(69) Me….. Ak……
From: terzibaba13@hotmail.com
Subject: RE: TEFEKKÜR SORUSU
Date: Mon, 17 Mar 2014 13:26:26 +0200
Hayırlı günler, Me…. oğlum. Hamdolsun iyi sayılırız inşeallah sizlerde ailece iyisinizdir. ikinci mailinde gönderdiğin dosyanıda indirdim kayda aldım böylede gönderdiğin iyi olmuş. yazını okudum onuda dosyasına aktaracağım, seninki de oldukça güzel olmuş, yazılar gelmeye devam ediyor hepsini bir dosyada topluyorum yazıların gelişi sona erince onların hepsini yerlerinde düzenleyip tekrar herkese göndereceğim böylece herkes herkesin fikirlerinden istifade etmiş olacaklardır. Cenâb-ı Hakk herkezin olduğu gibi seninde idraklerinin arttırsın inşeallah. Selâmlar hoşça kal Efendi baban.
To: terzibaba13@hotmail.com
Subject: TEFEKKÜR SORUSU
Date: Sat, 15 Mar 2014 18:09:32 +0200
Efendi Babam az önce size tefekkür sorusunun cevabını göndermiştim. Sonradan fark ettim ki, belki cevabı word dosyası olarak göndermek daha uygun olacaktır. O yüzden tekrardan ama bu sefer word dosyası ilâveli gönderiyorum.
Ellerinizden öperim. En içten saygılarımla
Efendi Babam, hayırlı günler... Ellerinizden hürmet ile öper, Cenâb-ı Hakk'dan size sağlık ve afiyet lütfetmesini niyaz ederim.
------------------------
Efendi Babam, nefsi emmare yani seyr-i sülûk'un birinci dersini yapmaya çalışan bir kişi olarak, sorduğunuz tefekkür sorusuna lâyıkıyla cevap veremeceğimin bilincindeydim. Bu yüzden de, sorunuza bir cevap yazıp yazmama konusunda uzun bir süre mütereddid kaldım. Ancak sonradan farkettim ki, hata yapmadan insanın, eksiklerinin farkına varması mümkün değil. Hatalarımı lütfen affedin.
Şunun da farkındayım ki, son bir senelik himmetiniz ve eğitiminiz olmasa burada kalem aldığım şeylerin % 99'unun farkında dahi olamayacaktım. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Hatalarım için hoş görünüze sığınıyorum.
Ellerinizde hürmet ile öperim, en içten saygılarımla,
Evlâdınız Me……
------------------------
Merkez Efendi’nin hikâyesi, gerek dini, gerek ilmi gerekse de içtimai hayatımızın en temel meselelerinden olan Alim/Arif, Medrese/Tekke ve Diyanet/Tasavvuf gerilimine işaret ederek başlıyor. Nakli ilminde büyük mesafe kat eden Merkez Efendi, yine tasavvuf hayatımızın ve edebiyatımızın gayet bilindik bir teması olan rüya yolu ile uyarılıyor ve akl-cüz’e tabi kılınmış kelam ile mutmaine olmanın imkansızlığının idraki ile, kendisini irfaniyete taşıyacak olan Efendisine ilâhi bir rahmet aracılığı ile sevk ediliyor.
Sümbül Efendi’nin evlâtlarını imtihan etmek için sorduğu soru manidar. “Alemi sen yaratsaydın, nasıl yaratırdın?” Her mertebede farklı bir hakikat anlayışı ve farklı bir yaşantı mevcut olması hasebiyle, bu ve benzeri soruları farklı mertebelerde farklı bir şeklerde cevap verileceği aşikârdır. Mevzuya bu açıdan bakıldığında, ilk elden bu soru hakkında şu tespiti yapabiliriz: bu soru, “şeriat ve tarikat mertebesi için batıl, hakikat ve marifet mertebesi için ise atıldır.” Şöyle ki, şeriat ve tarikat mertebeleri “ötelerde kadir-i mutlak bir yaratıcı” anlayışını temel aldığı için, “alemi sen yaratsaydın nasıl yaratırdın?” şeklindeki bir soruya bu mertebeler için, şirke düşmeden cevap verilemesi tahayyül bile edilemez. Bu soruyu dikkat-i nazara almak, Cenâb-ı Hakk’ın ilminden kuşku duymadan mümkün olamayacağı için, bu soru karşısında, “haşa” demek ve tövbe istiğfar etmekten başka bir şey yapılamaz.
Ancak hakikat ve marifet ehli bu tip bir soru karşısında, şeriat ve tarikat ehlinden daha farklı bir anlayış içinde olacağını düşünebiliriz. Zahiren, insanların günlük hayatlarını sekteye uğratıp onların kafalarını karıştırmaktan imtina etmekle yükümlü olan marifet ve hakikat ehli, bu işin bâtın cevaplarını kendilerini saklayacak, zahiren tarikat ve şeriat ehli gibi davranacaktır.
Ancak marifet ve hakikat ehli, alemin ve mükevvenatın batın bilgisi ile de donatılmış oldukları için, onlar şahadet aleminde varlıkların neyi remzettiklerini bilecek, böylelikle Mahluk’un Hâlık olduğunun idraki sahip olacaklardır. Bu tür zevat-ı kiram için, tenzih ile teşbihi tevhit ettirmiş olduklarından dolayı, ötelerde bir yaratıcı aramak gizli bir şirk olacak, “alemi sen olsan nasıl yaratırdın?” şeklindeki soru ise ister istemez atıl kalacaktır.
Daha açık bir şekilde ifade edersek, insan kevn-i cami olması özelliği ile, ister istemez, “bir yönüyle yaratılmış (hadis) “bir yönüyle de ezeli varlık kılınmıştır.” Böylece insan varlığında yaratılmamışlık (ezel) ve yaratılmışlık (hudus) toplanmıştır.” (Osman Nuri Küçük, İnsan-ı Kamil adlı eserinden). “Yaratılmış olan insan mazharında ilahi isim ve sıfatlar yetkin bir şekilde zuhur etmiş ve toplanmış olduğundan ve ayn-ı sabiti itibariyle Hakk’a dayandığından ezelidir.” Bu bilğinin idraki eşyanın hakikatini tatmış bir kimse için ise bu tür bir soru atıl hükmünde kalacak ya da Merkez Efendi’nin ifade ettiği şekilde gayet yalın ve sade bir cevaba kavuşturulacak; ki bu cevap her mertebeden insanın sıkıntıya düşmeden uzlaşabileceği bir cevap olacaktır.
Dostları ilə paylaş: |