ihdina’s sırata’l müstakıyme
Bizleri sırate’l müstakıym/doğru yola hidayetle/ilet,
FATİHA (1)/7 sıratalleziyne en’amte ‘aleyhim gayri’l magdubi ‘aleyhim ve le’d dallıyne
O kendilerine en’am/nimet vermiş olduğun kimselerin sırat/yoluna (ilet)
magdub/gazaba uğramışların ve dalli/sapmışların (sırat/yoluna) değil!
hidayet için (en’amte ‘aleyhim) (senin üzerine nimetlendirdiklerin) diye
işaret buyurduklarıdır, ki
Kur’anı Kerim’de işaret edildiği üzre,
NİSA(4)/69
ve men yutı’ıllahe ve’r resule
feulaike me’alleziyne en’amallahü aleyhim
mine’n nebiyyiyne ve’s sıddiykıyne ve’ş şühedai ve’s salihıyne
ve hasüne ulaike refiykan
Ve her kim Allah’a ve resul/Peygambere tavea/itaat ederse.
işte onlar en’amallah/Allah’ın nimet verdiği
nebiy/Peygamberler, Sıddık’ler, Şehid’ler ve Salih’lerle beraberdir.
Onlar ise (refik olarak hasün’dürler) ne hasün/güzel refik/arkadaşlardır
(Nimetlendirdiklerini) işaret etmekte ve tanımlamaktadır.
ve (vacibül vücud) sisteminde (nimetlendirilen sıratıl müstakime hidayet) için
Kur’anı Kerim’de işaret edildiği üzre,
AHZAB (33)/56
innallahe ve melaiketehü yusallune ‘ale’n nebiyyi
ya eyyühelleziyne amenu sallu ‘aleyhi ve sellimu tesliymen
kesin ki, Allah ve kendi melekleri nebiy/Peygamber üzerine sallu/selâtta bulunurlar.
Ey iman etmiş kimseler!. Onun üzerine sallu (selât/salavatta) bulunun
ve sellimu tesliym/teslimiyetle selâmda bulunun (sellim/selamet bulun)
Burada önemli bir nokta da açıkça beyan edilmiştir, ki
Salat yani namaz aslında Farsça bir kelimedir.
Kur’anda bahsedilen (Salla - salavat) ise,
(innallahe ve melaiketehü yusallune ‘ale’n nebiyyi)
kesin ki, Allah ve kendi melekleri nebiy/Peygamber üzerine sallu/selâtta bulunurlar
Yani Allahın nübüvetinin tenezzülen göründüğü yerin ismi NEBİYULLAH…,
Allah’a kurbiyet/yakınlık, O’na hitaben “ben seni seviyorum” demekle olmuyor.
Salat’ın salat olması için
Allah’ın işaret ettiği kendi nübüvetine havi NEBİYULLAH’a teveccühtür, ki
Ona/Oraya teveccüh ise ancak Allah’a teveccüh olup,
ayetin devamında da,
(ya eyyühelleziyne amenu sallu ‘aleyhi ve sellimu tesliymen)
Ey iman etmiş kimseler!. Onun üzerine sallu (selât/salavatta) bulunun
ve sellimu tesliym/teslimiyetle selâmda bulunun (sellim/selamet bulun)
yine Ona/Oraya (sellimu tesliymen) manasına yakışan tabiyetteki cihadullah ile de
müşahade ve keşif ehlinden hissement olabiliyor.
Bu duruma göre kıldığımız namaz, ayetin hükmü gereği, fiiliyatta taklidi cihaddır.
Salavat kelimesi sözlük manası itibariyle;
Saleve, (sad-lam-vav(ye) (Salleye)
Namaz kılmak, eda etmek. Namaz kıldırmak, imam olmak.
Bereketine, rahmetine bürümek. Biri için hayır dua etmek.
(Allah) birini hayırlar, iyiliklerle kuşatmak.
Saleye, (sad-lamye) (Sala)
Kızartmak. Yakmak için ateşe atmak, kebap yapmak, ateşte ısıtmak.
Birine tuzak kurmak, aldatmak.
Saleye, (Salla) Isıtmak. Suyu ısıtmak, ateşte ısınmak.
Bir şeyi yakmak için ateşe bırakmak.
Değnek vs. yi ateşte yumuşatıp doğrultmak.
Saleye, (Isla) (Isla’) Isıtmak. Ateşe atmak. Ateşe koymak. Ateşlemek.
Ateşte kızdırmak, ateşte yakmak. Eti kızartmak. Kebap yapmak.
- Kıskançlıktan kıvrandırmak
Denebilir ki, Allah nübüvveti gereği, “kulum” dediği gönlü
öyle bir aşk-ı hakikata düçar edip, öyle bir hullet biçip Halil kılar ki,
bunun için hakikat ateşinde yakar da, (yani SALLİ eder)
o ateş, o kişiye dokunamaz ancak zât-iyyetten kılar.
“Allah hidayet üzere olanda bunu dâim nasib etsin.” Amin.
***
Böylece Muhammed-i hamd, Sırrı Adem tatbikatı ile faaliyete geçip,
Kur’anı Kerim’de işaret edildiği üzre,
MAİDE (5)/3
el yevme ekmeltü leküm diyneküm
ve etmemtü ‘aleyküm nı’metiy
ve redıytü lekümü’l islame diynen
ve sizin için (size) diyn/din olarak islame/islamı ben redıy (razı/hoşnut oldum)
yevm/bugün sizin için dininizi ikmâl ettim, ve sizin üzerinize nimetimi tamamladım
ve sizin için din olarak İslâmiyet'e redıy/razı oldum.
“dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım” beyanına ulaşır. (İNŞALLAH)
2. (Hükümdar) Çevresinde hep doğru insanlar olsun istermiş
ancak ihtiyatı elden bırakmaz onlara da pek güvenemezmiş
kendine bir can dostu ararmış.
Sultan, Ademiyetin (Ben-i Adem) sırrı gereği
- (Mükerrem Şecer) den zevk etmek ve kendisindeki
- (Evlad-ı Hakikat) (hakikatın veludiyetinden) ten, Can’ından haberdar olmak ister,
- irfan olunma hubbiyetine muhabbet duyar.
3. Adamları vasıtasıyla böyle güvenebileceği ve akıllı kimseleri
araştırılmasını istermiş.
Kudret Sahibi olan Hükümdar, kuvvetlerinden (adamlarından),
arzusunun kuvva’dan fiile dönüşmesini talep eder,
Böylece arzu, tasavvurdan eyleme dönüşmesi için irade buyrulur.
4. (Adamları) böyle doğru, sağlam karakter yapılı bir genci bulmuşlar
ve saraya getirmişler.
İrade’nin kuvvet noktası olan meleklere (melekiyet/adamlarına) intikal eder,
meleklerin (adamlarının) tabiyeti ile fiil ortaya çıkar.
5. Padişah o genci görünce kanı ısınmış ve sarayda kalmasına izin vermiş
Tabiyetin eksiksiz tatbikata geçmesiyle zuhurattan Padişah memnun olmuştur.
6. Zaman içinde o gence sarayda küçük görevler vermeğe başlamışlar
ve genç kendisine verilen görevleri lâyıkı ile başarıyor imiş
Genç tecrübesiz kişi pırlanta olmadan önceki elmas misali,
ehil bir noktanın, vesile’nin yetiştirmesine, pişirmesine ihtiyaç göstermektedir.
Kur’anı Kerim’de işaret edildiği üzre,
Dostları ilə paylaş: |