GÖNÜLDEN ESİNTİLER
BİR HİKÂYE BİRÇOK YORUM
(5)
DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER,
ÖLDÜLER, HİKÂYESİ
NECDET ARDIÇ
İRFAN SOFRASI
NECDET ARDIÇ
TASAVVUF SERİSİ (76)
ÖNSÖZ
(BİR HİKÂYE BİRÇOK YORUM)
Herkese hayırlı akşamlar,
Bu seneki hikâye ve riyâzet çalışması (76-5 Doğdular, yaşadılar....) dosyasında verilmiştir. Ayrıca bayram hediyesi olarak iki kitap da gönderilmiştir. Vakit bulunca çevrenize haber verirsiniz. Ben de yine bu dosyaları alfabe sırasıyla göndereceğim. Hayırlı bayramlar, herkese selâmlar. Hoşçakalın. (23 Ekim 2012 21:10)
Bu hikâye ve değerlendirme dosya kitabımız, bu mail ile başlamaktadır. Cenâb-ı Hakk bitişini de nasip eder İnşeallah. Yazı göndereceklere de şimdiden başarılar ve zihin açıklığı niyâz ederim.
Selâmün aleyküm sevgili arkadaşlarımız, dostlarımız, muhiplerimiz ve evlâtlarımız,
(Bir hikâye birçok yorum) isimli istişâre-tefekkür değerlendirmesi olan çalışmalarımızın birincisi (25-1-Köle ve incir dosyası) hamdolsun neticeye erdi. İlgilenen ve fikir yürüterek cevap gönderen herkese teşekkür ederiz.
(Bir hikâye birçok yorum) isimli istişâre-tefekkür değerlendirmesi olan çalışmalarımızın ikincisi (27-2-Genç ve kıymetli elmas dosyası) hamdolsun neticeye erdi. İlgilenen ve fikir yürüterek cevap gönderen herkese teşekkür ederiz.
(Bir hikâye birçok yorum) isimli istişâre-tefekkür değerlendirmesi olan çalışmalarımızın üçüncüsü, (34-3-Bakara “inek” hikâyesi) hamdolsun neticeye erdi. İlgilenen ve fikir yürüterek cevap gönderen herkese teşekkür ederiz.
(Bir hikâye birçok yorum) isimli istişâre-tefekkür değerlendirmesi olan çalışmalarımızın dördüncüsü, (62-4-Bir ressam hikâyesi) hamdolsun neticeye erdi. İlgilenen ve fikir yürüterek cevap gönderen herkese teşekkür ederiz.
Şimdi bu çalışmaların beşincisi olan (76-5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi)’ne geçelim. Yine sizlere küçük bir hikâye anlatıp değerlendirilmesini isteyeceğim. Değerlendirmek isteyenlerden vakit buldukça düşünmelerini ve mâkul bir süre içinde cevaplarını bana göndermelerini bekliyorum. Daha evvelce de belirttiğimiz gibi bu bir imtihân değil, sadece düşünce yeteneğimizi geliştirme yolunda bir değerlendirmedir. Ne tür cevap olursa olsun makbulümüzdür. Gayemiz birer şahsî kimlik oluşturup, ben “neyim-kimim?” sorularına cevap bulmaya çalışmaktır.
Şimdi gelelim beşinci hikâyemize. Bu oldukça kısa bir hikâyedir. Vaktiyle memleketin birinde yaşayan bir padişah varmış. Bu padişah oldukça yaşlanmış. Bu arada, kendinin ve ceddinin hatıralarının ve savaşlarının kendilerinden sonraki nesillere ulaşması için, etrafındaki görevli tarihçi ve yazarları toplayarak bu hatıra ve savaşları yazmalarını istemiş.
Aradan epey bir müddet geçtikten sonra tarihçi ve yazarlar topladıkları bilgileri ciltlerin içlerine kaydetmişler ve padişaha getirip sunmuşlar. Bu süre içinde padişah biraz daha yaşlanmış. Yazılan kitapları bir hayli zorlanarak dinleyen padişah,“Hepsi güzel, ancak uzun olmuş, bunları biraz kısaltın,” demiş.
Bunun üzerine görevliler tekrar çalışmaya başlamışlar. Asıl olan metinden hâdiselerin değerlerine göre bazılarını çıkartarak daha küçük hacimli ciltler hazırlamışlar. Bu arada padişah biraz daha yaşlanmış. İkinci metni de dinleyen padişah, “Çok uzun olmuş, biraz daha kısaltın,” demiş.
Bunun üzerine, kitap tek cilde indirilmiş ve padişaha sunulmuş. Padişah onu da dinlemeye başlamış. Ancak daha da yaşlandığı için biraz daha kısaltılmasını istemiş.
Bunun üzerine görevliler bir sayfa üstüne dört kelime yazmışlar ve padişaha takdim etmişler. Padişah okuyunca, “şimdi olmuş,” demiş ve kısa bir müddet sonra da rahmetlik olmuş. Kendisine sunulan sayfada şöyle yazıyormuş: DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER.
Şimdi gelelim bu hikâyedeki soruya: “Eğer siz olsa idiniz kendi hayat anlayışınız içinde bu cümleyi nasıl düzenlerdiniz?”
Verilecek cevapların altında gerekçeleri de bulunacaktır. Yani “yeni cümle düzenlendikten sonra, bu cümlenin ne tür bir anlayış ve yaşam ölçüsü içinde yazıldığının belirtilmesi” gerekecektir.
Bu seneki ikinci kısa hikâyenin konusunu henüz kararlaştırmadığım günlerde idi... İstanbul’dan sonra Düzce ve Bolu’ya bir ziyaretimiz vardı. Oralara gittiğimizde evlâtlarımız Bu… ve Me…, bizi Düzce’nin Aydınpınar Köyü’ndeki balık çiftliğine balık yemeye götürdüler (19/06/2012). Teşekkür ederiz! Aydınpınar Köyü güzel, küçük, şirin bir köy idi. Balık yemeğini yedikten sonra yola çıkmadan önce abdest alıp öğle namazını kılmak için köyün küçük, güzel, mütevazi camisine girmiştim. Yalnız kıldığım namazım bittikten sonra, “bu seneki hikâyenin birinin kişilerin kendi hayat hikâyelerinden bir bölüm” olması yönünde gönlüme bir bilgi geldi. Böylece, yukarıda belirttiğimiz kısa hikâye ile bu bilgi neticesinde, bu seneki hikâye dosyamız iki konulu oldu.
“Bu seneki hikâyenin birinin kişilerin kendi hayat hikâyelerinden bir bölüm,” olması istenmektedir. Bu husûsta kim nasıl bir yazı yazarsa yazabilir. Bugüne kadar yaşadığınız hayatın küçük bir bölümünü bir hâtıra olarak yazabilirsiniz örneğin. Veya dikkatinizi çeken bir söz de olabilir. Ayrıca kimse için bir mecburiyet yoktur; isteyen soruların birisini cevaplar, isteyen ikisini, isteyen de hiçbirini cevap-lamaz, kendi bileceği iştir. Diğer tefekkür çalışmalarında olduğu gibi yine kişiler gizli kalacaktır.
Bu çalışmaların amacı sadece tefekkür ufkumuzu ve hayat görüşlerimizi geliştirmektir. Cenâb-ı Hakk her birerlerimize idrâk genişliği nasip etsin İnşeallah. Herkese başarılar dilerim. Şimdiden işleriniz kolay gelsin.
Şimdi bu seneki sistem içi tefekkür geliştirme çalışmalarından ikincisi olan küçük bir riyâzet ta’rîfine gelelim.
(10) Zilhicce 1433 (25 Ekim 2012, Perşembe), bayramın birinci günü.
(13) Zilhicce (28 Ekim, Pazar), bayramın son günü ve bir senelik seyr-ü sülûk’un da sonudur.
Muharrem’in ilk günü olan (15) Kasım 2012, Perşembe günü yeni senenin (Hicri 1434) seyr-ü sülûk başlangıcıdır. Buna (40) gün eklersek nihayeti (24) Aralık 2012, Pazartesi olur. İşte bu süre içerisinde nefs terbiyesi yapmak isteyenlere hayvanî gıdasız oruç tutmaları tavsiye edilmektedir. Oruçlara niyet edilirken, “en son kazâya kalmış orucuma,” diye niyet edilebilir ve böylece borçlar da kolaylaşmış olur. Cenâb-ı Hakk kabul etsin İnşeallah.
Belirtilen süre içerisinde herkes dilediği kadar, dilediği şekilde, kendi şartlarını da göz önünde tutarak, hayvanî gıdalı veya hayvanî gıdasız tutabileceği oruç miktarını ve şeklini seçer. Bir mecburiyet ve mesuliyet yoktur.
Her iki konuda da başarılar dilerim. Bunları çevrenize bildirip, oluşa-cak cevapları (3) ay içinde çevrenizden toplayıp bir dosya hâlinde bana gönderebilirsiniz. Cevap yazanların isim ve soyadlarını sadece ilk iki harfleri ile bildirirseniz yeterli olur.
Ayrıca birey olarak gönderdiklerim yazabildikleri cevapları kendileri göndereceklerdir.
Başarılar diler, sevgi ve muhabbetlerimi gönderirim. Bu vesile ile mübarek Kûrb’ân Bayramlarınız’ı da tebrik ederim. Herkese selâmlar. Hoşçakalın.
Terzi Baba: Necdet Ardıç, Tekirdağ.
**********
BİR HİKÂYE BİRÇOK YORUM
(5)
DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER,
ÖLDÜLER, HİKÂYESİ: (5/62)
*********************
Muhterem okuyucularımız. Önsözde ifâde edilenlerden sonra hikâye-ye gelen cevap ve değerlendirmeleri sırasıyla düzenleyerek bir kitap haline getirmek için gerekli çalışmalara başladım. Yazı gönderenlere teşekkür ederiz. Ayrıca yaptıkları riyâzet çalışmalarının da Hakk’ın indinde kabul görmüş olmalarını niyâz ederiz. Allah kabul eylesin. Böylece iki hayırlı iş ortaya gelmiş oldu. Okuyup faydalanmak isteyenlere de idrâk ve anlayışlar niyâz ederiz.
Bu vesile ile bir mevzû üzerinde yürütülen birçok fikirden birçok kimseler faydalanmış olacaktır. Yine bu sebep ile bir mevzûnun ne kadar değişik yönleri olabileceği görülmüş olacaktır. Böylece herhangi bir mevzû üzerinde karşı taraf ile gereksiz çekişmelere girmeyip, “onun da haklı olduğu tarafları olabilir,” iyi niyeti ve hoşgörüsü kazanılmış olabilecektir. Böylece belki daha hoşgörülü olacağımızdan, hayatımız daha stressiz ve huzurlu olabilecektir.
Bismillâhirrahmânirrahîm:
30 Ekim 2012’de ilk gelen bu cevap-değerlendirme mail’i ile hikâye kitabımızın oluşumu başlamaktadır. İnşeallah okuyanlar için de faydalı olur. Yazı gönderen arkadaş, dost, kardeş, ve evlâtlarımıza buradan da teşekkür ederiz. Cenâb-ı Hakk hizmetlerini makbul eylesin İnşeallah.
(1) Ze…. Ko…...
30 Ekim 2012 23: 54
Ve aleyküm selâm Ze…..ciğim. Ellerine, gönlüne sağlık. Hikâyeye ilk cevap senden geldi. Güzel olmuş. Cevapladığın için teşekkür ederim. Zuhûrâtına da uygun düşmüş. Hemen dosyasına aktaracağım İnşeallah. Cenâb-ı Hakk nice idrâklere erdirsin İnşeallah. Geçmiş bayramınız da mübarek olsun. Herkese selâmlar. Hoşçakal. Terzi Baba.
*************
Esselâmü aleyküm Efendim. Âcizâne yine birkaç satır karaladım. Bâkî selâm ve hürmetlerimle, Ze…… Ko……
*************
Esselâmü aleyküm muhterem Hakk yoldaşım, değerli büyüğüm,
Göndermiş olduğunuz yazılarınıza kalbî teşekkürlerimi sunarım. Hikâ-yedeki (Doğdular, yaşadılar, öldürdüler, öldüler) kelimeleri ile ilgili olarak başımdan geçen bir hâdiseyi konu aldım. Zâhirî ve bâtınî hâllerini bildiren şekilde de isimlendirdim.
Zâhirî = (Hırslandım) (Pişman oldum) (Temizlediler, akladılar) (Aslına gitti râzı oldu)
Bâtınî = (Emmâre) (Levvâme) (Mülhime ve Mutmeinne) (Râziye ve Merziyye)
Arzunuz üzere bunların hakîkatini de anlatıyorum...
Olaylı ve sıkıntılı geçen bir günün akşamında, istemeyerek ve gayri ihtiyarî olarak ağzımdan bazı kötü ve fenâ kelimeler çıktı, sonra pişman oldum. Gece dua ederek yattım. Rüyamda, gökyüzünde bir melek, büyük bir şeffaf ekranın karşısında duruyor. İnsanların bir gün boyunca yapmış oldukları konuşmalar, bu meleğin önündeki ekrandan sanki daktilo ile yazılmış şeritler hâlinde geçiyor, onun kontrolünden sonra Cenâb-ı Hakk’a iletiliyordu.
Bir ara, benim gündüz söylemiş olduğum kelimeler de yeşil renkte geçmeye başladı. Fakat sıra o kötü ve fenâ olan kelimelere gelince, derhal kırmızı renk oldular. Görevli melek yazıları durdurup, kırmızı kelimeleri aradan çıkararak, o gün söylemiş olduğum diğer güzel ve uygun kelimelerden seçip, oraya yerleştirdi ve bir üst makama gönderdi. Sonsuz bir sevinç içinde uyandım. “Ya o kötü kelimeler yukarı çıksa idi ve Rabbim onları görse idi, hâlim nice olurdu?” diyerek şükr-ü secdeye kapandım. Tövbe ve istiğfar ettim. Rabbime şükrettim. O meleğe de teşekkür ettim.
Günlerden pazardı. Öğlen namazından sonra içimden Kûr’ân okumak geldi. Kûr’ân-ı Kerîm’i elime aldım. Hangi sûreyi okuyayım diye düşünür-ken elim gayri ihtiyarî bir sayfa açtı. Karşıma Fâtır Sûresi 10. âyet geldi: “Kim izzet ve şeref sahibi olmak isterse bilsin ki, bütün izzet ve şeref Allah’ındır. Güzel sözler ancak O’na yükselir. O güzel sözleri de sâlih ameller yükseltir.” Hayretler içinde kaldım. Bu bir tesâdüf olamazdı.
Kûr’ân-ı Kerîm’i kapatıp tekrar rastgele bir sayfa açtım bu kez de En-Nûr 21: “Ancak Allah dilediğini temize çıkarır. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilendir.”
İşte başımdan geçen bu olay fakîre Fâtır Sûresi’nin 10. âyetinde geçen bahsin zâhirî ve bâtınî esrarını gösterdi. Demek ki Cenâb-ı Hakk’a ancak güzel sözler ulaşmaktadır. Bu nedenle Zâhirî ve Bâtınî olarak isimlendirdim.
Zâhirî = (Hırslandım) (Pişmân oldum) (Temizlediler, akladılar) (Aslına gitti râzı oldu)
Bâtınî = (Emmâre) (Levvâme) (Mülhime ve Mutmeinne) (Râziye ve Marziye)
Eğer bu fakîr Uşşâki yolunda seyretmemiş olsaydı o kırmızı kelimeler silinmezdi. Öbür taraftaki hal-i perişanımı ta’rîf etmek dahi mümkün olmazdı. Cenâb-ı Hakk (c.c.) bizleri defter-i Uşşâkiyye’ye kaydedenin elini öperek huzûrunda bulunmayı nasip etsin. Nazar-ı iltifatlarına mazhar olduğumuz, El-Hacc Müderris Muhammed Hazmi TURA Efendi Babamız (k.s.) ve elimden tutan (Allah’ın Mustafâ’sı) halîfesinden râzı olsun. Himmetleri daim var olsun.
En güzel salât-u selâmlar iki cihan serveri şefâatkârı Ahmediyemiz olan aziz peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’e, eşlerine, oğullarına, kızlarına, torunlarına ve bütün soyunun üzerine, cümle nebatatın ve yağmurların tanelerinin mislilerince dünya ebediyete kadar durdukça daim olsun.
26 Ekim 2012 Cuma, Kurb’ân Bayramı.
Gönderdiğim bu yazının kabulünü varsa hatalarının da düzeltilmesini rica eder, hayır dualarınızı beklerim.
Ze….. Ko…..
(2) RE: Hikâye çalışması
Öm…….. Er…… 31 Ekim 2012
Aleyküm selâm Öm… Bey kardeşim. Gönderdiğin yazını aldım. Güzel olmuş, ellerine, diline sağlık. İlgilendiğin için sağolasın. Cenâb-ı Hakk idrâk ve irfâniyetini arttırsın. Üzerinde olan gelişmeleri sen de farketmeye başlamışsın. İşte mühim olan gözümüzün önünde olup da farkına bile varmadığımız şeylerin farkına varmak. Hayâlde yaşamak başka, gerçek olarak yaşamak başka şeydir. Bunun için de evvelâ kendimizi bilmemiz gerekmektedir. Zuhûrâtlarınızı başkasına anlatmanız doğru olmaz, çünkü onlar şahsa mahsustur hiçbiri diğer birine uymaz. Onları bize anlatırsınız gereği neyse bakılır. Belki daha ilerilerde imâlı olarak başkalarına da misaller olarak anlatılır. Bazı mevzûları ise aklı erecek gibi olanlarla paylaşabilirsiniz, ancak zâhir ehliyle, mevzûların tevhîdle ilgili mühim kısımlarını dinlemeye hazır hale gelmedikleri müddetçe, paylaşılması belki sakıncalı olabilir. Süt çocuğuna et yedir-ilmeye kalkılırsa ona zararlı olabilir. Cenâb-ı Hakk her türlü işlerinizde başarılar nasip etsin İnşeallah. Hoşçakalın. Terzi Baba.
*************
Selâmün aleyküm.
Rabbimiz’e sonsuz hamd-ü senalar olsun. Salât ve selâm Efendimiz ve yegâne şefaatçimiz Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) ve âl ve ashabı-nın üzerine olsun...
1- ÖLDÜLER, DOĞDULAR, ÖLDÜRDÜLER,YAŞADILAR
Mânâ âleminde öldüler, (Ellezi halâkal mevte vel hayate), madde âlemine doğdular. Ve madde âleminden tekrar mânâ âlemine çıkmak için madde âleminde kendilerine bu çıkışı engelleyecek olan şeyleri öldürdüler. Yani, nefsânî arzu ve heveslerini, nefislerindeki benliği ve kötülükleri öldürdüler. Hakk ile Hakk’ta dirildiler ve geldikleri âleme geri dönüp orada yaşamaya başladılar. Yani ölmeden önce öldüler. Ölmeden evvel ölenler, nefsî arzularını hayatta iken terk etmeyi başarıp, Allah'ın küllî irâdesine tâbi olurlar. Benlikten kurtulurlar. Ölünün ise benliği olmaz. Ölmeden evvel ölmenin sırrına erenler, ölümü hayatta iken geçmişlerdir. Mesnevi’deki ölü taklidi yapan papağan hikâyesindeki papağanın dediği gibi: Yaşamak için ölmek gerek.
2- Mesnevide şöyle bir beyit okudum: “Kullarını kınamak Sana yakışır. Çünkü kusursuz olan yalnız Sen’sin.”
Bu beyit bende şok etkisi yaptı. Düşünmeye başladım. Bugüne kadar bunu nasıl görememiştim? Nasıl bu kadar basit bir şeyi anlayamamıştım? Demek ki okuduğumu tefekkür etmeden okuyup geçmişim. Birden bugüne kadar insanlara karşı ne kadar yanlış baktığımı ve onları nasıl yanlış değerlendirdiğimi anladım. En az onlar kadar kendi hatalarımın da olduğunu gördüm. Bu şekilde onları kınamakla veya beğenmemekle kendimi beğendiğimi anladım. Durup düşündükçe kendimde büyük bir benlik duygusu olduğunu idrâk ettim. Gerçek kusursuzluğun yalnız Cenâb-ı Hakk’a ait olduğunu, O’nun benim binlerce kusur ve günahımı örttüğünü ve bunun farkında bile olmadan yeryüzünde rahatça dolaştığımın farkına vardım. Eğer O bunları örtmeseydi şu an insanlar arasında nasıl gezerdim.
Hayretle ürperdim ve “evet kusursuz olan ancak sensin ya rabbi,” dedim. Ve “bundan sonra hiç kimseyi kınamak yok; kınanacak biri varsa o da ancak kendi nefsimdir,” dedim. Tabii sadece dili değil gönlü de tutmam gerektiğini anladım. Evet dili ve gönlü tutmak, işte işin sırrı bu. Peki yapılan yanlışları onaylayacak mıydık? Hayır! Demek ki onlara dua etmemiz gerekiyordu. Onları bu halden kurtarması için, bizi de bu duruma düşürmediği ve düşürmemesi için dua etmemiz….. Büyüklerin sünneti herhalde bu idi. Çünkü hem kendimiz, hem de onlar her an bir hata ve isyan üzerinde idik. İşte bu yolun büyükleri kimseyi kınamazlar ve ayıplamazlar, çünkü onlar halk içinde Hakk ile beraberdirler. Bize de onlara tâbî olmak yakışır. Tabi ki hissetmek ayrı bir şey hissettiğini yazabilmek ve anlatabilmek ise daha ayrı bir şey. Bize bu duyguları lütfeden Rabbimiz’e hamdolsun….
Efendim, göndermiş olduğunuz mail’e cevap vermeye çalıştık, bizlere bu imkanı sunduğunuz için müteşekkirim. Ayrıca mahzuru yok ise bir mesele sormak istiyorum: Gördüğümüz zuhûrâtları veya gönlümüze gelen duyguları, ilhamları başkaları ile paylaşmanın bir sakıncası var mıdır? Her şeyi herkese anlatmak sakıncalı mıdır?
Rabbim’den sizlere sevdiklerinizle birlikte hayırlı ve uzun ömürler temenni ediyorum, sizi başımızdan eksik etmesin, hürmet ve saygı ile ellerinizden öpüyorum…..
(3) RE: YENİ HİKÂYE İLE İLGİLİ YORUM..
Me…… Yi……. 1 Kasım 2012 11:26:08
Hayırlı günler Me…..çiğim. Yazın oldukça güzel olmuş, ellerine, diline sağlık. Cevaplar gelmeye başladı. Seninkini de dosyasına aktaracağım İnşeallah. Herkese selâmlar. Hoşçakal. Efendi Baban.
Not: Bu pazar Kavacık’ta aynı yerde, İstanbul sohbetleri başlıyor.
*************
Efendi Babacığım,
Bence bu cümle hikayedeki ile aynı kalmalı.
Beşerî kimliğinden soyunan şahıs, bu maddi dünyanın anlamından (düşüncede) ölür, İnsân-ı Kâmil’in gönlünde gerçeğe doğar (doğdular 1). Ancak İnsân-ı Kâmil ile, onun yapısına nüfuz ederek, onunla bütünleşerek, gerçek anlamda yaşamış olur (yaşadılar 2). Zâten yaşayan tek şey İnsân-ı Kâmildir. O Hakk’ın gölgesidir. O ölü bedenlerde hayat olarak zuhûr eder, belirginleştirir kendini. Sonra tek yaşayan gerçeğe, yani İnsân-ı Kâmil’e, Allah’a katılan ya da İnsân-ı Kâmil’in, yaşamayı seçtiği zuhûr mahalleri İnsân-ı Kâmil adı altında, diğer Esmâ-i isimleri, varlık isimlerini öldürmeye devam eder ve tekliğe isimlerinden hiç olmaya soyundurur (öldürdüler 3). Bundan sonrasında “neden, niçin?” kalmaz. Ulaşılamaz hiçliktir. Susmanın yeridir. Bilinmezliktir. Anlam kaybolur (öldüler 4). Doğdular, yaşadılar, öldürdüler, öldüler. Elbette gerçek seninle açığa çıkar ve biz de gerçeği yaşar ve öğreniriz.
Kendi hayatımdan ilginç bir anekdot var. Bu aslında benim şahsî, beşerî düşüncemle, egomla ilgili değil. Bilmiyorum, belki peygamberlerin hayat derslerinde geçiyordur anlamı, ama bulamadım. Artık merak etmiyorum. Ancak şu aklıma geldi: Bugüne kadar hayatımda 6 kez yer ve adres değişikliği yaşadım ve her seferinde oturduğumuz evin çok yakınlarında Yiğit isminde ufak bir çocuk yaşamakta idi. Şimdi de böyle. Bu tesâdüf olabilmek için fazla sıradışı. Zâten tesâdüf diye de bir şey yoktur. Aslında çok da önemli bir şey değil ama bu hep dikkatimi çekmişti, paylaşmak istedim. Âcizliğimle saygılar dilerim, sevgi dolu babam. Me….. Yi…….
(4) RE: BU SENEKİ HİKÂYE.
Zü….. Bi…. 17 Kasım 2012 00:24:45
Doğdular, öldürdüler, öldüler, yaşadılar: Şeriat ehlinin hakîkatına vakıf olmadan tabii yaşantısı.
Öldürdüler, öldüler, doğdular, yaşadılar: Kişinin varlığının Hakk’ın varlığı olduğunu anlaması ve varlığının üzerinde hüküm kuran zannî duygularını öldürmesi sonucunda var zannettiği benliğini öldürmesi ve böylece Hakk ile dâim yaşaması. Diğer bir deyişle dervişin Hakk’ta fâni olması.
(5) RE: BU SENEKİ HİKÂYE ÇALIŞMASI.
As….. Be….. 23 Kasım 2012 19:37
Hayırlı akşamlar As…. Kızım. Birilerini güzel ta’rîf etmişsin. Eline, diline sağlık! İsmini gizleyerek yazını dosyasına aktaracağım. Cenâb-ı Hakk her türlü işlerinde kolaylıklar nasip etsin İnşeallah. Selâmlar. Hoşçakal. Efendi Baban.
*************
Efendi Baba ve Nüket Anne,
Hürmetler eder ellerinizden öperiz. Selâm ve dua ile...
ÖZLEDİ, YAŞADI, ARADI, KAVUŞTU....
Bir sonbahar günü bir kız çocuğu her bebek gibi ağlayarak geldi bu dünyaya. İsminden mi bilinmez, hep bir sıla özlemi duydu, yaşamı boyunca. Sâkin, sessiz, aynı zamanda yaramaz bir çocukluk dönemi... Arkadaşlarını daha çok kimsesiz ve fakirlerden seçerdi. Çingene olsun, işçi olsun... Nedense onları severdi hep. Hatta yüzü yaralılar, sakatlar vs. Onlara yaklaşırdı, sanki içindeki yaraları onlarda görürcesine. Henüz çocuk yaşlarda aynanın karşısına geçer, bedenin arkasında ne var diye merak ederdi. Uzun uzun bakar ve düşünürdü.
Anne-babası ve bir de ablası ile 14-16 yaşlarına kadar yaşadı. Anne-babasının ayrılığı sonucu sadece annesi ile yaşamaya devam etti. Tabi yaşamı bundan sonra iyice değişti, çünkü artık sorumluluk alması gerekti. Artık babası yoktu hayatında, terkedilmişti.
Ve lise yıllarında ilk arkadaşı ile tanıştı. 20 yaşında evlendi ve bir oğlu oldu. Her şey çok güzeldi. Lâkin eşi, “size bakamıyorum,” diye terketti, o sıla özlemi çekerek doğan kızı. Şimdi daha da fazla sorumluluk alması gerekiyordu, çünkü bir de oğlunun sorumluluğu vardı. Henüz 2,5 yaşındaki oğlu ile yalnızdı. Takdir-i ilâhî. Yaşamının bu yıllarında okumaya başladı. Sormaya başladı tekrar, çocuk ikenki suallerini... “Ben kimim,” diye. Eğitimlerini aldığı beden ile farkındalık ve nefes çalışmalarına başladı. Yıllarca verdiği derslerden gelen parayla hem oğluna hem evine baktı. Ne günler geçti! Çevresinin beğendiği, takdir ettiği bir anne ve eğitmen olmuştu. Kendini tanımak, nefes ile farkındalık ve beden hareketleri ile hastalıkları iyileştirmek üzerine çok farklı eğitimler vermekteydi. Yaptığı çalışmaları iş gibi görmüyor, zâten hayat amacı olarak severek yapıyordu. Lâkin özlemi vardı. O özlemi yaşadığı hiçbir şey dindiremiyordu. Yıllar geçti özlem içinde.
Ve sene 2006. Mevlâna Hazretleri’ne ilk ziyaret... O günden sonra her şey değişti. Önce Kûr’ân okuma (meâlden de olsa) isteği duydu, sonra ibadetler, farzlar. Her sene Konya’ya gider oldu. Hatta bir sene 5 defa gitti. Yaşamına çok şey gelirken, çok şey de çıkmaya başladı. Zararlı ne varsa gidiyordu yavaş yavaş, kullanılmayan eşya gibi. Kendiliğinden olmakta idi, hiçbir zorlama olmadan. Misal, denize girmeyi güneşlenmeyi severken, bu his giderek yerini örtünme hissine çevirdi. Tabi yaşamındaki bu değişiklikler çevresinde çok yadırgandı. Eleştirildi, hatta horlandı, hem de en yakınları tarafından...
Ve sene 2009. Bir tanıdığı Yıldız Parkı’nın oraya yolladı, “ziyaret et Süreyya makamını,” diye. Ve oradan yerde bulduğu bir yıldız ile döndü eve. Ardından aynı kişi Uşşâki Hazretlerine yolladı “ziyaret et,” diye. Tam o sıralarda internette İslâm ve Tasavvuf sitesi ile tanıştı. Tam 3 yıl soruları Murat Bey tarafından cevaplandırıldı, Allah râzı olsun. Ve Terzi Baba... Terkeden baba, terkeden eş, hepsi bu kapıdaydı. Zâten terk eden de yoktu ki. Hepsi zannımda idi. ÖZLEDİM hep, neyi özlediğimi bilmeden. YAŞADIM rüya âleminde. Baktım ki bu rüyalar gerçek değil, o zaman ARADIM. Ararken çok hatalar yaptım düştüm kalktım zannımca. Ve inşeallah KAVUŞAN’lardan olur, sıla hasreti çeken o rûh.
Dostları ilə paylaş: |