Gazi husrev bey küTÜphanesi



Yüklə 1,13 Mb.
səhifə5/21
tarix12.01.2019
ölçüsü1,13 Mb.
#95913
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   21

GAZİ SÜLEYMAN PAŞA CAMİİ

Kırklareli'nin Vize ilçesinde Büyük Cami veya Ayasofya Camii adıyla da bilinen cami.20



GAZİ SÜLEYMAN PASA CAMİİ VE TÜRBESİ21




GAZİ B. YÛSUF22




GAZİANTEP

Güneydoğu Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Güneydoğu Anadolu'nun en büyük i! merkezlerinden biri olup Fırat nehrine karışan Sacur çayının yukarı kollarından Ayınleben (Allaben) deresinin üzerinde, Halep'in kuzeyinden itibaren gittikçe yük­selerek devam eden yaylanın (Antep yay­lası) merkezî bir mevkiinde, deniz sevi­yesinden ortalama 900 m. yükseklikte engebeli bir arazide tepeler üzerine ku­rulmuştur. Antep şehri ve bölgesi, en eski devirlerden beri uygun iklim ve mev­kii sebebiyle iskâna açık bir saha olarak bilinmektedir.

Tarih. İlkçağ'a ait belli başlı kaynak ve araştırmalarda Antep adına rastlan­mamaktadır. Bununla birlikte Antep'in 12 km. kuzeyinde Antep-Maraş yolu üze­rindeki Dülük'ün (Doliche) oldukça eski bir mevki olduğu bilinmektedir. Antik devirlerde iktisadî ve siyasî bütün faali­yetlerin yoğun bir şekilde sürdüğü Ku­zey Suriye ile Mezopotamya'yı İç Anado­lu'ya bağlayan yolların geçtiği yerler o devirlerde Dülük bölgesi olarak anılmak­taydı. Yine Eski ve Ortaçağ'larda Fırat nehrini takip ederek Mezopotamya'dan gelen kervanların bu nehri terkettikleri Birecik ile Maraş arasında bir kavşak noktası da Dülük adıyla bilinmekteydi. Bu kavşak aynı zamanda Urfa, Maraş ve Halep yollarının da kesiştiği yeri teş­kil ediyordu. Bugün de Dülük adıyla anı­lan yere Asurluiar Babiğü, Bilabhi, Do-luk; Romalılar Dolichenus, Doulichia. Do­liche; Bizanslılar ise Tolonbh demektey­diler.

Milâttan önce 1800-1200 yıllarına ka­dar hüküm süren Hitit Devleti'nin sınır­ları Dülük ve çevresini de içine almak­taydı. Bölge daha sonra Suriye'nin ku­zeyinde kurulan Hitit şehir devletlerinin, ardından da Asurlular'ın hâkimiyetine girdi. Mtlâttan önce 613-612 yıllarında Medya Kralı Kıyaksar'ın Asurlular'ı malüp edip Nîneva'yı (Ninova) almasıyla Dü­lük bölgesi, İran'da saltanat değişikli­ğine rağmen uzun müddet yine İranlı-lar'ın nüfuz sahasında kaldı. Milâttan önce 334'te Asya seferine çıkan Büyük İskender İssus Savaşı'nı kazanıp Dülük ve bölgesini de sınırlarına kattı. Milât­tan önce 190 yıllarında Dülük'e Roma, milâttan sonra 395'ten itibaren de Bizanslılar hâkim oldular. Bizans hâkimi­yeti sırasında Dülük ve yöresi Arap sınır bölgesinin önemli bir mevkiini teşkil et­mekteydi. Uzun süre bu sınır bölgesin­de Araplar'la Bizanslılar arasında mü­cadeleler devam etti. Muhtemelen bu mücadeleler sırasında Bizanslılar tara­fından Dülük yakınlarında bir kale inşa edilmiş ve burası Antep adıyla anılan şehrin ilk çekirdeğini oluşturmuştur. Ni­tekim Süryânî Mar Yeşua vekâyi'nâme-sinde, Selefki takvimiyle 800 yıllarında vuku bulan bir zelzelenin Urfa, Diyarbe-kir ve Akkâ'yı içine alan bölgede büyük tahribat yaptığını, hatta Fırat nehrinin bazı kollarının sularının kuruduğunu kay­detmektedir. Milâdî 499 yılına rastlayan bu zelzelede Dülük Kalesinin ve kasa­basının da tahrip olduğu tahmin edile­bilir. Bu yüzden Bizans'ın Arap sınır böl­gesindeki önemli bir müstahkem mev­kiinin yıkılması yeni bir kalenin yapılma­sını gerektirmiş ve I. lustinianos devrin­de (527-565) Antep Kalesi inşa edilmiş olmalıdır. Ancak buranın Antep adıyla ne zaman anıldığı tam olarak bilinme­mektedir. İlk Arap coğrafyacılarının eser­lerinde Dülük adı sık geçerse de Antep (Ayıntab) adının Araplar'ca buraya veril­diği söylenebilir. XIII. yüzyıl müelliflerin­den Yâkût el-Hamevî'nin ifadesine göre "Aynütâb" sağlam bir kale olup Dülük adıyla anılmaktaydı. Bu ad muhtemelen Haçlı seferleri öncesinde yaygınlık ka­zanmıştır. Haçlı seferleriyle ilgili vekâ-yi'nâmelerde Hamtap, Ermeni kaynak­larında Anthaph, diğer bazı kaynaklar­da ise Hantab, Entab, Hatab gibi adlan­dırmalara rastlanır.

Bölge Araplar tarafından ilk defa Hz. Ömer'in kumandanlarından İyâz b. Ganm tarafından İslâm topraklarına dahil edil­di. Bu tarihlerde Bizans tahtında Herak-leios bulunmaktaydı. Kuzey Suriye, ile­ri tarihlere kadar Bizanslılarda Araplar arasında mücadele bölgesi olmakta de­vam etti. Hârûnürreşîdin, 782 yılında Bizanslılardan geri aldığı Kuzey Suriye kaleleri içinde Dülük de vardı. Burasını "avâsım" şehirleri arasında sayan Belâ-zürî, 169'da (785-86) Hades şehrinin yeniden inşası bitince Dülük'ün de dahil olduğu yöredeki bazı şehirlerden 2000 kişinin göç ettirilip buraya yerleştirildi­ğini yazar23. Muhteme­len bu tarihten sonra Dülük'ün yerini ya­vaş yavaş Ayıntab denilen kale almaya başlamıştır.

Türkler'in Anadolu'ya yönelik hare­kâtları sırasında Türkmenler'den mey­dana gelen ordusuyla Afşin Fırat'ı geçerek Antep'in kuzeybatısındaki Karadağ'­da karargâh kurup geniş fetih harekâ­tına başladı ve 1067'de kuvvetleriyle ön­ce Antep ve Ra'bân'ı (günümüzdeki Ara­ban] aldı, sonra da Antakya Dukalığı ara­zisine girdi, pek çok ganimet ve esir top­ladı. Afşin bu fetihleriyle Suriye bölge­sinde Türk hâkimiyetini kesinleştirdi. Al­parslan'dan sonra fetihlere girişen Sü­leyman Şah 1084 yılında Antakya'yı ye­niden aidi; bu suretle Halep ve civarıy­la Antep kendiliğinden Süleyman Şah'ın idaresine girdi. Nitekim Haçlılar Suriye'­ye geldiklerinde Antep bölgesi Suriye Selçuklulan'nın idaresinde bulunuyordu. Haçlı kuvvetlerinin bu bölgeye yerleşme­siyle Antep, önce 1098 yılında Urfa Kont-luğu'nu kuran Boudouin de Boulogne'a, daha sonra Maraş Kontluğu'na tâbi ol­du. Haçlılar zamanında Antep ve Telbâ-şir bölgenin önemli müstahkem mevki-leriydi.

Haçlı seferleri şiddetini kaybedince, I. Mesud'un damadı olan Atabeg Nûred-din Mahmud Zengî 1149 yılında düzen­lediği bir seferle Antep. Telbâşir ve Azâz'ı geri aldıysa da, kuvvetleri mağlûp oldu. Bunun üzerine Sultan Mesud. oğlu Kılı-carslanla beraber Kuzey Suriye'ye sefer yaptı ve Maraş'ı kuşatarak aidi; ordusu Telbâşir önünde Jocelin'in kuvvetleriyle karşılaştı, fakat Franklar savaşa cesa­ret edemediler. Bundan sonra Sultan Mesud Kılıcarslan'la beraber 1150 yılın­da Haçlılar'ın işgalinde bulunan Göksün. Behisni, Göynük, Ra'bân ve Antep şehir ve kalelerini zaptetti.

I. Mesud'un ölümü üzerine (1155) Ata­beg Nûreddin Mahmud Zengî Antep ve Ra'bân'ı Selçuklulardan aidi. M. Kılıcars-lan, Nûreddinden adı geçen şehirleri iade etmesini istediyse de Nûreddin bu­nu reddederek saldırılarını sürdürdü. Bunun üzerine Kılıcarslan 1157 yılında kuvvetli bir ordu ile gelerek Antep'i ku­şattı ; surlarını tahrip ederek şehri ele geçirdi; Nûreddin Mahmud ise Halep'e çekilmek zorunda kaldı. Ardından Sel­çuklu Sultanı İzzeddin I. Keykâvus Halep Emirliği topraklarını almak isteye­rek Samsat emîri olan Eyyûbî Meliki ei-Melikü'l-Efdal ite birlikte hareket edip 1218 yılında Antepi aldı. Ancak el-Meli-kü'1-Efdal'in ihaneti üzerine ordusu bozguna uğrayınca Antep yine Halep Emir-liği'nde kaldı.

Bütün Anadolu'yu sarsan Moğol isti­lâsı önce bu bölgede etkili oldu. 1259'-da Hülâgû Suriye seferine çıkıp Halep'i alınca Baycu Noyan'ın 12S8'de başlattı­ğı harekât tamamlandı ve Antep bölgesi Moğollar'ın eline geçti. Ancak az sonra Memlûk Sultanı Kutuz Moğollarla mü­cadeleye girişerek 1260 yılında Aynicâ-lût'ta onları yendi; böylece Halep ve An­tep bölgesi Memlüklü nüfuzu altına girdi. Moğollar'ı tamamıyla Kuzey Suriye'den uzaklaştırmak isteyen I. Baybars, 1277'-de Antep'ten geçerek Elbistan ovasında Muînüddin Süleyman Pervane idaresin­deki Selçuklu-Moğol ordusunu mağlûp ederek Kuzey Suriye'yi Moğol baskısın­dan kurtardı.

Bundan sonra Antep ve bölgesi Mem­lûk Sultanlığı ile Maraş ve Elbistan'a hâ­kim Dulkadıroğulları arasında ihtilâf ko­nusu oldu. Dulkadır Beyliği'nin kurucu­su olan Zeynüddin Karaca Bey Dulkadır ulusunu bir beylik haline getirmiş, aynı zamanda Bozoklar'ın ve Halep Türkmen-leri'nin de reisi olmuştu. Antep ve çev­resi ise daha fazla Dulkadırlı Türkmen­leri İle meskûndu.

Bu yüzyılda Dulkadırlı-Memlûk çatış­maları bölgeyi derinden etkiledi. Müca­deleler sırasında Atabeg Berkuk 1381 Temmuzunda büyük bir orduyu Dulka-dırlılar üzerine şevketti. Tarihçi Bedred-din el-Aynî'nin Antep'e gelişini gördüğü bu ordunun Dulkadırlı Halil Bey'in kü­çük kardeşi Sülî Bey'in (Şevli ?) idare et­tiği kuvvetleri yenmesiyle Antep ve Ha-lep'in kuzey bölgesi Memlûk Sultanlığı'-nın idaresine geçti. Ancak Sûlî Bey mücadeleyi sürdürdü. Malatya naibi Min-taş ile de yakın ilişkiler kurup güç ve nüfuz kazandıktan sonra kuvvetleriyle Antep'e gelerek burayı yağmaladı ve kar­deşi Osman Bey'i iç kalenin muhasarası için görevlendirdi. Bir ay kadar süren kuşatmada şehre ve halkına çok zarar veren Osman Bey kaleyi zaptedemeyin-ce kuvvetlerini çekip Maraş'a gitti. Bun­dan bir müddet sonra 792 Şevvalinde24 Sûlî Bey ve Mintaş orduları ile Maraş'tan gelip Antepi işgal ederek Kaleyi kuşattılar. Bu sırada kardeşi Şehâ-beddin Ahmed ile beraber kalede mah-

sur kalan Bedreddin el-Aynî kuşatmayı anlatırken Antep halkının uğradığı zu­lüm ve eziyetlerden, kendisinin geçirdi­ği tehlikelerden söz etmektedir. Antep şehrinin işgali ve kalenin kuşatması sü­rerken Halep Valisi Kara Demirtaş'ın or­dusu ile buraya doğru geldiği duyulun­ca Sûlî Bey ve Mintaş muhasarayı kaldı­rıp Maraş'a çekildiler.

Dulkadıroğulları ile Memlükler ara­sında Kuzey Suriye üzerindeki hâkimi­yet mücadelesi devam ederken Timur da ordusu ile Güneydoğu Anadolu'ya ge­lerek Mardin'i kuşattı ve Diyarbekir'i zap­tetti. 1400'de önce Behisni'yi ele geçi­rip Antep'e yöneldi. Şehri zaptederek kaleyi muhasara altına aldı. Timur'un yanında seferlerine iştirak eden Nizâ-meddin Şâmî'nin Zaîemâme"sinde şeh­rin zaptından sonra bir kısım halkın ba­ğışlandığı, ancak çoğunun kılıçtan geçi­rildiği, binalann, evlerin yıkılıp yerle bir edildiği belirtilir. Ayrıca Antep Kalesi'ni uzun uzadıya tarif ve tasvir eden Şâmî kalenin çok sağlam olduğunu da yazar.

Timur İstilâsının ardından tekrar Mem­lûk idaresine geçen şehir ve yöresi 1418 yılında yeni bir saldırıya uğradı. Akko-yunlu beyi Karayülük Osman Bey. Kara-koyunlu topraklarına girerek Mardin'i kuşatıp civarını yağmalamış, Kara Yû­suf'un üzerine gelmesiyle de kaçarak Memluk topraklarına girip Halep'e sı­ğınmış, onu takip eden Karakoyunlu kuvvetlerinden Kara Yûsuf'un oğlu Pîr Budak'ın idaresindeki bir kısım asker­ler Antep üzerine yürümüşlerdi. Bu ha­rekât duyulunca Antep naibi ve halkının bir kısmı şehri terkedip kaçtı. Kara Yûsuf'un Memlûk sınırlarına girip Antep yöresine gelmesi Kahire'de telâş ve en­dişeye yol açtı. Karayülük'ün durumunu öğrenmek için Halep'e kadar yaklaşan bir Karakoyunlu birliğini mağlûp eden Halep naibi Yeşbek, alınan esirlerden Ka­ra Yûsuf'un Antep şehrinde olduğunu öğrendi. Kara Yûsuf askerlerinin bu ye­nilgisi üzerine Yeşbek'e gönderdiği mek­tupta Karayülük'ü cezalandırmak için Memluk topraklarına girdiğini belirte­rek Antep'e gelmiş olduğu için özür di­ledi. Bir müddet sonra da Memlûk top­raklarından ayrıldı. Fakat giderken An-tep'in çarşı ve pazarlarını yaktığı gibi şehri de askerlerine yağma ettirdi, ayrı­ca Antep halkından da 100.000 dirhem­le kırk at aldı.

Bu tarihlerden sonra yeniden başla­yan Dulkadırlı-Memlûk mücadelesi Osinanlıların da devreye girmesiyle farklı bir safhaya büründü ve Antep'i de etki­ledi. 1467'de doğrudan Memlükler'le sa­vaşa girişerek önce Şam naibi Berdi Bey kumandasındaki orduyu Turnadağı etek­lerinde yenen Dulkadırlı Beyi Şehsüvar Bey, Memlûk Sultanı Kayıtbay'ın Emîr Canıbek Kulaksız idaresindeki ordusu­nu da Antep yakınlarında bozguna uğ­rattı (30 Mayıs 1468) ve Antep dahil Ha­lep'e kadar olan yerleri kontrolü altına aldı. Ancak az sonra Emîr Yeşbek ku­mandasındaki bir Memlûk ordusuna An­tep yakınlarındaki savaşta yenildi. Bu­nun üzerine Antep yeniden Memlûk Sul­tanlığı idaresine girdi. Alâüddevle'nin beyliği sırasında ise Antep Dulkadıroğul-ları'nın hâkimiyetinde bulunuyordu'. Dul-kadıroğullan'nın çok önem verdiği bu şehir, daha önce olduğu gibi Alâüddev-le Bey tarafından da imar edildi. Alâüd-devle burada kendi adıyla anılan bir ca­mi ile bir maslak (büyük su haznesi] yap­tırdı, bunların masrafları için vakıflar kurdu. Dulkadır Beyliği, Osmanlı hima­yesi altında Şehsüvaroglu Ali Bey'in ida­resine verilirken Memlükler bu fırsat­tan faydalanarak Antep şehrini tekrar işgal ettiler. Yavuz Sultan Selim'in İran seferi sırasında ve sonrasında Memlûk Sultanı Kansu'nun Şah İsmail'i destek­lemesi, Memlûk tebaası Sünnî halkın memnuniyetsizliğine sebep oldu. Yavuz Sultan Selim bu hususta geniş bir pro­pagandaya girişerek Sünnîler'i Osmanlı tarafına davet etti: Şam ve Halep nâib-leri yanında Antep naibi de bu davete olumlu cevap verdi. Nitekim Osmanlı or­dusu Memlûk topraklarına doğru ilerle­yerek Behisni üzerinden gelip Antep yakınlarındaki Merzüban suyu kenarında ordugâh kurduğu sırada Memlükler'in Antep naibi Yûnus Bey Osmanlı hizme­tine girdi. Yavuz Sultan Selim 20 Ağus­tos 1516'da Antep'e gelerek üç gün ko­nakladı. Bu suretle Antep şehri Osmanlı Devleti'ne katılmış oldu.

Osmanlı idaresi sırasında Antep'te önemli bir olay meydana gelmedi. Yal­nız diğer Anadolu şehirleri gibi burası da XVII. yüzyıldan itibaren zaman za­man Celâli saldırılarına uğradı; yörede­ki bazı nüfuzlu şahsiyetler ve mütegalli-benin etkisi altına girdi. Şehir, 1839 Ha­ziranında kısa bir süre için Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa kuvvetleri tarafından işgal edildi. I. Dünya Savaşı'ndan sonra ilk olarak 17 Aralık 1918'de İngilizler şehre girdiler. Yaklaşık bir yıl süren İş­galin ardından Fransızlar ile yaptıkları anlaşma gereği burayı onlara terketti-ler (5 Kasım 1919]. Gerek Fransızlar'ın gerekse onlarla birlikte hareket eden Ermeniler'in baskı ve zulümleri halkın direnişine yol açtı. Antep- Kilis hattında Şahin Bey liderliğinde büyük bir müda­faa başladı. Onun şehid edilmesinden sonra bu defa Antep çatışmalara sahne oldu. Antep halkı 1 Nisan 1920'den 7 Şubat 1921'e kadar Fransız kuvvetleri­ne karşı büyük bir mücadele verdi. Da­ha sonra direniş kırıldı ve şehri savu­nan Türk kuvvetleri geri çekildi. Böyle­ce Fransızlar 9 Şubatta şehirde duruma hâkim oldular. Türkiye Büyük Millet Mec­lisi, kendi gücüyle işgale on ay dayanan ve düşmana geçit vermeyen Antep'e 6 Şubat 1921'de gazilik unvanı verdi. Böy­lece şehir Gaziantep adıyla anılmaya baş­landı. Fransızlar Ankara Antlaşması'nın ardından 25 Aralık 1921'de şehri boşalt­tılar ve Gaziantep iki yıl süren işgalden kurtuldu.

Fizikî, Sosyal ve Ekonomik Yapı. Tepe­lerle çevrili bir düzlükte kurulan Antep'in ilk çekirdeğini teşkil eden kale bugün Türktepe denilen yükseklikte yer almak­taydı. Şehir muhtemelen bu kale çevre­sinde gelişme göstermiştir. Eskiçağlar-dan beri kervan yollarının kavşak nok­tasında yer alması buranın önemini ol­dukça arttırdığı gibi fizikî bakımdan ge­lişmesine de yol açmıştır. Antepli oldu­ğu için "Aynr lakabıyla tanınan Bedred-din Mahmud burayı bağlar ve bostan­larla çevrili, güzel çarşılara sahip bir şe­hir olarak tarif eder ve burada dokuz cami. 120 mescid. yirmi hamam, on beş medrese bulunduğunu yazar. Pek çok ilim adamı toplandığı için de buraya "Kü­çük Buhara" dendiğini belirtir. Antep'in Timur tarafından zaptını anlatan Nizâ-meddin Şâmî ise "Antab" şeklinde andı­ğı şehrin iyi bir mevkide bulunup zahire ve meyvesinin bol, hisarının muhkem ol­duğunu yazar. Buradaki evleri yıkıp yer­le bir eden Timur ordusunun tahribatı­nın izleri Antep'te uzun süre silinmemiş olmalıdır. Memlûk ve Dulkadır hâkimi­yetleri dönemlerinde çeşitli defalar ta­mir görmesi de muhtemelen bu olayla ilgilidir.

Antep Osmanlı idaresine girdikten son­ra fizikî yönden ve nüfus bakımından gelişmesini sürdürdü. 1536 yılında otuz üç. 1543'te yirmi dokuz. 1574'te ise otuz bir mahallesi vardı. XVII. yüzyılda bu sayı otuz iki idi. Bu mahallelerin ad­larından esas yerleşmelerin kalenin he­men civarında olduğu anlaşılmaktadır.

Zamanla inşa edilen cami ve mescidler yerleşmeyi daha aşağılara doğru yönlen­dirdi. XVI. yüzyıl tahrirlerine göre şehrin en kalabalık mahallelerini İbn Şeker, Ali Neccâr, Akyol, İbn Eyyûb, Tarla, İbn Am-mî (Câmi-i Köhne). Kozluca, Sıkkak, Şeh-reküstü. Tövbe adlı yerleşme yerleri teş­kil ediyordu. Bazı kalabalık mahalleler sokakları ile yazılmıştı. Her sokak bir mescidin adını taşımaktaydı. Meselâ en kalabalık mahalleyi oluşturan İbn Ammî mahallesi Mescid-i Develi, Mescid-i Ba-şıbüyük, Mescid-i Acemoğlu, Mescid-i Câmi-i Köhne, Mescid-i Söfiyân. Mes­cid-i Ahmed Fakih, Mısrî Şems ve Mes­cid-i Mağara adlı sokaklardan müteşek­kildi. Şehrin toplam nüfusu 1536'da 1856 hâne, 439 bekâr (yaklaşık 9300-9350 ki­şi), 1543'te 1969 hâne, 490 bekâr (9900 kişi), 1574'te 2969 hâne, 466 bekârdan (15.000 kişi) ibaretti. Antep'in nüfusu bu rakamlara göre giderek artış göstermiş, artış nisbeti otuz yıllık bir dönemde % 50'yi bulmuştur. Bu artışta, nüfusun kendi bünyesi içindeki büyüme etkili ol­duğu gibi dışarıdan gelenlerin de rolü bulunduğu defterlerdeki kayıtlardan an­laşılmaktadır. Özellikle yöredeki aşiret­ler bu yerleşmede önemli bir yere sahip görünmektedir. Antep bu haliyle XVI. yüzyılda Halep şehrinden sonra bölge­nin nüfus bakımından en kalabalık şeh­riydi. Bu dönemde Antep iktisadî ve ti­carî bakımdan da ön plana çıkmıştı. Şe­hirde pek çok ticarethane ve imalâtha­ne vardı, imal edilen mallar civar bölge­lere sevkediliyordu. 1536 tarihli defte­re göre şehirde en az 225 kişi çeşitli meslek dallarıyla uğraşıyordu. Ticaretin ölçüsü olan pazar vergileri (bâc-ı bâzâr) 100.000-136.000 akçelik bir kapasite­ye sahipti. Kapana gelen mallardan alı­nan vergi hacmi ise 25.000-33.000 ak­çe arasındaydı. Vergi gelirlerini göste­ren kayıtlara göre şehirde bedesten, ki-rişhâne, boyahane dükkânları, kassâr, debbâğ dükkânları, başhâne, şem'hâne, kasap dükkânları gibi büyük işletmeler bulunuyordu- Şehrin vergi geliri miktarı 224.190 akçeden 448.416 akçeye yükselmişti. Bütün bu rakamlar şehrin ti­cari önemini açık olarak ortaya koymak­tadır. Yine bu yüzyılda şehirde on bir ca­mi vardı. Bunlar Ati Neccâr, Hacı Mûsâ, Debbâğ. Câmi-i Atîk, Tahtalı. Alâüddev-le. Kale Camii, Eyyüboğlu (Eyyübzâde. İbn Eyyûb). Kadı Kemâleddin. Şehreküstü ad­larını taşıyordu. Mescid sayısı da altmış kadardı. Ayrıca vakıfları mevcut Yahşi Bey Medresesi, Medrese-i Cedîde (banisi Muhyiddin İbn Şeyh Abdurrahman Er-zincânî) adlı iki medrese, dört buk'a, bir sıbyan mektebi, sekiz de zaviye yer alı­yordu.

Şehir bu durumunu XVII. yüzyılda da korudu. Evliya Çelebi'nin verdiği bilgile­re göre bu yüzyılın ortalarında Antep'te otuz iki mahallede 8067 toprak ve kireç örtülü ev vardı. Bu rakama göre nüfusu yaklaşık 35.000-40.000 civarında olma­lıdır. Evliya Çelebi, 140 cami ve mescid içinde arasta meydanındaki Boyacıoğlu Camii İle Uzunçarşı'daki Tahtalı Camii'-nin büyük mâbedler olduğunu belirttik­ten sonra Ali Neccâr Camii. Eyyübzâde Camii, Molla Ahmed Camii, Müftü Camii. Alaybey Camii, Pişmaniye Camii; Şeh­reküstü semtinde Ağa Camii, Ramazan Efendi Camii, Şeyh Efendi Camii. Uzun-bey Camii, Emîr Camii ve Tabakhane Ca­mii, Handâniye Camii, Alâüddevle Camii ve İçkale Camii'nin adlarını sayar. Bun­ların çoğu XVI. yüzyıldaki camilerdir. Ay­rıca bu dönemde şehrin dış mahallesini oluşturan Şehreküstü semtinin olduk­ça genişlemiş olduğu da anlaşılmakta­dır. Evliya Çelebi medrese ve dârülhadis, mektep gibi eğitim kurumlarından bah­settikten sonra çarşısında 3900 dükkâ­nı, iki bedesteni bulunduğunu, uzunçar-şı ve saraçhane dükkânlarının üstleri­nin kapalı olduğunu da yazar.25

XVIII. yüzyılda bu durumunu koruyan Antep. XIX. yüzyılda da bölgenin Önemli ticaret merkezlerinden biri olmayı sür­dürdü. V. Cuinet'e göre şehirde XIX. yüz­yıl sonlarına doğru 3815 pamuklu do­kuma tezgâhı ve yetmiş boyahane var­dı. Dokuma sektöründe 4000 kadar ka­dın çalışıyor, hamam takımları, döşeme­lik dokumalar, kilim, halı, alaca imali ya­pılıyor; bağcılıkla ilgili yan sanayi kolla­rı bulunuyor, yağ ve sabun imali önemli bir kolu oluşturuyordu. Şehirde dericilik eskiden beri sanayi kollarının başında yer almaktaydı. Sarı, kırmızı sahtiyan işleniyor ve bunlar Halep, Kilis ve Mısır'a; alaca, bez, abâ, sabun gibi ürünler Ana­dolu'nun çeşitli yörelerine sevkediliyor­du. Komûsü'l-o'lâm'da Antep'te 2215 bez ve alaca tezgâhı, kırk beş boyaha­ne, altı yağhane, biri buharla çalışan on iki değirmen, beş sabunhanenin bulun­duğu kayıtlıdır. Bu yüzyılda, işlek kervan yollarının kavşak noktasında bulunması dolayısıyla şehrin ticarî yönden önemi daha da artmıştı. Şehir Maraş'tan Ha-iep'e, Birecik'ten Akdeniz kıyılarına, Di-yarbekir'den İskenderun'a ulaşan yolların

kesiştiği yerde bulunuyordu. Bu sayede XX. yüzyılın ilk senelerine doğru olduk­ça gelişmiş bir şehir olup Halep'ten son­ra ikinci sırayı almıştı. Söz konusu dö­nemlerde şehrin nüfus yapısı da buna paralel bir büyüme gösterdi. 1887-1888-de burada 26.000'i müslüman 42.000 kişi, V. Cuinet'e göre ise 30.000'i müs­lüman 43.000 kişi yaşıyordu.

İdarî Yapı ve Kültürel Hayat. Antep Os-manlı idaresine girdiğinde bir sancak haline getirilip önce Arap vilâyeti adıy­la oluşturulan beylerbeyi!iğe bağlandı. Sonradan Dulkadır beylerbeyiliği teşkil edilince buraya katıldı ve bu durumunu XVIII. yüzyıl sonlarına kadar korudu. XIX. yüzyılda ise Halepe bağlandı. Sancağın XVI. yüzyılın ilk çeyreğine ait tahrirleri­ne göre Antep dört nahiyeden meyda­na geliyordu. Bunlar merkez nahiye dı­şında Telbâşir, Nehrülcevâz (Nehrülcevz) ve Derbsâk (Gündüzlü) idi. Merkez nahi­yede 1304 hâne. 197 mücerred, Derb-sâkta 813 hâne. 93 mücerred, Nehrül-cevâz'da 290 hâne. 6 mücerred ve Tel-bâşir'de 1346 hâne, 138 mücerred ol­mak üzere sancakta bu sıralarda top­lam 3753 hâne, 434 mücerred (tahmi­nen 20.000 kişi) bulunuyordu. XVI. yüz­yılda merkez nahiyeye bağlı 219, Telbâ-şir'e bağlı 180 ve Nehrülcevâz'a bağlı elli köy vardı. 1543'te Antep sancağının 36.000'i bulan toplam nüfusu 1574'te 45.000'i geçmişti. Bu nüfusun % 67'si köylerde yaşıyordu. 1574'te önceki tah­rirlere göre şehir nüfusunda % 3,14 nis-betinde artış olurken köy nüfusunda ay­nı nisbette azalma meydana gelmişti. Sancak bu idarî durumunu XIX. yüzyıla kadar sürdürdü. 1818'de kaza haline getirilip Halep'e bağlandı ve XIX. yüzyıl boyunca bir kaza olarak kaldı. 1908de-ki düzenlemeler sırasında sancak oldu. 1916'da Halep vilâyetine bağlı Antep sancağı Rumkale, Menbiç ve Maarretün-nu'mân adlı kazalardan oluşuyordu; An­tep kazasında toplam dokuz nahiye ve 346 köy vardı. 1871'de Haleb Vilâye­ti Salnamesi'ne göre Antep kazasında toplam 9742 hanede 47.599'u müslü­man, 9833'ü hıristiyan, 544'ü Musevî ol­mak üzere 57.976 kişi yaşıyordu. 1889'-da bu nüfus 81.040. 1899da ise 85.053 oldu. Cuinet, XIX. yüzyıl sonunda Antep kazasının nüfusunu 65.085'i müslüman olmak üzere 86.988 olarak verir. XVI. yüzyılda olduğu gibi XIX. yüzyılda da An­tep bölgesinin en önemli geçim vasıta­sını ziraat teşkil etmekteydi. Özellikle üzüm bağları oldukça önemli yer tutu­yor, fıstık ve zeytin üretimi de önem ka­zanmış bulunuyordu. Ancak en fazla üretimi hububat oluşturmaktaydı.



Antep Orta çağ "lardan beri parlak bir ilim ve kültür merkezi olmuştur. "Küçük Buhara" adıyla anılan şehirde başta Bed-reddin el-Aynî olmak üzere birçok ilim adamı yetişmiştir. İbn Bâlî adlı XV. yüz­yıl Türk şairi yanında XIX. yüzyılda Mü­tercim Asım ve Münib efendilerle Maarif Nâzın Münif Mehmed Paşa da buralı­dır. Öte yandan yine XIX. yüzyılda Antep muhtelif misyonerlerin faaliyetine sah­ne olmuştur. Burada Fransisken Manas­tırı ve Amerikalı Protestan misyonerle­rin koleji vardı. 1903'te Maarif Salnâ-mesi'ne göre Antep kazasında Protes-tanlar'a ait iki idâdî, dört rüşdiye, Er-meniler'e ait bir rüşdiye bulunuyordu. Antep'te bugüne ulaşan tarihî eserler arasında kale, Ömeriye Camii. Boyacı (Kadı Kemlleddin) Camii, Eyyûboğlu Camii, Esenbek (ihsan Bey) Camii, Ali Neccâr Ca­mii, Alâüddevle Camii, Tahtalı Camii, Ağa Camii, Handâliye Camii, Alaybey Camii. Hacı Nasır Camii. Şeyh Fethullah Camii, Tekke Camii, Ramazâniye Medresesi ve muhtelif han ve hamamlar sayılabilir.

Bibliyografya:



BA, TD, nr. 186, 301, 373; TK, TD, nr. 161, 556; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 188, 214, 274; Urfalı Mateos, Vekâyi'nâme (trc. H. D. Andre-asyan), Ankara 1962, s. 277; Yâ küt Mu'cemü'l-buldan, IV, 176; Bündârî, Zübdetü'n-riusra (Bursları), s. 205 vd.; Ebu I-Ferec, Târih, I, 318; [i, 321; Süryani Mar Yeşua. Vakayiname (trc. Mualla Yanmaz], İstanbul 1958, s. 19, 28; Ni-zâmeddîn-i Şâmî. Zafemâme (trc. Necati Lu-gai), Ankara 1949, s. 267, 284; Silahşor, "Fe-tihnâme-i Diyâr-ı Arab be Devlet-i Kahire-i Sultan Selim Han" (nşr. Salahattin Tansel), TV, sy. 17 (1958]; Feridun Bey. Münşeat, I, 479; Hoca Sâdeddin. Tâcü't-tevârîh, II. 331; Kâtib Celebi, Cihanniimâ, s. 566; Eviiya Çelebi. Se-yahatnâme, IX, 352-360; Kâmûsü'l-alâm, V, 3232; Cuinet. II, 188-191; Haleb Vilâyeti Sal-nâmesi (1315], s. 204; a,e. (1317), s. 19; Hik­met Turhan Dağİıoğlu, Antep ue Antep Kalesi, Gaziantep 1930; a.mlf., Antep Meşahiri, Gazi­antep 1939; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 171 vd.; Ahmet Temir. "Anadolu'da İlhanlı Valilerinden Samağar Noyan", Fuad Köprü­lü Armağanı, İstanbul 1953, s. 495 vd,; Mus­tafa Güzelhan, Ayıntab Tarihinden Notlar, Ga­ziantep 1959, s. 10, 13 vd,; Nazmi Sevgen. Ana-dolu Kaleleri, Ankara 1959, I, 125; Fikret Işıl-tan. ürfa Bölgesi Tarihi, İstanbul 1960, s. 77; W. M. Ramsay. Anadolu'nun Tarihî Coğrafyası (trc. Mihri Pektaş), İstanbul 1961, s. 307-309; M. C. Şehabeddin Tekindağ. Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı, İstanbul 1961, s. 72, 84, 87, 94, 97; a.mlf.. "Yeni Kaynak ve Vesika­ların Işığı Altında Yavuz Sultan Selira'in İran Seferi", TD, sy. 22 (1968], s. 76; a.mlf.. "Mem­lûk Sultanlığı Tarihine Toplu Bir Bakış", a.e., sy. 25 (1971), s. 34 vd.; a.mlf., "Fatih Devrin­de Osmanlı - Memlûk Münasebetleri", a.e., sy. 30 (1976), s. 78 vd., not 17; a.mlf.. "Kutuz", İA, VI, 1059; Firuzan Kınal. Eski Anadolu Ta­rihi, Ankara 1962, s. 242; Mehmet Altay Köy-men, Selçuklu Deori Türk Tarihi, Ankara 1963, s. 259; Ali Sevim, Suriye Selçukluları, Ankara 1965, I, 29; Faruk Sümer. Karakoyunlular, An­kara 1967, I, 99 vd.; Gaziantep Şer f Mahke­me Sicilleri (haz. Cemil Cahit Güzelbey), ] IV, Gaziantep 1966-70; Osman Turan, Selçuklu­lar Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1969, s. 117; a.mlf., Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s. 73, 187. 199, 492. 496, 545, 575; E. Honigmann. Bizans Devleti­nin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan], İstanbul 1970, s. 111; Besim Atalay, Maraş Tarihi ue Coğrafyası, İstanbul 1973. s. 52 vd.; Işın De-mirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi, İstanbul 1974, s. 77; Hüseyin Özdeğer, Onaltıncı Asır­da Ayıntab Livası, İstanbul 1988; Âdile Âbİdin. "Aynî'nin Ikdülcuman Fi Tarihi Ehlizzeman Adlı Tarihinde Osmanlılara Ait Verilen Ma­lûmatın Tetkiki", Tarih Semineri Dergisi, |[, İstanbul 1938, s. 121; Enver Çakar. "938 Nu­maralı Tapu-Tahrir Defterine Göre 1523 Yı­lında Ayntâb ve Birecik Sancakları", TDA, sy. 94 (1994), s. 112-116; T. H., "Ayıntab", İA, II, 64-67; Marçais - [M. Halil Yınanç]. "Aynî", a.e, II, 70; J. H. Mordtmann, "Dulkadırlılar", a.e., III, 654, 656, 658 vd.; K. V. Zettersteen, "Hâlid", a.e., V/l, s. 143; M. Canard, "'Ayntâb", Eİ2(\ng.}, I, 791-792.

Mimari. Gaziantep Hz. Ömer zamanın­da İslâm topraklarına katılmış olmak­la birlikte şehirde Emevîler'den. Abbâ-sîler'den ve II. Kılıcarslan zamanında kı­sa süre (1157) hâkimiyet kuran Selçuklular'dan kalma tarihî bir eser mevcut değildir. İlk esaslı imar faaliyeti Eyyûbî-ler döneminde gerçekleştirilmiştir. Ey-yûbîler'den el-Melikü's-Sâlih Ahmed bu­raya köşkler, İstihkâmlar ve camiler yap­tırarak bağlar, bahçeler tesis etmiş, bu şehirden yetişen ünlü âlim Bedreddin el-Aynî'nin ifadesine göre Selâhaddîn-İ Eyyûbî de mermer süslemeli yüksek bir köşk ile bazı evler İnşa ettirmiştir. Bu sebeple kalede şimdi izine rastlanma­yan caminin ve harabesi duran hamamın da Eyyûbîler zamanında yapılmış ol­duğu düşünülebilir. Bedreddin el-Aynî'­nin ilk eğitimini gördüğü Eşrefıyye Med­resesi, ismini büyük bir ihtimalle Eyyû­bî Hükümdarı el-Melikü'l-Eşref Muzaf-ferüddin Musa'dan almıştır. Yapılış tarih­leri hakkında kesin bilgi bulunmamak­la birlikte. Osmanlı dönemi öncesinden varlıkları bilinen Boyacı (Kadı Kemâleddin) ve Eyyûboğlu camilerini de Eyyübîler'e (muhtemelen XIII. yüzyılın birinci yarısı) mal etmek mümkündür.

Dulkadıroğulları ve Memlükler zama­nında da imar edilen Gaziantep'te Dul-kadıroğullan'ndan kalan eserlerin en es­kisi. Nâsırüddin Mehmed Bey'in 1402 yılı civarında yaptırdığı medrese ile mescid, en meşhuru da XVI. yüzyılın başlarına tarihlenen Alâüddevle Camü'dir. 1903 yılında minaresi hariç tamamı yenilenen Alâüddevle Camİİ'nin eskiden dikdört­gen planlı ve düz damlı olduğu Sultan Abdülhamid albümlerindeki bir fotoğraf­tan anlaşılmaktadır. Memlükler'in yap­tırdığı bilinen diğer iki eser Sultan Kan-su Gavri'nin mescidiyle çeşmesidir; bu dönemde Arduç Baba Zâviyesi'ne de çe­şitli vakıflar tahsis edilmiştir.

Gaziantep 1516 yılında Osmanlı top­raklarına katılınca imar faaliyeti hızlan­dı. 1557 tarihli bir vakıf defterinde Ali Neccâr, Hacı Mûsâ, Debbâğ, Tahtalı, Ak-yol, Alâüddevle, Kale, Eyyûboğlu, Kadı Kemâleddin ve Şehreküstü camilerinin adlarına rastlanmaktadır. Vakıf defterin­de zikredilmemekle birlikte bu yıllarda, Şehreküstü'deki aynı zamanda cami ola­rak kullanılan Şeyh Fethullah (Bâlî Bey) Tekkesi ile (1550 civan] Bostancı Camii de (1557) yapılmış bulunmaktaydı. Yine aynı yıllarda şehirde yetmiş beş kadar mescidin varlığı ismen bilinmektedir; şer'î mahkeme sicillerinden öğrenildiği­ne göre bu mescidlerden on üç tanesi daha sonraki devirlere intikal etmiştir. Bu sicillerde ve bir hayrat satış defterin­de bunlardan başka günümüze ulaşma­yan 100 mescidin daha adı tesbit edilmektedir. Osmanlılar zamanında mev­cut olup da halen ayakta duran cami ve mescidlerin sayısı, eski şekillerini tama­men kaybedenler de dahil otuz dörttür. Böylece Osmanlı devrinde varlıkları is­men bilinen mescidlerin sayısı 196'yı bul­maktadır. Bir kısmı Osmanlılar'dan ön­ceki dönemlerde yapılan diğer İslâmî anıtların dökümü ise şöyledir: Yirmi se­kiz medrese, üç buk'a (mektep), yirmi tekke ve zaviye, otuz üç han. on sekiz hamam, altı bedesten, otuz bir çeşme ve kastel (kısmen veya tamamen yer al­tında bulunan havuzlu su tesisi), bir kale. Ancak cami ve mescidlerde olduğu gibi bu yapılarla ilgili rakamlara da kesin gö­züyle bakılamaz. Medrese ve buk'aların hiçbiri günümüze ulaşmamıştır; tekke­lerden de cami haline getirilen iki tane­si hariç diğerleri mevcut değildir. Han­lardan on dokuzu, hamamlardan sekizi, bedestenlerden ikisi, çeşme ve kastel-lerden on biri ise zamanımıza sağlam olarak intikal etmiştir; bunların büyük bir kısmı Osmanlı devrine aittir.

Camiler. Gaziantep camileri hem plan hem mimari hem de tezyinat bakımın­dan Artuklu, Zengî ve Memlûk etkisi al­tında gelişmiş mahallî bir üslûp göste­rirler. Halep ve Şam'da dahi klasik Os­manlı tarzında camiler yapılmışken An-tep'te böyle bir eser yok gibidir. Bu se­beple buradaki XVI. yüzyıl camileriyle XIX. yüzyıl camileri arasında üslûp açı­sından hemen hemen hiçbir fark bu­lunmamaktadır.

Gaziantep camilerini harimlerinin plan­larına göre dört grupta incelemek müm­kündür. Birinci tipi teşkil edenlerde ha-rim kıbleye paralel bir veya iki sahnlı plan üzerine inşa edilmiştir. Bekir Bey (1648), Kılınçoğlu (XVII yüzyıl ortalan), Kesikbaş (1690), Ayşe Bacı (1722] ve Ka­ragöz (1755) tek sahnlı; Boyacı (XIII. yüzyıl), Eyüboğlu (XIII. yüzyıl), Ali Neccâr (XIV yüzyıl), Tahtânî (Şeyh Muhyiddin Meh­med, 1557 öncesi), Handan Bey (XVI. yüz­yıl sonları], Ahmed Çelebi (1672], Esen-bek (İhsan Bey, XVIII. yüzyıl başlan), Ka-ratarla (1775), Nuri Mehmed Paşa (1785), Ömeriye (1786], Ağa (1797), Alaybey (1809) ve Hacı Nasır (1812) iki sahnlı camiler­dir. Birkaçı dışında bu tip camilerin mih­rap önü dahil olmak üzere bütün hacim­leri, kare planlı yığma ayaklar üzerine oturan çapraz tonozlarla Örtülmüştür. Küçük mihrap önü kubbesi sadece Tah­tânî Cami ile Ağa, Karatarla. Nuri Meh­med Paşa ve Ömeriye camilerinde bu­lunmaktadır. Karatarla Camii'nde arka arkaya yerleştirilen üç kubbe ile mihrap mihveri vurgulanmıştır.

İkinci grubu oluşturan çok kubbeli ca­milerin tek örneği Hüseyin Paşa Camii1-dir (1700) ve harimi iki ayak üzerine otu­ran üçerli çift sıra halindeki altı kubbey­le örtülmüştür. Bu kubbeleri kuzeydeki son cemaat mahallinin üç kubbesi ta­mamlamaktadır; ancak bu eserde, bazı benzer yönler olmasına rağmen klasik Osmanlı devri camilerinin estetiğini gör­mek mümkün değildir.

Üçüncü gruptaki Tekke ile (1639) Şir-vânîveya İki Şerefeli camilerinde (1681) harim dört ayak üzerine oturan merke­zî bir kubbe ile örtülmüş, köşeler ve yan mekânlar ise tonozlarla kapatılmıştır. Yi­ne bu eserlerde de klasik Osmanlı cami-lerindeki tenasüp ve ahenk görülmez.

Dördüncü tipi halen iki örneği kalan tek kubbeli camiler meydana getirir. Bun­lardan biri, son cemaat yeri bulunma­yan küçük kubbeli Balıklı Mescidi (muh­temelen xvil-XViiı. yüzyıl), diğeri, dikdört­gen planlı ve düz damlı eski Alâüddevle Camii hariminin yıkılıp yeniden yapılma­sıyla meydana getirilen ve yine aynı adı taşıyan camidir. Bu yeni caminin de son cemaat mahalli mevcut olmayıp eser, gömme ayaklar üzerine oturan 15,10 m. çapındaki tek bir kubbeyle örtülmüştür. Bunlardan başka, 11. Abdülhamid döne­mine ait albümlerde yer alan panoramik bir fotoğraftan, şehirde klasik Osmanlı üslûbuna yakın tarzda yapılmış tek kub­beli bir caminin daha bulunduğu öğre­nilmektedir. Adı ve yapılış tarihi bilinme­yen bu cami, fotoğraftaki durumuna gö­re doğrudan doğruya dört duvar üzeri­ne oturan büyük bir kubbeyle örtülmüş bir harimden ibaretti ve büyük ihtimal­le son cemaat mahalli yoktu. Aslı tekke olan Şeyh Fethullah Camii ise merkez­deki bir yığma ayak üzerine oturan şemsiye tonozun örttüğü kare mekânın gü­ney yönünde genişletilmesiyle elde edil­miş, evvelce yanlış olarak ters "T" tipi denilen tabhânelî (zâviyeli) camiler pla­nına sahiptir.

Camilerin Mimarisi. Gaziantep camile­rinde ön cephe dışında kalan kısımlara fazla önem verilmemiştir. Harimin mih­rap mihveri üzerindeki kapısı özellikle vurgulanmış, son cemaat mahalli kemer-leriyle kuzey cephesi renkli taşlarla be­zenmiştir. Alaybey, Mehmed Paşa ve Hü­seyin Paşa camilerinde görüldüğü üze­re yan ve arka duvarlar çok defa dışarı­dan ağır payandalarla desteklenmiştir. Bu duvarlarda dikkati çeken yegâne mi­mari unsur, genellikle sivri bir kemer içerisine alınmış olan altlı üstlü pencere­lerdir. Hangi tipte yapılmış olursa olsun, birkaçı hariç bütün camilerde üzeri düz damlı bir son cemaat yerinin bulunduğu görülür; yalnız Nuri Mehmed Paşa Ca-mii'ninki kubbelerle örtülmüştür.

Kapı. Sokağa açılan avlu kapıları da harim kapıları da fazla gösterişli değil­dir ve basık kemerli giriş açıklıklarını dış­tan derinliği az sivri bir kemerin kuşat­masıyla meydana getirilmişlerdir. Şeyh Fethullah Camiİ'nin taçkapısı renkli taş işçiliği, kovan kısmındaki püsküllü sar­kıtları, girişin iki yanındaki nişleri ve yu­varlak profilli baş kemeriyle göz doldur­maktadır; Bostancı Camiİ'nin taçkapısı da aynı tarzdadır. 1903 yılında yenile­nen Alâüddevle Camiİ'nin kapısı ise Batı tesirinde kalmış eklektik bir üslûp gös­termektedir.

Minare. Camilerde dikkati çeken en önemli unsur hiç şüphesiz minarelerdir. Minareler son cemaat mahallinin doğu veya batısında, yahut da avlunun kuzey kenarının ortasında yer almaktadır. Yal­nız Tekke Camiİ'nin minaresi bunlardan farklı konumda avlu kapısının üstüne kısa gövdeli olarak yapılmıştır. Genellikle binaya oranla nisbetsiz bir şekilde yüksek tutulan minarelerin gövdeleri. Boyacı Camiİ'nin eski minaresinden baş­ka Alaybey ve Handan Bey camilerinde çokgen, Karatarla ve Hacı Nasır cami­lerinde burmalı, Alâüddevle, Eyyûboğ-lu ve Şeyh Fethullah camilerinde yuvar­laktır. Şirvânî Camii dışında hepsi tek şerefeli olan bu minareler, hem gövde­lerinin hem de şerefelerinin yapımında gösterilen maharet ve çeşitlilik sebebiy­le dikkat çeker. Şerefelerin birçoğu çin­koyla kaplı ahşap bir şemsiye ile örtül­müştür.

Mihrap. Mihraplar, hafif çıkıntılı bir blok içinde yer alan Şeyh Fethullah Ca-mii'ninki hariç, kıble duvarıyla aynı hi­zada başlayan yarım daire veya ters " U" şeklindeki nişlerden ibarettir. Ömeriye, Bostancı, Tekke ve Esenbek camilerinin dışında kalan camilerin hiçbirinin mih­rap kavsarasında mukarnas mevcut de­ğildir. Nişler üç taraftan düz silmelerin meydana getirdiği çerçevelerle kuşatıl­mış, tepeleriyle çerçeve arasında kalan kısımları kitabe levhası ve bazı süs un­surları ile doldurulmuştur. Mihraplarda renkli taş işçiliğinin Özel bir yer tuttuğu görülmektedir.

Minber. Minberler, gerek çeşitleri ge­rekse sahip oldukları süslemeler bakı­mından büyük önem taşımaktadır. Gaziantep camilerinde hareketli, klasik ve köşk olmak üzere üç tip minber bulun­maktadır. Hareketli minberler ahşap­tan yapılmıştır ve altlarına konulan te­kerlekler vasıtasıyla mihrabın sağ tara­fına oyulan bir yuvanın içine girip çıka­cak şekilde raylar üzerinde hareket eder­ler. Cuma hutbesi için yuvasından dışa­rı çekilen minber namazdan sonra yeri­ne itilir. Bu tür minberlere halen Boya­cı, Ahmed Çelebi ve Şirvânî camilerinde rastlanmaktadır; bunlardan başka Ayşe Bacı Camii'nde de eskiden bu çeşit bir minberin bulunduğu söylenmektedir. Kla­sik tarzda yapılan, yani kıble duvarına dik olarak yerleştirilen minberler yalnız­ca Tahtânî Camii ile Ali Neccâr, Bostan­cı, Hüseyin Paşa ve Şeyh Fethullah ca­milerinde görülmektedir; bunların hep­si de mermerden yapılmıştır. Nuri Meh­med Paşa Camiİ'nin bu tarzdaki ahşap minberi 1970'lerin sonunda köşk tipine dönüştürülmüştür. Mihrabın sağ tara­fında, duvarın içine açılan bir taş mer­divenle veya dışarıdan konulan ahşap bir dayama merdivenle çıkılan balkon şeklindeki köşk tipi minberler ise Alay­bey, Karatarla, Hacı Nasır, Karagöz, Be­kir Bey, Eyyûboğlu, Handan Bey, Esen­bek, Kozanlı, Kozluca, Ömeriye, Ömer Şeyh, Hacı Veli, Alâüddevle ve Tekke ca­milerinde kullanılmıştır. Bu camilerin birçoğunda mihrabın sol tarafında bu­lunan vaaz kürsüsü ikinci bir köşk min­ber görüntüsü vermektedir.

Mahfil. Harimin kuzey kapısı üstüne yapılan müezzin mahfilleri Ahmed Çele­bi Camii'nde olduğu gibi belli zamanlar­da kadınlara tahsis edilmekteydi. Bu mahfiller. Gaziantep camilerindeki en zengin kalem işi nakışların görüldüğü yerlerdir. Alt yüzlerinin ortasında, etra­fı çakma tekniğinde geometrik kompo­zisyonlarla çerçevelenmiş stalaktitli bi­rer göbek bulunmakta, kompozisyonla­rın içlerinde ise kalem işiyle yapılmış ne­batî motifler yer almaktadır. Bunlar ara­sında Ahmed Çelebi, Karatarla, Hacı Na­sır, Nuri Mehmed Paşa, Alaybey. Eyyû­boğlu ve Esenbek camilerindekilerin sa­nat değeri yüksektir.

Malzeme. Tuğlanın ve moloz taşın hiç kullanılmadığı Gaziantep camilerinin ana inşa malzemesi beyaz kalkerle siyah ba­zalttır. Siyah taşın asıl tercih edildiği yerler Esenbek, Alaybey. Mehmed Paşa camilerinde görüldüğü üzere mihraplar ve Hüseyin Paşa ile Şeyh Fethullah ca­milerinde olduğu gibi minberlerdir. Ayrica harimin ve son cemaat yerinin cep­helerinde de siyah taş kullanılmıştır. Bu­na örnek olarak da Karatarla, Mehmed Paşa. Esenbek, Handan Bey, Ağa, Alâüd-devle ve Boyacı camilerinin cepheleri ve­rilebilir. Bütün bu eserlerin cephe, mih­rap ve minberlerinde siyah taş beyaz ve pembe taşlarla birlikte görülür.

Tezyinat. Mimari yaratıcılığın ve ihti­şamın söz konusu olmadığı bütün eser­lerde görüldüğü gibi Gaziantep camile-. rinde de tezyinat ön plana çıkmıştır. Bu tür yapılarda güzellik bütünde değil par­çalarda arandığından camilerin mihrap, minber, kapı, minare, mahfil ve cephele­ri zengin süslemelerle bezenmiştir. Bun­larda kullanılan malzemeye göre bir de­ğerlendirme yapmak mümkündür,

a- Taş. Camilerin inşasında kullanılan malzeme tamamıyla taş olduğu için süslemeler­de de en çok bu maddeden faydalanıl-mıştır. Boyacı ve Eyyûboğlu gibi Eyyûbî-ler ve Alâüddevle (eski) gibi Dulkadıroğul-ları zamanında yapıldığı tahmin edilen birkaçı dışında camilerin hepsi Osmanlı-lar'a ait olduğu halde bunların tezyinat anlayışları aynı devrin diğer şehirlerin­de görülenlerden farklıdır. Süslemeler­de kısmî benzerlikler bulunmakla bir­likte tam bir Memlûk özelliği de görül­mez. Renkli taş işçiliği Memlûk kompo­zisyonlarından daha sade olduğu gibi burada Zengîler'in düğümlü ve birbirini aşırtmalı biçimde diklemesine kesen kö­şe kompozisyonları da yoktur. Gazian­tep camilerinde kullanılan renkli taşlar­la yapılmış bezemeler saç örgüsü kuşak­larından, damalardan ve palmet benze­ri şekillerden ibarettir,

b- Ahşap. Ahşap işçiliği minberlerde, müezzin mahfille­rinde ve kapı, pencere kanatlarında gö­rülmektedir. Gaziantep'te özellikle Bo­yacı Camii'nin kündekârî tekniğinde ya­pılan minberinin (1357) bağa kakmalar­la süslenmiş geometrik kompozisyonla­rı fevkalâde önemlidir. Hepsi de geç ta­rihli olan diğer eserler bu minberle kar­şılaştırıldığında ahşap işçiliğinin daha sonraki yıllarda büyük bir gerileme gös­terdiği anlaşılmaktadır,

c- Kalem İşi. Ga­ziantep'te sıva üzerine yapılmış kalem işi süslemelere yalnız Hüseyin Paşa Ca­mii'nin kubbe göbeğinde rastlanır. Ka­lem işlerinin en güzel örnekleri müez­zin mahfillerinde ahşap üzerine uygu­lanmış olup bunlar arasında en müstes­na yeri, Ahmed Çelebi Camii'nin yakla­şık üçte ikilik kısmı 1'980'lerde ortadan kaldırılan mahfili işgal etmektedir. Bu mahfillerin alt yüzleri çok sayıda panoya bölünerek bunların her biri değişik geometrik kompozisyonlarla süslenmiş, bu kompozisyonların içleri ve aralarında kalan boşluklar da çeşitli nakışlarla dol­durulmuştur. Pembe, yeşil, sarı ve mavi renklerin ağırlıklı olarak kullanıldığı mo­tifler arasında gül, karanfil, hatâyı, filiz, yaprak, yıldız ve mine ilk sırayı almak­tadır. Kalem işlerinin diğer zengin ör­nekleri Alaybey, Hacı Nasır ve Nuri Meh­med Paşa camilerinin müezzin mahfil­lerinde görülür,

d- Çini. Gaziantep cami­lerinde çiniye yalnız şerefe altlarında gömme tabak şeklinde rastlanır. Bos­tancı Camii'nin minare kapısının üstün­de de çini kalıntıları mevcuttur,

e- Ma­den İşleri. Maden işçiliği sadece kapı ve pencerelerin tokmak, reze ve kilitlerin­de uygulanmıştır.

Medreseler. Yazılı kaynaklardan, Os­manlı devrinde ve daha öncesinde otuz kadar medrese ile üç buk'anın yapıldığı öğrenilen Gaziantep'te, bunlardan gü­nümüze orijinal haliyle ulaşmış herhan­gi bir örnek bulunmamaktadır. En eski medresenin Eşrefıyye olduğu ve Eyyûbî emirlerinden el-Melikü'l-Eşref Muzaf-ferüddin Mûsâ (o. 1237) tarafından yap­tırıldığı tahmin edilmektedir. Sunguriy-ye ve Dulkadıriyye medreselerinin de Os-manlılar'dan önce inşa edildiği kesindir. Mihaloğlu Yahşi Bey Medresesi'nin XV. yüzyılda yapıldığı söylenebilir. Varlığı bi­linen en eski Osmanlı medresesi 1548 tarihli Medrese-i Cedîde'dir. Günümüz­de 1125 (1713) tarihli bir kitabesi bu­lunmakla birlikte Evliya Çelebi'nin ifa­desinden 1640'larda mevcut olduğu anlaşılan Ahmed Çelebi Medresesi öğrenci yurdu haline getirilirken büyük değişik­liğe uğratılmış ve üstüne ikinci bir kat inşa edilmiştir. Orijinal yapısından yal­nızca alt kattaki birkaç odası kalmış olan bu medresenin kitabenin yer aldığı ka­pısı da 1980'lerde yıkılarak yeniden yap­tırılmıştır. Hüseyin Paşa Camii'nin kuze­yinde yer alan Hüseyin Paşa Medresesi (1720), dükkân olarak kullanılan beşik tonozlu mekânların üstüne yapılmış ikin­ci kat odalarından ibarettir. Nuri Meh­med Paşa Camii'nin kuzeyindeki Hüse­yin Ağa Medresesi'nin de (1799) aynı tarzda inşa edildiği anlaşılmaktadır; bu eserden ancak iki mekân günümüze ulaşabilmiştir. Bu tür iki katlı medrese­lerin diğer bir örneği de Ali Neccâr Ca­mii (1817) avlusunun kuzeyinde bulun­maktadır.

Çeşitli kaynaklardan Öğrenildiğine gö­re Gaziantep'teki medreselerin büyük çoğunluğunu, camilerin avluları etrafına yapılmış olan tek katlı medreseler teş­kil etmekteydi; ancak bugün yalnız Bo­yacı Camii'nde böyle bir medresenin izi görülmektedir (fakat mevcut odaların, ca­minin inşa edildiği sanılan XIII. yüzyılla mü­nasebetini ortaya koyacak unsurlar mevcut değildir]. Şeyh Muhyiddin Mehmed (Tah­tanı Camii), Ömer Şeyh, Esenbek, Bos­tancı, Şeyh Fethullah, Karagöz, Ferhâ-diyye. Eyüboğlu. Kozanlı, Fethiye ve Ay­şe Bacı medreseleri de aynı adı taşıyan camilerin avlularının etrafında sıralanan odalardan ve dershaneden meydana gel­mekteydi; ancak bugün bunlardan en küçük bir iz dahi kalmamıştır. Dulkad-riyye (muhtemelen 1402 civan) ve Nakib (17201er) medreselerinin ise herhangi bir camiyle ilgileri tesbit edilememiştir ve bunların mimarileri hakkında da ye­terli bilgi yoktur.

1557 tarihli vakıf defterinden şehir­de Şeref îsâ, Dulkadriyye ve Hacı Mûsâ adlı üç buk"anın mevcut olduğu öğrenil­mektedir. Ayrıca şimdiki Suburcu civa­rında Nûr Ali oğlu Hüseyin Ağa (1799) ve Hacı Abdullah Edib Efendi (1899) kü­tüphaneleri yer alıyordu.

Tekkeler ve Zaviyeler. Başta şer'î mah­keme sicilleri olmak üzere çeşitli tarihî kaynaklarda yer alan ifadelerden Gazi­antep'te yirmi kadar tekke, dergâh ve zaviyenin bulunduğu ve bunlardan on ikisinin 1. Dünya Savaşından Önce faali­yetini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Bu sayılara, aynı zamanda cami olarak kul­lanılan ve günümüze de bu hüviyetle-riyle intikal eden Şeyh Fethullah, Tekke ve Şirvânî tekkeleri dahil değildir. Şir-vanî ve Tekke camileri mevlevîhâne idi; Şeyh Fethullah Tekkesi'nin hangi tari­kata ait olduğu ise bilinmemektedir. Bu üçü dışında kalan tekke, zaviye ve dergâhlardan hiçbiri bugüne ulaşma­mıştır. Diğer tekkelerden tarikatları tes­bit edilebilenler şunlardır: Hacı Baba ve Şeyh Salman Mevlevi; Aydı Baba. İhlâ-siyye ve Şeyh Muslihuddin Halveti; Meh­med Ağa ve Şeyhcan (Şıhıcan) Nakşiben­dî; Kamacı Baba Rifâî ve Çepni Bektaşî. Bu tekke, zaviye ve dergâhlardan zavi­ye adıyla bilinen Hacı Baba, Şeyh Mus­lihuddin, Ardıç Baba, Dülük Baba, Ahî Mahmud oğlu Ahî Ahmed, Emin Dede, Ballıca Baba, İbn-i Demirci'nin (Demirci-zâde) tarihi Memlükler'e kadar dayan­maktadır; diğerleri ise hemen hemen tamamıyla Osmanlı dönemine aittir.

Türbeler ve Mezarlar. Şehrin mezarlığı, bilindiği kadarıyla Bedreddin el-Aynî'nin babasının zamanından beri şehrin güneyinde bulunuyordu. Onun ifadesi­ne göre babası Kadı Kemâleddin ölünce (XIV. yüzyıl sonları) Halep yolundaki Muk-re denilen yere defnedilmişti. Kemikli Bedesten yapılırken yer altından mezar­ların çıkması, daha XVI. yüzyıl başların­da şehrin merkezinde kalan bu mevkiin eskiden mezarlık olduğunu göstermek­tedir. Bu durumda. Antep'İn kuruluşun­da önceleri müslüman ölülerinin bu ke­sime gömüldüğünü, ardından şehrin ge­lişip büyümesiyle de mezarlığın daha gü­neydeki tepelere nakledildiğini düşün­mek mümkündür. Şimdi buralarda Sav-cılı. Çamlıca, Saçaklı, Şenyurt, Kurtuluş ve Aydtnbaba mahalleleri yer almakta­dır. Bugün doğumevinin bulunduğu yerin yakın zamana kadar Kabirli Bostan adıy­la tanınmasından yer yer kuzeye doğru sarktığı anlaşılan bu mezarlık 1940'lar-da kaldırılarak kabirler Asrî Mezarlık'a taşınmıştır. Bundan başka şimdiki tren istasyonu tarafında da daha küçük bir mezarlığın mevcut olduğu bilinmektedir.

Eskiden şehirde daha ziyade makam ve yatır türünde birkaç türbe vardı. Bun­ların bazıları günümüze ulaşmışsa da sanat tarihi bakımından fazla Önem arzetmemektedir.

Hanlar. Gaziantep'te I. Dünya Sava-şı'nın başladığı yıllarda sayılan otuz bir olan hanlardan bugün hepsi de şehir ha­nı planında yapılmış on sekiz tanesi mev­cuttur; ayrıca şehre 10 km. mesafede Sam Köyü Hanı bulunmaktadır. Eldeki bilgilere göre hanların en eskisi, Mihaloğ-lu Yahşi Bey Medresesi "ne (XV. yüzyılın başları) vakfedilen Hân-ı Cedîd (Yeni Han) olmalıdır. Pürçekli Kervansarayın 1462 öncesinde, Dulkadırlı Alâüddevle Boz-kurt Bey'in hanının ise XVI. yüzyılın ba­şında yapıldığı kabul edilmektedir. Şe­hir merkezinde halen mevcut bulunan en eski han, Lala Mustafa Paşa'nın 1563 yılı civarında yaptırdığı Paşa (Hişva) Ha-nı'dır. 1648"de buraya gelen Evliya Çe­lebi hanların sayısı hakkında bir rakam vermemekle birlikte Mustafa Paşa'nın Pekmez Hanı'nı, Tuz Hanı'nı, Börekçi Ha-nı'nı ve Mustafa Ağa Hanı'nı ismen zik­reder.

Günümüze ulaşan hanlardan Sam Kö­yü Hanı (XVI. yüzyıl). Paşa (Hişva) Hanı (XVI. yüzyıl ortaları) ve Tütün Hanı (1754 öncesi) tek katlı olduğu halde Yeni Han (1557 öncesi), Tuz Hanı (XVII. yüzyıl baş­ları), Emîr Ali Hanı (1719), Yüzükçü Hanı ile (1735 öncesi) XIX. yüzyıla ait Şeker,

Mecidiye, Millet, Belediye. Eski Gümrük, Kürkçü, Maarif, Anadolu ve Güven han­ları ve Beyazların Han iki katli; Kumru-oğlu (XIX. yüzyıl sonları) ve Elbeyli (XX. yüzyıl başları) hanları ise üç katlıdır. Han inşası XIX. yüzyılda çok artmıştır. Be­yazların Han dışında diğer hanlar, kale­den başlayıp güneydoğuya doğru de­vam eden Halep yolu üzerinde ve civa­rında yer aldığı halde bu han batıda Ak-yol mahallesindedir.

Bütün hanlarda odalar bir avlunun et­rafına sıralanmıştır. Tek katlı hanlardan yalnız Paşa Hanı revaklıdır; çift katlıla­rın ise ikinci katlarında ahşap veya ka­gir ayaklar üstüne oturan revaklar mev­cuttur. Çok katlılarda alttaki odalar alış­veriş merkezleri ve atölye, üsttekiler din­lenme yeri olarak kullanılmıştır. Gazian­tep hanlarının belki de en önemli özelli­ği, ahırlarının mağara şeklinde kayaya oyulmuş olmasıdır. Bütün hanlar kapı­lan hariç genellikle sadedir; Yeni Han ile Elbeyli, Millet, Belediye ve Kürkçü hanları siyah-beyaz taş işçiliğiyle dik­kat çekerler.

Bedestenler. Gaziantep'te çeşitli za­manlarda altı tane bedesten yapılmış, bunlardan yalnız, 1957 yılında yandıktan sonra sebze haline çevrilen Zincirli Bedesten ile (1717) zamanımızda iş yeri olarak kullanılan Kemikli Bedesten (1853) günümüze ulaşmıştır. Lala Mustafa Pa-şa'nın yaptırdığı 110 dükkândan meyda­na gelen Eski {Karanlık) Bedesten (1578), Kadri Paşa (Fatlacılar) Bedesteni (1854-1857) ve Oturakçılar Bedesteni ile Hüs-rev Paşa'nın yaptırdığı Kuyumcular Be­desteni ise (XVI. yüzyıl) artık mevcut de­ğildir. Bunlardan Kuyumcular Bedeste­ni kalenin güneybatı tarafında, diğerleri Tahtanı Camii'nin batısında idi. Mevcut bedestenler, üstü kapalı bir sokağın iki tarafında sıralanan beşik tonoz örtülü dükkânlardan ibarettir; dolayısıyla bun­lar her ne kadar bedesten adını taşımak­ta İseler de klasik bedesten planından ziyade arasta planındadırlar.

Hamamlar. Çeşitli arşiv belgelerinden tesbit edilebilen hamamların sayısı on dokuzdur. Bunlardan yalnızca İki Kapılı Hamam ile Eski Hamam (1557 öncesi) ve Keyvanbey (XVI. yüzyıl), Şeyh Fethul-lah (XVI. yüzyıl ortaları), Paşa (15601ar), Hüseyin Paşa (1727), Nâib ve Tabakha­ne hamamları asıl işlevleriyle günümü­ze ulaşabilmiş, Tutlu Hamamı değişiklik geçirip depo haline gelirken Kale Hama­mı da (muhtemelen Eyyûbîler devri) toprak altında kalmıştır. Tişlaki (1536 önce­si), Bağat (1557 öncesi), Kadı (1557 ön­cesi), Akyol (XVI. yüzyılın üçüncü çeyre­ği), Bey (Çukur), Koca Nakib (XVIII. yüzyıl başları), Mücelle. Piyâle Paşa ve Tüffâh hamamlarından ise herhangi bir iz mev­cut değildir. Gaziantep hamamları ısı kaybını önlemek amacıyla 1 /2 veya 1 / 3 oranında yere gömülü olarak yapıldık­ları için dışarıdan pek dikkati çekmez­ler; buna karşılık yıldız tonozları ve çok renkli taş döşemeleri önemlidir. Şeyh Fethullah ve Tabakhane hamamları ile İki Kapılı Hamam ve Eski Hamam dört eyvanlı-köşe halvetli, diğerleri ise ytl-dızvari şema üzerine çok eyvanlı olarak inşa edilmiştir.

Çeşmeler ve Kasteller. Gaziantep şehri modern içme suyu şebekesine kavuşma­dan önce su ihtiyacını en azından XIII. yüzyıldan beri kanavet denilen kayalara oyulmuş, kanal-dehliz sisteminden ge­tirilen su ile karşılamaktaydı. Bedred-din el-Aynî, dedesinin 731 (1330) yılın­da Antep'ten Halep'e su götürmek için açılan ve halen izlerine Oğuz-eli civarın­da rastlanan meşhur Kuveyk Kanah'nın yapımında inşaat nâzın olarak çalıştığı­nı ifade etmektedir. Gaziantep'te her eve. her mabede ve her meydana uğra­yan bu akarsu sistemine yukarıdan açı­lan bir kuyu ile ulaşmak mümkündü: es­ki evlerde günümüzde de bu tür kuyu­lar bulunmaktadır. Bu su yolları bazan cami avlusu veya küçük meydanlardaki kastel denilen tesislerde sona eriyordu. Derinlikleri 3 ile 10 m. arasında deği­şen, mağara şeklinde oyulmuş geniş bir mekânın ortasındaki bir havuzla bunun etrafına sıralanan oturma sekileri, hela ve çimeklikten meydana gelen kastelle-rin Esenbek Camii ve Pişirici kastelle-rinde bugün hâlâ mevcut olduğu gibi bazan mescidleri de bulunuyordu. Gü­nümüze ulaşan Ahmed Çelebi, Kozluca ve Şeyh Fethullah Camii kastellerine mes-cid yapılmamıştır ve halen bunlardan yalnız Şeyh Fethullah Kasteli kullanılabilir durumdadır. Bekir Bey, Şahvelî, Ay­şe Bacı, Kırkayak, Şeyhcan. Kabainek ve Gazâlî kastelleri ise toprakla doldurula­rak ortadan kaldırılmıştır.

Gaziantep'te her türlü çeşmeye kas­tel denilmekteyse de bunu yalnız yer al­tındaki tesisler için kullanmak uygun olur. Bugüne gelebilen altı çeşmeden Hüseyin Paşa Hamamı Çeşmesi (1828) renkli taş işçiliği, Kumandan Çeşmesi (1915) yazıları, Pazaryeri Çeşmesi (1920; aslında daha eski olması gerekir) üzerin­deki hayvan kabartmaları ile dikkat çe­ker. Yazılı belgelerden şehirde en az on beş çeşmenin daha bulunduğu öğrenil­mektedir; Evliya Çelebi ise bu sayıyı yet­miş olarak verir. Bunlardan 1611 tarih­li Kale Çeşmesi'nin, dört ayak üzerine oturan kubbesi ve onun altındaki mer­mer teknesiyle diğerlerinden daha faz­la önem taşıdığı anlaşılmaktadır. Gazi­antep'teki adı belli tek sebil olan Böğ-rüdelik (1648) günümüzde mevcut de­ğildir.

Bibliyografya:

Evliya Çelebi. Seyahatname, IX, 352; Haleb Vilâyeti Salnamesi (1317), tür.yer.; J. M. Kinneir. Journey Through Asia Minör in thç Years 1813 and 1814, London 1818; Sakir Sabri Yener. Gaziantep Kitabeleri, Gaziantep 1958; Musta­fa Güzelhan, Ayıntap Tarihinden Notlar, Gazi­antep 1959; a.mlf. "Hüseyin Ağa Medrese­si", Gaziantep Kültür Dergisi, VIII/90, Gazian­tep 1965, s. 5; a.mif.. "İki Kapılı Hamam-Dut-lu Hamamı", a.e., Vlll/91 (1965), s. 4; a.mlf.. "Kale Kasteli-Kale Kapısı", a.e., IX/100 (1966), s. 93; a.mlf., "Kâzımı Tekkesi", a.e., IX/100 (1966), s. 93; Cemil Cahit Güzelbey. Gaziantep Evliyaları, Gaziantep 1964; a.mlf.. Gaziantep Camileri Tarihi, Gaziantep 1984; a.mlf.. "Be­desten ve Gaziantep Bedestenleri", Gazian­tep Kültür Dergisi, IV/40, Gaziantep 1961, s. 4; a.mlf., "Gaziantep Kalesi", a.e., X/110 (1967), s. 12; Gaziantep Şer'î Mahkeme Sicilleri (haz. Cemil Cahit Güzelbey), I-1V; Hüseyin özdeğer. Onaltıncı Asırda Ayıntab Livası, I, İstanbul 1988; M. Özkarcı. Gaziantep İl Merkezinde Bu­lunan Hanlar (yüksek lisans tezi, 1988), Erzu­rum Atatürk Üniversitesi; Nusret Cam, Şeyh Fethutlah Külliyesi, Ankara 1989; a.mlf.. Gazi­antep Boyacı (Kadı Kemalettin) Camii, Anka­ra 1990; a.mlf.. "Gaziantep'te Kastel Adı Ve­rilen Su Tesisleri", VD, XVIII (1984), s. 165-174; a.mlf.. "Gaziantep Camilerinde Minber Problemi ve Müteharrik Minberler", TTK Bel­leten, LII/205 (1988), s. 1683-1694; Âdile Abi-din, "Aynî'nin Ikdülcuman Fi Tarihi Ehlizza-man Adlı Tarihinde Osmanlılara Ait Verilen Malûmatın Tedkiki", Tarih Semineri Dergi­si, II, İstanbul 1938, s. 309-215; Metin Sözen. "Eine Moschee von seltenem Typ in Anato-lia; Die Şeyh Fethullah Moschee in Gazian­tep", Anatolica, III, Leiden 1969-70, s. 177-187; N. Topkaraoğlu. "Gaziantep Fethullah Camii ve Zaviyesi", VD, XIX (1985), s. 207-

Bugünkü Gaziantep. Kurtuluş Savaşı sı­rasında en fazla hasar gören şehirlerden biri olan Gaziantep, iki yıl kadar süren Fransız işgalinden 25 Aralık 1921 tari­hinde kurtulduktan sonra hızlı bir geliş­me gösterdi. Nüfusu arttığı gibi ticaret ve sanayi alanında büyük atılımlar ger­çekleştirildi. Şehrin çekirdeğini, Sacur suyunun yukan kollarından olan Allaben deresinin güney kenarındaki tepe­ler üzerinde kurulmuş mahalleler mey­dana getirmektedir. Bu tepelerden biri üzerinde de şehrin tarihî kalesi yükse­lir. Şehir, Adana - Malatya demiryolunun Narlı İstasyonu'nu Halep-Bağdat demir­yolunun Barak (Cerablus) İstasyonu'na bağladığı gibi düzgün karayolları ile de Birecik Köprüsü üzerinden Şanlıurfa'ya, Narlı üzerinden Kahramanmaraş'a. Fev-zipaşa üzerinden Adana ve Antakya'ya, Kilis üzerinden Halep'e, bu yoldan ayrı­lan başka bir yolla Antakya'ya ve ayrıca Besni üzerinden Adıyaman'a bağlanarak önemli bir düğüm noktası meydana ge­tirir. Şehrin hızlı gelişmesinde kavşak noktası oluşunun önemli bir rolü vardır. Ayrıca yakınında İskenderun ve Mersin gibi büyük limanların bulunuşu, ulaşım imkânları bakımından Gaziantep şehri­ni bölgesel bir toplanma merkezi duru­muna getirmiştir. Zira Doğu ve Güney­doğu Anadolu'da elde edilen ürünlerin önemli bir kısmı Gaziantep'teki tüccar ve sanayicinin elinde toplanır, bunların bir kısmı Gaziantep'te işlenerek mamul veya yan mamul hale getirilir, buradan büyük merkezlere satılır veya ihraç edi­lir. Gaziantep bu şekilde doğunun ürün­lerini batıya, batı bölgelerinin ürettiği mallan da doğuya aktaran bir ticaret merkezi durumundadır. Gaziantep'in do­ğu ile batı arasında bir merkez vazife­sini görmesi, burada sanayiin de hızla gelişmesine ve çeşitlenmesine yol aç­mıştır.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında otuz dört mahalleden oluşan şehir, kale ve onun çevresindeki iskân atanlarından meyda­na geliyordu. Bu konut alanları, merke­zi kale olan ve yarı çapı 500-600 met­reyi geçmeyen bir alan içinde sınırlı ka­lıyordu. Nüfusu da henüz 40.000'e ulaş­mamıştı (1927 sayımında 39.571). Şehrin bu dönemdeki ilk imar planını 1933-1935 yıllarında Hermann Jansen yapmıştır. Bu ilk plan şehrin daha sonraki yıllara ait gelişmelerinde izler bırakmıştır. 1936-1945 yılları arasında Suburcu, Karagöz ve Gaziler caddelerinin genişletilmesi, Atatürk Bulvarı ile İsmet İnönü cadde­sinin açılması söz konusu plana sadık kalınarak yapılan düzenlemelerdir. 1935 sayımında 50.000'i geçen şehir nüfusu (50.965) 194S'te60.000'İ (62.873), 1950'-de de 70.000'i (71.887) aştı. 1950-1955 dönemi şehirde nüfusun en hızlı arttı­ğı dönemlerden biri olmuştur. Nüfusun artmasıyla bir taraftan yaşama düzeyi yüksek olanlar tarafından modern bi-

nalar inşa edilirken diğer taraftan kır­sal kesimden şehre gelenler de şehrin güney ve kuzeyindeki sırtlann yamaçla­rında yapılan, çoğu tek katlı küçük mes­kenlere yerleşmişlerdir. Bu arada gece­kondulaşma da hızlanmıştır. Modern bi­naların ekserisi şehrin batısında Atatürk Bulvarı, Ordu ve İnönü caddeleri boyun­ca dizilirken bir kısmı da önemli cadde­ler kenarında yıkılan eski evlerin yerine yapılmıştır. Böylece şehir 1950'den son­ra hızla büyümüş, eski mahallelere ye­nileri eklenmiştir. Yeşilova, Karşıyaka, Ünaldı, Alibaba, Aydınbaba, Yavuzlar, Sul-tanselim, Şenyurt, Kurtuluş, Saçaklı, Çamlıca, Hoşgör mahalleleri tamamen; Akyol, Bey. Yaprak, Kılıçoğlu. Savcılı, Çak­mak, İsmetpaşa ve Şahveli mahalleleri ise kısmen yeni semtlerdir. Bu yeni semt­ler, sokak ve caddelerinin muntazam uzanışları ve genişlikleriyle kale ve çev­resindeki dar ve zikzaklı sokaklı eski semtlerden ayrılır.

1950 yılından sonraki bu gelişmeler ikinci bir imar planını gündeme getir­di. 1950-19S5 arasındaki dönemde Mi­mar Galip Kemali Söylemezoğlu ile Ke­mal Ahmet Aru'nun birlikte hazırladık­ları plan uygulamaya konuldu. Daha ön­ce Jansen'in hazırladığı plandan fazla farklı olmayan bu planın uygulaması sı­rasında şehrin merkezî kesimlerinde yenileme, caddeleri genişletme ve yeni caddeler açma çalışmaları başlamıştır. 1960'ta 100.000 nüfusu da geçen şehir­de (124.097) 1963 yılından sonra yol aç­ma çalışmaları daha da hızlanmış, şeh­rin eski kesimlerindeki yolların motor­lu araç trafiğine daha uygun bir biçime getirilmesine gayret edilmiştir.

Gaziantep şehri genel olarak batı-do-ğu istikametinde iki ana cadde ile kate-dilir. Bu ana caddelerden kuzeydeki ba­tıdan doğuya doğru çeşitli kesimlerinde farklı adlarla anılır.

Batı-doğu istikametli önemli cadde­lerden olan Atatürk Bulvan ile bunun devamını oluşturan Suburcu ve Karagöz caddeleri eğlence yerlerinin, otellerin, lokantaların, banka şubelerinin, çeşitli pasajların, ticarethane ve mağazaların sıralandığı alanlardır. Karagöz caddesi­nin sonuna doğru kunduracılar, teneke­ciler, marangozlar, demirciler, yemeni­ciler, aktarlarla zahirecilerin bir araya toplandığı geleneksel çarşılar dikkati çe­ker. Bu çarşılar ya cadde üzerinde veya caddeye yakın sokaklar içinde bulunur. Ancak şehrin modern kesimleriyle geleneksel mimari özellikleri gösteren semt­lerini kesin sınırlarla birbirinden ayırmak güçtür. Eski mahalleler içinde modern yapılar yükseldiği gibi modern semtler içinde de adalar halinde eski mimari ör­neklerine rastlanır.

Kalenin güney eteklerinde bulunan iş merkezi, şehrin 1950'den sonraki geliş­mesiyle güneyde İnönü caddesine ka­dar uzanan bir alana yayılmıştır. Şehir­de farklı nitelikteki ticarî kullanışların yoğunlaştığı üç alan vardır. Bunlar eski merkezin yakınındaki Karagöz caddesi ve Karagöz Camii çevresi. Gaziler cad­desi ve Belediye halinin (Yeni Hal) bulun­duğu alanlardır. Bu alanlarda yoğunla­şan ticarî etkinlikler, şehrin çeşitli yön-lerindeki yayılışına paralel olarak konut bölgeleri içine de damarlar biçiminde uzanmaktadır.

Şehrin 1960-1970 yılları arasındaki ge­lişmesi sonucunda, Cumhuriyet'in başın­da otuz dört olan mahalle sayısı 1968-de elli üçe yükseldi. Aynı yıl belediye sı­nırları içindeki alan 12.830 hektar, şe­hirde iskânın kapladığı alan ise 8000 hektardı. Devlet İstatistik Enstitüsünün yayınlarına göre Gaziantep, 1966 yılın­da ev yapımı bakımından Türkiye şehir­leri içinde İstanbul'dan sonra ikinci sı­rada gelmekteydi (bu yıl içinde 806 ev yapılmıştı). Apartman yapımı bakımın­dan ise Gaziantep Türkiye şehirleri ara­sında onuncu sırada bulunuyordu (aynı yılda şehirde aitmiş beş apartman yapıl­mıştı). Bu hızlı yapılaşma, her sayım dev­resinde yüz binlerce nüfus artışını be­raberinde getirdi. 1970'te 200.000'i ge­çen (227.652) nüfus 1975'te 300.000'İ de geçti (300.882). 1980'de 400.000'e (374 290), 1985'te 500.000'e yaklaşan (478.635) şehir nüfusu 1990 sayımında daha hızlı bir sıçrama yaparak 603.434'e ulaştı. Bu arada Gaziantep, 20 Haziran 1987 tarihinde kabul edilen 3398 sayılı kanunla "büyük şehir" statüsüne kavuş­tu ve şehir içinde Şehitkâmil ve Şahin-bey belediyeleri kuruldu. Allaben deresi bu iki belediyeyi birbirinden ayırmakta­dır. Şehirdeki en önemli eğitim kurulu­şu olan Gaziantep Üniversitesi "ne26 günümüzde dört fakülte, üç enstitü, üç yüksek okul ve ayrıca bir devlet konservatuvarı bağlı bulunmaktadır.

Gaziantep şehrinin merkez olduğu Ga­ziantep ili Hatay, Adana, Kahramanma­raş, Adıyaman, Şanlıurfa ve Kilis illeriyle çevrilmiştir. Ayrıca güneyden de Suriye ile komşudur. Araban, İslâhiye, Kargamış, Nizip, Nurdağı. Oğuzeli, Şahinbey, Şehitkâmil. Yavuzeli adlı dokuz ilçeye ay­rılmıştır. 6216 km2 genişliğindeki Ga­ziantep ilinin 3 Haziran 1995 tarihinde tesbit edilen yeni sınırları içerisinde 1990 sayımının sonuçlarına göre 1.009.594 nü­fus yaşamaktaydı. Nüfus yoğunluğu ise 162 idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı'na ait 1995 yılı istatistiklerine göre il ve ilçe mer­kezlerinde 265, bucak ve köylerde 609 olmak üzere Gaziantep'te toplam 874 cami bulunmaktadır.



Bibliyografya:

Hikmet Turhan Dağlıoğlu. Antep ue Antep Kalesi, Gaziantep 1930; 15 İnci Cumhuriyet Yılında Gaziantep: 1938 [baskı yeri ve tarihi yok|; Şakir Sabrı Yener. Gaziantep Kitabeleri, Gaziantep 1958; Mustafa Güzelhan. Ayıntab Tarihinden Notlar, Gaziantep 1959; Gaziantep Kent Bütünü (haz. İller Bankası). Ankara 1972; Gaziantep Kent Bütünü Analitik Etüdleri (haz. İller Bankası], Ibaskı yeri ve tarihi yokj, İbra­him KüçüKdağ, "Gaziantep'te Kasacılık", Ga­ziantep Kültür Dergisi, 11/14, Gaziantep 1958, s. 17-18; Ejder Kalelioğlu, "Gaziantep Yöre­sinde Yerleşme, Meskenler, Nüfus ve Eko­nomik Faaliyetler", DTCFD, XXVIII/3-4 119771, s. 79-98.




Yüklə 1,13 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin