Frank herbert



Yüklə 6,53 Mb.
səhifə26/55
tarix22.08.2018
ölçüsü6,53 Mb.
#74294
növüYazı
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   55




335


334




günü hissetti; çantayı karıştırdığını duydu.

"Al," dedi Paul.

Avucuna iki enerji hapı sıkıştıran oğlunun eli kupkuruydu.

Hapları damıtıcı giysisinin borusundan isteksizce çektiği bir fırt suyla yuttu.

"Bütün suyunu iç," dedi Paul. "Aksiyom: suyunu koruyacağın en iyi yer bedenindir. Enerjini artırır. Daha güçlü olursun. Damıtıcı giysine güven."

Oğlunun dediğini yaparak su ceplerini boşalttı ve enerjisini tekrar topladığını hissetti. Bu yorgunluk anında buranın ne kadar huzurlu bir yer olduğunu düşündü ve bir zamanlar ozan-savaşçı Gurney Halleck'ten duyduğu bir şeyi hatırladı: "Huzur içinde yenen kuru bir lokma, kurbanlar ve didişmelerle dolu bir evden evladır."

Jessica bu sözleri Paul'e aktardı.

"Gurney böyleydi işte," dedi Paul.

Oğlunun ses tonunu ve ölmüş birinden bahseder gibi konuştuğunu fark ederek şöyle düşündü: Ve zavallı Gurney de olmuş olabilir Atreides birlikleri ise, ya ölmüşler ya esir düşmüşler ya da kendileri gibi bu susuz boşlukta kaybol-j muşlardı.

"Gurney daima aktaracak, duruma uygun bir söz bulurdu," dedi Paul. "Şu anda onu duyar gibiyim: 'Ve nehirleri kurutacağım ve toprakları melunlara satacağım: ve toprağı tarumar edeceğim ve oradaki her şeyi...yabancıların yardımıyla.' "

Jessica gözlerini kapadı, oğlunun dokunaklı sesi yüzünden; ağlayacakmış gibi olduğunu fark etti.

Hemen ardından Paul sordu: "Nasıl...hissediyorsun?

Bu sorunun doğrudan hamileliğiyle ilgili olduğunu an-] layarak şöyle dedi: "Kız kardeşinin doğmasına daha aylar var.; Hala...fiziksel olarak yeterli hissediyorum."

Ve şöyle düşündü: Kendi oğlumla ne kadar resmi bir tavırla konuşuyorum! Ardından, Bene Gesserit yöntemi, böyle bir garipliğin yanıtını kendi içinde aramak olduğundan, araştırdı ve resmiyetinin kaynağını buldu: Oğlumdan korkuyorum;



acayipliğinden korkuyorum, önümüzde ne göreceğinden korkuyorum ve bana ne söyleyeceğinden

Paul kapüşonunu gözlerinin üzerine kadar indirdi, gecenin içinde koşuşturan böceklerin seslerini dinledi. Ciğerleri kendi sessizliğiyle doldu. Kaşınan burnunu ovuşturdu, filtreyi çıkardı ve yoğun tarçın kokusunun farkına vardı.

"Yakınlarda melanj baharı var," dedi.

Yumuşacık bir rüzgar yanaklarını okşadı, cüppesinin kıvrımlarını kabantı. Ama bu rüzgar hiçbir fırtına tehdidi taşımıyordu, Paul aradaki farkı artık hissedebiliyordu.

"Yakında şafak sökecek," dedi.

Jessica başıyla onayladı.

"Bu açık kumu sağ salim geçmenin bir yolu var," dedi Paul. "Fremenler bunu yapıyor."

"Ya solucanlar?"

"Eğer bu kayalığa Fremkit'imizdeki gümlerlerden birini yerleştirirsek," dedi Paul. "Solucanı bir süre oyalar."

Jessica, ay ışığının altında kendileriyle diğer dik yamaç arasında uzanan çöle bir göz attı. "Dört kilometreye yetecek kadar bir süre mi?"

"Belki de. Ve eğer yalnızca, solucanların dikkatini çekmeyecek türden doğal sesler çıkararak yürürsek..."

Paul, önsezi hafızasını araştırarak, kaçarken yanlarına aldıkları çantadan çıkan el kitabındaki, gümlerler ve yaratan kan-calarıyla ilgili gizemli imaları inceleyerek açık çölü gözden geçirdi. Solucanları düşündüğünde hissettiği tek şeyin yaygın bir dehşet duygusu olması ona garip geldi. Bilincinin eşiğinde, solucanlardan korkulmaması onlara saygı duyulması gerektiğini biliyor gibiydi.. .eğer.. .eğer...

Başını iki yana salladı.

"Ritınsiz sesler olması gerekiyor," dedi Jessica.

"Ne? Ah. Evet. Eğer adımlarımızı kesik kesik atarsak .kum zaman zaman kendi kendine kaymalı Solucanlar her küçük sesi araştıramazlar. Yine de bunu denemeden önce iyice dinlenmeliyiz."



336


337




Diğer kayalık duvara doğru baktı ve ayın yarattığı dikey gölgelerden zamanın geçtiğini anladı. "Bir saat içinde şafak sökecek."

"Günü nerede geçireceğiz?" diye sordu Jessica.

Paul sola döndü ve eliyle işaret etti. "Şu kuzeye doğru kıvrılan sarp kayalıkta. Bu arada, rüzgar alan tarafın rüzgar tarafından oyulduğunu görebilirsin. Orada yarıklar olacak, derin yarıklar."

"Şimdi başlasak daha iyi olmaz mı?"

Paul ayağa kalktı, annesinin kalkmasına yardım etti. "Aşağıya inmek için yeterince dinlendin mi? Kamp kurmadan önce çöl tabanına olabildiğince yaklaşmak istiyorum."

"Dinlendim." Bir baş hareketiyle oğluna yolu göstermesini işaret etti.

Paul bir an duraksadı, sonra çantayı kaldırıp omzuna yerleştirdi ve sarp kayalığa doğru döndü.

Keşke süspansörlerimiz olsaydı, diye düşündü Jessica. Oraya zıplamak ne kadar basit bir olay olurdu Ama belki süspansörler de açık çölde kaçınılması gereken başka bir şeydir. Bir kalkanın çektiği gibi solucanları çekiyor olabilirler

Aşağıya inen bir dizi platforma geldiler. Bunların ötesinde, kanal boyunca uzanan ve kenarı ay ışığının oluşturduğu gölgelerle belli olan bir çatlak gördüler.

Paul aşağıya yöneldi, ihtiyatlı bir şekilde ama aceleyle hareket ediyordu çünkü ay ışığının daha fazla sürmeyeceği belliydi. Gittikçe koyulaşan gölgelerin dünyasına sürükleniyorlardı. Çevrelerindeki kayaların uçları yıldızlara tırmanıyordu. Çatlağın genişliği, aşağıya, karanlığa doğru inen donuk gri renkli kumluk yamacın eşiğinde, on metreye kadar daralıyordu.

"Aşağı inebilecek miyiz?" diye fısıldadı Jessica.

"Sanırım."

Bir ayağıyla yüzeyi sınadı.

"Aşağıya kayabiliriz," dedi. "Önce ben gideceğim. Benim durduğumu duyana kadar bekle."

"Dikkatli ol," dedi Jessica.

Yamaca adımını attı ve yumuşak yüzeyin üstünde, sıkışmış Kumun neredeyse düzleşen tabanına kadar aşağı kaydı. Bu yer kayalık duvarların oldukça içindeydi.

Paul'ün arkasından kayan kumun sesi geldi. Karanlıkta \amacin yukarısını görmeye çalışırken akan kumlar neredeyse onu yere serecekti. Ortalık sessizliğe gömüldü.

"Anne?"

Yanıt yoktu.



"Anne?"

Çantayı bıraktı, yukarı tırmanmaya çalışarak yamaca doğru atıldı, çılgın gibi kumu kazıp savuruyordu. "Anne!" dedi nefes nefese. "Anne, neredesin?"

Başka bir kum şelalesi, üzerine boşalarak onu kalçalarına kadar kuma gömdü. Kendini yukarı çekerek kumdan kurtuldu.

Heyelanın içinde kalmış, diye düşündü. Gömülmüş Sakin olmalı ve bunu dikkatlice halletmeliyim Hemen boğıtlmaya-caktır. Oksijen ihtiyacını azaltmak için kendisini bindu askısına sokacaktır. Kumu kazarak onu arayacağımı biliyor.

Annesinin öğrettiği Bene Gesserit yöntemiyle, şiddetli kalp atıflarını sakinleştirdi; geçen birkaç an kendisini üstüne yazabilsin diye zihnini boş bir sayfa haline getirdi. Heyelanın her bir kayma ve bükülmesi, olayın tamamını hatırlamak için gereken gerçek zamanın kısalığının aksine, bir iç görkemle hareket ederek hafızasında tekrar canlandı.

Hemen ardından Paul, yamaca paralel olarak yukarı doğru hareket etti, çatlağın duvarını, kayanın kıvrımını bulana kadar ihtiyatlı bir şekilde kumu yokladı. Kazmaya başladı, kumu oynatırken başka bir heyelana yol açmamaya dikkat ediyordu. Eline bir kumaş parçası geldi. Onu izledi ve bir kol buldu. Kolu hafifçe çekerek annesinin yüzünü ortaya çıkardı.

"Beni duyuyor musun?" diye fısıldadı.

Yanıt yoktu.

Daha hızlı kazdı ve omuzlarını kumdan kurtardı. Annesinin bedeni ellerinin altında pelte gibiydi ama hafif bir kalp atışı saptadı.





339


338




Bindu askısı, dedi kendi kendine.

Kumu beline kadar temizledi, kollarını omuzlarının üstünden sarkıttı ve yamaçtan aşağıya doğru çekti, önce yavaşça, ardından yukardaki kumun çöktüğünü hissederek elinden geldiği kadar hızla sürükledi. Gösterdiği çaba sonucu nefes nefese kalıp dengesini korumaya çalışarak gittikçe daha hızlı çekti. Yamaçtaki kumun tamamı, yankılanan ve kaya duvarların arasında artan yüksek bir tıslamayla aşağı boşalırken, Paul annesini omzuna almış, çatlağın sertleşmiş zemininde sendeleyerek koşmaya başlamıştı.

Çatlağın, otuz metre kadar aşağıdaki sıra sıra çöl kumullarına bakan ucunda durdu. Annesini hafifçe kuma indirdi, onu katelepsiden çıkaracak sözcüğü söyledi.

Jessica, gittikçe derinleşen nefesler alarak yavaş yavaş uyandı.

"Beni bulacağını biliyordum," diye fısıldadı.

Paul arkaya dönüp yukarıdaki çatlağa baktı. "Bulmasay-dım daha iyi olurdu belki."

"Paul!"

"Çantayı kaybettim," dedi Paul. "Yüzlerce ton kumun altında gömülü kaldı...en az yüzlerce ton."



"Her şey mi?"

"Yedek su, damıtıcı çadır; işe yarar her şey." Cebine dokundu. "Parapusula hala bende." Belindeki kuşağı yokladı. "Bıçak ve dürbün. Öleceğimiz yerin çevresini güzelce seyredebiliriz."

O anda, çatlağın ucunun ötesinde, sol tarafta bir yerlerde, güneş ufkun üstüne çıktı. Açık çölün ilerisinde, kumun içinde renkler göz kırptı. Kuşlardan oluşan bir koronun şarkıları kayaların arasındaki gizli yerlerden yükseldi.

Ama Jessica, sadece Paul'ün yüzündeki kederi görebiliyordu. Sesinin kırıcı olmasına özen göstererek konuştu: "Sana böyle mi öğretildi?"

"Anlamıyor musun?" diye sordu Paul. "Burada sağ kala- i bilmek için ihtiyacımız olan her şey o kumun altında kaldı."

"Beni buldun," dedi Jessica, bu kez sesi yumuşak ve makuldü.

Paul topuklarının üstüne çömeldi. • ••• »

Hemen sonra, yeni oluşan yamaçtaki çatlağa baktı, onu inceledi ve kumun gevşekliğini kestirmeye çalıştı.

"Eğer bu yamacın küçük bir bölümünün ve kumun içine kazacağımız bir deliğin üst yüzeyinin hareket etmesini engelle-yebilirsek belki çantaya kadar bir kuyu açabiliriz. Su bunu yapabilirdi, ama yeterli suyumuz yok...şey için..." Sustu, ardından: "Köpük."

Jessica, oğlunun zihninin yoğun işleyişini bozmamak için sessiz kaldı.

Paul, açıktaki kumullara baktı, gözleriyle olduğu gibi burun delikleriyle de araştırıyordu, yönünü buldu ve dikkatini altlarındaki koyu renk kum bölgesine odakladı.

"Bahar," dedi. "Özü son derece alkaliktir. Ve bende parapusula var. Besleme bloğu asit esaslıdır."

Jessica kayaya dayanarak doğrulup oturdu.

Paul annesini görmezden geldi, ayağa sıçradı; ve çatlağın ucundan çölün zeminine uzanan, rüzgarın sıkıştırdığı yüzeyden aşağı indi.

Jessica oğlunun nasıl kesik kesik adımlarla yürüdüğünü izledi: adım...duraklama, adım-adım...sürüme., duraklama...

Yürüyüşünde, yağmacı bir solucana burada çöle ait olmayan bir şeyin hareket ettiğini belli edecek hiçbir ritm yoktu.

Paul bahar bölgesine ulaştı, bir bahar yığınını cüppesinin bir kıvrımının içine doldurdu ve çatlağa döndü. Baharı Jes-sica'nın önüne, kumun üstüne döktü, çömeldi ve bıçağının ucunu kullanarak parapusulayı sökmeye başladı. Pusulanın kadranını çıkardı. Kuşağını çözdü, pusulanın parçalarını kuşağın üzerine yaydı ve besleme bloğunu kaldırdı. Bundan sonra, kadran mekanizmasını aletin içinde boş bir oyuk bölme bırakarak çıkardı.

"Suya ihtiyacın olacak," dedi Jessica.

Paul boynundaki su borusunu tuttu, ağzını suyla doldurdu



341


340




ve oyuk bölmeye boşalttı.

Eğer bıı, işe yaramazsa bu su ziyan olacak, diye düşündü Jessica. Ama o zaman zaten fark etmeyecek

Paul besleme bloğunu bıçağıyla keserek açtı, kristallerini suyun içine döktü. Kristaller belli belirsiz köpürerek çöktüler.

Jessica tepelerindeki hareketi fark etti. Yukarı baktığında çatlağın kenarı boyunca bir sıra atmaca gördü. Oraya tünemiş açıktaki suya bakıyorlardı.

Ana Tanrıça! diye düşündü. Bu uzaklıktan bile suyu algı layabılıyorlar!

Paul, parapusulanın arka kapağını taktı, sıvıya doğru küçük bir delik oluşturan ayarlama düğmesini yerinden çıkarmıştı. Bir elinde yeni bir şekil verdiği alet, diğerinde bir avuç ba.har olduğu halde geri dönüp çatlağın üstüne çıktı ve yamacın durumunu inceledi. Kuşağı olmadığı için cüppesi hafifçe dalgalanıyordu. Kum dereciklerini ve toz fıskiyelerini tekmeleyerek bata çıka yamacın bir bölümünü tırmandı.

Hemen ardından durdu, bir tutam baharı parapusulanın içine tıkıştırdı ve aletin kutusunu salladı.

Daha önce ayarlama düğmesinin bulunduğu yerdeki delikten yeşil bir köpük çıktı. Paul, köpüğü yamaca akıttı, sığ bir kanal açıp altındaki kumu tekmeleyerek uzaklaştırmaya, açılan yüzeyi daha fazla köpükle sabitlemeye başladı.

Jessica, onun aşağısında bir yere gelerek seslendi: "Yardım edebilir miyim?"

"Yukarı gelip kaz," dedi Paul. "Yaklaşık Uç metre ilerlememiz gerekiyor. Ucu ucuna yetişeceğiz." O konuşurken aletten çıkan köpüğün kabarması durdu.

"Çabuk ol," dedi Paul. "Bu köpüğün kumu ne kadar tutacağı bilinmez."

Paul deliğin içine bir tutam daha bahar serpip parapusulanın kutusunu çalkalarken, annesi onun yanına tırmandı. Aletin içinden tekrar köpük çıktı.

Paul köpüğün oluşturduğu sete yön verirken, Jessica elleriyle kazarak kumu yamaçtan aşağıya savuruyordu. "Ne kadar

derinde?" diye sordu soluk soluğa.

"Üç metre kadar," dedi Paul. "Ve yerini yalnızca yaklaşık olarak kestirebiliyorum. Bu deliği genişletmek zorunda kalabiliriz." Bir adım yana çekilirken gevşek kumda kaydı. "Geriye doğru kaz. Dümdüz aşağı gitme."

Jessica oğlunun dediğini yaptı. sn,--.- ,


Yavaş yavaş delik derinleşip havzanın tabanına eşit bir
seviyeye ulaştı ama hala çantadan eser yoktu.

Yanlış hesaplamış olabilir miyim? diye sordu Paul kendi kendine. Aslında paniğe kapılıp bu hataya neden olan benim icaba bu benim yeteneğime zarar verdi mı9

Parapusulaya baktı. Elli gramdan az asit karışımı kalmıştı. Jessica deliğin içinde doğruldu, köpük bulaşmış eliyle \anağını ovuşturdu. Paul'le göz göze geldi.

"Üst taraf," dedi Paul. "Hafifçe, şimdi." Kaba bir tutam daha bahar ekledi, kabaran köpüğü annesinin ellerinin çevresine boşaltırken, Jessica da deliğin üst kısmındaki eğimde düşey bir yüzey kesmeye başlamıştı, ikinci geçişinde elleri sert bir şeyle karşılaştı. Yavaşça, plastik tokalı kayışın bir bölümünü çıkardı.

"Daha fazla oynatma," dedi Paul, sesi hemen hemen bir fısıltı gibi çıktı. "Köpüğümüz bitti."

Bir eliyle kayışı tutan Jessica başını kaldırıp ona baktı. Boş parapusulayı havzanın tabanına atan Paul, "Öbür elini bana ver," dedi. "Şimdi dikkatle dinle. Seni yana ve tepeden aşağı doğru çekeceğim. Sakın kayışı bırakma. Tepemizden daha fazla kum dökülmeyecektir. Bu yamaç kendini sabitledi. Benim bütün yapmaya çalışacağım senin başını kumun dışında tutmak. Bu delik dolduktan sonra kazıp seni dışarı çıkarabilir ve çantayı yukarı çekebiliriz. "Anladım." "Hazır mısın?"

"Hazırını." Jessica kayışı tutan parmaklarını sıktı. Paul bir harekette annesinin vücudunun yarısını deliğin dışına çıkardı, köpük seti çöküp kumlar dökülmeye başladığın-





342


343





İ

da kadının kafasını yukarıda tuttu. Kumun çökmesi sona erdiğinde, Jessica beline kadar gömülü kaldı, sol kolu ve omzu hala kumun altındaydı, çenesi Paul'ün cüppesinin bir kıvrımının üzerindeydi. Omzu, üzerindeki yük yüzünden ağrıyordu.

"Kayışı hala tutuyorum."

Paul elini yavaşça annesinin yanındaki kuma daldırdı, kayışı buldu. "Birlikte," dedi. "Basınç sabit olsun. Koparmamalıyız."

Çantayı yukarıya çekmeye çalışırlarken biraz daha kum döküldü. Kayış yüzeye çıktığı zaman, Paul durdu ve annesini kumdan kurtardı. Daha sonra çantayı yamaçtan aşağı doğru birlikte çekip çıkardılar.

Birkaç dakika sonra çatlağın zemininde aralarında çantayı tutmuş duruyorlardı.

Paul annesine baktı. Yüzüne ve cüppesine köpük bulaşmıştı. Köpüğün kuruduğu yerlere kum yapışmıştı. Sanki kumdan yapılmış ıslak ve yeşil topların hedefi olmuş gibiydi.

"Berbat görünüyorsun," dedi Paul. s "Sen kendine bak."

Gülmeye başladılar sonra ciddileştiler.

"Bu olmamalıydı," dedi Paul. "Benim dikkatsizliğim."

Jessica omuz silkince biriken kumun cüppesinden döküldüğünü hissetti.

"Çadırı kuracağım," dedi Paul. "En iyisi sen şu cüppeyi çıkarıp silkele." Çantayı alıp döndü ve uzaklaştı.

Jessica başıyla onayladı, aniden kendini yanıt veremeyecek kadar yorgun hissetmişti.

"Kayada kazık delikleri var," dedi Paul. "Daha önce birileri burada çadır kurmuş."

Neden olmasın? diye düşündü Jessica cüppesini silkelerken. Burası uygun bir yerdi; kaya duvarlarının derinliklerinde ve başka bir sarp kayalığa dört kilometre kadar uzakta, solucanları atlatmaya yetecek kadar çölden yukarıda ama bir geçiş öncesinde kolayca erişilebilecek kadar yakında.

Döndü ve Paul'ün çadırı kurmuş olduğunu gördü. Çadırın

çubuklarla yarımküre haline gelen kubbesi, çatlağın kaya du-varlarıyla karışıyor gibiydi. Paul dürbününü kaldırarak annesinin yanından geçti. Hızla döndürerek dürbünün iç basıncını ayarladı; yağ merceklerini, açık kumun ortasında, sabah ışığıyla altın parlaklığında beje dönen diğer sarp kayalığa odakladı.

Jessica, gözleri kum nehirlerini ve kanyonlarını tarayan oğlunun, bu kıyamet manzarasını incelemesini izledi. "Orada bir şeyler yetişiyor," dedi Paul. Jessica çadırın yanında duran çantadaki yedek dürbünü buldu ve oğlunun yanına geldi.

"Orada," dedi Paul, bir eliyle dürbünü tutup diğeriyle işaret ederek.

Jessica oğlunun gösterdiği yere baktı.


"Saguaro," dedi. "Zayıf şeyler." . ,"Yakınlarda insanlar olabilir," dedi Paul.
"Bu bir botanik deney istasyonunun kalıntıları olabilir,"
diye uyardı Jessica.

"Burası oldukça güneyde, çölün çok içinde," dedi Paul. Dürbününü indirdi, filtre maskesinin altından ağzını ovuşturunca dudaklarının ne kadar kurumuş ve çatlamış olduğunu hissetti, ağzının içinde susuzluğun tozlu tadını algıladı. "Burası Fremenlere ait bir yer hissi uyandırıyor," dedi.

"Fremenlerin dostça davranacaklarından emin miyiz?" diye sordu annesi.

"Kynes yardım edeceklerine söz verdi." Ama bu çölün insanları umutsuzluk içinde, diye düşündü Jessica. Bugün aynı şeyi ben de hissettim Umutsuz insanlar bizi suyumuz için öldürebilir.

Gözlerini kapatıp bu çorak diyarın önünde Caladan'dan bir sahneyi gözünün önüne getirdi. Bir zamanlar Caladan'da tatile çıkmışlardı; o ve Dük Leto, Paul'ün doğumundan önce. Güneydeki balta girmemiş ormanların üzerinde, yaprakları saran yabani otların ve deltalardaki pirinç tarlalarının tepesinde uçmuşlardı. Ve yeşilliğin içinde sıra sıra karıncalar görmüşlerdi;



345


344





T

yüklerini süspansörlerle havada duran omuz sırıklarının üzerinde taşıyan çeteler. Ve sahillerde Uç tekneli yelkenlilerin beyaz taç yaprakları vardı.

Bunların hepsi geçmişte kalmıştı.

Jessica gözlerini çölün dinginliğine ve günün artan sıcaklığına açtı. Huzursuz hararet ifritleri açık kumun üstünde hava titreşimleri oluşturmaya başlamışlardı. Karşılarındaki diğer kaya yüzeyi, adi camdan görülen bir şey gibiydi.

Dökülen kum, çatlağın açık ucunun önüne bir an için bir perde indirdi. Sabah esintisi ve sarp kayalığın tepesinden havalanmaya başlayan atmacalar tarafından gevşetilen kum tıslayarak aşağı indi. Kum çağlayanı sona erdiğinde Jessica hala tısladığını duyuyordu. Ses yükseldi, bir kez duyulduğunda bir daha asla unutulmayacak bir ses.

"Solucan," diye fısıldadı Paul.

Göz ardı edilemeyecek, umursamaz bir ihtişamla sağ taraflarından geliyordu. Görüş alanlarının içinde, kıvrılan, kabaran, kumdan bir kovuk, kumulları kesiyordu. Kabartının ön tarafı kalkmıştı, sudaki bir pruva dalgası gibi tozu yarıyordu. Sonra, sola yönelerek uzaklaştı.

Ses azaldı ve kayboldu.

"Bundan daha küçük uzay firkateynleri gördüm," diye fısıldadı Paul.

Annesi, çöle bakmaya devam ederken başıyla onayladı. Solucanın geçtiği yerde o erişilmez boşluk kalmıştı. Önlerinde sonsuza dek acımasızca uzanıyor; onları, ufuk çizgisi şeklindeki yatay çöküntüsünün altına çağırıyordu.

"Dinlendiğimiz zaman," dedi Jessica, "derslerine devam etmeliyiz."

Paul ani bir kızgınlığı bastırarak konuştu: "Anne, sence biz..."

"Bugün paniğe kapıldın," dedi Jessica. "Zihnini ve bindu-sinir düzenini belki de benden daha iyi tanıyorsun ama bedeninin prana-kas düzeni hakkında daha öğreneceğin çok şey var. Beden bazen kendiliğinden bazı şeyler yapar, Paul; sana bunu

öğretebilirim. Bedeninin her kasını, her lifini kontrol etmeyi öğrenmelisin. Eller konusunu tekrar gözden geçirmeye ihtiyacın var. Parmak kasları, avuç içi tendonları ve parmak ucu hassasiyetiyle başlayacağız." Arkasını döndü. "Çadıra gel, şimdi."

Paul annesinin büzülebilen kapıya sürtünerek geçişini izlerken sol elinin parmaklarını oynattı; onu bu karardan vazge-çiremeyeceğini...buna uymak zorunda olduğunu biliyordu.



Bana yapılmış olan her neyse, ben de buna katıldım, diye
düşündü. h-.ifirv nr.f

El konusunu tekrar gözden geçirmek!

Eline baktı. Şu solucan gibi yaratıklarla karşılaştırıldığında ne kadar da yetersiz görünüyordu. .-„;(;, o.?ce*î ?',«•*

Biz Çaladan 'lıyız; orası insan türü için cennet gibi bir dünyaydı. Çaladan 'da fiziksel ya da zihinsel bir cennet inşa etmeye hiç gerek yoktu; dört bir yanımızda gerçekliği görebiliyorduk. Ve ödediğimiz bedel insanların yaşamlarında bir cennete sahip olmak için her zaman ödedikleri bedeldi; yumuşadık ve üstünlüğümüzü kaybettik.

- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib: Sohbetler"den

"Demek sen büyük Gurney Halleck'sin," dedi adam.

Ayakta duran Halleck, yuvarlak mağara ofise göz gezdirip metal bir masanın arkasında oturan kaçakçıya baktı. Adam Fremen cüppesi giymişti, açık mavi renkli gözleri beslenme rejiminde gezegen dışı yiyecekler olduğunu gösteriyordu. Ofis



346


347




bir uzay firkateyninin ana kumanda merkezine tıpatıp benziyordu; otuz derecelik bir yay çizen duvar boyunca haberleşme araçları ve ekranlar, yan yana duran donanım ve ateşleme panelleri vardı ve eğrinin kalan kısmı olan masa bir duvar projeksiyonu şeklindeydi.

"Ben Staban Tuek, Esmar Tuek'in oğluyum," dedi kaçakçı.

"O halde, aldığımız yardımlar için sana teşekkür etmem gerekiyor," dedi Halleck.

"Ahh, minnettarlık," dedi kaçakçı. "Oturun."

Ekranların yanındaki duvardan gemi tipi bir çanak koltuk çıktı, Halleck iç çekerek koltuğa gömülünce ne kadar yorgun olduğunu hissetti. Şimdi, kaçakçının arkasındaki karanlık yüzeyde kendi yansımasını görebiliyordu ve biçimsiz yüzünde bitkinliğin izlerini fark ederek suratını astı. Çenesi boyunca uzanan mürekkep sarmaşığı yarası suratını asınca kıvrıldı.

Halleck bakışlarını kendi yansımasından alıp döndü ve gözlerini Tuek'e dikti. Şimdi kaçakçıda ailenin yüz hatlarını görüyordu: babanın gür, sarkık kaşları ve sert hatlı yanaklarla burun.

"Adamların babanın öldüğünü, Harkonnenler tarafından öldürüldüğünü söylediler," dedi Halleck.

"Harkonnenler ya da aranızdaki bir hain tarafından," dedi Tuek.

Kızgınlık Halleck'in yorgunluğunu biraz bastırdı. Doğrularak, "Hainin kim olduğunu söyleyebilir misin?" diye sordu.

"Emin değiliz."

"Thufir Hawat, Leydi Jessica'dan şüpheleniyordu."

"Haa, Bene Gesserit cadısı...belki. Yalnız Havvat şu anda Harkonnenlerin esiri."

"Duydum." Halleck derin bir nefes aldı. "Çok kişiyi öldürmemiz gerekecek gibi görünüyor."

"Dikkatleri üstümüze çekecek hiçbir şey yapmayacağız," dedi Tuek.


Yüklə 6,53 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin