Bismillâhirrahmânirrhîm.
(Doğdular, yaşadılar, öldürdüler, öldüler.)
Ana teması bu cümle olan malûm hikâye hakkında gelen bütün yazılardan, genelde bir eksiğimizin olduğunu gördüm. O da yazıların sadece “târîkat ve hakîkat” mertebesinden olduğudur. İbârenin zâhirinin “şeriat” mertebesinden olabileceğinin akıllarımıza gelmemiş olduğu anlaşılıyor. Demek eksiğimiz bu imiş. Hâdiselere sadece iç bünyeden bakmaya çalışıp dışarısının hukukunu yok sayacak bir anlayışa doğru yönelmiş olduğumuz gözüküyor. Aslında bütün mertebeler kendi bünye-lerinde geçerlidir, hiçbir mertebe diğer bir mertebenin hukukunu ortadan kaldıramaz. Yani zâhirî şeriat mertebesi dediğimiz mertebenin bâtınî “hakîkat” mertebesinden değeri az değildir. Şöyle bir sözü hepimiz biliriz.
“Vücûd birdir, ancak mertebelere riayet şarttır.”
Hâl böyle olunca, o zaman bütün mertebeler Hakk’tır ve hepsi aynı değerdedir. Çünkü bu mertebelerin biri olmazsa diğerleri de olmaz. İşte gerçek tevhîd, her mertebede, her mertebenin hakkını îfâ etmektir. Çünkü Hakk olarak halkedilmiş olan bu âlemlerin hepsi “Hakk” tır. Ve gerçektir.
Dostları ilə paylaş: |