Görmez gözü hiç mâsiva Vermiş gönül Haktan yana Hep gördüğü dîdar olur
Kutsî ve ulvî emâneti kaldıran insan, Hakk'ın nuruyla nazar ederse, gayrı ne bulacak!..
Ulu Yaratanım!
Tefekkür eden, sözü, sohbeti kontrollü ve murakabeli, zâhirî halk ile bâtını Hak olan, ârifibillah olan zevât-ı kirâmın himmetlerini üzerimizden eksik etme. Lütfet, kerem kıl, sultanım benim!
18. 01. 2005
Nâr Nura Döndü mü?
Mürşid-i kâmilden çok şükür telkini aldık
Zikrettik Mevlâm seni, gönülden Allah dedik
Sarıldık râbıtamıza hikmetlere erdik
İmanla, ahlâkla varılır sırr-ı tevhide
Muhterem Dostlar!
Cenab-ı Hak, âyetinde buyuruyor ki:
“Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”
“Sadâkatle tövbe nârı nura, cezayı mükâfata döndürür. Peki sizinki döndü mü?
Nefsânîyet ve kötülük üreten düşünceler, insan vücuduna hakimiyetini kor. Şer kuvvet, insan vücudunda tahribat yapıp arzu ve isteklerini yerine getirir.
Tövbe, Allah'la ahitleşme, Allah'a söz verme. Yaptığı hatalardan nedamet (pişmanlık) duyup Allah'a yönelme.
Mürşid-i kâmilin telkin ettiği bu tövbe, tövbe-yi Nasuh’tur. Yoksa tövbe tutmamış kişinin tövbe verdirmesi mümkün değildir.
“Zikri ehlinden sorunuz, öğreniniz.” âyetine istinaden zikri telkin eden mürşid-i kâmiller, önce tövbeyi verdirirler. İşte o tövbe, insanın şuurunda, düşüncesinde etki yapar, inkılâp yapar.
Bu tövbeyi almadan evvel, beyninden aldığı emirlerle göz, dil, kulak ve bütün âzâlar haramla meşgul olur. Hak mürşidin tövbesi, insan beyninde inkılâbını yaptı mı, duygu ve düşünceler değişir. Değişir de dil aşk ile Allah demeye başlar. Kulak, Allah sohbeti dinler. Göz, nefsin kötü emellerinin esâretinden kurtulur da Allah'ın nuruyla nazar eder. Vuran el, veren el hâline gelir. Nefsin arzu ve isteklerinde yol alan ayak, şimdi ihtilâl görmüş beyinden emri aldı mı, sırat-ı müstakîmden gidecek.
Hak mürşidin telkiniyle vücutta büyük bir ihtilâl gerçekleşiyor. Günah işleyen bu âzâlar, bu günah aletleri, bu sefer hayır işlemeye, sevap işlemeye, Hak yolda hizmet etmeye başlıyor.
Ehl-i tevhid olan Hak yolcusunun nârı nura böyle dönüyor. Seyyiatı hasenâta dönüyor. Cezası mükâfat oluyor.
Bir hadis-i kutsîde de: “Ben sevdiğim kulumun işiten kulağı, gören gözü, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı ve ben onun diyeti olurum.” buyruluyor. Elbetteki Hakk’ı diyet eden bu zat-ı muhteremlerin seyyieleri açık seçik hasenâta, cezaları mükâfata dönmüştür. Allah bu zümre-yi sâlihînden bizleri hiç ama hiç mahrum etmesin.
Ey nârı nura, kahrı lütfa çeviren Hak yolcusu!
Tebrik ederim! Hak tövbe sizi tutmuş. Can mürşidin telkini etkisini göstermiş. Sûrette bir Mehmet; hakikatte öyle bir değişiklik, öyle bir ihtilâl, öyle bir hakikat tecellî etmiş ki!..
Sûrette nem var benim
Sîrettedir madenim
Kopsa kıyamet bugün
Gelmez perişan bana
İşte bu zat-ı muhteremler, bu veciz ifadelerini tevhitten aldıkları ilhamla söylediler. Hakk’ı diyet etmenin kemâlatı tecellî etmekte.
Geçmeyecek onlar sırat
Vermeyecek onlar hesap
Mürşide verdiler hesap
Bunların seyyieleri hasenâta, cezaları mükâfata döndü. Şu anda zat-ı muhteremlere saygıyla, sevgi ve muhabbetle dikkatlerini çekerek ifade edeyim ki kazanmaktan daha zor, kazanılanı muhafaza etmektir.
Sevgili Hak yolcuları!
Hakk’ı diyet eden dostlar!
Hak mürşidin telkini, verdiği râbıta bizi daima hedefe taşıyacak, vuslata getirecek, koruyacaktır. Hak mürşidin telkinini rehber edenler, kemâle erdiler.
Her gün biraz daha farklı hâlinizle, ahlâkınızla, yaşantınızla çevrenize nur saçacaksınız. Size gelen, âyet bulsun, hadis bulsun, hadis-i kutsî bulsun. Makâmat-ı tevhidi sizinle yaşasın.
Bu zat-ı muhteremler, hâlde tevhid edenlerdir. Görerek, bilerek, yaşayarak şahadet verenlerdir. Sırr-ı velâyette velilerle sırr-ı nübüvvette nebîlerle haşrolmuş- lar. Makâmat-ı tevhidi zevken yaşamış, varıp Kavseyn’ de tevhid etmişler. Ev edna’ya yolunu açan bu zat-ı muhteremlerin himmetlerini üzerimizden eksik etme sultanım!
Şükürler olsun Mevlâya! Ulu Yaratanım! Ne büyük lütuf ve keremin… Dilimiz döner, kulağımız duyar, gözümüz görür. Hem söyler hem dinleriz. Hem görür, hem görünürüz. Hem bilir, hem bildiririz.
Tevhid etmenin yaşantısıyla, zevk u safasıyla büyük, sonsuz lütuf ve kereminin karşısında aşkla zevkle kemâl-i edeple eğilir, kulluğumuzu ispat için, kullukta sultanlığı yaşamak için, râbıtamızın telkin ettiği zevk u safayla Allah deriz, Hak deriz, Hû deriz.
23. 06. 2005
Melâmet anlayışımız
Fenâfillah olanlarız
Bekâda yer tutanlarız
Vahdet zevkin alanlarız
Ehl-i mânâ derler bize
Muhterem Dostlar!
Melâmîlik, insanı fenâfillaha uğratır. Varlığından soyar, Hak varlığına ulaştırır. Zâhiri halk ile bâtını Hak şuurunu, anlamını verir.
Melâmet-i Fehmiye, kişiyi fehmetmeye, tefekkür etmeye sevk eder. Bütün engellerden, nefsânî isteklerden kurtarır, vuslat-ı yârla halvet ettirir. Kişiyi kendinden alır, Hak varlığı ile doldurur. Bir güneş misâli karanlıkları aydınlatır.
Elbetteki bu, Hak mürşidin emrine itaat, telkinine sadâkatle; aşkla, zevkle, zikrullah ile olur. Allah bizi bu nurlu yoldan zerre kadar ayırmasın.
Bizim Melâmet anlayışımız; fenâ-yı tamda bekâyı bulmak, vuslat-ı yârla halvet etmektir. Biz Melâmet merdiveninden buraya yükseldik. Yoklukta olan bu merdivenden her an çıkmaktayız. O merdiven bizi gerçek varlığa ulaştırıyor, vuslat-ı yârla halvete getiriyor, fenâ-yı tamda bekâyı bulduruyor.
“Sermayemdir yokluğum
Hak varlığıdır kârım.”
Yokluğu sermaye eden Hak dostlar, fenâfillah ile yokluğa uğradılar. Uğradılar da Hak varlığını kâr ettiler.
Bu kutsî ve ulvî merdiven, bizi vuslata getirmiştir. Ona can ü gönülden saygılıyız. Öyle mahviyet (tevâzu) öyle yokluk ki ebedî vara kavuşturur insanı.
Üçüncü devre Melâmet’i bize bahşeden Pîr Seyyid Muhammed Nur, bu yokluğu Kur’an’dan almıştır.
Dostları ilə paylaş: |