(1) Yukarıdaki cevap gerçekten hiçbir şey ayırmaksızın bütün “ef’âl âlemi içinde” her yönden geçerli midir?
Geçerlidir. Alemde gördüğümüz zıtlıklar, hakîkatin iki yüzüdür. Zuhura çıkan her şeyin istikameti, doğru yolu (sırat-ı müstakîmi) Rabbi hassı üzerinedir. Zuhurda olanları, Haktır (olmalı) Hak değildir (olmamalı) diye ayırmakla, Cenâb-ı Hakkı tenzih ettiğimizi zannederken sınırlamış ve hayâli bir teşbih yapmış oluyoruz. "Saffat (37/159): Allah, onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh ve yücedir." Yani hayâli teşbihimizden uzaktır. Abdülkerîm Cîlî (k.s) "Ulvî olmaklık ve süflî olmaklık senin iki örtündür" der.
Abdülkerîm Cîlî, İnsân-ı Kâmil, Terzi Baba Şerhinizden, Tenzih Hakkında (10.Bölüm) bir paragraf paylaşmak istedim:
"Beşeri olarak yaptığımız tenzîh ile Cenâb-ı Hakk’ı bu âlemin dışına atmış oluyoruz ki böyle bir şey yoktur. Hak, bu tecellî yerinde zâtından zâtı için kadîm tenzîh ile haketmiş olduğu kemâl üzeredir. Halk edilmişlere dönük tenzîh ve teşbîhten yüce ve münferiddir.
Hakk'ı tenzîh, tenzihten tenzîh ile olur. Hakk'ın kendisi için olan tenzîhini, başkası bilemez; orada bilinen bir şey varsa "sonradan olan tenzîh"dir. Çünkü sonradan olan tenzîhin i'tibârı, kendisine nispet edilmesi mümkün olan bir hükümden bir şeyin soyutlanması demektir. Tenzîh işte bu şeyde olur. Hak için zâtî benzerlik yok ki, onda tenzîhi haketsin; çünkü Kibriyâ olan zâtının gereğine göre nefsinde münezzehtir."
Bakara Suresi (2/30-31): "O vakti hatırla ki Rabbin melâikeye «Ben yeryüzünde muhakkak bir halîfe var edeceğim» dediğinde onlar «Â! Orada fesat edecek ve kanlar dökecek bir mahlûk mu var edeceksin? biz seni hamdinle tesbih ve takdîs edip dururken» dediler. «Ben sizin bilmedikle-rinizi bilirim» buyurdu. Allah, Âdem'e bütün esmâyı talim etti." Ef'âl alemi içinde günâh olmasa Gaffâr, Tevvâb, Afüvv gibi isimlere faaliyet sahası olmaz. Cenab-ı Hakk, ef'âl alemini bu haliyle olduğu gibi zuhura çıkarmayı dilemeseydi, melekî yaşamda, cennette kalınırdı. Meleklerin Âdemi kan dökücü olarak görmeleri, şerîat ehlinin tarîkate bakış açısına benzer ki, aslında insan, esmâi ilahîyyenin ne kadarını ortaya çıkarabilirse o kadar halîfeliğinin hakkını verebilir. Esma-ül hüsnada "Sabur" isminin sonda geçmesi, isimlerin Adem'e (bazen acı, üzüntü ve sıkıntı vererek) sabırla ve süre alan talimini ifade ediyor olabilir. (2/32): "«Senin öğrettiğinden başkasını biz bilemeyiz. Seni tesbih ve takdîs ederiz.» dediler." Burada, lâtif olan melekler, makam-ı cem'in sahibi, câmi-i esmâ olan insana verilen kesafet bilgilerine hakim olmadıklarını, kendi istidatlarının tenzih üzere olduğunu ifade ederler.
Dostları ilə paylaş: |