GöNÜlden esiNTİler bir hiKÂye biRÇok yorum (5) doğdular, yaşadilar, ÖLDÜRDÜler



Yüklə 1,01 Mb.
səhifə4/16
tarix28.10.2017
ölçüsü1,01 Mb.
#17893
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

*************

Hayırlı akşamlar Efendim,

Nüket Annem’in ve sizin ellerinizden öpüyorum. Efendim, bu seneki hikâyeyi okudum, şöyle bir düşünce oluştu: Mutlak vücûd, sıfat ve isimleri ile şehadet âlemine tenezzül ettikten sonra  İnsân-ı Kâmil’de vuku buldu. Hikâyedeki padişah “Zât-ı Mutlak’tır,” diyebiliriz. Değiş-meyen Kûr’ân’dır. Kûr’ân da zât olduğuna göre ve bütün mertebeleri kuşattığına göre değişmeyen kâinat kitabıdır.

Birinci kitap aynen sabittir değişmez. Kısaltmalar, ilâhî emaneti taşıyan İnsân-ı Kâmil’in ef’al, esmâ, sıfat ve zât mertebeleridir. Zât-ı Mutlak, Vâhidiyet, Rahmâniyet, ve Rububiyet yani esmâ cennetine indirilerek buraya kadar Hakkani elbiseler giydirilmiş iken, esmâ âlemi şartlarına göre uyumlu toprak bedenlerimizle mahlukiyet mertebesine indirilmiş olduk. Beden arzında nefsani benliğimizle hapsolduk. Kendimizi beden kabul ettik, nefs-i emmârenin hükmü altına girdik. Bu emredici nefsin hükmünden kurtulmak için nefis tezkiyesine girmek gerekir. Bunlar da yapmış olduğumuz savaşlardır. Geçtiğimiz “sırâtel mustakîm” 7 nefis turlarıdır. Her tur, benlik yükünü hafifletip perdeleri kaldırır. Öze, hakîkatimize doğru yol alırız. Tarihçinin tanımını kitaplar şöyle veriyor: “Tarihi seven, okumayı seven tarihin salt ezber olmadığının farkına varmış ve farkında olduğu gibi tarihi yaşayan, olayları abartmayan, sanıldığı gibi geçmişine sarılmayan, sarılmaması gereken, gelecek için geçmişten yola çıkarak bu günü irdeleyerek sağlam bir köprü oluşturmaya çalışan, çalışması gereken, şahıs, şahıslardır.”

Yani düşünebilen olabilmek. Bu da ancak akılla olabilir. Hikâyedeki sıralamayı, “doğdular, yaşadılar, öldüler, öldürdüler,” olarak sıralıyorum. İlâhi ilim uyanıklılık, yani hayattır. Kendini bilme ilmidir. Kişinin gerçek kimliği ile yaşamını ebedi olarak sürdürmesine vesile olur. Gerçek doğuş, Âdemiyyet mertebesinin tahakkukuyla gerçekleşir. İnsana farkındalık ve irfâniyet kazandıran seyir merdivenlerimizin ilk basamaklarıdır. Doğmak bilinçlenmek demektir. Efendi Babamız’ın dediği gibi:

Düşündün mü hiç kardeşim.



Bu âlemde nedir işin?

Dünyaya gelişi sebebin.

Âdem olmakmış meğer.”

Bizim ceddimiz, atamız Âdemiyetimizdir. Bu doğuşla yaşam faaliyete geçer. Hikâyedeki hatıralar, peygamberlerle ilgili hâdiseler, bizlerin manevî yolculuklarımız, yaşamımızdır. Beş hazret mertebesi Sıratullah’ tır. İzâfî varlığının ortadan kalkması neticesinde Hakk’ın olan varlığını gerçek hâli ile idrâk edip bütün varlığında onun hareket ettiğini ve onunda kendinden başka bir şey olmadığının idrâki ve bu Hakkani vasıfla yaşanılmasıdır. Efendi Babam’ın, “Benzersin” adlı şiirindeki dörtlükle yazımı tamamlamak istiyorum:

On sekiz bin âlemin özünden,

Bakar görür isen Hakkın gözünden,

Konuşursan hep Kûr’ân’ın sözünden,

İşte o zaman İnsân-ı Kâmil’e benzersin.

Gerçek kimliğin ortaya çıkınca,

Zâhir bâtın, evvel, âhir bir olunca,

Bütün âlemde kendini bulunca,

İşte o zaman o zaman işte, kendine,

Zâtına özüne, Rahmân’a benzesin.”

İşte bu kişiler ancak istek ve kâbiliyette olanları kendi geçtiği yollar-dan geçirerek Hakk’ın huzûruna mir’ac ettirmeye çalışırlar. İzâfi varlıkları ölmüş, yerini Hakk’ın varlığı kaplamıştır. Yani doğdular, yaşadılar, öldü-ler, izâfî varlıkları öldü, böylece bu yolculuğa başkalarını ulaştırabildiler.



*************

İkinci soruda kendimizden örnekler isteniyor. Gönlümden gelen birkaç nükteyi sizlerle paylaşmak istedim. Kendini var kabul etmek,  benlik ile yaşamaktır. Bu da Allah’tan perdelenmeyi getirir ki insanın kendine yapacağı en büyük zulümdür. Kendini Allah’tan (c.c) ayrı saymak ikiliğin işaretidir. Vehim ve vesvese izâfî benliği doğurur. Oysa ki hakîkatimizin Allah (c.c.) esmâsı olduğunu yakînen idrâk ettiğimizde müslimlerden oluruz. Müslimler teslim olmuşlardır. Yani benlik iddiasın-dan kurtulmuş, varlıklarında ortaya çıkan fiillerin Allah’ın (c.c.) esmâ ve sıfatlarının tecellîsi sonucunda gerçekleştiğinin farkına varmış, bu şuurla yaşarlar. Böyle bir yaşantı “Lâ ilâhe illâllah” tevhîdinin idrâkını gönlü-müze açar. Dil ile söyler, gönül ile tasdik ederiz. Z. Ü.

Varsa üzerinde iyi bir hâl şükret ve öyle kal.

Nefsin kölesi olmaktansa Allah’ın (c.c.) kulu olurum. Nefis insanı ateşe, kulluk cennete ve cemâle ulaştırır. Acırım benlik iddiasıyla yaşarken fiziki ölümü tadanlara. Dünyanın en güzel kıyafeti kefen ile ihramdır. Beyaz kefen safiyet mertebesinin temsilidir. Arınmış nefisle Hakk’a yöneliştir. Bal arısı gibi çalışkan ol. Onun cüssesi küçük görünür göze, ürettiği şifa verir sayısız derde. Nasıl sayısız çiçekten tat alıyor ise, sen de manevî yolculuk için doldur gönül kabını. Bal arısının kusmuğu bal, seninki Kevse olur, Maide olur, ilm-i ilâhî olur, yolculara dervişlere şifa olur, dertlerine deva olur, menzile giden yol olur. Havâi nefis inciyi boyna taktırır, benimki seninkinden büyük diye hava attırır. İnciyi takmaktan gaye inciyi üretebilmektir paye. Allah (c.c.) dostunu bulunca ayrı düşürme. Yüzünü öteye gayrı düşürme. Dünyanın çekim gücünden kendini kurtar ki nefsani yaşamdan kurtulup nûrani yaşama doğru yüksel. Dervişin azığı, yol arkadaşı, ihlâs, sabır, itaat, sevgi, paylaşım, hoşgörü, samimiyet, hayâ, edeptir. Allah’tan korkmaktır. Bu sermaye ile yola çıkan derviş, bir bakar özüne, hakîkatine ermiş. Her nefes bir servet inan. “Geçen gitti, gel arkadaş, kalanı etme ziyan,” diyerek yazıyı noktalıyorum. Gönlümüzdekileri aktarma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederiz Efendim. Hayırlı geceler. Kızınız Z…. Ü……





(14) RE: SİZ OLSAYDINIZ.

İr……. Ak…… 25 Aralık 2012 11:57

Hayırlı günler İr…..cığım. Aleyküm selâm. Mail’ini aldım. Dosyanı indirdim, okudum. Yazıların güzel olmuş, eline, diline sağlık. Kitaptaki yerine kopyalayacağım İnşeallah. Bu vesile ile çevremizdeki kişilerin gönül âlemlerinde nerelere geldiğini de anlamış oluyoruz, Rabbımız’a şükrederiz. Herkese selâmlar. Hoşçakal. Efendi Baban. 



*************

Esselâmün aleyküm ve Rahmetullahu ve Berekâtühü.

Muhterem ve aziz Sultanım’a âciz takdimimdir.

Her birerlerimizdeki tefekkür ve düşünce âlemlerimizin ufuklarında ilâhî hakîkatlerin doğmasına ve o hakîkatlerin içinde seyr edilerek yaşanabilmesine vesile olması maksadıyla bu fakîre de gönderme lütfunda bulunduğunuz, "Siz olsaydınız," adlı hikâye ile ilgili olarak lâyıkı vechile olmayan âciz çalışmayı âtideki ek yazıyla cemil görüşlerinize sunuyorum.

Doğru ve isabetli ise Rabbim’dendir. Yanlışlık, hata, kusur ve noksan-lık nefsimdendir. En kalbi muhabbetlerimle mübarek ellerinizden sırran öper, Siz ve Sultân Annemiz’e de hürmetlerimi arz ederim.

Aşk-ı niyaz ederim Sultanım.



*************

ÖLDÜRDÜLER-ÖLDÜLER-DOĞDULAR-YAŞADILAR

“Eğer siz olsaydınız, kendi hayat anlayışınız içinde kelimeleri nasıl düzenlendirdiniz?” sorusunun cevâbına mesned olacak husûsusiyetler olarak:

İlâhi hakîkatleri müteselsilen bizlere kadar ulaştıranlardan öncelikle, Allah (c.c) râzı olsun. Muhyiddin İbnü’l-Arabî Hz.’lerinin Tedbirât-ı İlâhiyye adlı eserini şerh eden A. Avni Konuk Beyefendi kitabın bir bölümünde şöyle bir izahatla: ”Malûm olsun ki, her bir nefs kendi a’yan-ı sâbitesinin gölgesi ve o a’yan-ı sâbite dahi bir ism-i ilâhî’nin gölgesidir. A’yan-ı sabite hangi ilâhî ismin gölgesi ise o ilâhî ismin hazinesinde meknuz bulunan ahkâm ve asar bu âlemi kevn’de kendisinin gölgesi olan nefste zâhir olur. Ve kazâ-yı ilâhî abdin ayn-ı sâbitesinin lisan-ı istîdâd ile vaki olan talebi üzerine nâzil olur,” diyerek bizlere bir ve bir’e ait hakîkati ihbar etmektedir.

Küçük bir not; Zât’ın gölgesi olan a’yan-ı sâbite, 5 derya olarak tesmiye olunan Hazarât-ı Hamse’nin mücmel hâlidir. A’yan-ı sâbite’nin gölgesi olan nefs ise, 7 deniz olarak tesmiye olunan Nefs mertebelerinin mücmel hâlidir.

Eğer siz olsaydınız.......ifadesindeki (siz) bireysellik ve birimselliğin sahası, Rabb-ı has olan ism-i ilâhî’nin, gölgesinin gölgesi mesabesindeki nefs mertebesinin etki sahasına ait bir değerlendirmeye ait olduğu görülmektedir. Bu mertebede, hikâyeye konu olan; “Doğdular-Yaşadılar-Öldürdüler-Öldüler” kelimeleri ile ifade edilen idrâk yaşantısı ve oluşumlar, abdin/salikin lisân-ı istîdâd ile vâki olan talebi üzerine vücûd bulur.

7 denizi geçip, İbrâhîmiyet mertebesindeki, “Eslemtü lirabbil âlemiyn” teslimiyet idrâkiyle, 5 derya’ya yelken açan salik/abd bu idrâk ve yaşantıların şuurunu ancak kendi nefsinin, a’yan-ı sâbitesi mesabesindeki mürşidinin gönül ayinesinden alarak seyr-ü urûcunu yaşamaya başlar. Çünkü gerçek mânâda Hakk talibi sâlik, mürşidinin gölgesi mesabesindedir.

Tecellîyi ilâh-i olan celâli tecellîler ile öldürürler ve ölürler, cemâli tecellîler ile doğarlar ve yaşarlar. (O ki ölüm ve hayatı hanginizin daha güzel davranacağını denemek için halk etti.....67/2 Mülk Sûresi/2. âyeti) İlâhi tecellîler hiçbir an kesilmeden devam eder.

- Nefsani, bireysellik ve birimsellik anlayışlarını öldürdüler.

- Hakk’ın varlığında fâni olduklarını idrâk ederek öldüler.

- Fenâ ile Hakk’ın varlığında kendi hakîkatlerine doğdular.

- Hakk’ın varlığı ile bâkî olarak yaşadılar.

Bakâbillah yaşantısına ait bir husûsiyeti ilme’l yakîn olarak sizlerle paylaşmanın faydalı olacağı kanaatiyle arz etmek istiyorum. Gerçek yaşantısını ehli bilir.

Mahmûd Şebusteri’nin Gülşen-i Raz adlı eserin şerhinde şâri A. Avni Konuk bu hakîkati şöyle ifade etmektedir: (sayfa 132)

“Zât-ı, ef’al, esmâ ve sıfat ile bilmek isteyen kimseler rüyada vakı’a gayr-ı mutâbık bir takım hayâlât gören şahsa mümâsildir. Ef’al, esmâ ve sıfatı Zât ile bilen kimseler ise vakı’a mütabık olarak meşhud-i hakikiyi gören uyanık kimseye benzer.”

Allah doğruyu bilir ve doğruya iletir.

Hayat hikâyelerinden bir bölüm ile ilgili olarak da haddimiz olma-yarak ifade etmek gerekirse:

Bu fakîr için, fakîrin hayatına dair en önemli, en değerli ve kıymetdar oluşum: ”VE NEFAHTÜ FİHİ MİN RÛHİY” âyet-i celilesi sırrınca, venefahtü ile Cenâb-ı Hakk’ın ve venefahtünün zuhûr mahali olan Efendi Babam’ın hakîkatine seyr ile, onun paki gönlünden neş’et eden kendi hakîkatimize dair irfâniyete, kazây-ı ilâhîde takdir edildiği (A’yan-ı sâbite olarak lisân-ı istîdâdımızla taleb ettiğimiz) kadarıyla nasipdar ve tanış (arefe) olmamızdır.

El hamdülillahi rabbil âlemiyn. Hazâ min fadli rabbiy.

Doğru ise Rabbim’dendir. Yanlış, eksik, hata ve kusur nefsimdendir. Bende-i Kenz-i İr…….





(15) : RE: "76-5-DOĞDULAR YAŞADILAR..." HİKÂYESİ İLE İLGİLİ YORUM.

Em….. Ak….. 28 Aralık 2012

Hayırlı günler Em…..ciğim. Hamdolsun iyiyiz. İnşeallah sizler de iyisinizdir. Hikâye hakkında değerlendirmelerin güzel olmuş, ellerine, diline sağlık.

Zuhûrâtın da güzel. Özetle, deniz yolculuğu güzel, ilim deryasında ilerlemektir. Eski medeniyet, eski bilinen beşerî bilgilerinin yıkılmış, hükümsüz bazı artıklarının kalmış olmasıdır. Güneşin yavaş yavaş küçülüp yok olması, (Necm) yıldızında ifade edildiği gibi, benlik yıldızının ortadan kaldırılması gibi, benlik güneşinin artık hükmünün sonuna geldiği şeklinde düşünülür. Sönmekte olan nefis güneşini arkaya almak, gerçek Nûr-u Muhammediyye’ye dönüp ulaşmak ve nefsin kıyametinin kopmasıdır. Daha sonra onun da gitmesi, ancak yine deryadan Nûr-u Muhammedî’nin tekrar doğması olarak düşünülür ve ne kadar gerçek bir yaşam ifadesi olduğu görülür. Oldukça ilgi çekici ve ibret verici bir zuhûrâttır. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasip eder İnşeallah. Herkese selâmlar. Hoşçakal. Efendi Baban.

NOT=Daha sonra göndereceğin zuhûrâtlarında hangi derste olduğunu da yazarsan iyi olur.



*************__11.12.2012_tarihli_zuhûrât'>*************

Muhterem Terzi Babacığım,

Şüphesiz ki; hatalı, kusurlu, eksik ifade edilmiş ne varsa nefsimiz-dendir. Doğru ifade edilmiş ne var ise Rabbim’dendir. Padişah hikâyesi ile ilgili olarak yapmaya çabaladığım yorumu ekli olarak gönderiyorum.

Ayrıca 11.12.2012 tarihinde bu fakîre gösterilen zuhûrâtı da sizinle paylaşmak isterim. Onu da ayrı bir döküman olarak ekliyorum. Elleriniz-den hürmetle öper, selam ve muhabbetinize sarılırım.

Em….. Ak……

*************

“Âdemî mânânın kişinin hayâl cennetinden beden mülküne inmesi ile Âdemiyyet’in âlemlerde başlı başına bir inkılâp olması ve kişide manevî hakîkatlerin idrâkinin başlaması doğum hâdisesi olarak kabul edilebilir.

Bu hakîkatler üzere yaşamını sürdürmesi, sırâtel mustakîm üzere seyr-ü sülûk’unu takip etmesi ve nefis mertebelerinden geçerek mir’acını gerçekleştirmesi ise gerçek yaşam evresidir. Bu yaşam evresini tek başına kendi çaba ve gayretiyle geçmesi mümkün olmayıp, muhakkak ki bir yol göstericinin (mürşid-i kâmilin) kapısında bulunup eteğine sarıl-ması lazımdır.

Nefis mertebelerinden geçerek tevhîd ehli olmaya namzet olan kişi artık mürşidini de öldürüp (mürşidlik vasfını aradan kaldırıp) Hakk’tan gayrı varlık olmadığını ve ne yöne dönse onun bir yüzü ile karşılaşacağı idrâkine varmış olur. Bu idrâklere varmış kişi ise ölmeden evvel ölmüş hükmündedir.”

26.12.2012 Em….. Ak……, Küçükyalı

*************

11.12.2012  tarihli zuhûrât

Muhterem Terzi Babacığım. Bu fakîre gösterilen zuhûrâtın dilimiz döndüğünce ta’rîfini sizinle paylaşmak istiyorum. Arz ederim.

Gece vakti bir grup insanın içinde olduğu bir otobüs ile yolculuk etmiş ve sahil kenarı bir beldede durmuşuz. Otobüsten inip deniz kenarına doğru yürüdüğümüzde eski bir medeniyete ait birtakım tarihi eserlerin kalıntılarına rastlıyorum. Yüzümüz denize dönük olduğu istikamette, ufkun biraz üzerinde, güneş gurup vaktinden daha zayıf bir ışıkla görünmekte. Sanıyorum, güneş görünür olmasına rağmen vaktin gece olması, ışığının zayıflamasından kaynaklanmaktaydı. Sönmeye yüz tutmuş bir halde olan güneş o kadar yakın gibi duruyor ki, âdeta bilim insanlarının güneş patlamaları adını verdikleri girdap benzeri oluşumları görebiliyoruz. Bu girdaplar güneşin sonunun geldiğini gösteriyor sanki.

Bir an geliyor, güneşin ışığı tamamen sönüyor. Vaziyetin bir kıyamet alâmeti olduğu düşüncesiyle bizi bir endişe hâli sarıyor ve yüzümü güneşin tam aksi istikametine dönüyorum. Bu anda dolunay konumundaki Ay’ı fark ediyorum. Ancak çok kısa bir süre sonra onun da ışığı şalteri kapatılmış elektrik lambası misali sönüyor. Bu kez içimdeki endişe daha da artıyor ve bunun kıyamet öncesi son saatler olduğu hissi bende hâkim oluyor. “Eyvah,” diyorum. “Hakîkatimizi bilemeden kıyamet kopacak ve mahzun kalacağız.”  Bu düşünceler ve hissiyat içerisinde iken denizin dibinden yüzeyine doğru sarı renkte bir aydınlık beliriyor ve zuhûrât burada bitiyor. Uyanıp saate bakıyorum 03:19’u gösteriyor.”



(16) RE: BİR HİKÂYE BİRÇOK YORUM 5.

Bu…… Bu…… 28 Aralık 2012

Hayırlı akşamlar Bu…. Kızım. Sağolasın, hamdolsun, hepimiz iyiyiz. İnşeallah sizler de iyisinizdir. Hikâye hakkındaki yazı ve değerlendirmelerin güzel olmuş, ellerine, diline sağlık. Cum'a mesajın da güzel idi sağolasın. Me……'e, sana, Os…… Dede’ye çok çok selâmlar. Nüket Annen’in de selâmları vardır. Hoşçakal. Efendi Baban.



*************

Çok değerli Terzi Babacığım,

Öncelikle sizin ve annemin ellerinizden öpüyoruz. Selâm ve sevgi-lerimizle…

(Bir hikâye birçok yorum) isimli istişâre-tefekkür değerlendirmesi olan çalışmalarımızın beşincisi olan (doğdular yaşadılar hikâyesi)  

Eğer ben olsaydım, kendi hayat anlayışım içerisinde, “DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER,” cümlesini şu şekilde düzenlerdim: “Yoktular, vardılar, var sandılar, yok oldular…” Çünkü Allah (c.c.), insanı zâtında ilm-i ilâhîyye (a’yan-ı sabite) olarak programladı. Bu Zâtî bir olaydır ve a’yan-ı sabiteler varlık kokusu almamıştır. Yani burada insan ilmen vardı ama madde olarak yoktu. Yani yokluktan ilmen varlığa erişti insan. Ef’al âleminde ise bu varlığı kendinden bilen insan kendini var sandı. Ve ölüm ile rûh aslına rücû ettiğinde, yani bütün içerisinde kaybolduğunda yine yok oldu.

Bu…….. 



(17) RE: DOĞDUM YAŞADIM ÖLDÜM, ÖLDÜRDÜM.

Ha……. Ay…… 30 Aralık 2012 12:30

Hayırlı günler Me….. Nu….. Kızım. Gönderdiğin yazıların hepsi güzel olmuş. Ellerinize dillerinize sağlık. Canâb-ı Hakk daha nicelerini nasip eder İnşeallah. Herkese selâmlar. Hoşçakal. Efendi Baban.



*************

Doğdular, Yaşadılar, Öldürdüler, Öldüler.

Ben şöyle düzenlemeyi uygun gördüm: Öldüler, doğdular, öldürdüler, ve yaşadılar.

Bu dünyaya gelirken, mânâda ölüp, madde beden ile diriliyoruz. Yani, aslımızdan ayrıldığımız için ölü hükmündeyiz. Yiyip içmekle yaşamak olmuyor. Bu dünyaya neden geldik? Gelişimizin nedenlerini bilmemiz lâzımdır. Yoksa hayvanlardan da aşağı olan, nefsani hayatın içinde boğulup gideriz. Yaşadığımızı zannederiz.

Gerçek hayata ulaşmak için bir İnsân-ı Kâmil’den el almak gerekir. Hayatın içindeki bilincin farkında olmak için önce doğmak gerekir. Bu doğumu gerçekleştirmek için ihtiyari ölümün olması lâzımdır.

Bilerek ve isteyerek el aldıktan sonra yolumuzun gereklerini yerine getirmeliyiz. Zikirlerimizi bilinçli ve idrâkle yerine getirmeliyiz.

Bu yolun sana verdiği ilim-irfân sayesinde her geçen gün nefsinden ölüyor ve rûhen diriliyorsun. İşte böylece manevî doğumun başlamıştır. Senin isteklerin Rabbın’ın isteği üzeredir. Senin dileğin Rabbın’ın râzı olacağı işlerdir.

Artık bundan sonra nefsinin isteklerini öldürmeye başlamışsın. Nefsinden felâh bulan, kurtuluşa erenlerdir. Rûhen diri olan artık ebedi hayata kavuşur. Ona ölüm yoktur.

Gerçek hayat ölümsüzlüktür. Izdırarî ölüm bedenin ölümüdür. Madden ölen mânen doğar. Nefsinin isteklerini öldüren, ilmen ve rûhen yaşar. İlmin içinde yaşayan aynel müşâhede eder, Hakk-el seyreder. Seyreden aşıktır. Aşıklar ölmez.

Me……. Nu…… Kızınız.

*************

Değerli Babacığım ve Anneciğim,

Nasılsınız, iyi misiniz? İnşeallah iyisinizdir. Hürmetle ellerinizden öperim. Sağlığınıza duacıyız. Bana hayat veren canlar, hep yüreğim-desiniz. Aklımda fikrimde sizin öğrettikleriniz ve sizden bana yansıyanlar geliyor.

Kendimi anlatıyorum!

Dünyaya zâhiren annemden doğdum. Mânâda öldüm. Fizik beden olarak dirildim. Aslımdan uzağa gönderildim. Dünyaya gelişim benim elimde olan bir şey değildi, Allah’ın bize olan muhabbetinden idi. Ağladık, güldük. Neyse, hep mutlu olmayı düşledik. Dünya bizim isteklerimizin üstüne kurulu idi. Sanki bir yaşam mücadelesi içindeydik. Böylece içimizdeki nefsin istekleri arzuları ile dolu yaşamımızı geçirdik. Bir gün meraktan Efendimiz’in hayatını okumaya başladım. Çok hoşuma gitti. Daha sonra namaz kılmaya başladım. Ramazanda oruç tutuyordum. Bunlar beni mutlu etti. Aradığım mutluluğu bulduğumu düşündüm. Büyük sevinç içindeydim. Hacca gittim. Sanki aradığım birşey vardı. Sohbetlere gitmeye başladık. Öğrendiklerimiz güzel, hoş ilimdi. Yine de bir arayış içindeydim. Böylece yolumuza ulaştık. Kalbim mutmain oldu. Ama bilmediğimiz çok şeyler vardı. Sonra size ulaştık. Babam, sizden el alıncaya kadar, ölü idik. O gün esas doğumun tatbîkatını yaşadık. Gerçek doğum o zaman oldu. Yavaş yavaş anlat-tığınız ilimleri anlamaya başladık.

Açılımlar olmaya başladı. Bize verdiğiniz ilmin değerini anlamaya başladık. Bize hayat verdiniz. Bu hayat ile tefekkür etmeye başladık. Nefsimizi tanımaya başladık. Kendimizi, Rabbimiz’i tanımaya başladık. Nefsin isteklerini ve tuzaklarını anladık. Nefsimizin tortularını, fazla-lıklarını arındırmak için yolumuzun gereğini yapmaya gayret ettik. Nefsimizi arındırmak için çalışmalarımıza devam ettirdik. Allah daim etsin İnşeallah! Hamdolsun. Allah sizi başımızdan eksik etmesin, size uzun ömürler versin. İnşeallah birlikte yolumuza devam etmeyi Allah’tan dileriz. Babam, senin yanında kâ’bedeyiz, tavaf ediyoruz. Allah’a yakın olduğumuz mekân ve zaman. Babam! Can babam! Rûhumuzu geniş-leten, içimizi nefis isteklerinden arındıran! Gönül kâ’besine kavuşturan babam! Konuşan Kûr’ân babam!

Me…… Nu….. Kızınız

25.12.2012



(18) DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER.

İsimsiz…… 25.12.2012

Cenâb-ı-Allah, “beni zikredin, bende sizi zikredeyim,” diyor.



Şeriat mertebesi: “Beni hatırlayın, beni anın, bende sizi hatır-layayım.” Hakk’ın kulunu hatırlaması, kulunun huzûrda olduğunu bilme-sidir. Her zaman Hakk’ı andığı, hatırladığı vakitlerde kul ile Hakk arasın-da bağ oluşur. Dua eder, Hakk’ı talep eder, davetine icabet eder. Birin iki görünmesi, zikir eden ve zikir edilen mahalli gösterir.

Târîkat mertebesi: Hakk kuluna muhabbetini verdiği için, kul Hakk’a yönelir. Hakk’ın muhabbeti ile hatırlar zikreder. Bu muhabbet onu Hakk’ın sevgisiyle kaplar. Kul, içindeki sevgi ile her zaman Hakk’ın huzûrunda olduğunu düşünür. Hakk’ın edebi ile edeplenir. Yaşamını huzûrda olduğunun bilinci içinde geçirir.

Hakîkat mertebesi: Bu mertebede zikreden Hakk’tır. Zikir edilen de Hakk’tır. Kulun fenâ olması, kulun varlığı yok olduğu için, zikir eden de edilen de Hakk’tır. Hakk Hakk’ı görür. Hakk’tan gayrı hiçbir varlık yoktur. Zikir odur ki fikir olsun, ikiliği ortadan kaldırsın. Kuldan zikreden Hakk’tır.

Marifet mertebesi: Bu mertebede fiili yaşam yoktur. İlmi hayat var olduğu için, zikir eden, zikir edilen olamaz. Sadece zikir kalır. Hakk zikir’dir. Kelimeler yok, ilim vardır. Sadece bu mertebede tekliğin şânını ve şeenleri zikr zevkine ulaşır. Hakk’ın tecellîleri zikirdir. Sıfat, isim ve fiilleri zikrin sûretleridir.

Ve onun zürriyetinide bâkî olanlardan kıldık.”

Zâtî âyettir. Ulûhiyyet mertebesinde ilmi programın verilişini anla-tıyor.

Zürriyet: soy, kuşak, nesil, demektir.

Bâkî: ebedi, sonsuz, ölmez, sonu gelmez, demektir.

Şeriat mertebesinde: Hakîkat-i Muhammediyye mertebesinden ilk gelen Âdem (a.s.) ve onun evlâtları ve bu güne kadar gelen insan nesilleridir. Kan bağı olan kişilerin her biri...

Târîkat mertebesinde: Efendimiz (s.a.v.) ve onun soyundan gelen evlâtları ve ashab-ı kiram, bu günlere kadar gelen ârifler, ârif-i billâhlar, evliyalar, veliler ve kâmil insanlardır.

Hakîkat mertebesinde: “Kendini bilen nefsini bilir, nefsini bilen de Rabbini bilir.” Bu âlemde Hakk’tan başka hiçbir şey yoktur. Zürriyyet de O’dur, bâkî olan da... Kendinden kendine tecellî eder. Bu mertebede veren de O’dur, alan da O’dur. Bu devamlılığı yürüten Hakk’tır. Onun şânının gereği sonsuzluğunu anlatan, aktaran yine kendisidir. Her şey O’dur.

Marifet mertebesinde: Cenâb-ı Allah’ın Hakîkat-i Muhammedî mertebesinden, hâl diliyle dileyen a’yanlara bahşettiği ilmi programdır. Ezelde onun ilâh-i nefhasını taşıyacak, a’yan-ı sabitenin bu nefhayı yayması, ebedi hayatın içinde gark olmuş durumda yaşamını dilediğine vermesidir.



(19) DOĞDULAR, YAŞADILAR, ÖLDÜRDÜLER, ÖLDÜLER.

Ce……. 1 Ocak 2013 16:56:16

Hayırlı akşamlar Ne……. Kızım. Hayırlı senelerin olsun! Yazıların güzel olmuş, eline, diline sağlık. Cenâb-ı Hakk daha nicelerini nasip eder İnşeallah. Bu çalışmaların nasıl ufuk açıcı olduğu ve ilmî tecrübe kazandırdığı açık olarak görülmektedir. Herkese selâmlar. Nüket Annen’in de selâmları vardır. Hoşçakal. Efendi Baban. 



Yüklə 1,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin