IV.2. TÜRKİYE TÜRKÇESİNE AKTARILAN METİNLER
Metinlerde Karşılaşılan Sorunlar
Çalışmamıza kaynaklık eden metinlerin Karakalpak Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarılması sırasında bazı problemlerle karşılaşılmıştır. Bu problemler; kullandığımız metinlerdeki üslup farklılıklarının, tutarlı bir metin oluşturmak amacıyla nasıl düzenlenmesi gerektiği, Karakalpak Türkçesindeki bazı kavram, terim ve deyimlerin Türkiye Türkçesine nasıl aktarılması gerektiği ve “Asıl Efsane Metni” olarak tanımlayabileceğimiz metne, sonradan eklendiği görülen “Açıklayıcı Kısımlar”a nasıl yer verilmesi gerektiği gibi sorulardır. Bu sorular aşağıda sıra ile ele alınarak, bunlar karşısında bizim izlemeyi tercih ettiğimiz yöntem ve çözüm yolları açıklanacaktır.
Türkiye Türkçesine aktarılan metinlerde karşılaşılan temel sorunları çözerken yapılan değişikliklerin amacı, Karakalpak Türkçesindeki metinlerle Türkiye Türkçesindeki metinler arasında anlam farkı yaratmadan, anlaşılmayı kolaylaştıran bir tutarlılık oluşturmak ve Karakalpak Türkçesindeki metne sıkı sıkıya bağlı fakat zorlama cümlelerle örülü bir metin yerine, akıcı ve zevkle okunur bir metin oluşturmaktır.
Karakalpak Türkçesinden, Türkiye Türkçesine aktardığımız metinlerin tamamı yazılı kaynaklardan temin edilmiştir. Farklı derleyiciler ya da yayıma hazırlayanlar tarafından hazırlanan orijinal metinlerin yer aldığı kaynak kitaplar arasında araştırmacıların tercihine bağlı olarak oluşan üslup farklılıkları vardır. Bunun yanında, söz konusu yazılı kaynakların sözlü kaynaklardan derlenen malzemeye yer vermesi sebebiyle de efsane metinleri arasında ve hatta aynı efsane metni içinde dahi üslup farklılıklarının oluştuğu görülmektedir. Özellikle zaman ifadelerinde üslup farkı ortaya çıkmaktadır. Örneğin; sözlü anlatıma bağlı olarak; geniş zaman, geçmiş zamanın hikâyesi ve geçmiş zamanın rivayeti aynı metin içinde arka arkaya kullanılmaktadır. Yazarların üslup farkı da benzer sorunların oluşmasına neden olmuştur
Çalışmamızda yer verilen efsane metinlerinin Türkiye Türkçelerinde yukarıda açıklanan karışıklığı çözmek ve üslup bakımından bir tutarlılık oluşturmak amacıyla, sadece geniş zaman kullanmayı tercih ettik. Metinleri geniş zaman üzerine kurmamızın bir diğer nedeni ise, efsane metinlerinin dilini, masal anlatımında kullanılan ve gerek sözlü gerekse bunların yazıya aktarılmış metinlerinde kullanılan “miş”li anlatım yapısından uzaklaştırmaktır.
Metinlerin Türkiye Türkçesine aktarılmasında karşılaşılan bir diğer sorun ise, Karakalpak Türkçesindeki bazı kavram, terim ve deyimler, Türkiye Türkçesinde kelime anlamı bakımından anlaşılmakla birlikte, anlatılmak istenen düşünceyi tam olarak yansıtmamaktadır. Örneğin, Karakalpak Türkçesindeki “içi tar” deyiminin Türkiye Türkçesindeki tam karşılığı “aç gözlü”dür. “İçi dar insan”ın Türkiye Türkçesindeki anlamı ise “aç gözlü insan” değildir. Bu nedenle birebir aktarma, anlaşılır bir anlam vermekle birlikte, bu doğru anlam değildir. Karakalpak Türkçesindeki metinlerde anlatılmak isteneni yansıtabilmek için, bu tür kavram, terim ve deyimlerin aktarılmasında birebir aktarmadan kısmen uzaklaşarak, günümüz Türkiye Türkçesinde kullanılan deyim ve ifadeleri kullanmayı tercih ettik.
Benzer bir sorun da, sıfat fiil ve zarf fiil eklerinin Karakalpak Türkçesinde sık ve yoğun olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, “Avşı bul jerde bir kasiyettin bar ekenin bilip, kalğan kababın duzlap, mazalı etip jep aladı da, duzdın taza jerinen topırak şanın artıp dorbasına salıp üyine alıp ketipti.” Bu tip cümleler, Türkiye Türkçesine birebir aktarıldığında kısmen anlaşılmakla beraber, cümlenin anlamını tam ve doğru olarak vermemekte ve Türkiye Türkçesi dilbilgisi kurallarına aykırı ve kulağı rahatsız eden bir yapı oluşturmaktadır. Bu tür cümleleri, anlam farkı yaratmadan, cümle yapılarında değişiklik yaparak Türkiye Türkçesine aktarmayı tercih ettik.
Aktarmanın orijinal metindeki ifadelerden çok fazla uzaklaşmasını engellemek için, orijinal metinde olmayan ve tarafımızdan eklenen kelime ya da cümleler köşeli parantez [ ] içinde gösterilmiştir. Türkiye Türkçesinde birebir karşılığı bulunmayan kelimeler dipnotlar kullanılarak açıklanmıştır. Bazı metinlerde Karakalpak Türkçesine yer verilmesi gerekmiştir. Bu durumda kelimelerin Türkiye Türkçesindeki karşılıkları parantez () içinde ve Karakalpak Türkçesindeki ifadelerin hemen yanında verilmiştir. Türkiye Türkçesinde karşılığı bulunmayan kelimelere Karakalpak Türkçesiyle yer verilmiştir. Bu kelimelerin Türkiye Türkçesindeki karşılıkları ise dipnotla gösterilmiştir.
Çalışmaya kaynaklık eden efsane metinlerini, Karakalpak Türkçesinden, Türkiye Türkçesine aktarmadaki amacımız, daha önce de belirttiğimiz gibi orijinal metinden uzaklaşmadan, keyifle okunabilir bir metin elde etmektir. Aktarma sırasında izlediğimiz yolu ve tercihlerimizi burada ayrıntılı olarak açıklamamızın, her iki metin arasında oluşan bazı farkların okuyucu tarafından kolaylıkla anlaşılmasını sağlayacağı düşüncesindeyiz. Bu değişikliklerin, sahadan derlenen malzemeye müdahale edilmesi şeklinde anlaşılması da mümkündür, fakat burada dikkat edilmesi gereken husus, kaynak olarak kullandığımız metinlerde sözel dokunun özellikleri muhafaza edilmemiştir. Bu durumda, söz konusu metinler birebir aktarılsa da sözel dokunun özelliklerini tam anlamıyla kavramak mümkün olmayacaktır. Diğer taraftan, çalışmamızda transkripsiyonlu metinlere de yer verildiği için orijinal metinlerin bu kısımdan takip edilmesi mümkündür. Bu nedenle, aktarma sırasında yukarıda belirtilen değişiklikleri yapmakta sakınca görmedik. Çalışmamızda yer alan metinlerin incelenmesinde Karakalpak Türkçesindeki orijinal metinler esas alınmıştır. Çünkü metinler, kültürel özellikleri yaratıldıkları dile bağımlı olarak ifade etmektedirler.
Metinler kısmında yer alan Karakalpak efsanelerinden “1. Akşa Göl” ile “2. Akşa Göl ve Sultan Saray”; “20. Bakuş ve Kuşlar Padişahı” ile “21. Baykuş ve Süleyman Padişah”; “23. Domuz (Kara Geyik)” ile “24. Kara Domuz”;
“42. Korkut Ata’nın Mezarı” ile “Korkut Ata ve Jana Nehri”; “37. Cengiz Han”, “40. Karakalpak Şeceresi”, “65. Cengiz Han’ın Babası Buzancir” ve “66. Cengiz Han ve Kanglı Uruğu” efsaneleri benzer metindir. Burada belirttiğimiz benzer metinler, efsanelerin takibinin kolaylaştırmak için ayrı bir şekilde numaralandırılmamıştır.
Çalışmamızın kaynağını oluşturan metinler konularına göre tasnif edilmiştir. Genel olarak “İnsanlar”, “Hayvanlar”, “Mekânlar” ve “Atasözleri” konularını işlediğini tespit ettiğimiz Karakalpak efsanelerine bu genel tasnife uygun bir sırayla yer verilmiştir. Metinler, sırasıyla “Mekânlar”, “Hayvanlar”, “İnsanlar”, “Atasözleri ve Deyimler” ve “Diğer” başlıkları altında yer alacaktır. Bu başlıklar altında yer alan efsane metinleri ise alfabetik olarak düzenlenmiştir.
Çalışmamızda yer alan efsane metinlerinin alındığı yazılı kaynaklar, “Kaynaklar Listesi” başlığı altında bu bölümün sonunda verilmiştir. Bu kısımda yer alan kaynaklar, transkripsiyon ve aktarma kısımlarında yer alan efsane numaraları ve adlarına göre sıralı olarak verilmiştir.
IV.2.1. MEKÂNLAR HAKKINDAKİ EFSANELER
-
AKŞA GÖL
Bugün Akşa Göl’ün bulunduğu yer, eskiden üç defa göl, üç defa da çöl haline gelmiştir. Burası önce “Akşa Göl”, sonra “Estemez Göl”, daha sonra da “Toranğıl463 Sazlığı” olarak adlandırılmıştır. Günümüzde ise “Akşa Göl” adıyla bilinir. Buranın yeniden “Akşa Göl” olarak adlandırılmasının sebebi şöyledir:
Topırak Kale’nin karşısındaki Kızıl Kale’yi Akşa Han adlı bir han bundan yıllar önce yaptırmıştır. Bugün Kızıl Kale’nin bulunduğu yerden, eskiden Amuderya Nehri geçmektedir. Bu nehrin sularıyla oluşan göle Akşa Han’ın adı verilir. Akşa Han ölünce gölün suları çekilir ve gölün bulunduğu yer de çöle dönüşür.
[Bir başka efsaneye göre Akşa Göl’ü besleyen] nehrin yukarısında, Tüye Moyun tarafında Sultan Süyin464 adlı bir padişah vardır. Bu padişah bugün Hocaeli’de bulunan Nazlımhan Sulıv’a âşık olur, fakat kız onunla evlenmek istemeyince, kızın yaşadığı bölgenin halkını mahvetmeye karar veren padişah, nehri Tüye Moyun civarında kesmek ister. Padişah, nehrin suyunu kesmek için türlü hileleri dener, ama bunu başaramaz. Sonunda, kölelere toplattığı kumları, yine kölelerin elbiselerine doldurtup adamları nehre atar. Böylece binlerce köle ölür. Halkın çektiği eziyetler sonucunda nehrin suyu kesilir. Böylece Akşa Göl’ü besleyen nehir de, Akşa Göl de kuruyarak çöle dönüşür.
Bunun üzerine nehrin yakınında yaşayan [Nazlımhan Sulıv’ın] halkı, kuraklık nedeniyle göç etmeye başlar. [Sultan Süyin’i kızdırmasının bedelini halkının ödediğini] ve bunun sonucunun kötü olacağını anlayan Nazlımhan Sulıv, Sultan Süyin Padişah’a; “Nehrin suyunu bırakırsa onunla evleneceği” haberini gönderir.
Nazlımhan Sulıv, yavrulu kısraklardan yirmi tanesini, yavrusundan ayırır ve her birini belirli aralıklarla bağlayarak Sultan’ın huzuruna gider. Sultan Süyin, [kızın huzuruna gelmesi üzerine] adamlarına nehrin suyunu açtırdığı zaman, Nazlımhan Sulıv atına binerek kaçar. Yavrusundan ayrılan kısrak, yavrularına ulaşmak için var gücüyle koşar. Bir kısrak yorulduğu zaman, Nazlımhan Sulıv yol üstüne bağladığı diğer kısrağa binerek kaçmayı başarır.
Sultan Süyin, bir kadın tarafından aldatılmaya çok kızar. [Bir daha insan içine çıkamayacağı için] yaşadığı yerleri terk edip bir mağarada yaşar.
Sultan Süyin’in yaşadığı mağara bugün de vardır.
Bundan yıllar sonra “Akşa Han Göl”ün bulunduğu bölgeye Estemez adlı bir bey yerleşir ve gölün adını “Estemez Göl” olarak değiştirir. “Estemez Göl” de bir zaman sonra kurur. Daha gölün bulunduğu yerde toranğıllar465 büyür. Bu nedenle oraya “Toranğıl Sazlığı” denir. Toranğıl Sazlığı’na bir süre sonra su gelmeye başlar ve tekrar göle dönüşür. Orası bugün “Akşa Göl” adıyla anılır.
-
AKŞA GÖL VE SULTAN SARAY
Eskiden Akşa adında bir han vardır. Bu Han’ın yaşadığı yerde bir göl oluşur. Göle Han’ın adı verilerek, “Akşa Göl” diye adlandırılır.
Bir zaman sonra Sultan Süyin adındaki bir padişah, bu göle su getiren kanalın kaynağını kapatarak, gölün kurumasına neden olur. Bu gölün alt tarafında yaşayan halk da susuz kalır. Gölün ve kanalı aşağı tarafında Nazlımhan Sulıv yaşamaktadır. Nazlımhan Sulıv’ın halkı susuz kalınca, Nazlımhan, yavrulu kısraklardan kırk tanesini yanına alarak, kanalın kaynağını açmak için yola çıkar.
Nazlımhan Sulıv, geçtiği her yere bir kısrağı bağlayarak, kanalı kapatan Sultan Süyin Padişah’ın huzuruna çıkar;
-Bizler susuz kaldık! Bize su getiren kanalı açın, der. Nazlımhan çok güzel bir kızdır. Onu çok beğenen Sultan Süyin Padişah;
- Eğer sen bana varırsan, kanalın kaynağını açarım! Yoksa boşuna dil dökme, der. Olacakları önceden tahmin eden Nazlımhan Sulıv;
- Sana varacağım, diyerek padişahı kandırır ve kanalı açtırır, fakat kız, bu sırada atına binip memleketine doğru kaçmaya başlar. Nazlımhan, yol boyunca, daha önceden farklı yerlere bağladığı kısraklara sırayla binerek yurduna döner. Sultan Süyin Padişah, [yavrusunun yanına varmak için var gücüyle koşan kısraklara] yetişemez. Kız tarafından aldatıldığını anlayan Sultan Süyin Padişah;
- Ey Tanrım, ben bir kadın tarafından kandırıldım. Benim yeryüzünde yaşamam mümkün değil, diyerek yerin altında kazdırdığı bir yere yerleşir.
Bugün Kızıl Kale yakınında bulunan “Sultan Saray”ın adını Sultan Süyin’den aldığı söylenir. Sultan Saray’da yeraltında kazılmış bir çukur vardır ve bu çukurun Sultan Süyin’in yattığı yer olduğu söylenir.
Aradan birkaç yüzyıl geçtikten sonra Akşa Göl’ün suyu kurur. Daha sonra buraya yine su dolar. Bu sırada gölün başında Estemez adlı bir adam yaşamaktadır. Bu nedenle göl, “Estemez Göl” olarak adlandırılır ve “Akşa Göl” adı kullanılmaz olur. Gölün suyu, aradan birkaç yıl geçtikten sonra tekrar kurur ve eskiden göl olan alan toranğıl466 ağaçlarıyla kaplanır. Bunun üzerine “Estemez Göl” adı da kullanılmaz olur ve bu bölge “Toranğıl Sazlığı” adını alır.
Bin dokuz yüz ellili yıllarda Toranğıl Sazlığı’na tekrar su gelir ve burası yeniden büyük bir göle dönüşür. Bunun üzerine “Akşa Göl” adı tekrar kullanılmaya başlanır.
Akşa Göl’ün tarihi böyledir. Akşa Göl, Topırak Kale ve Kızıl Kale’nin güneyinde bulunmaktadır. Göl ile kalelerin arası yaklaşık altı, yedi şakırımdır.467
-
ADAK KALE
Bugün Aral Denizi’nin bulunduğu yerde, çok eskiden Adak adlı büyük bir şehir vardır.
Adak’ın padişahı, sevgili, biricik kızı Adak için bir kale yaptırır. Bu şehirde yaşayan halk bolluk içindedir ve çok zengindir. Kuzeydeki ve doğudaki zengin kalelere kervanlarla giden şehrin tüccarları, Adak Kale’nin ününü dünyanın dört köşesine yayar. Bu şehrin güzelliğini duyan, başka memleketlerin insanları, Adak Kale’yi bir kez olsun görmek ister.
Adak’ın padişahının kızı, ay gibi ağzı, güneş gibi gözü ve güzelliğiyle meşhurdur. Kızın güzel yüzünü bir defa görmek için canına kıyan nice yiğit, kızın yolunda mecnuna döner, fakat, bir türlü kızın gönlünün düşeceği bir yiğit bulunamaz. Tavus kuşları gibi süslenen kız, etrafındaki yiğitleri beğenmeyerek, kendi güzelliğine, aklına, şanına uygun olan ve kalbinin kilidini açacak bir yiğidi bekler. Padişah da biricik kızına karışmaz ve kararı kızına bırakarak; “Sevdiğine varsın!” der.
Kıza âşık olanların içinde; haliyle ve tavrıyla insanları korkutan Gâvur Âşık adlı biri vardır. Gâvur, kızı istemeye aracılar gönderir. Kız ise, Gâvur’u istemediğini söyler.
Bu cevaba çok kızan Gâvur, Adak Kale’ye su getiren büyük kanalı kapatarak, kaleyi susuz bırakır. Susuzluk nedeniyle kale halkının zenginlik ve refahı azalır. Kız düşünür taşınır ve en sonunda ata binerek suyun kaynağında nöbet tutan Gâvur’un yanına giderek;
- Tamam, der. “Ben sana varmaya razıyım. Suyu sal! Suyun bana yetiştiği yerde sana varacağım.” der.
Gâvur suyu bırakınca, kız atını kamçılayarak kaçmaya başlar. Kızın altındaki kısrak, yavrulu kısraktır ve yavrusunun yanına daha çabuk ulaşmak için çok hızlı koşar. Gâvur; “Su, kıza yetişsin de, orada bana varsın” diye düşünerek kaynağı sonuna kadar açınca, kale su altında kalır. Atıyla beraber sulara kapılan kız da ölür.
-
BAĞDAT
Bugün Bağdat Kalesi’nin bulunduğu yer, eskiden suyla kaplıymış. Sular kurumaya başladığında iki adam oraya yerleşir. Bunlar Sarının Gölü’nden tuz toplayıp satarmış. Adamlardan biri evli, diğeri bekârdır.
Bekâr adam, evli adamı uykusunda öldürüp, karısını almak ister. Tam arkadaşına saldıracağı sırada, evli olan adam uyanır ve karşısındakinin niyetini anlayınca;
- Beni öldürmek niyetindeysen öldür, ama şu sözlerimi emanet kabul ederek karıma ilet! Karım hamile, doğuracağı çocuk erkek olursa adını “Dat”468 koysun, der.
[Bekâr adam, arkadaşını öldürür ve onun karısıyla evlenir.] Dediği gibi karısı bir oğlan çocuğu doğurur. İkisi birlikte jer tölede469 yaşamaya başlar. [Vakti, saati dolan kadın, bir oğlan çocuğu dünyaya getirir ve adını “Dat” koyarlar.]
Bunların yaşadıkları yerin yakınına Abdulla adlı bir han avlanmaya gelir. Han, avlandığı sırada, jer töleden çıkan dumanı görerek o tarafa yönelir. Jer töleye gelen han, içeride bir kadının oğluyla beraber oturmakta olduğunu görür. Kadın, oğluna bir iş buyurmak için “Dat” diye seslenir. Han, çocuğun adının anlamını sorar. Kadın başlarına gelen olayları hana anlatır. Bunun üzerine han, Dat’ın [üvey] babasını astırır ve yaşadıkları bölgeyi Dat’a verir. Buraya bir kale yaptırarak, bağlarla çevrili bir yer haline getiren han, “Dat”ı bu kalenin yöneticisi yapar.
[“Dat”ın yöneticisi olduğu, bağlarla çevrili] bu kalenin adı ise “Bağdat” olur.
Bağdat’ın yakınlarında Kalmukların bir kalesi vardır. Kalmuklar sık sık Bağdat’ı kuşatır, ama bir türlü kaleyi ele geçiremez. Kalmuklar sürekli kaleyi gözetlese de, kaleye girmek için bir yol bulamaz. Kalmukların padişahı sonunda geri dönmeye karar verdiğinde, kaleden patpeleke470 bağlanmış bir mektup atılır. Bu mektupta kalenin kapısının nerde olduğu yazılıdır. Mektubu, Kalmuk’ın padişahına âşık olan Bağdat’ın padişahının kızı göndermiştir.
Bu mektup sayesinde Kalmukların kaleyi ele geçirdikleri söylenir.
-
BARAK’IN DAMI
Eskiden, [şahin gibi eğitilmiş] yırtıcı kuşlarla avlanmayı çok seven Barak adlı bir yiğit varmış. Barak, kuşla birlikte ava çıktığında, eğittiği kuşun yabani eşi, av kuşunu yanına çağırırmış.
Bir gün karısı, Barak’a;
-
Yiğit, bugün kuşu alıp gitme, der.
Barak;
- Niye, diye sorar.
Karısı;
- Bugün kuşun iki yabani kardeşi evin yakınına geldi. [Avlansın diye serbest kalan kuş, kardeşlerinin peşine takılıp gider.] Kuşu kaçırırsın, der, fakat Barak, sözünü dinlemez ve kuşu alıp gider. Kuşu ava gönderdiğinde, kuş avla ilgilenmez, avın peşine değil de kendi istediği yöne gider. Barak, dalbayını471 koluna alarak çağırsa da, kuş dönmez ve uzakta bir yere konup öylece durur. Kuş, bir taraftan küçüklüğünden beri kendisini eğiten Barak’ı bırakıp gitmeye kıyamaz, diğer taraftan kardeşlerini bırakmayı göze alamaz. En sonunda kuş; “Bari Barak’ı öldürüp ondan kurtulayım!” diye düşünerek, hızla Barak’ın üstüne doğru uçar. Barak, kuşun niyetinin kötü olduğunu anlayarak, atının altına saklanır.
Evden çıkarken kuşun kötü niyetini anlayan Barak’ın karısı, arkalarından yola çıkar. Barak’ın yanına ulaştığında kuşun, Barak’ı öldürmek üzere olduğunu görür, ama yetişip kurtaramaz. Kadın, kocasına saldıran kuşun bir teleğini koparır;
- Ben yerde “Yiğidim!” diye ağlayayım; sen de gökte “Teleğim!” diye ağla, der. Sonunda Barak, kuşun tırnak darbeleriyle ölür.
“Barak’ın Damı” adlı yer, bugün Berşi Dağı’nın doğusundaki Jana Nehri denen yerdedir. Burayı gören insanlar, damında Barak’ın kuşunun tırnağının izinin bulunduğu söyler.
-
DÖNER KÜMBET
Uçsuz bucaksız bir denizin ortasında, duvarları altınla işlenmiş çok büyük bir kümbet vardır. Dönüp duran bu kümbetin on iki ayda bir kere kapısı açılır, başka zaman kendi etrafında dönüp dururmuş. İlim öğrenmek isteyen bir insanın; dünyanın işlerinden vazgeçmesi, bu kümbetin bulunduğu denizin kıyısına gelmesi ve kümbetin kıyıya dönüp, kapısının açılmasını beklemesi gerektiği söylenir. Döner Kümbet’e ancak dürüst, kalbi temiz ve akıllı kişiler girmeyi başarır.
Kümbete girmeyi başaran kişi, otuz yıl boyunca ilmî sırları öğrenir. Orada bulunanlar, ekmek yerine, ilim nuru ile doyar. Bu yüzden Döner Kümbet’e giren kişi, her öğünde sadece bir yüksük kadar yiyecek yer. Buna karşılık, otuz yılda dünyanın bütün ilmini öğrenir. Yüksük [kadar yiyecekle] doymayan, buradan sıkılan kişi [öğrendiklerini] unutup, daha müddeti dolmadan [kümbetten] atılır. Otuz yıl boyunca kümbette ilim öğrenen kişileri ise, uzak yerlere gönderilir ve memleketinde ilim ve hüner yamakla görevlendirilir.
Döner Kümbet’e girerek, ilim öğrenenler, dünyadaki her memleketin en bilgili kişileridir. Bu kümbetin olağanüstü tılsımını ilk açan Eflatun ve Aristo, burada okuyup, dışarı çıktıktan sonra ilim dünyasında iz bırakmışlardır. Firdevsî, Alişir Nevaî, Hoca Hafız, İbni Sina gibi ulu kişilerin de bu kümbette okuduğu söylenir.
-
GÜLDİRSİN KALESİ
Eskiden Harezm’de, Gülistan adlı suyu bol, zengin bir şehir ve bu şehrin yaşlı padişahının Güldirsin adlı bir kızı vardır. Güldirsin’i küçükken dadılar yetiştirir. [Böylece] Güldirsin büyür.
O sıralar Harezm bölgesine Moğollar akın etmektedir. Moğollardan korkan halk Güldirsin’in babasının kalesine sığınır. Kaledeki halk kaygı ve tasaya düşer. Çünkü pek çok yeri talan eden düşmanlar kaleye iyice yaklaşır. Bir zaman sonra, kaleye iyice yaklaşan düşman askerleri, kaleyi çevreleyen çiçeklenmiş bağları viran edip, kaleyi kuşatırlar. Halk, kaleyi korumak için bütün gücünü toplar ve beklemeye başlar. Düşmanlar halkın direnişini dikkate alıp, beklemeye başlar ve kuşatma altında aylar geçer. Kaledeki yiyecekler tükenip açlık başlar, fakat halk aç olsa da silahlarını bırakmaz, düşmana boyun eğmez. Bir gün padişah, danışmanları ve komutanlarını toplantıya çağırır. Toplantı sonunda, padişah kaledeki her bir evden bir avuç buğday toplatır. İki, üç öküz bulup, birkaç gün beslerler. En son taneye kadar bütün buğdayı yiyen öküzleri kalenin kapısından dışarı salarlar.
Açlık, kaleyi saran düşmanları da dermansızlaştırmıştır. Düşmanlar kaleden çıkan öküzleri yakalayıp keserler. Öküzlerin karnındaki buğdayları gören düşman askerleri, “Eğer kaledekiler hayvanlarını böyle besliyorlarsa, yiyecekleri de çoktur. Kaleyi kuşatmak faydasız, kaleyi alamayız! Açlıktan kurtulmak için çabucak dönüp gitmek gerek.” diye konuşurlar ve aralarında ayrılık çıkar. Bunu işiten düşman askerlerinin komutanı da, kuşatmanın faydasız olduğunu düşünüp, askerlerine dönüş hazırlığı yapmalarını emreder.
Fakat Gülistan şehrinin padişahının kızı Güldirsin kendi milletine ihanet eder. Güldirsin, kale duvarlarının üstünden savaşı seyrederken, düşman padişahının oğlunun güzelliğini görür ve ona âşık olur. Düşman askerlerinin dönüş hazırlığı yaptığını anlayarak şehzadeye bir mektup yazar. Mektupta, Gülistanlıların önmli sırrını açıklar ve mektubu bir okun ucuna bağlayıp, onlara doğru atar. Vatan haini Güldirsin, kendi yazısıyla; “Babamın öküzleri göndermekteki amacı, sizleri aldatmaktı. Kale halkı açlıktan kırılıyor. Biraz daha dayanın, kale kendi teslim olur.” diye yazar.
Düşman askerlerinin komutanı; “Nice zamandır dayandık, iki, üç gün daha dayanırız.” diye düşünerek, dönmekten vazgeçip kuşatmaya devam eder. Üç, dört gün sonra Gülistanlıların bir kısmı açlıktan ölmeye başlar. Buna dayanamayan halk kale kapısını açarak teslim olur. Düşmanlar kaleyi işgal edince halka saldırır, kaleyi yakar. Çok insan ölür, sağ kalanlar ise köle yapılır. Güldirsin’in babasının başı kalenin minaresine asılır. Kız, düşman padişahının önüne getirilir. Padişahın danışmanları ve komutanları; “Bu kız, bizim padişahımızın oğluna layıktır!” diye düşünürler. Ancak, şehzade vahşi bir at getirilmesini emreder. Kızın saçlarından ata bağlanmasını ister. Bunun üzerine danışmanlar ve komutanlar;
-Şehzadem, derdiniz nedir? Bu kız, senin için ana-babasından, vatanından vazgeçti, teslim oldu, derler.
Şehzade;
- Bu doğru, ama hiç tanımadığı bir adam için ana-babasından, vatanından vazgeçen, halkına ihanet eden birisinin, tanımadığı bir adamdan yani benden vazgeçmesi, bana ihanet etmesi de o kadar kolay olur. Başka birine hainlik edemesin, diye cevap verir.
Şehzadenin emri yerine getirilir. Vahşi at, hain kızı yerden yere sürükler. Onun parçalanan vücudu ortada kalır, hain kanı bozkırdaki verimli toprakları viran eder.
Güldirsin’in hainliği yüzünden kahrolan halk, şu görünen kaleye “Güldirsin” adını verir. Düşmanların saldırısından sonra, kale bir daha eski haline gelemez, halk orayı terk edip, yerleşecek başka bir yer arar.
-
JUPAR KORUSU472
Buhara’da “Jupar Korusu” adlı bir yer vardır. Bu korunun adını, çok eskiden yaşamış İbrahim adlı bir beyin karısı “Jupar”dan aldığı söylenir.
İbrahim’in, Jupar’dan on beş çocuğu vardır. Jupar’ın üstüne getirdiği kumadan on beş çocuğu daha olur. Böylece otuz çocuğu olan İbrahim [bir süre sonra ölür.] O öldükten sonra Jupar, otuz çocukla birlikte, memleketi Köközek ve Terbenbes’i473 terk eder ve Buhara’ya göçer. Kafile, Buhara yakınlarında bir koruya varır. Çok akıllı, yaşlı bir kadın olan Jupar, beraber yola çıktığı insanlara;
- Burası bizim için gayet uygun bir yer. Bu koruya yerleşelim, diye akıl verir, fakat yanındaki insanlarla, çocukları;
- Burası hanın korusu! Buraya izinsiz yerleşirsek, han bizim kellemizi keser, diye karşı çıkar. Jupar, yine de kafileyi buraya yerleşmeye ikna eder ve hep beraber koruda yaşamaya başlarlar. Bu sırada otuz çocuğun eğitimiyle Jupar, bizzat kendisi ilgilenir. Bir süre sonra çocukların hiçbirisi onun sözünden çıkmaz olur.
Bir gün korucular, hana;
- Kalabalık bir kafile sizin korunuza izinsiz olarak yerleşti, diye haber verir.
Bunun üzerine han;
- Kim benim koruma izin almadan yerleşebilir? Bunda bir iş olmalı, diyerek yanına yedi vezirini alır ve bu insanları görmek için koruya gider. Jupar, [ansızın koruya gelen] hanı çadırına davet eder ve otuz çocuğun hanı saygıyla selamlamasını sağlar. Bir çadırın içinde hep bir ağızdan konuşan otuz çocuğu gören han;
- Bunların hepsini sen mi doğurdun, diye sorar.
Jupar;
- Hayır, on beşini ben, on beşini ise üstüme gelen kumam doğurdu, der.
O zaman han;
- Bu güzelliğinle, bu aklınla üstüne kuma getirilmesine nasıl izin verdin, diye sorar.
Bunun üzerine akıllı Jupar;
- Kadının kötüsü kocasını kıskanır, hanın kötüsü ise yerini kıskanır, diye cevap verir. Han, söyleyecek söz bulamaz ve bu yeri onlara verir.
Buraya, “Jupar Korusu” denir.
-
Dostları ilə paylaş: |