Müminin Ameli Zayî Olmaz :
Murcie taifesinin söylediği gibi, demiyoruz ki, yaptığımız iyilikler kabul edilmiştir, kötülükler de affedilmiştir. Ancak biz şunu söylüyoruz: Mesele uzun bir şekilde açıklanmıştır. Şartlarına uygun bir şekilde açık ayıplardan ve gizli kusurlardan uzak kalarak kim iyi bir amel işlerse ve dünyadan çıkıncaya kadar yaptığı bu ameli iptal etmezse, Allah Teâlâ onun bu amelini zayi etmez, belki fazlı ve Keremi ile bu ameli kabul edip mükâfatlandırır. Allah'a eş koşmaktan başka mümin olarak fakat tevbe edemeden öldüğü kötülükleri ise Allah Teâlâ'nın dileğindedir. İsterse, affeder, dilerse azab eder. Fakat ebedî olarak Cehennem ateşinde bırakmaz. Herhangi bir amelde gösteriş, yahut yaptığı işte kendini beğenmek gibi haller vuku bulursa, o amelin mükâfatını iptal eder.
Amellerin sevabını iptal eden haller, küfür, kendini beğenme ve gösteriş gibi hallerdir. Bu konularda Allah Teâlâ şöyle buyuruyor.
“Kim imanı inkâr ederse, yaptığı bütün ameller boşa gider.” 249
“Ey iman edenler! Sadakalarınızı, insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın.” 250
Sonra hadîs-i şerifte zikredilen:
“Ateş odunu yakıp kül ettiği gibi, başkalarının elindeki nimeti çekememek, insanların yaptıkları iyiliklerin mükâfatını yakıp kül eder.” 251
Sözü şöyle tevil ediliyor: Çoğu zaman çekememe hali, insanı, hased edilen kişiye nisbetle kötülük işlemeğe sevkeder. Bu sebeple Kıyamet gününde hasedçinin yaptığı iyilikler, hased edilene verilir.
Allah Teâlâ iyilik yapanların mükâfatını zayii etmez. Çünkü bir âyette şöyle buyuruyorlar:
“Şüphesiz Allah Teâlâ, iyilik yapanların mükâfatını boşa çıkarmaz.” 252
“Şüphesiz Allah müminlerin mükâfatını zayi etmez.” 253
Başkalarına gösteriş yapan, işinde ihlâs olmadığının delilidir. Çünkü gösterişçi, insanlar görüp güzel desin için bir iş yapar. Süm'acı, yani başkalarına işittirmek için bir işi yapan da Allah rızası gayesini taşımamaktadır. Bu sebeple yaptıkları amelin mükâfatı yok olur. Gösteriş ve işittirmek için iş yapmak, bir şeyi lâyık okluğu yere koymamaktır. Çünkü Cenabı Hak şöyle buyuruyor:
“Kim rabbine kavuşmak isterse, iyi amel yapsın ve rabbbıne ibadette kimseyi ortak etmesin.” 254
Bu âyette zikredilen, eş koşmak hem açık, hem de gizli olarak Allah'a eş koşmak mânalarına şamil olmaktadır. Açıkça eş koşmak bellidir. Gizli olarak eş koşmaksa başkalarına işittirmek, gösteriş yapmak ve beğendirmek için yapılan taat ve ibadetlerdir. Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Allah için yaptığı bir amelde her kim Allah'tan başkasını ortak ederse, sevabını Allah'tan başkasından istesin. Zira Allah ziyadesiyle ortaktan beridir.” 255
“İçinde zerre kadar gösteriş bulunan bir ameli Allah Teâlâ kabul etmez.” 256
İmam Âzam, metinde yapılan iyiliklerin mükâfatını belirtirken sadece gösteriş ve kendi işini beğenme hallerini zikretmekte yetinmiştir. Diğer günahların ve hallerin amellerin sevabını yok etmediğine işaret etmiştir. Çünkü diğer kötülükler, yapılan amellerin mükâfatını yok etmez. Sadece bu iki hal, iyiliklerin sevabını giderir. Belki bunun aksi olmaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderirler.”257
Bu konuda yine şöyle bir hadisi kudsî bulunmaktadır.
“Benim rahmetim, gadabımı geçmiştir.” 258
Bir şârih buna karşı çıkarak şöyle demiştir: Gösteriş ve yaptığı işi beğenme, yapılan iyiliklerin mükâfatını yok ettiği gibi, bunlardan başka bazı kötü davranışlar da yapılan iyiliklerin mükâfatını yok eder. Bu âlim şu hadise dayanmaktadır:
“Beş şey vardır ki, oruçlunun orucunu bozar. Biri dedikodu, diğeri yalan, üçüncüsü söz gezdirmek, dördüncüsü yalan yere yemin etmek, beşincisi ise şehvetle nâmahreme bakmaktır.” 259
Bu hadis-i şerife dayanarak diğer kötü hallerin de yapılan iyiliklerin mükâfatını yok edeceğini kabul eden zat, hadisin tevilini bilememiştir. Tevili şöyledir: Bu hadisten maksat, beş şeyin, orucun kemalini ve cemalini bozar, demektir. Aslını bozar manasında değildir. Çünkü şehvetle bakmak, küçük günahtır. Ehl-i Sünnete göre de, Mûtezile'ye göre de küçük günahtır; yapılan bir amelin sevabını yok etmez.
Bu zatın:
“Kötü ahlâk, sirkenin balı bozduğu gibi, müslümanm amelini bozar.” 260 hadisini delil olarak ileri sürmesi kabul değildir. Zira hadis-i şerif, müslümanın kötü ahlâkı riyasından (gösterişinden) ve kendini beğenmesinden ileri geliyorsa bütün amellerini yok eder, manasında tevil edilmiştir. Ehl-i Sünnet vel Cemaat Mezhebinin inancının gereği de budur.
Peygamberlerde Mucize :
Peygamberler için mucizeler, veli kullar için de kerametler haktır.
Yâni peygamberlerin mucizeleri ile velilerin kerametleri Kitap ve Sünnetle sabittir. Kerametleri inkârda Mutezile ile Bid'at ehlinin muhalif oluşuna itibar edilmez. Mucize ile keramet arasındaki fark: Mucize, ölüyü diriltmek, bir dağı yok etmek gibi muarazaya uygun şekilde âdete muhalif tarzda bir iştir. Mucize Peygamberlik iddiasında bulunan kişinin dâvasını doğrulamak için gösterilir. Her gün güneşin, dünyanın doğusundan doğdurulması gibi harika olmayan durumlar, mucize değildir. Bu tarifin dışındadır. Hârika ise böyle değildir. Meselâ; kendisini doğrulamak için bir çocuğun konuşacağını iddia etmek gibi. Çocuk onu yalanlayacak şekilde konuşursa bu hârika değildir. Nitekim Deccalda da böyle haller olacaktır.
Velîlerin Kerametleri.
Kerametler de harikadır, fakat bu harikalar bir iddiaya ve muarazaya yakın değildir. Bu harika velinin kerameti olup Hz. Peygramber'in dâvasında doğruluğuna alâmettir. Zira tabiîn (ümmetin) kerameti, uyduğu kişinin (Peygamberin) kerametidir. Veli, mümkün olduğu ölçüde taatlara devam eden, kötülüklerden sakınan, dünyevi lezzetlere, şehvetlere, gafletlere, oyun ve eğlencelere dalmaktan yüz çeviren, Allah Teâlâ'yı ve sıfatlarını tanıyan kimsedir. Hz. Ömer'in mektubu ile Nil nehrinin taşması, Medine'de Minber üzerin de iken Nihavend denilen yerde askerlerini görmesi ve İslâm ordusunun kumandanına: Yâ Sâriye, dağdan sakın diyerek onu dağın arkasındaki düşmanın hücumundan sakındırması ve orada bulunan Sâriye'nin mesafe uzak olmasına rağmen Hz. Ömer'in bu sesini işitmesi Halid b. Velid'in zehiri içtiği halde bundan bir zarar görmemesi Sahabe ve diğer Ehl-i Sünnet'e mensup müslumanlardan vaki olmuş birçok kerametlere dair rivayetleri buna bir misal olarak zikredebiliriz:
Mutezile ise Ehl-i Sünnete karşı çıkarak kendi aralarında böyle bir mertebenin bulunduğuna şahid olmamışlardır. Şiîler kerametleri yalnız on iki imama tahsis etmişlerdir.
Sonra İmam Âzam'ın bu makamdaki kelâmının zahiri Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunun görüşüne uygundur. Bu görüş de şudur: Peygamber için mucize olan her şeyin veli kullar için bir keramet olması caizdir. Aralarında peygamberlik iddiası dışında bir fark yoktur. İmam Kuşeyri ve İbn-i Sübkî gibi ona uyanlar, bu görüşe muhaliftir. Onlar yukarıdaki görüşe ilâveten şöyle demektedirler: Babasız çocuk doğurmak, cansız bir varlığı canlandırmak gibi haller müstesna. Bunlar mucizedir, keramet olmazlar. “Kitap ise Meryem'den ve Süleyman aleyhisselâm'ın arkadaşından keramet zuhur ettiğini söylemektedir. Birinci İsa aleyhisselâm'ın peygamberliğini kuvvetlendirmek içindir, yahut Zekeriyya aleyhisselâm için bir mucizedir; ikincisi ise Süleyman aleyhisselâm için mucizedir, tarzında ileri sürülen görüş şu şekilde reddedilmiştir: Bizler, sadece peygamberlik iddiası bulunmaksızın Allah'ın bazı salih kullarında harika durumların zuhur edebileceğini iddia ediyoruz. Buna, bir peygamber için mucize, yahut takviye adını vermek bizim için zarar vermez. Kıssaların siyakı (akışı) orada peygamberlik iddiası bulunmadığına, belki Zekeriyya aleyhisselâm'ın o kaziyye hakkında bilgi sahibi bulunmadığına, ancak keyfiyetten sorunca bunu öğrendiğine delâlet etmektedir.
Hülâsa, harika işler, Peygambere nisbet edilirse, mucizedir; ister kendisi tarafından gösterilmiş olsun, ister ümmeti tarafından gösterilmiş olsun, peygamberliğinin doğruluğuna delâlet ettiği için, mucizedir. Bu itibarla böyle işler peygamberlere mucize yapılmıştır. Yoksa mucizenin hakikati, peygamberlik iddiasında bulunan kişinin elinde münakaşaya yakın olmasıdır. Bu mucize, veli'ye nisbetle keramettir.
Ebû Ali el-Cüzcâni bu konuda şöyle demiştir. Sen Allah yolunda doğruluğu ve istikameti iste, keramet arama. Zira senin nefsin keramet aramaya, zorlar, rabbin ise senden istikamet ister.
Şeyh Sühreverdi rahimehullah “Avarif”inde şöyle diyor: Bu konuda bu büyük bir esastır. Zira ibadet yapan müctehitlerden çoğu önce gelen Selef âlimlerinden çok şey işittiler, buna rağmen kendilerine keramet ve harikalar verilmemiştir. Onların nefisleri kerametlerden bir şey bekler ve keramet verilmesini ister. Allah'a ibadet edenlerden biri, kendisinde harika bir iş zuhur etmediği için, kalbi kırılır ve bunu amelinin sahih olmadığına işaret sayar. Eğer, böyleleri bu işin sırrını bilselerdi iş kolaylaşır ve Allah Teâlâ'nın sadık olan bazı mücahitlere bu kerametin kapısını açtığını bilir. Bunun, hikmeti gördüğü harikalar ve kudret-i ilâhî eserleri sebebiyle iman hususunda yakinini artırmak, dünyada zühd ve takva hakkında azmi kuvvetlendirmek ve nefsani arzuları çağıran sebeplerden uzaklaşmaktır Davasında sadık kişinin yolu nefsi için istikamet istemesidir. Esas keramet istikamettir. Yani Allah yolunda dosdoğru olmaktır.
Netice olarak şunu söylemek gerekir: Şeriata ait işlerle ilgili bilginin insana açılması, olacak işler hakkındaki bilginin insana açılmasından daha hayırlıdır. Birincinin, yani şeriat bilgisinin olmaması dine zarar verir. İkincisi, yani olacak ve olmuş olaylar hakkındaki bilginin insana keşfolması ise böyle değildir. Belki çoğu kere bu bilginin olmayışı kişi için daha hayırlı olur. Zira nefsin payı kalmaz, ibadetler sırf Allah rızası için yapılmış olur.
Sonra bil ki, Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Müminin bakışından sakının. Zira o Allah'ın nuru ile bakar.”261 Bu hadisi Tirmizî Ebû Saîd el-Hudrî rivayetinden nakletmiştîr.
Cenab-ı Hakk da bir âyette :
“Elbette bunda keskin anlayışlılar için alâmetler vardır.” 262buyuruyor:
Tenbih edilmesi gereken hususlardan biri de şudur: Feraset üç nevidir. Birincisi imana taalluk eden ferasettir. Bunun sebebi nurdur. Allah bu nuru, imanının kuvvetlendiği ölçüsünde kulunun kalbine sokar. İmanı kuvvetli olanın bakışı daha keskindir, anlayışı daha keskindir.
Ebû Selman ed-Dârânî rahimehullah şöyle diyor.
“Feraset, nefsin bir şeye muttali olması ve gaybı görmesidir. Bu ise imanın makamlarından bir makamdır.”
Ferasetin ikincisi, riyazet yolu ile elde edilen ferasettir. O da açlık ye uykusuzlukla ve halvetle (tenhaya çekilmekle) elde edilir. Zira insanın nefsi dünyaya ait meşguliyet ve alâkalardan boş olunca, bu boşluğu ölçüsünde feraset ve keşif kuvveti elde eder. Bu türlü feraset, mümin ile kâfir arasında müşterektir. Bu türlü feraset,ne imana ne de veliliğe delalet etmez. Faydalı bir şekilde Hakk’ı keşfetmez. Belki onların keşfi idarecilerin ve rüya tabircilerinin doktorların ve benzerlerinin keşfi gibidir. Ferasetin üçüncüsü, yaratılıştan var olan ferasettir.Bu tür feraset hakkında tabibler ve diğer alimler bir çok kitablar yazmışlardır.Onlar yaratılışı, huy ve davranışlar hakkında delil kabul etmişlerdir. Zira yaratılış ile davranışlar arasında Allah’ın hikmetinin gerektirdiği hikmetler vardır. Bu başın adetten dışarı çıkacak şekilde küçüklüğünü aklın küçüklüğüne, gögüs genişliğini huyun genişliğine, göğün darlığını huyun darlığına, gözlerin donukluğunu ve bakışın zayıflığını sahibinin tembelliğine ve kalb sıcaklığının zayıflığına delalet etmesi gibidir.
Dostları ilə paylaş: |