Taklitçinin İmanı Sahihtir.
İnanç esaslarına ilâve edilen hususlardan biri de bir delile dayanmadan taklid eden kişinin imanı sahihtir. İmam Ebû Hanife, Süfyan-i Sevrî, Mâlik, Evzai, İmam Şafiî, İmam Ahmed ve müctehidlerin umumu ile hadis âlimleri taklidçinin imanının sahih olduğunu, ancak delil bulmadığı için günahkâr olduğunu söylemişledir. Belki bazıları bu konuda icmâdan da bahsetmişlerdir. İmam Eş'arî, mukallidin mutlaka akıl yolu ile inanılacak hususları bilmesi lâzımdır diyor. Mûtezile'ye göre ise şüpheyi defetmek mümkün olacak şekilde her meseleyi akim delâleti ile bilmedikçe bir kimse mümin olamaz.
Konevî demiştir ki; Mutezile, hasımları ile mücadele edip kendisine karşı öne sürülen bütün şüpheleri halledecek şekilde inanılması gereken hususları aklî delillerle bilmedikçe bir kimsenin mümin olmayacağına hükmetmişlerdir. Öyle ki, bu inanç esaslarından herhangi birini açıklamak ve ispat etmekten aciz kalırsa o kimsenin müslümanlığına hükmedilmez.
Eş'arî demiştir ki; “İmanın sağlam olmasının şartı esasa ait meselelerin her birini aklı delil ile bilmek şarttır. O kadar var ki bu şart, o meselelerden her birini yalnız kalbi ile bilmesidir. Bu bildiklerini dili ile anlatması ve ifade etmesi şart değildir. Eş'ari'ye göre, bu meseleleri kalbi ile bilmeyen her ne kadar mutlak mânada mümin değilse de kâfir de değildir. Çünkü bu kimsede küfre taban tabana zıt olan tasdik bulunmuştur. Ancak böyle bir kimse inanılacak hususlarda nazar ve istidlali terk ettiği için Allah'a karşı günahkârdır. Böyle bir kimse Allah katında diğer günahkârlar gibidir. Dilerse Allah böylelerini affeder ve Cennetine kor; dilerse günâhı kadar azap ettikten sonra yine Cennetine kor.”
Şüphe yoktur ki, bu düşünce Eş'ari'nin sözünün başında söylediğine aykırıdır. Öyle ki nazar ve istidlali imanın sıhhatinin şartı yapmıştır. Eğer bu söz ile imanın kemalinin sıhhatinin şartı kasdedilirse bu mesele de Cumhur'un görüşüne uygundur.
Bu konuda en doğrusu Eb'ul-Hasan er-Rüstağnî ile Ebû Abdillâh el-Halimî'nin söyledikleri sözdür. Bu söz şudur: Bir müminin bütün meseleleri aklî delil ile bilmesi şart değildir. Ancak bir mümin mucizelerin delâleti ile Allah'ı bildikten sonra itikadını Hz. Peygamber'in sözü üzerine dayandırırsa bu kimse düşüncesinde sadıktır, itikadı doğrudur. Bir müminin imanının sahih olması için bu kadarı yeterlidir. Bu görüş Cumhur'un, icmali imana tâalluk eden hususlarda istidlali terk eden kişinin Allah'a karşı günahkâr olduğu yolundaki hükümlerine aykırı değildir. İman ise emredilen tasdikten ibarettir. Bu tasdik de bulunmuştur. Öyle ise bu şekilde tasdik eden kişi, ister delile dayanarak tasdik etsin, ister delilsiz tasdik etsin, kendisine vaad edilen sevaba nail olur.
Konevi'nin naklettiğine göre, İmam Âzam Ebû Hanife, kendisine: “Müminin de Cehennem ateşine gireceğini söyleyen kimselerin durumları nedir?” şeklinde soru yöneltenlere karşı: “Bütün müminler. Cehenneme girecektir” cevabını vermiş. Bunun üzerine: “Kâfirler ne olacak?” denilince: “O zaman onlar iman edecekler” demiş, (Bu söz imanlarının fayda vereceğini ifade etmez.) Fıkh-ı Ekber'de de böyle zikredilmiştir, Konevî'nin zikrettiği bu ibare meşhur ve muteber olan asıl nüshalarda yoktur.
“Azab görüldüğü zaman iman sahih değildir” sözlerinin manası iman fayda vermez, demektir. Ben derim ki, belki iman sahih değildir. Zira şeriatın emrettiği iman gayba inanmaktan ibarettir. Sonra bu noktanın araştırılması şöyledir. Müminin inançları ile ilgili delillere dayanması ileride tasdik etme keyfiyetine ulaşmak içindir. Bir kimse daha önceden tasdik etmek suretiyle maksada ulaşırsa istenen sonuç hâsıl olmuş olur. Zira bir fazilete ulaşıldığı zaman bu fazilete ulaştıran yolların bulunmamasına itibar edilmez. Bu meselenin gerçeği şudur: Şüphesiz Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem kendine iman eden kişiyi ve Allah tarafından getirdiği hükümleri tasdik eden kimseyi mümin saymış ve ona inançla ilgili meselelerde aklî delilleri öğretmekle meşgul olmamıştır. Hz. Peygamberin sahabîleri de böyle. Aklî delil olan şartı bulunmadığı için eğer bu iman olmasaydı bunlar iki işten biri ile uğraşmaları gerekecekti. Ya İslâm'ı kabul etmekten yüz çevireceklerdi, yahut onlara delilleri iyi bilen, münakaşaları iyi bilen maharetli kelâm ve münazara sanatını öğretecek birini başlarına dikerek onlara inançla ilgili meselelerin teferruatını ve inceliklerini öğretecek, dolayısiyle ancak bundan sonra kendilerinin mümin olduğuna hükmedilecekti. Sahabenin ve günümüze kadar onlar yerinde duran ilim adamlarının bu gibi muamelelerden kaçınmaları ve böyle bir tatbikatın bulunmayışı ile bu görüşü savunanların düşüncelerinin batıl olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü bu düşünce Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem, O'nun sahâbîleri ve diğer müctehidlerin yaptıklarına aykırıdır.
Bizim mezhebimize mensup âlimler arasında, taklidçinin bir nevi bilgiden boş olmadığını söyleyenler de vardır. Zira taklid ile iman eden kişi yananda Hak dinini ve doğru yolu haber veren Hz. Peygamber'in haberinde doğru olduğu düşüncesi bulunmadan iman ve tasdik etmez. Halbuki tek kişinin verdiği haber doğru olmaya da, yalan olmaya da ihtimali vardır. Ancak inanan kişi yanında bu haberin doğru olduğu düşüncesi hâsıl olur ve yalan ihtimali olması hatırına gelmezse ve gerçekten doğru olursa bu mukallid âlim yerine, bilen kişi yerine konur. Çünkü bu kişi inancını az da olsa delil olabilecek bilgilere dayandırmıştır.
Fakat bir kimseye Peygamberin daveti ulaşmamış olur da kendisini bir müslüman görüp onu dine davet eder ve bir peygamberin kendilerine Allah tarafından bir din getirdiğini haber verirse; kendilerini bu dine davet ettiğini, elinde bazı mucizelerin ortaya çıktığını söyler de bu kişiyi tasdik .ederse ve hiç düşünmeden ve tereddüt etmeden bu dine inanırsa işte bu, bizimle Eş'ariler arasında ihtilâf bulunan taklidçidir.
Müslümanlar arasında doğup büyümüş şehirli, yahut köylü akıl sahibi gözü gören kişiler böyle değildir. Onlar için nazar ve istidlale ihtiyaç ve lüzum vardır. Eğer böyle bir kimse nazar ve aklî delil kullanmak suretiyle neticeye varmıyorsa işte bu husus da bizimle Mutezile arasındaki ihtilaflı meseledir. Doğrusu ilim adamlarının umumunun kabul ettiği görüştür. Zira iman, mutlak tasdikten ibarettir. Bir kimse bir haberi verir de onu tasdik eden bulunursa bu habere inandı demek doğru olur. Yine sahâbiler muharebeler sonunda kılıç zoru ile fethedilen birbirinden görerek iman eden yabancı ülkelerdeki şehir halkının imanlarını kabul. ederler ve bu şehirlerin halkını özellikle bazı hususlarda delil istemeye sevk etmeyi de caiz görürlerdi. Bu ihtilâf dağ başında bulunup da bu alem hakkında düşünmeyen, yaratıcısı hakkında asla düşünmeyen kimseler hakkında doğmuştur. Müslüman ülkelerde doğup büyüyen ve bu âlemin sanatlarını görüp Allah'ı noksan sıfatlardan berî kılan kimse ise taklid sınırının dışındadır. Nitekim bir Arap köylüsüne: “Allah'ı nasıl tanıdın?” diye sorulunca, şöyle cevap vermiş: “Devenin tersi devenin geçtiğine, ayak izleri bir yürüyenin varlığına delâlet eder de bu yüksek eyvanlar ve alçak merkez bir yaratıcının varlığına delâlet etmez mi?” cevabını vermiş. Fakat taklidçi inancını kendini imana davet edenin boynuna bir gerdanlık gibi asıp, eğer bu din doğru ise doğrudur, batıl ise vebali günahı onun boynuna aittir, manasında bir düşünceye sahip olursa bu türlü taklidçi ittifakla mümin değildir. Çünkü böyle bir kimse imanında şüphe içindedir. Bir görüşe göre ise, bu âlemin yaratılmışlığı ve Allah Teâlâ'nın varlığı Allah Teâlâ hakkında gerekli olan ve olması mümkün olmayan meseleleri delilleri ile birlikte bilmek her mükellefe farz-ı ayndır. Dolayısıyla delile bakarak bilgi sahibi olmak farzdır, taklid caiz değildir. İmam Razı ve Âmidî'nin tercih ettiği görüş de budur. Burada delilden kasdedilen icmali delile bakmaktır. Tafsilâtlı delile bakarak şüphesi bulunanların şüphesini gidermek, yol gösterilmek isteyenlere yol göstermek ise farz-ı kifayedir.
İçine daldığı takdirde şüpheye düşmesinden korkulan meselelere gelince böyle meselelerden menedilmek gerekir. İmam Beyhaki diyor ki: İmam Şafii ve diğer âlimler kelâm ilmini, bilgi ve istidlal kabiliyeti zayıf kimselere merhamet ve şefkatlerinden dolayı yasaklamışlardır. Çünkü zayıf kimseler maksatlarına ulaşamayıp sapabilirler.
“Tatarhaniye”'de açıklandığına göre, bir topluluk da yine kelâm ilmi ile meşgul olmayı mekruh saymışlardır. Bize göre bu görüşün tevili şöyledir: Kelâm münazaralı ve mücadeleli bir şekilde olursa mekruh olur. Çünkü bu mücadeleler fitne ve bid'atın yayılmasına ve sağlam inançların karışmasına sebep olur. Yahut münazara yapan kişinin anlayışı ve bilgisi az olup, yahut doğruyu aramak için değil, belki görüşünde üstün ve galip olmak için münakaşaya girişmiş olur. Allah Teâlâ'yı bilmek, Tevhid inancını bilmek, peygamberlik müessesesini tanımak, peygamberlikle ilgili hususları bilmekse farz-ı kifayelerdendir.
İbn-i Humam'ın “Hidâye şerhi” adlı kitabında yazıldığı üzre: “Ebû Yusuf'un söylediği gibi kelâmcının arkasında namaz kılmak caiz değildir.” sözü ile oğlu Hammad'ı kelâm konusunda münazara ederken görünce onu bu işten uzaklaştıran İmam Âzam'ın bu yasaklayışını kasdetmiş olması caizdir. İmam Âzam oğlu Hammad'ı kelâm meselelerinde münakaşa etmekten yasaklayınca oğlu ona: “Görüyorum ki sen kelâm meselelerinde münakaşa ediyorsun” demiş, buna karşılık da İmam Âzam şöyle cevap vermişti: “Biz münakaşa ederken, arkadaşımızın inancının sarsılması korkusuyla başımızın üzerinde kuş varmış gibi onu kaçırmamak için dikkatli davranırdık. Halbuki siz münakaşa ederken arkadaşınızın inançlarının sarsılmasını ve ayaklarının kaymasını istiyorsunuz. Bir kimse arkadaşının ayağının kaymasını isterse kâfir olmasını istemiş olur. Arkadaşının kâfir olmasını istemekse küfürdür. İşte yasaklanmış bulunan kelâm ilminin derinliği bu gibi meselelerdir.”
“Şerh'ul-Mevâkıf”ta şöyle deniliyor: “Kelâm ilminin faydası taklid derecesinden yakin derecesine çıkmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Sizden iman edenlerle ilim sahiplerini Allah derece bakımından üstün kılar.” 530
Allah Teâlâ bu âyette, müminler arasında bulunmalarına rağmen bilgi sahibi âlimleri, mertebelerini yükseltmek için özellikle zikretmiştir. Sanki şöyle demiştir: Hususiyle bu sizin âlimlerinizi, ilim ve ameli kendilerinde toplamaları sebebiyle yükseltir.
Dostları ilə paylaş: |