok yönlü yaşamı halk edebiyatında nabız atmaktadır. Rodoplar’daki türüncülük, Dobruca ve Deliorman’daki tarımcılık, insanların çalışkanlığı ve morali, halk edebiyatının çeşitli türlerinde canlandırılmıştır. Tuna boyu Türkleri, halk edebiyatını gemicilik, balıkçılık motifleriyle zenginleştirmiştir, yeni bir renk katmışlardır. Burada bu büyük nehrin şirin şehir ve kasabaları acı ve sevinçleriyle yaşamaktadır:

“İbrailden kalktığımız zaman

Poyraz davasında düştü bir duman

Bırakın tayfalar çapayı

Eyleyin iman.

Yergiye geldiğiniz zaman

Gorucak davasında düştü bir boran

Bu boradan halimiz yaman.”

(İ. Tatarlı, “Bulgaristan Halk Cumhuriyetindeki Türk Ahalisi”, Yeni Işık, sayı 80, 5.7.1962)

Burada emekçi insanların ağır, zor, geçim savaşı görülmektedir;

“Akçar dedin kalktın uzandın,

Başküreşte üstünde yattın kıvrandın,

Altı ay içinde yüz kuruş kazandın,

Göstereyim sana mertlik kahpe züğürtlük.”

(Aynı araştırma)

Şöyle ki Bulgaristan’da Türk folkloru türkülerinin tasnifi yapılırken gemicilik türkülerinin de yer alması gerekmektedir. Bunlara Karadeniz denizcilerinde türkü vs. türlerini eklemek gerekmektedir.

Manilerde Bulgaristan’ın doğa güzellikleri, mert insanlarıyla bir arada verilmiştir. Tuna boyunun yongalığı, Dulovo’nın kızları, Güney dağlarının şirinliği belirtilmiştir.

“Gittim Arda boyunca

Durdum testi dolunca

Rodopları dolaştım

Nazlı yari bulunca”

(Aynı araştırma).

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’daki Türk halk edebiyatı ve özellikle türkü türünde yeni motifler belirmiştir. 1919 yılı Neulle Anlaşması’ndan sonra İş Mükellefiyeti yani Kuruculuk Askerleri oluşturulmuştur. Bu kurumun ülkenin gelişiminde büyük hizmetleri olmuştur. Fakat zamanla bu örgüte yalnız ve yalnız azınlıklardan yurttaşlar alınmıştır. Barış koşullarında, uluslararası insan haklarına aykırı zorunlu emek uygulanmıştır. Askerlik türkülerinde emek askerlerinin yaşamı girmiştir. Bunlar özel bir motif grubu oluşturmaktadır. Vurma be poruçik vurma/Kollarım koptu türküsü bunlardan biridir. Halk bu tür zorlu emeği şiddetle yargılamıştır. Nitekim HÖH milletvekilleri demokrasiye geçiş döneminde parlamentoda bu kurumun kaldırılması ve her yurttaşın eşit olarak yurt hizmetini yapmasını savunmaktadır.

Başka bir asker türküsünde de şöyle denilmektedir:

“Benim yarim nerde, aman

Karlova’da derede

Kazma kürek elinde

Podiserin önünde

Alyer yarim, aylerim aman

Ben yarime aylerim.”

(R. Molla, Bulgaristan Halk Şiiri, s. 142)

Bulgaristan’da Türk folklorunun en özgün motifleri arasında Muhacir (Göçmen) türküleri ünlüdür. Bunlar, bir yüzyıldan fazla süren göçmenliğin, ıstıraplarını, zorluk ve üzüntülerini, ayrılık, sıla özlemini, geçim zorluklarını dile getirmektedirler. Razgratlı Kalaycı Osman’a atfedilen Muhacir destanı bunlardan bir tanesidir:

Dinleyin amucalar muhacir destanını

Kapdağda kılamadık bayram namazını

Ver Allah’ım sen selamet cümlemize

Bir cumartesi bizi bizi Edirne’ye indirdiler

Pasaportu olan çekip de gider

Pasaportsuz olanlar Ankara’dan imdat bekler

Edirne hudutları taşlık

Kalmadı çebimizde on para harçlık

Ver Allah’ım gönlümüze hoşluk

Yok mudur Edirne hudutlarında bize bir boşluk

Ver Allah’ım sen selâmet cümlemize…”

(R. Molla, aynı derleme, s. 143)

Çok doğal olarak, Türk halk edebiyatında ve özellikle türkülerinde ulusal ve dinî töreleri, âdetleri, merasim ve bayramları da yer almaktadır. Bunlar Türklerin ve Müslümanların moral dayanağı ve mutluluk kaynağıdır. Haklı olarak Ignácz Kunos bunlara önem vermiş. Bunların arasında Bekçi yani Ramazan Türküleri de yer almaktadır. (Türk Halk Türküleri, s. 107 vd.);

“Ramazan geldi dayandı

Camiler nura boyandı

Top atıldı kandil yandı

Kalbimiz ona inandı.”

Başka bir alıntı:

“Davulumu düzer iken,

İnci mercan dizer iken,

Beni bir çocuk çağırdı,

Davul ile gezer iken…

Çocuksuz evler olmasın,

Hudayı-sille vurmasın,

Mevlâma recam budur ki,

Analar acı görmesin.”

(Aynı eser, s. 108-109).

IV

Bulgaristan’daki Türk halk edebiyatının çeşitli bölüm, nevi ve türlerindeki sanat yapıtlarının, strüktürlerinin, öz, motif ve içeriği ile bedii araçlarının araştırılmasının büyük önemi vardır. Bu başlı başına bir konudur. Gelenek ve yeniliklerin dinamizmi ayrıca araştırılmaya değerdir.



Bulgaristan’da Türk halk kültürü ve özellikle Türk halk edebiyatının Balkan halklarının halk kültürleriyle karşılıklı ilişki ve etkilerinin araştırılması ilginç ve değerli sonuçlar verecektir. Bu yönde

26 Kasım 1996 tarihinde Sofya’da örgütlenen “Nasreddin Hoca’nın Bulgaristan Halk Kültürüne Etkisi” konulu sempozyum çok zengin malzeme sunularak araştırılmıştır. (Bk. Eski ve Çağdaş Nasreddin, Sofya, 1997) Bu bağlamda Nasreddin Hoca’nın fıkraları ve Hitir Petir’in fıkralarının toplanması ve araştırılmasında ve yorumunda Pertev Naili Boratav ile Veliçko Vilçev’in büyük katkıları olmuştur.

Türk Halk edebiyatı yapıtlarından özellikle halk türkülerinden bütün dizeler ve ifadeler Bulgar folkloru yapıtlarına aktarılmış ve Bulgarca ile birlikte kullanılmışlardır. Aralarında birçok ortak konular ve motifler bulunmaktadır. Bu alanda Elena Ognanova gibi, N. Kaufman gibi bilim adamlarının değerli araştırmaları bulunmaktadır. Salih Baklacı araştırmalarında birçok örneklerle Türk ve Bulgar atasözleri arasındaki etkileri göstermiş ve yorumlamıştır. Böyle Türk-Bulgar folklor ilişkileri XIV. yüzyılın ikinci yarısından bugüne değin vardır. Örneğin İvan Aleksandr’ın kızı ve Bulgar Çarı İvan Şişman’ın kız kardeşi Mara-Tamara’nın Sultan I. Murat ile evlenmesi konusunda gerek Türk gerekse Bulgar folklor yapıtlarına paralel olarak farklı açılardan ortaklıklar mevcuttur. İki komşu halkın halk edebiyatları arasında karşılıklı etkileri ve yararlanmaları alanında 10-11 Kasım 1998 tarihlerinde Şumnu Üniversitesi ile Edirne’deki Trakya Üniversitesi ve Ankara’daki Türk Halk Kültürünü Araştırma Müdüriyeti’nin düzenlendiği bilimsel sempozyum çok önemli sonuçlar vermiştir. İki ülkenin akademik, üniversite ve bilim kurumlarının bu yöndeki çalışmaları, bilim alanında büyük katkılarda bulunabileceklerine kuşku yoktur. Bu ortak çalışmalar sürdürülmelidir.

Bulgaristan Türk halk kültürü ve özellikle halk edebiyatı yapıtlarının toplanması, araştırılması ve yayınlanması güncellik kazanmış bir problemdir. Bu yönde Hak ve Özgürlük Hareketinin Haskovo iline bağlı, Stambolova’da, sonra da Razgrat’ta yapılan Bulgaristan Türk Folkloru festivalleri, Kırcali’de yapılan Balkan Türk Folkloru Festivali çok önemli etkinliklerdi. Fakat bunların yapılması, icra edilen folklor yapıtlarının teybe alınması ve yazılması, folklor arşivlerinin örgütlenmesi ve yayımlanmaları gerekmektedir. Aksi takdirde bilim alanında bir iz bırakmazlar.

Şunu kaydetmeliyiz ki, yıllardan beri Aya Kl. Ohridski adlı Sofya Üniversitesi nezdindeki Doğu Dilleri ve Kültürleri Merkezi ve özellikle Türkoloji kürsüsünde Bulgaristan’daki Türk halk edebiyatı alanında araştırmalar yapılmakta ve zengin bir folklor arşivi bulunmaktadır. Bu yöndeki çalışmalar sürdürülmektedir. Böyle bilimsel çalışmaların Şumnu Üniversitesi ile Plovdif (Filibe) Üniversitesi’nin Kırjali Fakültesi’nde de örgütlenmesi gerekmektedir. Bunlar birer güçlü bilim araştırması merkezleri haline gelebilirler. Bulgar Bilimler akademisinin Balkanoloji, Arşeoloji Enstitüsü’nün, Folklor Enstitüleri bu yönde daha aktif çalışmalar yapabilirler.

Bulgaristan Türk halk kültür ve özellikle halk edebiyatı yapıtlarının toplanması, araştırılması ve yayımlanması alanında Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bilim, sanat ve kültür kurumlarının, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi’nin, Türk Tarih Kurumu’nun, Türk Dil Kurumu’nun, Ankara ve İstanbul Üniversitelerinin ve yurt içinde sayıları 33 olan üniversitelerin, hiç olmazsa Edirne’deki Trakya Üniversitesi ve Bursa’daki Uludağ Üniversitesi’nin, İzmit Üniversitesi gibi yüksek öğrenim kurumları geniş çalışmalar yapabilirler. Çünkü yüzyılın üstünde bir zaman içinde Balkanlar’dan ve özellikle Bulgaristan’dan yüz binlerce göçmen Türkiye’ye sığınmıştır. Yalnız soykırım zamanında 1989 yılında birkaç ay içerisinde 340 bin Türk zorunlu göçe tâbi tutulmuştur. Bunu ekonomik nedenle gizli bir göç izlemiştir. Türkiye’deki bu yoğun Balkanlı ve Bulgaristanlı göçmenler arasında zengin bir Türk halk kültür ve özellikle halk edebiyatı yaşamaya devam etmektedir. İşte bu ölümsüz ve değerli halk sanat ürünleri örgütlü ve plânlı bir biçimde toplanmalı, yayımlanmalı, bilim ve sanat açısından araştırılması yönünde var olan büyük olanaklar değerlendirilmelidir. Bunların gerçekleştirilmesi önemli ve büyük bir güncel sorundur. Hemen çözülmesi gerekmektedir. Ancak böylelikle bu zengin, bu ölümsüz halk sanatı yapıtları gelecek kuşaklar için dünya ve insanlık için korunabilirler…

Bulgaristan Türkleri ve Türk İnkılâbı / Yrd. Doç. Dr. Suat Akgül [p.432-443]

Yrd. Doç. Dr. Suat AKGÜL

Kara Harp Okulu / Türkiye

Türkiye’de ve Bulgaristan’da, Bulgaristan’daki Türklerle ilgili birtakım çalışmalar yapılmıştır. Bulgaristan Türklerinin Türk inkılabına bakışı konusunda daha az çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Bu çalışmalar daha çok “Bulgaristan Türkleri” ile ilgili yayınlanan kitapların, makalelerin, tebliğlerin bir bölümünü oluşturuyor.1 Bunun yanında Türk inkılabının Bulgaristan’daki yankısıyla doğrudan ilgili tebliğler ve makaleler de bulunmaktadır.2 Bulgaristan Türklerinin görüş, düşünce ve faaliyetlerini o dönemde Bulgaristan Türkleri tarafından yayınlanmış kitaplardan, çıkarılan Türkçe gazete ve dergilerden, o dönemi yaşamış kişilerin anılarından yararlanarak ortaya koyduğumuzda gerek Atatürk, Kemalizm ve Türklük yanlısı gerekse karşıt faaliyetleri daha net görmek mümkün olmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışında kalmış olan ve bazıları da azınlık durumundaki Türkler, bağlı bulundukları devletlerle büyük sürtüşmeler meydana getirmesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk İnkılabı’nı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü takip edilmesi gereken milli bir ideal olarak görmekteydiler. Bulgaristan Türkleri de uzun yıllar Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi vatanları, Atatürk’ü de Türk dünyasının lideri olarak kabul etmişlerdir. Çünkü böylece hem kendileri arasında beraberlik ve dayanışma duyguları daha da gelişiyor ve hem de Atatürk ve Türkiye’yi varlıklarının bir teminatı olarak görüyorlardı. Üstelik hem kendileri ve hem de yeni nesil Türklük şuurunu korumuş oluyorlardı. Yani Atatürk, Kemalizm,Türklük, milli bir ideoloji, Atatürk ise milli bir lider haline gelmişti. Doğal olarak bu düşüncelere karşı olan bir kesim de vardı. Bunların bir kısmı Türkiye’yi terk etmiş ve Atatürk muhalifi kişilerdi. Bir kısmı da Atatürk’ün İslamiyet’in aleyhinde işler yapmakta olduğunu savunan ve çoğu da Bulgaristan Devleti tarafından desteklenen, kışkırtılan kişilerdi. Çünkü Bulgaristan, bu yöntemle Türkler arasında birlik ve dayanışmayı önlemeye çalışıyordu. Bulgaristan, hangi rejimle ve kimler tarafından yönetilirse yönetilsin, başa geçen her yönetici bu yöntemi uygulamaktaydı. Bulgaristan’daki Türkler bir yandan Bulgar hükümetiyle, Bulgar komitecileri ile uğraşırken diğer yandan kendi toplumu içindeki kişilerle de mücadele etmek durumunda kalmıştır. Türklerin kendi içindeki mücadele, daha çetin geçmiştir.

Bazı Bulgar gençlik örgütlerinin provokasyonuna ve bazı Türk din adamları ve gazetecilerin karşı faaliyetlerine rağmen Bulgaristan Türkleri, 1923-1934 yılları arası kendi benliklerini ve Türklüklerini ortaya koyan teşkilatlar kurmuşlar, gazete ve dergiler çıkarmışlar,kitaplar yayınlamışlardır.

Bulgaristan Türkleri, Türk idaresi dışında kaldıkları günden itibaren varlıklarını korumak, benliklerini kaybetmemek, kısacası yok olmamak için çeşitli faaliyetler yürütmüşlerdir. Bu faaliyetlerin başında gazete ve dergi çıkarmak gelmektedir. 1879-1908 yılları arası çoğunluğunu Türklerin çıkardığı 50 gazete vardır.3 “Dilde, fikirde, işte birlik” şeklinde formüle ettiği düşünceleriyle bütün Türklerin birliğini savunan büyük fikir adamı İsmail Gaspıralı’nın 1906 yılının baharında Bulgaristan’a gelerek Ruscuk Cemiyyet-i Hayriyye-i İslamiyye’sini ziyaret etmesi ve buradaki Türklerle birtakım görüşmelerde bulunmasından sonra Bulgaristan Türklerinin daha teşkilatlı faaliyetler yürüttükleri görülmektedir.4 1908-1919 yılları arasında da 15 gazete çıkarmışlardır.5 Türklerin nispeten daha rahat ettikleri bir dönem olarak kabul edilen Çiftçi Partisi yönetimi döneminde 1919-1923 yılları arasında ise 13 gazetenin yayınlandığını görmekteyiz.6

1923 yılından itibaren Bulgaristan Türkleri için yeni bir dönem başlamış bulunuyordu. Hem yeni bir Türkiye doğmuş hem de Bulgaristan’da yönetim

el değiştirmişti.Bu dönemde Bulgaristan’daki Türklerin nüfusu 600.000’in üzerindedir.7 1934 yılındaki bu sayımdan önce 1923-1933 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye 101.507 kişi göç etmiştir. 1933-1939 yılları arası 97.181 kişi daha göç etmek zorunda kalmıştır.8 1934 yılı istatistiğine göre Türkler özellikle; Ardino, Kurumovgrat, Kırcaali, Momçilgrat, Kemaller, Banpınar, Yenipazar, Osmanpazarı, Razgrad, Eskicuma, Şumnu gibi bölgelerde çoğunluğu teşkil etmekteydiler.9

1923-1938 yılları arasında 50 civarında gazete ve dergi çıkarılmıştır. Bu dönemdeki Türk basını, Türk inkılabını destekleyip desteklememe konusunda iki gruba ayrıldı. Türkiye’den kaçan 150’likler, firariler, hilafetçiler, saltanatçılar; Türkiye, Atatürk ve Türk inkılabı aleyhinde yazılar yazmakta, konuşmalar yapmakta, Bulgar hükümetine jurnaller vermekteydiler. Bu yönde faaliyet gösteren gazeteler, Hafız Yusuf Şinasi’nin sahibi olduğu (gazete daha sonra A. Kemal ve N. Asım kardeşler tarafından devralınmıştır)


Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin