Jessica ona yaklaştı.
Muhafızlardan biri Idaho'yu bırakmadan başıyla Jessica'yı selamladı. "Ne yapacağımızı bilemedik, Leydim. Kapının önünde patırtı çıkarıyor, içeri girmek istemiyordu. Yerlilerin ortaya çıkıp onu görebileceğinden korktuk. Hiç olacak şey değildi. Buradaki adımızı lekelerdi."
"Neredeymiş?" diye sordu Jessica.
"Yemekteki genç hanımlardan birini evine bıraktı. Ha-uat'ın emri."
"Hangi genç hanım?"
202
203
"Eskort kızlardan biri. Anlarsınız ya, Leydim?" Gözucuyla Mapes'e baktı, sesini alçalttı. "Hanımları özel olarak gözaltında tutmak için her zaman Idaho'yu ararlar."
Demek öyle yaparlar, diye düşündü Jessica. Peki ama neden sarhoş?
Kaşlarını çattı, Mapes'e döndü. "Mapes, bir uyarıcı getir. Kafein iyi olur. Biraz bahar kahvesi kalmış olabilir."
Mapes omuz silkti, mutfağa yöneldi. Bağcıkları açık çöl botları taş zeminde şlap şlap diye ses çıkardı.
Idaho, sabit tutamadığı başını, Jessica'ya bakabileceği bir açıya getirmek için döndürdü. "Dük ijin üj yüzden fazla adam öldürmüjüm," diye mırıldandı. "Neden burda olduumu mu öörenmek istiyosun? Burda yerin aldında yajıyamassın. Burda yerin üzdünde de yajıyamassın. Ne bijim biyer burassı, haa?"
Yan hol girişinden bir ses Jessica'nın dikkatini çekti. Döndü, Yueh'nin sol elinde doktor çantasını sallayarak onlara doğru yaklaştığını gördü. Tam tekmil giyinmişti, solgun ve yorgun görünüyordu. Alnındaki elmas dövme hemen göze çarpıyordu.
"iyi kelpli doktor!" diye bağırdı Idaho. "Sennesin yaa doktor? Kırık çıkıkçı mı hapçı mı?" Kızarmış gözlerini Jessica'ya çevirdi. "Kennimi...ımm...lanet bi...ımm...aptal yerine koydum di mi?"
Jessica kaşlarını çattı, sessiz kalarak düşündü: Idaho neden sarhoş oldu? içkisine ilaç mı karıştırdılar acaba9
"Çok fazla bahar birası," dedi Idaho doğrulmaya çalışarak.
Mapes elinde dumanları tüten bir fincanla döndü, Yueh'nin arkasında kararsızca durdu. Başını iki yana sallayan Jessica'ya baktı.
Yueh çantasını yere koydu, Jessica'yı başıyla selamladı ve, "Çok fazla bahar birası, öyle mi?" dedi.
"Bu lanet ijki jimdiye kadar tattıım en iyi şeydi," dedi Idaho. Dikkatleri üzerine çekmeye çalıştı. "Kılıjım ilk olarak Grumman'in kanına bulandı! Öldürdüm o Harkon...Harkon... Onu Dük ijin öldürdüm."
Yueh döndü, Mapes'in elindeki fincana baktı. "Bu nedir?"
"Kafein," dedi Jessica.
Yueh fincanı aldı, Idaho'ya uzattı, "iç şunu, delikanlı."
"Daa fazla biji ijmek istemiyom."
"İç dedim sana!"
Idaho'nun başı Yueh'ye doğru yalpaladı ve sendeleyerek öne doğru bir adım atınca muhafızları da kendisiyle birlikte sürükledi. "İmmparatorluun Evreni'ni hojnud etmekden bıktım usandım, doktor. Bi kez ossun, ju iji benim dediim gibi yap-caz."
"Bunu iç, sonra," dedi Yueh. "Sadece kafein."
"Eralde burdaki diyer jeyler gibidir! Lanet günejj çok par-lag. Hij bi j ey in... ımm... rengi dooru dul. Her jey yannış ya da..."
"Pekala, artık geceyarısı oldu," dedi Yueh. Makul bir şekilde konuşuyordu. "İyi bir delikanlı gibi iç şunu. Kendini daha iyi hissetmeni sağlayacak."
"Ben daa iyi isssetmek istemiyom!"
"Bütün gece onunla tartışamayız," dedi Jessica. Ve, şok tedavi gerekiyor, diye düşündü.
"Sizin kalmanız için hiçbir sebep yok, Leydim," dedi Yueh. "Bununla ben ilgilenebilirim."
Jessica başını iki yana salladı. Bir adım ilerledi, Idaho'nun \ anağına sert bir tokat attı.
Idaho, muhafızlarıyla birlikte geriye doğru sendeledi, ters icrs kadına baktı.
"Dük'ünün evinde bu şekilde davranamazsın," dedi Jes-Mca. Fincanı Yueh'nin elinden kaparken kahvenin birazı döküldü. Fincanı İdaho'ya doğru uzattı. "Şimdi iç şunu! Bu bir omirdir!"
Idaho silkinerek dikleşti, suratını asarak ona baktı. Yavaş >avaş, dikkatlice ve düzgün bir telaffuzla konuştu: "Ben lanet ilası bir Harkonnen casusundan emir almam."
Yueh kaskatı kesildi, yüzünü hızla Jessica'ya çevirdi.
Jessica'nın benzi atmıştı ama başını onaylarcasına sallıyor-
205
204
T
du. Her şey netleşmişti; son birkaç gündür çevresindeki sözlerde ve hareketlerde yakalamış olduğu anlam kopuklukları artık açıklanabilirdi. Kendisini neredeyse frenleyemeyeceği kadar büyük bir kızgınlığın pençesinde buldu. Nabzını yavaşlatması ve nefesini düzenlemesi için Bene Gesserit eğitimini tüm derinliğiyle kullanması gerekti. Bunun ardından bile içindeki alevlerin titreşimini hissedebiliyordu.
Hanımları gözaltında tutmak için her zaman Idaho 'yıı ararlar
Yueh'ye bir bakış savurdu. Doktor gözlerini indirdi.
"Bunu biliyordun, değil mi?" diye sordu.
"Ben...söylentiler duymuştum, Leydim. Ama yükünüzü ağırlaştırmak istemedim."
"Havvat!" dedi Jessica sertçe. "Thufir Havvat'ın derhal bana getirilmesini istiyorum!"
"Ama, Leydim..."
"Derhal!"
Bıı Hawat olmalı, diye düşündü. Bunun gibi bir şüphe, eğer anında bir kenara atılmadıysa başka bir kaynaktan geliyor olamazdı
Idaho başını iki yana salladı ve, "Bırak şu lanet şeylerin hepsini," dedi lafı ağzında geveleyerek.
Jessica elindeki fincana baktı, aniden içindekini Idaho'nun yüzüne fırlattı. "Onu doğu kanadındaki konuk odalarından birine kilitleyin," diye emretti. "Bırakın ayılıncaya kadar uyusun."
İki muhafız gözlerini mutsuz bir ifadeyle Jessica'ya diktiler. Bir tanesi konuşmayı göze aldı: "Belki onu başka bir yere götürmeliyiz, Leydim. Mesela..."
"Burada olması gerekiyor!" dedi Jessica sertçe. "Burada yapacağı bir işi var." Sesi acıyla doluydu. "Hanımları izlemekte çok başarılı."
Muhafız yutkundu.
"Dük'ün nerede olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu.
"Kendisi karargahta, Leydim."
"Havvat onunla mı?" "Havvat şehirde, Leydim."
"Bana bir an önce Hawat'ı getireceksiniz," dedi Jessica. "Geldiğinde ben oturma odamda olacağım." "Ama, Leydim..."
"Gerekirse Dük'ü çağırırım," dedi. "Umarım gerekmez. Onu bu konuyla rahatsız etmek istemem." "Emredersiniz, Leydim."
Jessica boş fincanı Mapes'e uzattı, mavi içinde mavi gözlerdeki soru dolu bakışlarla karşılaştı. "Sen yatağına dönebilirsin, Mapes."
"Bana ihtiyacınız olmadığına emin misiniz?" Jessica sıkıntılı bir şekilde gülümsedi. "Eminim." "Bu belki de yarına kadar bekleyebilir," dedi Yueh. "Size bir sakinleştirici veririm ve..."
"Odana döneceksin ve ben bunu kendi yöntemimle halledeceğim," dedi. Verdiği emirdeki sertliği azaltabilmek için hafifçe adamın koluna vurdu. "Tek yol bu."
Aniden, başı yukarıda, döndü ve odasına giden yolda dimdik yürüdü. Soğuk duvarlar...geçitler...tanıdık bir kapı...Kapıyı hızla çekerek açtı, içeri girdi ve kapıyı arkasından çarptı. Jessica oturma odasının ortasında durarak, manzaraları kalkanla engellenmiş pencerelere dik dik baktı. Hawat! Harkon-nenlerın satın aldığı o olabilir mı7 Göreceğiz
Jessica, işlemeli şlag derisiyle kaplanmış, derin, eski moda koltuğa geçti, koltuğu kapıya hakim olabileceği bir pozisyona getirdi. Birdenbire, bacağında, kınının içinde duran hançer-i figanı hissetti. Kını çıkardı ve koluna bağladı, kolay çıkıp çıkmadığını denedi. Odaya bir kez daha göz gezdirdi, herhangi bir acil duruma karşı her şeyi eksiksiz biçimde zihnine yerleştirdi: köşeye yakın portatif bir koltuk, duvar boyunca arkası dik sandalyeler, iki tane alçak masa, yatak odasına açılan kapının yanında dik duran zitarı.
Süspansörlü lambalardan soluk pembe bir ışık yayılıyordu. Jessica ışıkları kıstı, koltuğa oturdu, döşemesine hafifçe vurdu
207
206
ve koltuğun görkemli ağırlığını bu olay için uygun buldu.
Şimdi, gelsin bakalım, diye düşündü. Göreceğiz bakalım ne goreceksek Ve sabrını artırıp gücünü toplayarak Bene Gesserit usulüyle kendini beklemeye hazırladı.
Kapı, beklediğinden daha erken vuruldu ve Jessica'nın emri üzerine Havvat içeri girdi.
Koltuğundan kımıldamadan onu izledi; hareketlerinde, ilaçla sağlanan enerjinin verdiği kıpır kıpırlığı ve bunun altındaki bitkinliği gördü. Havvat'ın ıslak, yaşlı gözleri parıldıyor-du. Sert derisi, odanın ışığında sarımtırak görünüyordu, hançer kullandığı kolunun yeninde geniş ve ıslak bir leke vardı.
Jessica oradaki kan kokusunu aldı.
Arkası dik sandalyelerden birini işaret ederek, "Şu sandalyeyi getir ve karşıma otur," dedi.
Hawat eğildi, onun dediğini yaptı. Şu sarhoş Idaho aptalı' diye düşündü. Bu durumdan nasıl kurtulabileceği endişesi içinde Jessica'nın yüzünü inceledi.
"Aramızdaki buzları eritmenin zamanı geldi de geçti bile," dedi Jessica.
"Sorun nedir Leydim?" Hawat oturdu, ellerini dizlerinin üstüne koydu.
"Bana hiçbir şey bilmiyormuş numarası yapma! dedi sertçe. "Eğer seni neden çağırdığımı Yueh söylemediyse, evimdeki casuslarından biri söylemiştir. Birbirimize karşı en azından bu kadar dürüst olalım mı?"
"Nasıl isterseniz, Leydim."
"Önce bir soruma yanıt ver," dedi. "Şu an bir Harkonnen ajanı mısın?"
Havvat sandalyesinden kalkmaya yeltendi, yüzü hiddetle kararmıştı. "Bana bu şekilde hakaret etmeye mi kalkışıyorsunuz?" diye sordu.
"Otur," dedi Jessica. "Sen bana aynı şekilde hakaret ettin."
Havvat yavaşça sandalyesine çöktü.
Ve Jessica çok iyi bildiği bu yüzdeki işaretleri okuyarak derin bir nefes aldı. Hawat değildi
"Dük'üme sadık kaldığını artık biliyorum," dedi. "Bu yüzden beni aşağılamanı bağışlamaya hazırım."
"Bağışlanacak bir şey mi var?"
Jessica suratını asıp merakla düşündü: Kozumu oynasam ot;? Birkaç haftadır Duk'un kızını karnımda taşıdığımdan bahsetsem mı? Hayır . Leto 'nün kendisi bile bilmiyor Bu yalnızca onun yaşamını zorlaştıracak, kurtuluşumuz üzerine konsantre olması gereken bir zamanda dikkatini başka yöne çekecektir Bunu kullanmak için hala zaman var
"Bir Doğru Söyleten bunu çözerdi," dedi Jessica, "ama Yüksek Kurul tarafından yeterlilik verilen bir Doğru Söyleten' imiz yok."
"Dediğiniz gibi. Doğru Söyleten'imizyok."
"Aramızda bir hain mi var?" diye sordu Jessica. "insanlarımızı büyük bir dikkatle inceledim. Kim olabilir? Gurney değil. Duncan kesinlikle değil. Onların subayları, dikkate almaya değecek kadar stratejik yerlerde değiller. Sen de değilsin, Thufır. Paul olamaz. Kendim olmadığımı biliyorum O halde Dr. Yueh mi? Onu çağırıp sınasam mı acaba?"
"Bunun yararsız bir hareket olduğunu biliyorsunuz," dedi Hawat. "O, Yüksek Okul tarafından şartlandırıldı. Bunu kesinlikle biliyorum."
"Üstelik karısı Harkonnenler tarafından katledilen bir Bene Gesserit'miş," dedi Jessica.
"Demek öyleymiş," dedi Hawat.
"Harkonnen isminden bahsederken sesindeki nefreti duymadın mı?"
"Biliyorsunuz benim kulağım yoktur," dedi Hawat.
"Bu aşağılık şüphe neden bana yükleniyor?" diye sordu Jessica.
Hawat kaşlarını çattı. "Leydim hizmetkarını tatsız bir durumda bırakıyor. Ben öncelikle Dük'e bağlıyım."
"Seni daha çok bu sadakatin nedeniyle bağışlamaya hazırım," dedi Jessica.
"Ve ben yeniden sormak zorundayım: Bağışlanacak bir şey
209
208
T
mi var?"
"Çıkmaza mı girdik?"
Hawat omuz silkti.
"Hadi birkaç dakika başka bir şeyi tartışalım o halde," dedi Jessica. "Duncan Idaho, koruma ve gözetim yetenekleri böylesine itibar gören saygıdeğer savaşçı. Bu gece, bahar birası denen bir şeyi fazla kaçırdı, insanlarımız arasında başkalarının da bu karışımla sersemletildiği üzerine raporlar duydum. Bu doğru mu?"
"Raporlarınız var, Leydim."
"Evet var. Sen, bu içki içme olayını bir hastalık belirtisi olarak görmüyor musun, Thufir?"
"Leydim bilmece soruyor."
"Mentat kabiliyetlerini kullan!" dedi Jessica sertçe. "Duncan'ın ve diğerlerinin sorunu ne? Sana iki kelimeyle söyleyebilirim: vatanları yok."
Hawat parmağıyla yeri gösterdi. "Arrakis, işte onların vatanı."
"Arrakis bir muamma! Onların vatanı Caladan'dı; ama biz onları ayırdık. Vatanları yok. Ve Dük'ün onları hayal kırıklığına uğratacağından korkuyorlar."
Havvat kıpırdandı. "Adamlardan birinin bu şekilde konuşması onun..."
"Aah, kes şunu, Thufir. Bir doktor için bir hastalığı doğru olarak teşhis etmek bozgunculuk ya da kalleşlik midir? Benim tek amacım hastalığı tedavi etmek."
"Dük, böyle meselelerde sorumluluğu bana verir."
"Ama benim, bu hastalığın ilerlemesine biraz doğal bir ilgi duyduğumu anlarsın," dedi Jessica. "Ve belki bu konularda bazı yeteneklerim olduğunu da kabul edersin."
Acaba onu ciddi bir şekilde şaşırtmak mıyım? diye düşündü. Silkelenmeye, bir şeyin onu bu rutinden çıkarmasına ihtiyacı var
"Sizin ilginiz pek çok şekilde yorumlanabilir," dedi Havvat. Omuz silkti.
"Yani sen beni çoktan mahkum ettin, öyle mi?"
"Tabii ki hayır, Leydim. Ama durumun ne olduğu göz önüne alınırsa herhangi bir tehlikeye atılmayı göze alamam."
"Tam burada, bu evde, oğluma yönelen bir tehdit seni atlattı," dedi Jessica. "Bu tehlikeye kim atıldı?"
Hawat'ın yüzü karardı. "Dük'e istifamı takdim ettim."
"istifanı bana takdim ettin mi.. .ya da PauPe?"
Şimdi Havvat gözle görülür bir şekilde kızmıştı. Solumasının hızlanması, burun deliklerinin genişlemesi ve sabit bakışları kızgınlığını ele veriyordu. Jessica adamın şakağında bir damarın attığını gördü."
"Ben Dük'ün adamıyım," dedi sözcüklerin üzerine basa basa.
"Hain yok," dedi Jessica. "Başka bir tehdit var. Belki lazer silahlarıyla ilgilidir. Belki de ev kalkanlarına yöneltilmiş zamanlama mekanizmaları olan birkaç lazer silahını saklamayı göze alacaklardır. Belki..."
"Peki patlamadan sonra kim bunun atomik olmadığını söyleyecek?" diye sordu Havvat. "Hayır, Leydim. Böylesine kanun dışı bir şeyi göze almayacaklardır. Radyasyon yavaş yavaş kaybolur. Kanıtları ortadan kaldırmak zordur. Kuralların çoğuna uyacaklardır. Bir hain olmalı."
"Sen Dük'ün adamısın," diye alay etti Jessica. "Onu korumaya çabalarken onu yok eder misin?"
Havvat derin bir nefes aldıktan sonra konuştu: "Eğer masumsanız, en derin özürlerimi kabul ediniz."
"Şimdi kendine bir bak, Thufir," dedi Jessica. "insanlar, her biri kendi yerine sahip olduğu zaman ve her biri genel düzen içinde ait olduğu yeri bildiği zaman en iyi şekilde yaşar. Yerlerini yok ettiğinde insanları da yok edersin. Dük'ün bütün bu sevenleri arasında sen ve ben, Thufir, ikimiz birbirimizin yerini yok etmek için en ideal konumdayız. Ben, geceleri Dük'ün kulağına seninle ilgili şüpheler fısıldayamaz mıyım? Dük, bunun gibi fısıltılardan en fazla ne zaman etkilenir, Thufir? Sana, bunu daha açık bir şekilde tasvir etmem mi
210
211
gerekiyor?"
Hawat, "Beni tehdit mi ediyorsunuz?" diye homurdandı.
"Doğrusu hayır. Sadece sana, yaşamlarımızın temel düzeni içinde, birisinin bize saldırmakta olduğunu gösteriyorum. Zeki ve melunca. Ben, bunun gibi kancaların gireceği hiçbir çatlak î bırakmayacak şekilde yaşamlarımızı düzenleyerek bu saldırıyı boşa çıkarmayı amaçlıyorum."
"Beni temelsiz şüpheler yaymakla mı suçluyorsunuz?" ;J
"Temelsiz, evet."
"Buna kendi dedikodularınızla mı karşılık vereceksiniz?"
"Dedikodulardan oluşan senin yaşamın, benimki değil, Thufır."
"Demek benim yeteneklerimi sorguluyorsunuz, öyle mi?"
Jessica iç geçirdi. "Thufir, seni bu işin içine karıştıran duygusal bağı incelemeni istiyorum. Doğal insan, mantığı olmayan bir hayvandır. Senin bütün olaylarla ilgili mantık yürütmelerin doğal değil ama yararlı olduğu için bunu sürdürmene katlanılıyor. Sen mantığın vücut bulmuş halisin, bir Men-tat'sın. Yine de, problem çözümlerin, gerçek anlamıyla senin dışına, yani çalışılıp yeniden oluşturulacağı ve her açıdan inceleneceği yere çıkarılan fikirlerdir."
Sesindeki kibri gizlemeye çalışmayarak, "Şimdi de benim işimi bana öğretmeyi mi düşünüyorsunuz?" diye sordu Hawat.
"Senin dışındaki herhangi bir şey; işte bunu görebilir ve , buna mantığını uygulayabilirsin," dedi Jessica. "Ama kişisel problemlerle karşılaştığımızda, en derin kişisel şeylerin, mantığımızın incelemesi için dışarı çıkarmakta en çok zorlandığımız şeyler olması insani bir özelliktir. Gerçekten kafamızı meşgul eden o en derindeki asıl şey dışında her şeyi suçlayarak onun çevresinde debelenmeye eğilimliyizdir."
"Bir Mentat olarak yeteneklerime duyduğum inancı kasten zayıflatmaya çalışıyorsunuz," dedi çatlak bir sesle. "İnsanları-mızdan birini, cephaneliğimizdeki herhangi bir silahı sabote etmeye çalışırken görürsem, onu suçlamak ve yok etmek için bir an bile duraksamam."
"En iyi Mentatlar, hesaplamalarındaki hata payını sağlıklı bir şekilde göz önünde bulundururlar," dedi Jessica.
"Ben hiçbir zaman aksini iddia etmedim!"
"O hakle ikimizin de gördüğü şu belirtileri incele: adamlar arasında sarhoşluk, münakaşalar, Arrakis hakkında dedikodu yapmaları ve deli saçması söylentilerden bahsetmeleri; en basit..."
"İşsizlikten başka bir şey değil," dedi Hawat. "Basit bir meseleyi gizemli göstermeye uğraşarak dikkatimi dağıtmaya çalışmayın."
Jessica gözlerini ona dikti, Dük'ün adamlarının, kışlalarda, neredeyse enerjinin kablo yanığı kokusu duyulana kadar dertlerini birbirine sürttüklerini düşündü. Lonca-öncesi efsanedeki adamlara benzemeye başladılar, diye geçirdi içinden. Kaybolan yıldız araştırma gemisi Ampoliros 'un parmakları tetikte, sonsuza dek arayan, sonsuza dek hazırlıklı ve sonsuza dek hazırlıksız adamları gibi.
"Dük'e hizmet ederken neden benim yeteneklerimden hiçbir zaman tam olarak yararlanmadın?" diye sordu Jessica. "Konumuna bir rakip çıkmasından mı korkuyorsun?"
Hawat dik dik baktı, yaşlı gözleri ateş saçıyordu. "Size verdikleri eğitimin bir kısmını biliyorum. Onların, yani Bene Gesserit..." Suratını asarak sustu.
"Devam et, söyle," dedi Jessica. "Bene Gesserit cadıları de"
"Size verdikleri gerçek eğitim hakkında bir şeyler biliyorum," dedi Hawat. "Bunun Paul'de ortaya çıktığını görüyorum. Okulunuz, halka söylediği şeye, 'yalnızca hizmet etmek için var olduğunuza' beni inandıramaz."
Şok şiddetli olmalı, bunun için hemen hemen hazır, diye düşündü Jessica.
"Kurulda beni saygıyla dinliyorsun," dedi, "yine de tavsiyelerime pek kulak asmıyorsun. Niçin?"
"Bene Gesserit güdülerinize güvenmiyorum," dedi Hawat. "Bir adamın içini görebileceğinizi düşünebilirsiniz; bir adama,
213
212
ne isterseniz harfiyen yaptırabileceğinizi düşünebilir... "
"Seni zavallı aptal Thufir!" dedi Jessica öfkeyle.
Havvat arkasına yaslanırken suratını astı.
"Okullarımız hakkında duyduğun söylentiler ne olursa olsun," dedi Jessica, "gerçek bunun çok ötesinde. Dük'ü...seni ya da ulaşabileceğim herhangi bir başkasını yok etmek isteseydim, beni durduramazdın."
Ve şöyle düşündü: Gururumun bana bunları söyletmesine neden izin veriyorum? Ben bu şekilde eğitilmedim Onu şaşırtmanın yolu bu olmamalı
Havvat elini, ceketinin altına, küçük bir zehirli ok fırlatı-cısını sakladığı yere kaydırdı. Kalkan takmamış, diye düşündü. Bu yaptığı yalnızca bir blöf mu? Onu şu anda öldürebilirim., ama, ahh, ya yanılıyorsam
Jessica, Hawat'ın cebine doğru yaptığı hareketi görerek: "Aramızda şiddetin asla gerekli olmaması için dua edelim," dedi.
"Değerli bir dua," diye onayladı Havvat.
"Bu arada, hastalık aramızda yayılıyor," dedi Jessica. "Sana tekrar sormak zorundayım: bu şüphenin tohumlarını, ikimizi birbirimize düşürmek için Harkonnenlerin attığını düşünmek daha akla yakın değil mi?"
"Yine çıkmaza girdik gibi görünüyor," dedi Havvat.
Jessica iç geçirdi. Hemen hemen hazır, diye düşündü.
"Dük ve ben, insanlarımızın annesi ve babası sayılırız," dedi. "Bu durum..."
"O sizinle evlenmedi," dedi Havvat.
Kendisini sakin olmaya zorlayan Jessica, bu iyi bir karşılıktı, diye düşündü.
"Ama başka biriyle de evlenmeyecek," dedi. "Ben yaşadığım sürece. Ve dediğim gibi biz anne ve baba sayılırız, ilişkilerimizdeki bu doğal düzeni parçalamak, bizi, rahatsız etmek, dağıtmak ve kafamızı karıştırmak için Harkonnenleri en çok baştan çıkaracak hedef hangisidir?"
Jessica'nın nereye yöneldiğini algılayan Havvat'ın kaşları
a^ağı düşerek suratı asıldı.
"Dük mü?" diye sordu Jessica. "Çekici bir hedef, evet, ama Paul dışında ondan daha iyi korunan hiç kimse yok. Ben mi? Kesinlikle onları cezbederim ama Bene Gesseritlerin zor hedefler olduklarını biliyorlardır. Bu durumda daha iyi bir hedeflen var: görevleri ister istemez dev bir kör nokta yaratan birisi. Şüphelenmeyi nefes alıp vermek kadar doğal bulan birisi. Bütün yaşamını kinaye ve gizem üzerine kuran birisi." Sağ elini hızla ona doğru kaldırdı. "Sen!"
Havvat sandalyesinden fırlamaya kalkıştı.
"Gitmene izin vermedim, Thufir!" diye parladı Jessica.
Yaşlı Mentat sandalyeye düşercesine çöktü, kasları ona çok çabuk ihanet etmişti.
Jessica neşesiz bir biçimde gülümsedi.
"Artık bize verilen gerçek eğitimle ilgili bir şeyler biliyorsun," dedi.
Boğazı kuruyan Havvat yutkunmaya çalıştı. Jessica'nın verdiği emir görkemli ve otoriterdi, tamamen karşı konulamaz bulduğu bir ton ve tavırla söylenmişti. Düşünmeye fırsat bulamadan vücudu Jessica'ya itaat etmişti. Hiçbir şey bu tepkiyi engelleyemezdi: ne mantık, ne aşırı kızgınlık., hiçbir şey. Kadının yapmış olduğu şey, onun, emir verdiği kişi hakkında ne kadar hassas ve mahrem şeyler bildiğini gösteriyordu; bu, Havvat'ın mümkün olduğunu hayal bile etmediği bir kontrol derinliğiydi.
"Sana daha önce birbirimizi anlamamız gerektiğini söylemiştim," dedi Jessica. "Demek istediğim senin beni anlaman gerektiğiydi. Ben seni zaten anlıyorum. Ve şimdi sana, benim karşımda güvenliğini garantileyen tek şeyin Dük'e olan sadakatin olduğunu söylüyorum."
Havvat gözlerini Jessica'ya dikti, diliyle dudaklarını ıslatttı.
"Eğer bir kukla isteseydim, Dük benimle evlenirdi," dedi Jessica. "Bunu kendi özgür iradesiyle yaptığını bile düşünebilirdi."
Havvat başını eğdi, seyrek kirpiklerinin arasından yukarıya
215
214
doğru baktı. Muhafızı çağırmasını engelleyen tek şey, o en katı kontroldü. Kontrol...ve kadının artık buna izin vermeyebileceği şüphesi. Jessica'nın onu nasıl kontrol altına aldığım hatırlayınca teni karıncalandı. O kısa duraksama anında bir silah çıkarıp onu öldürebilirdi!
Acaba her insanda bu kor nokta var mı? diye düşündü. Bizlerden herhangi birine, karşı koymaya fırsat bulamadan, hareket etmesi emredilebilir mi? Bu fikir onu sersemletti. Böylesi bir güce sahip olan bir insanı kim durdurabilirdi'''
"Bene Gesserit eldiveninin içindeki yumruğu bir an için gördün," dedi Jessica. "Çok az kişi bunu görmüş ve sağ kalmıştır. Ve yaptığım, bizim için nispeten basit bir şeydir. Henüz bütün silahlarımı görmedin. Bunun üstüne bir düşün."
"Neden Dük'ün düşmanlarını yok etmiyorsun?" diye sordu
Dostları ilə paylaş: |