DÜŞÜN BİRAZ
( Kitaplardan İzler )
- IV -
Mehmet Emin BAY
Mehmet Emin BAY
Kemaliye’li bir ailenin çocuğu olarak 1947 yılbaşı günü Malatya’da doğdu. Gaziantep lisesini bitirene kadar babasının işi gereği Elazığ ve Batman’da da bulundu. 1964 de üniversite tahsili için Trabzon’a gitti ve beş yıl sonra mezun olup Ankara’ya yerleşti. Kentsel altyapı planlamasında serbest proje mühendisi olarak çalıştı. 2002 de mühendisler için bir el kitabı hazırlayıp emekli oldu.
2002 den sonra tasavvuf yolunda bilgilenmeye uğraşan okuyan, dinleyen bir kişi olarak Allah’ın lütfu ile doğuş ve düşüncelerini yazdı. Tasavvufi kitapları: Dostu Bildik (Şiir-2006), Dostu Bulduk (Şiir-2013) ve Gönül Gözü (Denemeler-2013) dür. Ayrıca, Düşün Biraz - I – , Düşün Biraz – II – ve Düşün Biraz – III - 2014 (Kitaplardan Seçkiler) isimli kitapları hazırlamıştır.
DÜŞÜN BİRAZ
( Kitaplardan İzler – Melȃmet - )
- IV -
( Hazırlayan )
Mehmet Emin BAY
Kitap Adı : DÜŞÜN BİRAZ - IV -
Konusu : Kitaplardan İzler ( Özel seçki-alıntılar )
Yazarı : Mehmet Emin BAY
Yayın : Mehmet Emin BAY
-
Baskı – 2014 (20 Adet )
İletişim : Tel: 0535 388 84 04
e.p. : m.eminbay@gmail.com
( www.sufice.com)
Baskı ve Cilt : Digital Baskı
ÖNSÖZ
“Oku!” diye başlayan Tanrı buyruğu ile yüce kitabımız insanlığa sevgili peygamberimiz (s.a.v) vasıtasıyla indirildi, o da ümmetine okumayı, öğrenmeyi, ilim sahibi olmayı çeşitli vesilelerle bildirdi.
Okumaktan gaye yazanın fikirlerini kitabın içeriğini öğrenmektir, etkilenmektir. Kişi okuduğundan olumlu veya olumsuz etkilenir. Kitap vardır okumaya başlar elinizden bırakamazsınız, kitap vardır okumakta zorlanır sıkılırsınız. Bizim toplumumuzda maalesef okuma alışkanlığı yok denecek kadar azdır. Bu durum bilgi çağında geri kalmışlığın bir göstergesi olabilir. Dileğim; genç neslin okuma, öğrenme alışkanlığını hızla artırarak gelişkin ülke toplumlarına uyum sağlamasıdır.
Okuma alışkanlığım çocukluk dönemlerinden itibaren sürüyor. Değişik dönemlerde ilgi duyduğum konular farklı olmakla beraber hemen her konuda çokça kitap okumuş birisiyim. Mucize olarak yaratılmış olan insanın belleği sınırsız bir depolama yapabiliyor ancak, unutma ve hatırlamama da yine bize özgü. Bu bakımdan yazıya dökülen bilgiler ve düşünceler yazı kaldıkça aynen kalıyor, gelecek kuşaklara da ulaşıyor.
Son oniki yıldır din ve özellikle tasavvuf temalı kitaplar okudum ve halen okumaktayım. Okumuş olduğum kitaplardan bazılarından daha çok etkilendim. Etkilendiğim kitapların da bazı bölüm, pasaj veya cümleleri beni daha çok etkiledi ve bu kısımları işaretledim. Düşündüm ki benim etkilendiğim bu parçaları bir dosyada veya kitapta toplayıp ara sıra gözden geçirip tekrar düşüneyim. Bu çalışma ile hazırlayacağım kitaplar, tamamen özel ve iddiasız bana özgü bir tertiplemedir.
Okumak isteyen olursa verebileceğim bu kitaplar için “Düşün Biraz” ismini uygun gördüm, yani tekrar okuyup tekrar düşünelim diye... Bu serinin dördüncü kitabını, özel olarak benim de benimsediğim, tarikatlar üstü tasavvufi bir meşreb olan “Melȃmet” konusuna ayırdım. Okura saygılarmla...
DÜŞÜN BİRAZ
Oku! diye tebliğ geldi
Oku, dinle, düşün biraz
Resul Nebi neler dedi
Oku, dinle, düşün biraz
Önce oku Kur’an ne der
Sonra dinle Resul ne der
Düşün biraz akıl ne der
Oku, dinle, düşün biraz
Hakk kelamı okur isen
Hakk yolunu tanırsın sen
Alîm Hakk’tır cahilsin sen
Oku, dinle, düşün biraz
Rahmet oldu Resul Nebi
Hakk’tan aldı bize verdi
Dinle onu neler dedi
Oku, dinle, düşün biraz
Mevlȃ bize düşün dedi
Düşünecek aklı verdi
Düşünenler Hakka erdi
Oku, dinle, düşün biraz
Dost Emin der düşün biraz
Çok konuşma düşün biraz
Allah için düşün biraz
Oku, dinle, düşün biraz
20/03/2014- Ankara
Mehmet Emin Bay
İÇİNDEKİLER
1- Melametin Tanımı Sayfa:11- 22
2 – Tasavvuf ve Melamîlik Sayfa: 22– 26
3- Melȃmetilik Tarihçesi Sayfa: 26– 113
4 – Niyazi Mısri Sayfa: 113- 124
5 – Melami Efendileri (Son Dönem) Sayfa: 124- 328
1- MELȂMETİN TANIMI
Hamza Kılıç
Emekli Öğretmen
Melâmet; kınamak, ayıplamak, azarlamak, serzenişte bulunmak, korkmak, rüsvalık anlamına gelen melȃmet, mastar bir kelime olup, melâmeti ise kınanmaya konu olan demektir.
Tasavvuf ıstılahında ise yaygın olarak yapılan tarif şöyledir. Yaptığı iyilikleri gösteriş olur endişesiyle gizlemek, kötülükleri ve işlediği günahları ise nefsiyle mücadele etmek için açığa vurmak.
Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi, melâmetin temel vasfı, riyadan kaçınmak amacıyla gizlilik ve şöhretten sakınmaktır.
Ayrıca, iddia sahibi olmama, riyadan sakınma, şöhretten uzak durma, nefsi itham ederek onun ayıpları ile meşgul olma, güzel amellerini görmeme şeklinde de ifade edilmiştir.
Melamilik, iyi davranışları açıklamaktan ziyade, kötü davranışları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Yani o, iyi amel ve iyilikler hakkında konuşmaktansa amellerinin eksiklikleri üzerinde durmayı tercih eder.
Melȃmetin düşünce tarzının temelindeki asli unsur, riya, kendini beğenme ve kibir gibi kalbi afetlerden sakınmadır. Bu konuda yapılması gereken, nefse karşı titiz bir sorgulama ve nefisten tümüyle fani olmaktır.
Tarikatlar, sosyal ve dini teşkilatlar oluşturup, kendilerine has yaşam tarzları, dergȃhları ve kıyafetleriyle halktan ayrılmalarına karşın melȃmet ehli ne bir tarikat şeklinde teşkilatlanmayı ne de hareket tarzlarıyla ve kıyafetleriyle toplum içerisinde ayrı bir zümre olmayı uygun bulmamışlardır.
Bu özellikleri ile melâmet ehli, gerek hȃl, fiil ve davranışlarıyla gerekse sözleri ve anlayışlarıyla dış görünüşlerinden iç hȃlleri belli olmayan bir zümre olup, avam ile avam, havas ile havas olmuşlar, gerçek durumlarını sezdirmemeyi, toplum içerisinde kılık kıyafet ve görünüşte ayırt edilmemeyi anlayışlarının esası olarak belirlemişlerdir.
Melȃmet ehlinin kendilerini kınamaları hususu Kur’an’da şu ayetlere dayanmaktadır.
“Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki), Allah yakında öyle bir toplum getirecektir ki, O onları sever, onlar da O’nu severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kȃfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu geniştir. O her şeyi bilendir.” (Maide, 5/54)
“Kendini kınayan nefse yemin ederim.” (Kıyamet, 75/2)
Birinci ayette sözü edilen cihat, melȃmet düşüncesine göre öncelikle nefs ile cihat ve her konu ve alanda halka hizmet anlamındadır.
İkinci ayette ise, kendisinden kaynaklanan her şeye karşı nefsini muhasebe eden, kınayan kişi övülmektedir. Bu melȃmet düşüncesinde kȃmil bir nefistir.
Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamak melȃmet ehlinin sarsılmaz özelliklerinden biridir. “Kınayanın kınamasından korkmamak” korkusuzca Allah'ın yolunda gitmek ve O'nun hükümleri doğrultusunda davranıp, Allah’ın kanunlarına göre neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyerek, karşıtlarının muhalefet, sansür, eleştiri, itiraz ve alaylarına hiç mi hiç aldırmamak demektir. Hatta onlar halkın görüşü İslâm'a aykırı da olsa, dünyanın kınama ve alaylarına maruz kalsalar da samimi olarak doğruluğuna inandıkları İslâm'ın yolunda korkusuzca giderler.
Kınayanın kınamasından korkmak aynı zamanda da Allah'a karşı şirk koşmak anlamına da gelir. Çünkü Allah’ın bildirisi “yalnızca Ben' den korkun” şeklindedir. Bu bildiriye uymayan kişi ise kendisinden başka kimseye zarar veremez. Zira Allah isterse onun yerine kınayanın kınamasından korkmayan ve yukarıdaki ayette belirtilen üstün vasıflarla donatılmış mü’minleri getirir.
Melȃmet ehli, her zaman ve her yerde Allah'a kulluk etmeyi, O'nun emirlerini yerine getirmeyi, insanların arzu ve isteklerini değil de yalnızca Allah'ın rızasını gözetmeyi başlı başına bir görev telakki edinmişlerdir. Bunun için yukarıdaki ayette gecen “Allah yolunda savaşmayı” öncelikle nefis ile olan savaş kabul etmişlerdir. Bu nedenle her devirde içerisinde yaşadıkları topluklar tarafından yadırganmış, kınanmış ve çeşitli tepkilerle yargılanmışlardır. Bu tepkiler bazen yakın çevresinden, karşı tavır alma, manevi baskı ve kınama şeklinde kendini gösterdiği gibi bazen de zamanın önde gelenleri ve idarecileri tarafından daha çok fiziksel saldırı ve eziyet şeklinde gerçekleşmiştir. Kimilerinin işkencelerle başı kesilmiş, kimilerinin derisi yüzülecek kadar ileri gidilmiştir. Bunlardan daha kötüsü, melȃmet anlayışı yüzyıllar boyu zındıklık ve sapıklık olarak nitelendirilmiş, melȃmete tabi olanlar aşağılanmıştır. Bugün dahi bazı İslam ilmihallerinde ve ansiklopedilerinde melȃmet, “zındıklık ve sapıklık” olarak tarif edilmektedir.
Ancak bütün bu eziyet ve karalamaların sebebi melȃmet anla- yışının farklı biçimlerde algılanmasından ve uygulanmasından ileri gelmektedir. Şunu belirtmek gerekir ki, başlangıcından beri melȃmet anlayışının algılanması ve yaşama geçirilmesi farklı farklı olmuştur. Günümüz Melȃmilerinde bile hȃla bu farklılıkları görmekteyiz. İslam bilim adamlarından Hucviri (Ö.1072) yaşadığı devirde melȃmet hakkında araştırmalar yapmış ve bu araştırmalarının sonuçlarını eserlerinde belirtmiştir. Hucviri’ye göre melȃmet anlayışı; istikamet, kast ve terk olmak üzere üç çeşittir.
1- İstikamet şeklindeki melȃmet: Kişinin, ibadet ve amellerini güzelce yerine getirmesi, Allah’ın farzlarına riayet etmesi, yine Allah ’ın emir ve yasaklarına uyması, insanların ondan memnun ve hoşnut olması ya da olmamasına aldırmaması anlamında bir melȃmet anlayışıdır. Üçüncü devre melȃmetin kurucusu Muhammed İbnü’l Arabi böyle bir melȃmet anlayışını tercih etmiştir. Günümüzde makbul olan da bu anlayıştır.
2- Kast şeklindeki melȃmet: İnsanlar tarafından büyük bir itibar ve hürmet gören bir kişinin bu itibar ve makamın nefsini harekete geçirerek benlik duygularını artıracağı endişesi bu tip melamet anlayışının doğmasına sebep olmuştur. Bu anlayışa sahip olan melamiler, sırlarının ve gerçek kimliklerinin açığa çıkacağından korktukları ve insanların övmelerine sebebiyet verecek bir hal ortaya çıkınca nefislerinin gururlanmasından çekindikleri için bir taraftan bu halleri gizlemeğe çalışmışlar, diğer taraftan nefislerini kırmak için halkın öfke ve tepkilerini çekecek, hatta zaman zaman kınama ve azarlamalarına neden olacak fiiller sergilemişlerdir. Özellikle birinci devre melame- tiler bu tip anlayışı ön planda tutmuşlardır. Birinci devre melametilerin önderlerinden sayılan E.Ebu Hafs Haddâd (Ö. 883) kast şeklindeki melameti şöyle tanımlar.
“Onlar selamı istemeyerek alanlara verir, isteyerek selam verenlerden almazlar. Kendilerini sevenlerle oturmayıp, onlara itibar etmeyenlerle otururlar. Kendilerine bir şey vermeyenden isteyip, verenden istemezler. Kendilerinden yüz çevirene yönelip, kendilerine yönelenlerden uzaklaşırlar. Kendilerini sevmeyene verirler, sevene vermezler. Kendileriyle buğzedenlerle yaşarlar, kendilerinden hoşnut olanlarla birlikte olmazlar. Sevmedikleri şeyleri yerler, lezzet aldıklarını yemezler. Bir yerde kalmak istediklerinde sefere çıkarlar, sefere çıkmak istediklerinde oradan ayrılmazlar. İşte bu şekilde tüm hallerinde nefislerine muhalefet ederler.
Onlar şeriat nazarında mübah olmakla birlikte, görünüş itibariyle kınanacak davranışlarda bulunurlar. Örneğin, insanlardan kendi derecelerinde olmayanlarla sohbet ederler, haklarında söylentiye sebep olacak yerlerde otururlar. Bütün bunları hallerini gizlemek ve gerçek durumlarına bir itiraz gelmesini önlemek için yaparlar.
Yine onlar, batınlarını/iç ȃlemlerini korumak ve nefislerini aşağılamak için zahirlerini/dış görünüşlerini küçümsemişler, böylece hallerine ve sırlarına başkalarının vakıf olmasına imkȃn vermemişlerdir.”
Görülüyor ki, nefsin hoşuna gideceği, memnunluk duyacağı her şeyi terk etmek, halkın kendilerine hürmetle bakmamaları ve bir mevki vermemeleri için gayret sarf etmek bu tip melȃmet anlayışının ana ilkesidir.
Ancak böyle bir melȃmet şekli bazı melȃmetiler tarafından abartılmış, bu suretle halkın günaha girmesine ve onlardan nefret etmelerine sebep olmuşlardır.
3- Terk şeklindeki melȃmet: Kişinin, küfür, sapıklık, şeriatı terk etme ve günahları mübah sayma gibi bir takım davranışlar sergilemesi ve bu davranışları sergilerken, bütün bunların melȃmet yolunun bir gereği olduğunu söylemesi şeklindeki melȃmettir. Bu tip bir melȃmet anlayışı birinci, ikinci ve üçüncü devre melȃmiler arasında her zaman görülmüştür. Günümüzde böyle bir anlayışa sahip melamiler, özellikle melami mürşitleri, tahminlerin üstündedir. İşte bu tip bir anlayış nedeniyle İslam ȃlimleri melȃmet anlayışına kuşku ile yaklaşmış ve dolayısıyla melȃmet, İslam ilmihallerine ve ansiklopedilere “sapıklık ve zındıklık” olarak geçmiştir.
Melȃmetin tanımı yüzyıllar boyunca değişik tarz ve niteliklerde belirtilmiş, birinci, ikinci ve üçüncü devre melami büyükleri bu konudaki düşüncelerini yaşantılarıyla halka aktarmışlardır. Bu konuda yaptığımız araştırmalarda bu ünlü kişilerin melȃmet hakkındaki düşüncelerini şöyle sıralayabiliriz.
G. Hamdun Kassâr (Ö. 884): Hamdun Kassar, melȃmet yolu hakkında “melȃmet, halk içinde süslenmeyi, herhangi bir hȃl veya ahlak ile onların rızasını ummayı tamamıyla terk etmek. Ve Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamaktır” demektedir.
Hamdun Kassâr’ın özellikle üzerinde durduğu konular tevazu, zühd, fakr, melȃmet, ihlas, tevekkül, açlık, samt, riyadan sakınma, fütüvvet ve nefse muhalefet olarak sıralanır.
Hamdun Kassâr, melȃmet ehlini, “batınlarında bir iddiası, zahirlerinde de yapmacık ve riyası olmayan, Allah ile aralarındaki sırdan, mahlukat bir tarafa, kendi zahiri kimliğinin bile haberdar olmadığı kimselerdir.” şeklinde tanımlamaktadır. Onun bu tanımında, “mutlak anlamda gizlilik” esası üzerinde durduğu görülür. Bu nedenle o, kalbi zikirden yanadır ve ibadetlerin gizli olarak yerine getirilmesini savunur.
Hamdun Kassar’a göre melȃmet; “halk için süslenmeyi, her hȃl ve davranışta halkın rızasını gözetmeği kesinlikle terk etmen ve kınayanın kınamasının seni Allah yolundan alı koymamasıdır.” Bu işin başı nedir diye sorulduğunda; “nefsi aşağılamak, hor görmek, onun hoşuna gidecek, onu memnun edecek şeylerden sakınmak, nefis hakkında su-i zan beslemektir. Demiştir. Yine o, melȃmet ehlinin havf ve reca arasında kurulması gereken dengeye dikkat çekerek, “melamet, kaderilerin havfı, mürciilerin recasıdır” demiştir.
Seyyid Şerif Cürcani de Ta’rifat-ı Seyyid adlı eserinde Melȃmiyyeyi şu şekilde açıklıyor.
“Batınlarında bulunan manevi halleri zahirlerinde gözükmeyen ricalullahdır. Bunlar ihlasta kemali hakikat derecesine yükselebilmek için çalışırlar. Bütün işlerinin Cenab-ı Hakk’ın gayb ilmiyle kararlatırılmış kaza-i ilahi ile yerli yerinde yapılmış olduğunu kabul ederler. Binan aleyh bunların ilimleri, iradeleri, Cenab-ı Hakk’ın ilmine ve iradesine aykırı olmaz... Melamiyye, muhterem ve hürmete layık bir guruptur.”
Eş-Şeyh Nasuh b. İsmail er-Rumi de Riyazu’n-Nasihin’in “Faz- lu ihfa ve a’mali saliha” faslında diyor ki;
“Melamilere göre amel ve ibadetlerin en şereflisi ve faziletlisi gizlice yapılanı olduğundan, Melamiyye tarikatı, tarikatların en efendisi ve en yücesidir. Silsilesi Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.)’da son bulur.”
Fudayl B. İyaz’a (Semerkant Doğumlu 725-803) göre bir melȃmet ehli sözü, hesabını vereceği bir amel olarak görür ve bu yüzden kendisini ilgilendirenler dışında pek az konuşur, gereksiz konuşmayı da uygun bulmaz ve insanların düşüncelerinin etkisinde kalmamak için halk ile gerektiğinden fazla bir arada bulunmayı hoş görmez. Mümkünse insanlardan uzak bir yerde ikamet etmek nefis terbiyesi için gereklidir der.
D. Şakik Belhi (Belh Doğumlu Ö. 790): “ Allah’ın iradesine aykırı hareket etmemek. Kulun kendisinde bir irade görmemesi. Şöhretten sakınma. Sükut, az yeme ve halktan uzak durmak. Rızık kaygısı taşımama. İhtiyacını sadece Allah’a arz etme.”
D. Bâyezîd-İ Bistami’nin (Bistam Doğumlu Ö.848) melȃmet düşüncesinde; mütevazı olma, nefsi aşağılama, halkın kınamasını üzerine çekme, insanlar arasında kendini en şerli kimse olarak görme, kerȃmeti gizleme, amellerde riya tehlikesinden kaçınma gibi hususların, aynı zamanda birer melȃmet ilkesi olduğu görülmektedir.
Sülemî’nin Tabakat adlı eserinde bize aktarmış olduğu, A.İbrahim B. Edhem’in (Behl Doğumlu 730-782) melȃmetle ilgili altı tavsiyesi şöyledir.
Ona göre insan nimet kaygısını bırakıp sıkıntıya alışmalı.
İzzeti bırakıp alçak gönüllü olmalı.
Zenginliği bırakıp fakra sarılmalı.
Tembelliği bırakıp çalışmaya.
Uykuyu bırakıp vakitlerini uyanık geçirmeğe.
Nefsin emelleri peşinde koşmayı bırakıp ölüme hazırlık yapmaya çalışmalıdır.
E.Ebu Hafs Haddâd (Nişabur-Kürdabad Doğumlu Ö. 883 Ebu Hafs Haddad’a melȃmet isminin ne anlama geldiği sorulduğunda;
“Onlar kurb ve ibadetler adına açığa çıkardıkları her şeyden dolayı nefislerini kınarlar, halka kusurlarını gösterirler ve onlardan iyiliklerini gizlerler. O nedenle halk onların dış görünüşlerine bakarak onları kınar. Onlar da batınlarındaki durumu bilerek kendi nefislerini kınarlar. Allah ta onlara bir takım sırları, gayb bilgilerini verir ve onlara bazı lütuflarda bulunur. Onlar da nefsi kınama ve ona muhalefet etme gibi baştan beri açığa vurdukları bu tutumları ile Allah’ın ken- dilerine göstermiş olduğu lütufları gizlerler. Böylece halk onlardan uzaklaşır, onlar da Allah ile hȃllenirler. İşte melȃmet ehlinin hali budur.”
“Giyim, yürüme, oturma, görünüş itibariyle halkla aynı olma ancak, sağlam bir murakabe ile onlardan ayrılmak, görünüş itibariyle onlara benzemek, batın yönden onlara benzememektir. Böylece kişi, karekter ve yaşayış açısından halktan ayrılmışken, görünüş açısından halktan ayırt edilemez.”
İBN ARABİ’nin Melȃmet Hakkında Görüşleri
Ebu Yezid el-Bistami’nin dışında ilk melȃmetilerde vahdet-i vücud gibi konulara raslamak mümkün değildir. Ancak İbn. Arabi’den sonra, melȃmetiliğin vahdet-i vücud çizgisinde bir gelişim gösterdiği, İbn. Arabi’nin etkisi altında onun görüşlerinin tesirinde kalan Şarani ve İ.Hakkı Bursevi’nin (Ö. 1725) etkisi ile ikinci ve üçüncü devre melametiliğin vahdet-i vücud merkezli bir gelişim gösterdiği görülmektedir.
İbn. Arabi, diğer düşüncelerinde olduğu gibi, melȃmet düşüncesini de vahdet-i vücud merkezinde incelemiş ve bu çerçeveye oturtmuştur.
İbn. Arabi, salikleri üç kısımda ele alarak onları, abidler, sufiler ve melȃmiler şeklinde sıralar ve bunlar arasında melȃmilerin en üst dereceyi işgal ettiklerini belirler. Ona göre bu makam “makam-ı kurb”dur ve bunun üzerinde “nübüvvet” derecesi bulunmaktadır. İbn. Arabi, melȃmetin anlamını daha geniş tutarak Hz Peygamberi melȃmeti sayar.
İbn. Arabi Fütuhat-ı Mekkiye’sinde Melȃmet ve Melȃmet ehli hakkında şunları söylemektedir.
“Hz. Ebu Bekir es-Sıddık’ın kademi/yolu üzerinde bulunan ricalullahdır/Allah adamı, Allah ehlidirler. Bunlar beş vakit namaza, kılınması gereken sünnetlerin dışında bir ilave yapmazlar. Sokak ve çarşılarda çevre tarafından tanınmazlar. İnsanlarla normal şekilde konuşurlar. Bunlar diğerlerinden ancak Hakk ile Hakk olan gönülleriyle ayırt edilirler. Ubudiyet/kulluk derecesinden asla ayrılmazlar. Gönüllerini Cenab-ı Hakk’ın Rububiyet tecellisi kapladığından, riyazet ve baş olma sevdasına kapılmazlar. İşte bu gurup melamiyye, ricalullahın manevi makam yönünden en üstün dereceye sahip olanlardır.”
Yine bunlar, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden iman sahibi kimseler olup, dünya ehlinden gizlenirler. Onların hallerine kimse vakıf olmayacağı için bu zümrenin gizli olması gerekir. Çünkü, İbn. Arabi’ye göre “Eğer onların Allah katındaki halleri insanlarca bilinseydi, insanlar onları ilah edinirlerdi.”Bu bakımdan bu kimseler, alelade insanlar gibi normal bir yaşantı sürerler. Nitekim onlara “ümena” ismi verilmesi, kendilerine tevdi edilen ilahi sırları ve hakikatleri, ehlinden başkasına ifşa etmediklerinden dolayıdır.
“Onlar batınlarında olanı zahirlerine yansıtmayan, sufilerin en üst tabakasında bulunan kimselerdir.”
Melȃmilerin sahip olduğu özellikler şunlardır.
Melȃmiler, Allah’ın emirlerini yerine getiren diğer müminlerden fazladan bildikleri bir hȃl nedeniyle ayırt edilmezler. Çarşılarda dolaşır, insanlarla konuşurlar.
Her beldede o belde insanının kıyafetlerini giyerler.
Allah’ın razı olacağı şekilde evlenip çoluk çocuk sahibi olurlar
İnsanlar tarafından fark edilmemek için komşuları dışındakilerle pek ilgilenmezler.
Konuştukları zaman Allah’ı murakabe ederler/Allah’ı ararlar. Hakk’tan başkasını söylemezler. Kendileri insanlarla oldukları halde kalpleri ile hep Allah’la beraber olurlar.
Farz namazları insanlarla beraber eda ederler ve sadece sünnetleri eklerler. Mescitleri mesken edinmezler. İnsanların dikkatini çekmemek için cuma namazlarının kılındığı mescitlerdeki yerlerini sürekli değiştirirler. İlimde bilgi sahibi olup, Allah’a kullukta bir an bile geri kalmazlar. Kalplerini rububiyet sultanı istila ettiği ve onun karşısında zelil bulundukları için riyasete tama etmezler.
Her makamı gerektiği şekilde zevk ve amel ederler ve halktan gizlenirler. Onlar hiç şüphesiz Yüce Allah’ın halis ve muhlis kullarıdırlar. İnsanlar arasında yerken, içerken, uyanıkken ve uyurken ve konuşurken devamlı suretle Allah’ı müşahede ederler.
Onlar, kalpleriyle Allah’tan başka bir mefhumla uğraşmadıkları ve bununla kendilerini korudukları için bu ilahi basamaklara varmışlardır. Onların konuşmaları, oturmaları, kalkmaları ve bütün yaşantıları Allah iledir. İşte bunlar melamilerdir.
İbn. Arabi’ye göre bu yolun büyüklerine melȃmeti ismi verilmesinin nedeni, insanların, fiillerin gerçek sahibi olan Allah’ı görmeyip, o fiil kimin elinde gerçekleştiyse bu fiili ona ait görerek kendilerini kınamaları ve zemmetmeleri nedeniyle ve Allah katındaki mertebelerini ve hallerini gizlemelerinden dolayıdır. Eğer o insanların önlerinden perde kaldırılıp, fiillerin Allah’tan olduğunu görselerdi, o fiilin üzerinde bulunan kişiyi kınamazlardı. Bunu fark edince de bütün fiiller onlar nazarında değerli ve güzel görünürdü. Böylece fiillerin sahibi Allah olunca kınama da kınanana göre anlamsızlaşır.
Ayrıca, melȃmet düşüncesine çeşitli tenkitler yönelten Hucuviri de (Ö.1072) melȃmet ehlinin övgüye değer diğer sıfatlarını zikrederken, Hz. Peygamber’in de melȃmet ehli gibi, çevresinde kınanmaya maruz kaldığını belirtir.
Her meslekte olduğu gibi Melȃmiliğin de pek çok taklitçileri ortaya çıkmış, melȃmet fikri zamanla dejenere olmuş, laubali ve ibahi tutum takınan kimselerin istismar ettikleri bir yol haline gelmiştir. Belki kasten belki de bilmeyerek Melȃmiliği taklit edenler, melȃmi tavır ve karakterinde görülmeye yeltenenler, şeriat dairesinden çıkıp, belki de ne yaptıklarını bilmeden zındıklar arasına karışmışlardır.
Bu konudan rahatsız olan Mevlana Abdurrahman Cami, Nefaha- tü’l-Üns’ünde: “Şimdiki zamanda öyle bir gurup vardır ki, kötü davranışları normal karşılamak, şeriatı hafife almak, münafıklık, edepsizlik ve saygısızlığı alışkanlık haline getirmek ve ona da “Melȃmet” adını vermek gibi bir duruma düşmüşlerdir. Melȃmet, şeriata saygısızlık ederek amel etmek değildir... Melȃmet, Hakk Teȃlȃ’nın hizmetinde olup, halktan kayırmamak demektir ve bu konuda ufak bir laubalilik bile manen hezimettir.”
Nihayet melȃmet, üçüncü devre Melametiliğin kurucusu olan Muhammed Nuru’l-Arabi tarafından “vahdet-i vücud” felsefesinin tesirinde yeniden düzenlenerek yepyeni bir eğitim anlayışı halini almıştır.
***
Dostları ilə paylaş: |