"Uzun süredir buraya kimse gelmemiş," dedi Paul.
"Fremenlerin bizi bulabileceğinden emin görünüyordu."
"Ben de eminim."
Paul annesinin elini bıraktı, ornitopterin sol kapısına yaklaştı, açtı ve çantayı arka tarafa yerleştirdi. "Yakınlık dedek-törleri bu gemiyi algılayamaz," dedi Paul. "Gösterge panosunda kapı ve ışık için uzaktan kumanda var. Harkonnen idaresi altında geçirdikleri seksen yıl onlara dikkatli olmayı öğretmiş."
Jessica taşıtın diğer tarafına yaslanıp soluklandı.
"Harkonnenlerin bu alan üzerinde bir gözetleme gücü vardır," dedi. "Aptal değiller." Yön duygusunu dikkate alarak
309
308
sağ tarafı gösterdi. "Gördüğümüz fırtına bu tarafta."
Paul, hareket etmesini engelleyen ani bir isteksizlikle mücadele ederek başıyla onayladı Bunun sebebini biliyordu ama bunu bilmek bir işe yaramıyordu. Bu gece bir ara, bir karar-bağlantısını geçip derin bilinmeyene girmişti. Onları çevreleyen zaman-alanını biliyordu ama burası-ve-şimdi gizemli bir yer olarak kalmıştı. Sanki kendisini bir vadinin içine doğru gözden kaybolurken uzaktan görmüştü. Bu vadiden çıkan sayısız yoldan bazıları bir Paul Atreides'i tekrar görüş alanına sokabilirdi, ama birçoğu sokamazdı.
"Ne kadar çok beklersek o kadar iyi hazırlanacaklardır," dedi Jessica.
"Binip kemerini bağla," dedi Paul.
Kendisi de ornitoptere binerken, buranın hiçbir önsezi görüntüsünde görülemeyen bir kor alan olduğu düşüncesiyle boğuşuyordu. Ve ani bir şokla, önsezi hafızasına gitttikçe daha fazla bel bağladığını ve bu olağandışı acil durumda bunun kendisini zayıflattığını fark etti.
"Eğer yalnızca gözlerine bel bağlarsan, diğer duyuların zayıflar." Bu bir Bene Gesserit aksiyomuydu. O an bunu kafasına yerleştirip bir daha hiçbir zaman bu tuzağa düşmemeye söz verdi.. .tabii bundan sağ çıkarsa.
Paul emniyet kemerini bağladı, annesinin de bağlamış olduğunu gördü ve taşıtı kontrol etti. Tam açık durumda olan kanatların ince metal kirişleri uzamıştı, içeri çekme koluna dokundu, Gurney Halleck'in öğrettiği jet-itişli kalkış için kanatların kısalmasını izledi. Marş düğmesi kolayca hareket etti. Jet motorları çalışmaya başlarken gösterge panosundaki kadranlar harekete geçti. Türbinler kısık ıslık seslerini çıkarmaya başladılar.
"Hazır mısın?" diye sordu Paul.
"Evet."
Paul ışıkların uzaktan kumandasına dokundu.
Karanlık onları bir battaniye gibi örttü.
Kapının uzaktan kumandasını çalıştırırken elleri ışıklı
kadranların önünde bir gölgeydi. Önlerinde kulak tırmalayıcı hır ses yükseldi. Bir kum şelalesinin hışırtısı sessizliğe karıştı. I özlü bir esinti Paul'ün yanaklarına değdi. Kapısını kapatınca ani bir basınç hissetti.
Biraz önce kapı-duvarın olduğu yerde, karanlığın çizdiği keskin köşeli bir çerçevenin içinde, kumun bulanıklaştırdığı yıldızlardan oluşan geniş bir yama göründü. Yıldızların ışığı, ötede bir platformu, kum dalgacıklarının oluşturduğu bir izi gözler önüne seriyordu.
Paul panoda parlayan seri-hareket düğmesine bastı. Kanatlar geriye ve aşağıya doğru kırılarak topterı yuvasından dışarıya savurdu. Kanatlar kalkış konumuna kilitlenirken jet motorlarından güç akın etti.
Jessica ellerini hafifçe ikili kumandaların üstüne koydu ve oğlunun hareketlerindeki kendine güveni hissetti. Korkmuştu ama coşku doluydu. Artık tek umudumu: Paul'ün eğitimi, diye düşündü. Onun gençliği ve çevikliği
Paul jet motorlarına daha fazla güç verdi, ilerdeki yıldızların önünden karanlık bir duvar kalkarken topter yana yatarak onları koltuklarına gömdü. Taşıtın kanatlarını daha fazla açıp güç verdi. Kalkışı sağlayan kanat çırpışların tekrar artmasıyla, dışarıya, kayaların ve yıldızların ışığında gümüş donukluğunda görünen sivri kaya çıkıntılarının üstüne çıktılar. Tozların kızıla bovadığı ikinci ay, sağ taraflarında ufkun üstünde kendini göstererek fırtınanın kurdele şeklindeki bulutunu gözler önüne serdi.
Paul'ün elleri kumandaların üstünde dans ediyordu. Kanatlar kapanarak yerlerine oturdular. Taşıt, sabit bir şekilde yana yatıp dönerken G kuvveti bedenlerini diğer tarafa çekti.
"Arkamızda jet alevleri var!" dedi Jessica.
"Gördüm."
Güç kolunu hızla ileri itti.
l opter, korkmuş bir hayvan gibi ileriye atıldı, fırtınaya ve Çölün büyük kıvrımına doğru güneybatı yönünde ilerledi. Paul, yakın mesafede, kaya hattının nerede bittiğini ve kumulların
311
310
altına gömülü yeraltı kompleksinin nerede olduğunu gösteren dağınık gölgeler gördü. Ay ışığında uzayan tırnak şeklindeki gölgelerin ötesinde kumulun biri alçalırken biri yükseliyordu.
Ve fırtınanın enginliği, yıldızların önüne çekilmiş bir duvar gibi ufkun üstüne tırmanıyordu.
Bir şey topteri sarstı.
"Top ateşi!" dedi Jessica nefes nefese. "Bir çeşit fırlatıcı silah kullanıyorlar."
Paul'ün yüzünde aniden beliren hayvansı bir sırıtış gördü. "Lazer silahlarını kullanmaktan kaçınıyor gibiler," dedi Paul.
"Ama kalkanımız yok ki!"
"Onlar bunu biliyorlar mı?"
Topter tekrar titredi.
Paul geriye bakmak için döndü. "İçlerinden sadece bir tanesi bize ayak uydurabilecek kadar hızlı görünüyor."
Dikkatini rotaya çevirdi ve önlerinde yükselen fırtına duvarını izledi. Elle tutulabilecek katılıkta görünüyordu.
"Fırlatma rampaları, roketler, bütün bu antik silahlar...bu Fremenlere vereceğimiz şeylerden biri," diye fısıldadı Paul.
"Fırtına," dedi Jessica. "Dönsen daha iyi olmaz mıydı?
"Arkamızdaki gemi ne durumda?"
"Yetişiyor."
"Şimdi!"
Paul kanatları kapattı, topteri sertçe sola doğru yatırarak, aldatıcı bir şekilde yavaş yavaş kaynaşan fırtına duvarının içine daldı ve G kuvvetinin yanaklarını çektiğini hissetti.
Çölü ve ayı örtecek kadar yoğunlaşarak yavaş yavaş bulut haline gelen tozun içine süzülüyormuş gibiydiler. Hava taşıtı, yalnızca gösterge panosunun yeşil ışığının aydınlattığı uzun ve yatay bir karanlık fısıltısı haline geldi.
Jessica'nın aklından bu tür fırtınalarla ilgili tüm uyarılar şimşek hızıyla geçti: metali tereyağını keser gibi kesebilir, etleri kemiklerinden sıyırabilir ve kemikleri kemirebilirlerdi. Tozun bir battaniye gibi örttüğü rüzgarın çarpışını hissetti. Oğlu kumandalarla boğuşurken rüzgar onları döndürdü. Paul'
ün gücü kestiğini gördü, geminin kıç tarafının kalktığını hissetti. Çevrelerindeki metal tısladı ve titredi.
"Kum!" diye bağırdı Jessica.
Panodan gelen ışıkta, oğlunun kafasını olumsuz anlamda salladığını gördü. "Bu yükseklikte bu kadar çok kum olmaz."
Ama girdabın derinliklerine gömüldüklerini hissedebiliyordu.
Paul kanatları tam yükselr e açıklığına getirdi, gerilme nedeniyle gıcırdadıklarını duydı İçgüdüsel olarak süzülüp irtifa için mücadele ederken gözlerini göstergelerden bir an olsun ayırmadı.
İçinde oldukları geçitte ses azaldı.
Topter sola doğru yatmaya başladı. Paul dikkatini konum eğrisinin içinde ışıldayan küreye odakladı, taşıtını yeniden dengeli uçuşa getirmeye çabaladı.
Jessica, kendilerinin durduğu, dışardaki her şeyin hareket ettiği hissine kapılarak ürktü. Belirsiz bir bej rengi pencerelere çarparak akarken, gürleyen bir ıslık sesi ona çevrelerindeki güçleri hatırlattı.
Saatte yedi ya da sekiz yüz kilometreye varan rüzgarlar, diye düşündü. Adrenalinin yol açtığı sinirlilik onu kemiriyor-du. Korkmamalıyım, dedi kendi kendine, Bene Gesserit duasının sözlerini tekrarlayarak. Korku akıl katilidir.
Uzun yıllar süren eğitimi yavaş yavaş başarılı oldu.
Sükunet geri döndü.
"Kaplanı kuyruğundan yakaladık," diye fısıldadı Paul. "Aşağıya inemeyiz, konamayız...ve bizi bundan çıkarabileceğimi sanmıyorum. Bunu atlatmak zorunda kalacağız."
Sükunet Jessica'yı terk etti. Jessica takırdayan dişlerini birbirine kenetledi. Ardından Paul'ün duayı okuyan alçak ve kontollü sesini duydu:
"Korku akıl katilidir. Korku toptan yok oluşu getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Üzerimden ve içimden geçmesine izin vereceğim. Ve geçip gittiği zaman geçtiği yolu görmek için içimdeki göze döneceğim. Korkunun gittiği yerde
313
312
hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım."
Neyi hakir görürsün'-' işte tam da bununla tanınırsın.
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib'i Anlamak"tan
"Öldüler, Baron," dedi muhafız yüzbaşısı lakin Nefud. "Kadın da çocuk da kesinlikle öldü."
Baron Vladimir Harkonnen özel dairesinin uyku süspan-sörlerınde oturuyordu. Bu dairenin ötesinde, Arrakis'e konuşlandırdığı, onu çok kabuklu bir yumurta gibi saran uzay firkateyni uzanıyordu. Oysa burada geminin sert metali, perdelerle, kumaş kaplamalarla ve nadide sanat eserleriyle gizlenmişti.
"Bu kesin," dedi muhafız yüzbaşısı. "Öldüler."
Baron süspansörlerin içindeki vücudunu kaydırdı, dikkatini karşı duvardaki bir nişin içinde duran ebalinden yapılmış sıçrayan oğlan çocuğu heykeline yoğunlaştırdı. Uykusu kaçmıştı. Boynunun yağlı kıvrımları altındaki yastıklı süspansörü düzeltti, yatak odasındaki tek ışıkürenin arkasına, penta-kalkan yüzünden içeri giremeyen Yüzbaşı Nefud'un durduğu kapı aralığına baktı.
"Kesinlikle öldüler, Baron," diye tekrarladı adam.
Baron, Nefud'un gözlerinde semuta donukluğunun izini fark etti. Adamın, raporu aldığında uyuşturucunun hazzıyla çok derinlere dalmış olduğu ve koşa koşa buraya gelmeden önce yalnızca panzehir almak için durduğu açıktı.
"Ayrıntılı bir rapor aldım," dedi Nefud.
Azıcık terlesin, diye düşündü Baron. Devlet yöneliminin
araçlarını daima keskin ve hazır tutmak gerekir Güç ve korku . keskin ve hazır
"Cesetlerini gördün mü?" diye gürledi Baron.
Nefud bir an duraksadı.
"Evet?"
"Efendim...bir kum fırtınasının içine dalarken görülmüşler ...sekiz yüz kilometrenin üzerinde esen rüzgarlar. Hiçbir şey böyle bir fırtınadan kurtulamaz, Efendim. Hiçbir şey! Kendi taşıtlarımızdan biri takip sırasında paramparça oldu."
Baron gözlerini Nefud'a dikti; adamın, hatları makasa benzeyen çene kaslarındaki sinirli seyirmeyi ve yutkunurken çenesinin nasıl oynadığını fark etti.
"Cesetleri gördün, değil mi?" diye sordu Baron.
"Efendim..."
"Ne diye zırhını şakırdatarak buraya geldin?" diye kükredi Baron. "Bana kesin olmayan bir şeyin kesin olduğunu söylemeye mi? Seni böyle bir salaklık için öveceğimi, seni tekrar terfi ettireceğimi mi sanıyorsun?"
Nefud'un yüzü kağıt gibi oldu.
Şu korkak tavuğa bak, diye düşündü Baron. Bunun gibi yararsız ahmaklarla çevriliyim Bu hayvanın önüne kumu savurup tahıl olduğunu soyleseydim gagalamaya başlardı
"O halde Idaho denen adam bizi onlara götürdü, öyle mi?" diye sordu Baron.
"Evet, Efendim."
Bak nasıl pat diye cevap veriyor, diye düşündü Baron. "Fremenlerin yanına kaçmaya çalışıyorlardı, öyle mi?"
"Evet, Efendim."
"Başka bir şey var mı bu...raporda?"
"imparatorluk Gezegenbilimcisi Kynes bu işin içinde, Efendim. Idaho, bu Kynes'la gizli kapaklı bir şekilde buluştu...Hatta şüpheli bir şekilde diyebilirim."
"Eee?"
"Onlar...ımm, birlikte, çölde bir yere doğru kaçtılar, belli ki çocuğun ve annesinin saklandığı yere. Kovalamacanın heye-
315
314
canı içinde, gruplarımızdan bazıları lazer silahı-kalkan patlamasına yakalandılar."
"Kaç kişi kaybettik?"
"Ben...ımm, henüz emin değilim, Efendim."
Yalan söylüyor, diye düşündü Baron. Durum oldukça kotu olmalı.
"Şu imparatorluk uşağı Kynes," dedi Baron, "ikili oynuyordu, öyle mi?"
"Şerefim üzerine bahse girerim, Efendim."
Şerefi!
"Adamı öldürt," dedi Baron.
"Efendim! Kynes imparatorluk Gezegenbilimcisi, Majeste-leri'nin kendi hizme..."
"Kaza süsü ver o halde!"
"Efendim, bu Fremen yuvası zaptedilirken bizim güçlerimizle birlikte Sardokarlar da vardı. Şu anda Kynes onların elinde."
"Onu ellerinden kurtar. Sorgulamak istediğimi söyle."
"Ya karşı çıkarlarsa?"
"Doğru dürüst halledersen karşı çıkmazlar."
Nefud yutkundu. "Başüstüne, Efendim."
"Adam ölmeli," diye gürledi Baron. "Düşmanlarıma yardım etmeye çalıştı."
Nefud, ağırlığını bir ayağından öbürüne verdi.
"Evet?"
"Efendim, Sardokarların...elinde, sizin ilginizi çekebilecek bir kişi daha var. Dük'ün Baş Suikastçi'sini yakalamışlar."
"Hawat mı? Thufır Hawat mı?"
"Tutsağı kendi gözlerimle gördüm, Efendim. Hawat."
"Bunun olabileceğine inanmazdım!"
"Bir bayıltıcıyla yere serildiğini söylüyorlar, Efendim. Çölde. Kalkanını kullanamamış. Hemen hemen hiç zarar görmemiş. Eğer onu ele geçirebilirsek çok eğleniriz."
"O bahsettiğin bir Mentat," diye gürledi Baron. "Bir Men-tat ziyan edilmez. Konuştu mu? Bozguna uğraması hakkında
ne diyor? Peki biliyor mu boyutunu.. .ama hayır."
"Yalnızca, hainin Leydi Jessica olduğuna inandığını ortaya çıkarmaya yetecek kadar konuştu, Efendim."
"Yaaa."
Baron geriye doğru gömülüp, düşündü; ardından: "Emin misin? Onu kızdıran Leydi Jessica mı?"
"Ben oradayken söyledi, Efendim."
"O zaman bırak onun yaşadığına inansın."
"Ama, Efendim..."
"Uzatma. Havvat'a kibar davranılmasını istiyorum. Ona gerçek hainin merhum Doktor Yueh olduğu hakkında hiçbir şey söylenmemeli. Doktor Yueh, Dük'ünü savunurken öldü, denilsin. Hatta bu bir açıdan doğru sayılabilir. Bunun yerine, onun Leydi Jessica'ya karşı olan şüphelerini körükleyeceğiz."
"Efendim, ben..."
"Bir Mentat'ı kontrol etmenin ve yönetmenin yöntemi, ona verilen bilgiler yoluyladır. Yanlış bilgiler...yanlış sonuçlar."
"Evet, Efendim, ama..."
"Hawat aç mı? Susuz mu?"
"Efendim, Hawat hala Sardokarların elinde!"
"Evet. Gerçekten de öyle. Ama Sardokarlar da Hawat'tan bilgi alma konusunda benim kadar isteklidir. Müttefiklerimiz hakkında bir şey fark ettim, Nefud. Pek üçkağıtçı değiller...siyasi bakımdan. Bunun kasıtlı bir şey olduğuna inanıyorum, imparator böyle olmasını istiyor. Evet. Böyle olduğuna inanıyorum. Sardokarların komutanına, benim, bilgi vermeye gönüllü olmayan kişilerden bilgi almak konusundaki ünümü hatırlatacaksın."
Nefud mutsuz görünüyordu. "Başüstüne, Efendim."
"Sardokar komutanına, Hawat'la Kynes'ı aynı anda sorgulamak, birini diğerine karşı kullanmak istediğimi söyleyeceksin. Bu kadarını anlayacaktır, sanırım."
"Başüstüne, Efendim."
"Ve onları bir kez elimize geçirdik mi..." Baron başıyla onayladı.
317
316
l
"Efendim, Sardokarlar her...sorgulamada sizinle birlikte bir gözlemci olmasını isteyecekler."
"Eminim istenmeyen her gözlemciyi uzaklaştıracak bir acil durum yaratabiliriz, Nefud."
"Anladım, Efendim. Bu durum, Kynes kaza geçirebileceği zaman ortaya çıkacak."
"Demek ki, hem Kynes hem de Havvat kaza geçirecek, Nefud. Ama yalnızca Kynes gerçek bir kaza geçirecek. Benim istediğim Havvat. Evet. Ah, evet."
Nefud gözlerini kırptı, yutkundu. Soru soracakmış gibi görünüyordu ama sessiz kaldı.
"Hawat'a hem yiyecek hem de içecek verilecek," dedi Baron. "Kibar ve şefkatli davranılacak. Suyuna, merhum Piter de Vries'in geliştirdiği kalıcı zehiri karıştıracaksın. Ve bu noktadan sonra panzehirin, Hawat'ın beslenme rejiminin değişmez bir parçası haline gelmesini sağlayacaksın...ben aksini söylemediğim sürece."
"Panzehir, evet." Nefud başını iki yana salladı. "Ama..."
"Ahmaklık etme, Nefud. Dük, beni o zehir kapsüllü dişle neredeyse öldürüyordu. Bana üflediği gaz, beni en değerli Mentat'ım Piter'dan mahrum bıraktı. Onun yerini alacak birine ihtiyacım var."
"Havvat mı?"
"Havvat."
"Ama..."
"Havvat'in Atreideslere tüm kalbiyle sadık olduğunu söyleyeceksin. Doğru, ama Atreidesler öldü. Onun gönlünü kazanacağız. Dük'ün ölümünden sorumlu olmadığına ikna edilmeli. Her şey o Bene Gesserit cadısının marifetiydi. Havvat'm kötü bir efendisi vardı, duyguları mantığını gölgeleyen bir adam. Mentatlar duyguyu karıştırmadan hesap yapma yeteneğine hayrandır, Nefud. Heybetli Thufir Hawat'ın gönlünü kazanacağız."
"Gönlünü kazanacağız. Evet, Efendim."
"Maalesef Havvat'ın efendisi, bir Mentat'ı hakkı olduğu
halde mantığın yüce zirvelerine çıkaramayan, olanakları kısıtlı birisiydi. Havvat, bunda belirli bir doğruluk payı görecektir. Dük'ün parası, Mentat'ına gerekli bilgiyi sağlayacak en verimli casuslara yetmiyordu." Baron gözlerini Nefud'a dikti. "Asla kendimizi kandırmayalım, Nefud. Gerçek, güçlü bir silahtır. Atreidesleri nasıl yendiğimizi biliyoruz. Havvat da biliyor. Bunu servetle yaptık."
"Servetle. Evet, Efendim."
"Havvat'ın gönlünü kazanacağız," dedi Baron. "Onu Sar-dokarlardan saklayacağız. Ve zehirin panzehirini kesmek... bunu gerektiğinde kullanacağız. Kalıcı zehiri vücuttan atmanın hiçbir yolu yok. Ve, Nefud, Havvat asla şüphelenmeyecek. Bir zehirkoklar, panzehiri ele vermeyecek. Havvat isterse yiyeceğini inceleyebilir ve zehirin izine bile rastlayamaz."
Durumu anlayan Nefud'un gözleri faltaşı gibi açıldı.
"Bir şeyin yokluğu," dedi Baron, "varlığı kadar öldürücü olabilir. Mesela havanın yokluğu. Suyun yokluğu. Bağımlısı olduğumuz başka herhangi bir şeyin yokluğu." Baron başını onaylarcasına salladı. "Beni anladın mı, Nefud?"
Nefud yutkundu. "Evet, Efendim."
"O halde işinin başına. Sardokarların komutanını bul ve dediklerimi yap."
"Derhal, Efendim." Nefud eğilerek selam verip döndü ve koşturarak uzaklaştı.
Hawat benim tarafımda! diye düşündü Baron. Sardokarlar onu bana verecek. Şüphelenecekleri bir şey varsa o da Men-tal 'a zarar vermek isteyeceğindir Ve bu şüpheyi sağlamlaştıracağım! Aptallar! Tarihin en heybetli Mematlarından biri, öldürmek için eğitilmiş bir Mentol ve onu kırılacak salak bir oyııncakmış gibi benim kucağıma atacaklar. Onlara böyle bir oyuncaktan nasıl yararlanılabileceğini göstereceğim
Baron süspansörlü yatağının yanındaki perdenin altına uzanıp bir düğmeye basarak büyük yeğeni Rabban'ı çağırdı. Arkasına yaslanıp gülümsedi.
Ve tüm Atreidesler oldu!
319
318
Salak muhafız yüzbaşısı haklıydı elbette. Arrakis'te kum fırtınasından tabii ki hiçbir şey kurtulamazdı. Ne bir ornitop-ter...ne de içindekiler. Kadın ve çocuk öldü. Doğru yerlere verilen rüşvetler, bir gezegene ezici bir askeri güç indirmek için yapılan akla hayale sığmaz harcama...yalnızca İmpara-tor'un duyması için kurnazca hazırlanmış raporlar, bütün o dikkatli planlama sonunda şimdi tüm meyvelerini vermeye başlamıştı.
Güç ve korku...korku ve güç!
Baron önünde uzanan yolu görebiliyordu. Bir gün bir Harkonnen, İmparator olabilirdi. Kendisi değil, kendi dölünden biri de değil. Ama bir Harkonnen. Yanına çağırdığı Rabban da değil kuşkusuz. Rabban'ın küçük kardeşi genç Feyd-Rautha. Çocukta Baron'un hoşlandığı bir sertlik...bir zalimlik vardı.
Güzel bir çocuk, diye düşündü Baron. Bir iki yıl sonra on yedi yaşında olduğunda, tahtı kazanmak için Harkonnen Evi 'ne gereken aletin o olup olmadığım kesinlikle bileceğim.
"Efendim Baron."
Baron'un yatak odasının kapı alanının dışında duran adam, tıknaz yapılıydı, yüzü ve bedeni çok iriydi, Harkonnen erkeklerinin kısık gözlerine ve geniş omuzlarına sahipti. Gerçi yağları pek sarkmamıştı ama bir gün fazla kilolarını portatif süspan-sörlerle taşımak zorunda kalacağı gün gibi açıktı.
Aklı fikri kaba kuvvette olan bir kazan kafalı, diye düşündü Baron. Yeğenimin Mentat 'lıkla alakası yok...bir Piter de Vries m değil, ama bu görev için belki de biçilmiş kaftan. Eğer izin " verirsem, yolundaki her şeyi ezip geçecektir. Ah, Arrakis'te ondan nasıl da nefret edecekler!
"Sevgili Rabban," dedi Baron. Kapı alanını kaldırdı ama vücut kalkanını özellikle tam güçte tuttu. Kalkanın titreşiminin yatağın yanındaki ışıkürenin üstünde görülebileceğini biliyordu.
"Beni çağırmışsınız," dedi Rabban. Odaya girdi, vücut kalkanının havadaki parazitine bir bakış attı, süspansörlü bir san-
dalye arandı, bulamadı. ''""" *
"Yaklaş, seni rahatça görebileceğim bir yerde dur," dedi Baron.
Rabban bir adım daha ilerlerken, lanet moruğun, ziyaretçileri ayakta durmaya zorlamak için kasıtlı olarak bütün sandalyeleri kaldırtmış olduğunu düşündü.
"Atreidesler öldü," dedi Baron. "Hepsi öldü. Bu yüzden seni Arrakis'e çağırttım. Bu gezegen tekrar senin."
Rabban gözlerini kırpıştırdı. "Ama ben sanmıştım ki Piter de Vries'i..."
"Piter da öldü."
"Piter mı?"
"Piter."
Baron kapı alanını tekrar çalıştırdı, bütün enerji girişlerine kapattı.
"Sonunda ondan bıktınız, öyle mi?" diye sordu Rabban.
Enerjiye kapalı odada sesi düz ve cansız çıktı.
"Sana bunu sadece bir kez söyleyeceğim," diye gürledi Baron. "Benim, Piter'ı değersiz bir şeyi yok eder gibi yok ettiğimi ima ediyorsun." Şişman parmaklarını şaklattı. "Böyle, ha? Ben o kadar salak değilim, Yeğen. Eğer bir daha sözle ya da hareketle benim bu kadar salak olduğumu ima edersen bunu kabalık olarak kabul ederim."
Rabban'ın kısılmış gözlerinde korku okundu. Belirli sınırlar içinde, yaşlı Baron'un, aile üyeleriyle nereye kadar ters düşebileceğini biliyordu. İşi ölüm raddesine pek getirmezdi, müthiş bir kâr ya da tahrik olmadığı sürece. Ama aile cezalan acı verici olabilirdi.
"Bağışlayın, Efendim Baron," dedi Rabban. Hem kızgınlığını gizlemek hem de boyun eğdiğini göstermek için bakışlarını indirdi.
"Beni kandıramazsın, Rabban."
Rabban gözlerini kaldırmadan yutkundu.
"Sana önemli bir şey söyleyeceğim," dedi Baron. "Bir toprak idaresinin yasal bir sürece uydurarak yapabileceği gibi, bir
320
321
B
adamı düşünmeden yok etme sakın. Bunu daima çok önemli bir amaç için yap ve amacının ne olduğunu bil."
Rabban kızgınlık içinde konuştu: "Ama siz haini, Yueh'yi yok ettiniz. Dün gece gelirken cesedinin dışarı taşındığını
gördüm."
Gözlerini amcasına dikti, birden bu sözlerin yaratacağı et-
kiden korktu.
Ama Baron gülümsedi. "Ben tehlikeli silahlar konusunda çok dikkatliyim," dedi. "Doktor Yueh bir haindi. Bana Dük'ü verdi." Baron'un sesi güçle doldu. "Ben bir Suk Okulu doktorunun aklını çeldim! Ruhani Okul! Duydun mu, evlat? Ama bu, öylece bırakılmayacak kadar vahşi bir silahtı. Ben onu dikkatsizlik sonucu yok etmedim."
"Bir Suk doktorunun aklını çeldiğinizi imparator biliyor
mu?"
Bu :ektce bir soruydu, diye düşündü Baron. Bu yeğenimi
yanlış mı değerlendirdim acaba?
"imparator henüz bunu bilmiyor," dedi Baron. "Ama Sar-dokarı bunu kesinlikle ona bildirecektir. Yine de bundan önce ben kendi raporumun CHOAM şirketi kanallarıyla onun elinde olmasını sağlayacağım. Şartlandırılmış gibi yapan bir doktoru şans eseri keşfettiğimi açıklayacağım. Sahte bir doktor, an-ladin mı? Bir Suk Okulu'nun şartlandırmasına karşı konulamayacağını herkes bildiği için bu kabul edilecektir."
Dostları ilə paylaş: |