>(yapılacak başka resim yokmu! neden hep hayvân resimleri yapıyorsun?) dediğinde, arkadaşının verdiği cevap oldukça düşündürücüdür.
>(Evet vardır, fakat bu resimleri “yukarıdaki çiziyor”, ben içlerini dolduruyorum) demiştir.
Kısa olmakla beraber oldukça düşündürücü ve tefekkür gerektiren bu hikâyeyi böylece ifade ettikten sonra, ben de sorular halinde faydalı olur düşüncesiyle biraz açmaya çalışarak cevaplarınıza yardımcı olmaya çalışacağım.
(1) Kazâ ve Kader mevzuunda olduğudur.
Tefekkür ufuklarımızı bu gibi sorularla açılmasını sağlayan Efendi Babama teşekkürler ederim.
C.Hak A’mâ’da iken, yani kendi varlığında, kendi kendine iken, bu varlıklar henüz meydana gelmemiş iken, bilinmekliğini istediğinden, bir tecelli ederek Ahadiyyet mertebesine, buradan da vahidiyyete tenezzül ederek sıfat-ı subûtiyye’yi (7) sıfatını (hayat, ilim, irâde, kudret, kelâm, semi, basar) ve mükevvenatı meydana getirmiştir. Vahidiyet’te sıfatı subûtiyye’nin ortaya çıkması ile rahmâniyyet mertebesi ortaya çıkmaktadır. Vahidiyet’te önce hay ismi zuhura geldi. A’yân-ı sâbite âleminde; kendi zâtında tahayyül ettiği her bir ilmi sûreti, musâvvire şekil ile dışarı çıkarmadığında kendinde kalan bir oluşum. Onun bilinmesi için nefesi rahmani ile faaliyete aktarılması gerekir. İlk zâti sıfat hay olduğu için “an” da ve sonsuz çeşitlilikte hay özelliği çıkıyor. Hay tuvale (mekân)a aks ediyor ve malûm ile bilinen ortaya çıkıyor. Malûm olmazsa ilim a’yân-ı sâbite’de ve bâtında kalmış oluyor. Zatta kendi kendine iken ve malûm’un ilimle ortaya çıkma mecburiyeti olduğundan malûm ilme tabi oluyor.Bilinen a’yân-ı sâbite programına bağlı. İlim belirli bir silüet alıp dışarı çıkıyor. Sıfat-ı subûtiyye’nin de ilim sıfatı çıkıyor. Zatta iken görünebilmesi için ilme tabi ama o ilim belirli bir silüet “hay” alıpta dışarı çıktığında ilim malûma tabi oluyor. A’yân-ı sâbite ilim, kader ise malûm. İlim malûm’a bağlı oluyor. Mahkûmun aleyh (üzerine hükmedilen) kendisinde olan şeyle hâkim üzerine hüküm ediyor.
Ressam kelime anlamı lügatte; gözlem, izlenim-tasarım, görüntülü (basar) sanatlarla ilgili, film üzerinde çerçeve içinde yer alan fotoğraflardan her biri anlamına geliyor. Görüntü; gerçekte var olmadığı halde var görünen şey, demek.
Bütün bu âlem Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz sanatının zuhurları, üstelik İlâh-î ressam her resimle beraber. Hikâyedeki yukarıdaki çiziyor denmesi çizimin a’yân-ı sâbite’de olması. Kaderin de a’yân-ı sâbite’nin faaliyet sahası olmasıdır.
A’yân-ı sâbite’ye zıt esmâlar’da iliştirilmiştir. Çünkü hayat zıtlıklarla kâimdir. Yani hay esmâsı’nın faaliyeti zıttıyla kâim. Hayvânlar, “hay” esmâsı’nın en uçta, kemalli ve kapsamlı zuhurudur. Hayvân’ın kendine ait varlığı yoktur, ne için kurgulandıysa onu yapar. Madenler, bitkiler ve hayvânlar mutlak itaat sahibi. Kendi başlarına hür irâdeleri olmadığından kaderi mutlak, tek kader onlarınki. Allah nasıl planlamışsa o şekilde sürdürür. Kaderi muallâk denen oluşum yoktur.
Her şey canlıdır. Hatta madde ef’âl âleminde “hay” su ve ilimle de misallendirilir. Hay olan “su” hidrojen ve oksijenin birleşmesinden meydana gelmiştir. Yani yakıcı özellik (oksijen) ile yanıcı (hidrojen) iki zıt özellik yan yanadır. Bunlarsız hayat yoktur tecelli yoktur. Ef’âl âleminde hayat sudan meydana gelmiştir. “+” pozitif yüklü, atom ağırlığı 1 olan, 2 adet hidrojen; ve atom ağırlığı 16 olan “-“yüklü oksijenin birleşmesinden ağırlığı 18 olan “su” oluşmuştur. 18 bin âlemi bünyesinde barındırıyor gibi. Demek ki bütün esmâlar sudan geçiyor gibi. Su, Allah’ın Celâl ve Cemâl sıfatının aksettiği ayna gibi. Her şey sudan halk olmuş. Neden hakikat bir damla suda gizlidir denmiştir. Göz yaşı sudur. Yağmura niye rahmet denmiş. Göz yaşı suyun insân ruhunda gizli hülasası. Göz yaşı kulun hakka en yakın ve arada perde olmadığı zamanda meydana geliyor. Zemzem suyu. Arş su üzerine kurulmuştur. Denmiş. Cenâb-ı Hakk’a yanaşmak için su ile abdest farzdır.
Zaman bir nehir gibi akıp gider” derler. Demek ki zaman da hayattır, hay dır. Ressam “hay” “v” “an” ı duvara (mekâna) çiziyor. O boyutta an, zatta dehr ve ef’âl’de zaman dan bahs edilir. Zaman, an’ın kayıtlanması dır. A’yân-ı sâbitedeki kazâ’nın, ef’âl âleminde zamana bağlanması kaderdir. Kader kazânın görünür hâle gelmesidir. Tafsilidir. Aslında bütün zamanı içine alan tek bir an. Zamanın değişik boyutlardaki ifadesi yevm, asır, ulûhiyyet yönüyle dehr dir. Hepsi an dır. Bizde kendimize gelir, kendimizi tanırsak an-ı yakalayabiliriz. An-ı yakaladığımızda ömrümüz uzar. Fizik bedenimizin süresi mutlak olduğu halde rûhani bedenimizi ibadet, zikir, tefekkür, ubûdet, kadir gecesi bereketi ile kavis çizdirip (miraca çıkarak) uzatabiliyoruz. Çünkü Kûr’ân-ı Kerîm’de( emr-i teklifi ) kadir gecesinin 1000 aydan hayırlı olduğu kadir süresinde belirtilmiş. Yol aynı elimizdeki malzemeyi en güzel değerlendirme sanatı tasavvuftur.
Her zuhura getirilende genel olarak insân hariç a’yân-ı sâbite nasıl programlandıysa o şekilde zuhura gelmek zorunda. Mahlûkatın a’yân-ı sabiteleri tek, değişmez, değişmesine gerekte yoktur, nasıl kurgulandılarsa o şekilde devam etmektelerdir.
Fakat insân’ın a’yân-ı sâbitesi’nin muhteviyatı çok geniş, her esmâ-i İlâhiyye’den vardır. Ayrıca dışarıdan emr-i teklifi programıda vardır. Cenâb-ı Hakk’ın peygamberleri ile gönderdiği kurallara uyarsak tehlikelerden korunuruz. Böylece esmâlar’ın kontrolsuz çıkması önlenmiş olur. Kader’de mutlak ve muallâk olmak üzere ikiye ayrılıyor. Biz içimizdeki program ne olursa olsun bunu dışarı çıkarırken kaderi mutlaktan sorumlu değiliz. Kaderi bilmediğimizden tedbirlerimizi almalıyız.
Dostları ilə paylaş: |