(73) Ay…. Em…..
From: terzibaba13@hotmail.com
Subject: RE: Merkez Efendi Tefekkür dosyası
Date: Wed, 26 Mar 2014 00:19:38 +0200
Hayırlı akşamlar Ay….. kızım. Yazını okudum kendi yerine dosyasına aktaracağım, ellerine diline sağlık güzel olmuş, gelişimini seyrini ve kısa sayılacak bir zamanda aldığın yolu gösteriyor, Cenâb-ı Hakk tefekkürlerini ve feyzini de arttırsın. Dünya ahret işlerin kolay gelsin. Selâmlar Nü…. Annenin de selâmları vardır hoşça kal Efendi baban.
To: terzibaba13@hotmail.com
Subject: Merkez Efendi Tefekkür dosyası
Date: Tue, 25 Mar 2014 15:56:55 +0200
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Pek Sevgili Efendi Babacığım;
Kendi idrak ve algım kadar yazmaya gayret ettim. Bazı şeyleri dil ile iman edip akıl ile bunlara deliller getirmek pek zor. Hemen itaat etmek akıl olmadan biraz kolaycılık ve maalesef ki, buna alıştırılmışız. Bu ikramınız için size çok teşekkür ederim. Cahilliğim ve hatalarımın da affını dilerim. Nitekim yazdığım yazıda eğer başarım var ise muhakkak Rabbimden ve sizdendir.
------------------------
Bir akraba toplantısında bir yakınımızın “burada dengeyi arayamazsınız, burası denge dünyası değil.” demesi üzerine bu cümleyi ve dengeyi düşündüğüm sırada, Efendi Babacığım Merkez efendi tefekkür dosyasını bizlere ikram ettiniz.
Burada denge yok sözünü bir türlü kabul edemedim. Edemezdim de her şey bu kadar hassas dengeler ile çepeçevre kuşatılmış iken. Aldığımız havadan yediğimiz besinlere ve dahi tüm bedenimize kadar, her şey muhteşem bir denge içindeydi. Ayette Cenâb-ı Hakk size şah damarından daha yakınım buyuruyordu. Ve şah damarına sadece internetten biraz bakmam bile bu denge olmamasını hem zâhir hem bâtın olarak çürütüyordu. Şah damarı denilen insan vücudunda ki damar sağ ve sol olarak ikiye ayrılıyor tam ortada âdem elması denilen bir yer bulunuluyordu.
Fakat her şey neden alt üst oluyordu o zaman? Talep ve sıkıntılarımızla bizler hiçte dengede gözükmüyorduk. O anda bir ayet geldi gönlüme. Fecr suresi 89/ 3. “Çifte ve teke” buyuruyordu Cenâb-ı Hakk. Evet denge ikiliğe tabiydi terazi bu yüzden değişebiliyordu. Ama merkez tekti.
Hz Âdem (a.s.)’ Esmâlar öğretilmişti. İlk öğretilen zıtlıklar idi. Mudil vardı Gafur vardı. Ama daha henüz Allah (c.c.) ismi yoktu. Çünkü tüm esmalar çifti o ise tekti. Merkezdeydi.
Burada, efal âleminde işler bu yüzden karışıyormuş gibi gözükmesi de bu yüzdendi. Çünkü hangi ismin merkezindeyse onun etrafında şekilleniyordu fiiller. Ama bu zıtlıklar bir diğerini doğuruyordu. Böylece merkezi oluşturu-yordu. Fakat mutlak bir merkez değildi
Henüz sizlerle tanışmadan önce Efendi Babacığım, enfüsi olarak Merkezin bile varlığından haberim yok iken, başka bir şeyin merkezindeydim. Ben’in merkezinde. Ve o merkezde olmak sürekli olarak bir tarafta olmamı asıl merkezden uzak olmamı sağlıyordu. O zaman için başıma gelen eksi, kötü diye niteleyebileceğim hadiseler, bu yüzden ki şuan öyle bakmıyorum. O eksi diyebileceğim hadiseler ile nötrleşmiş olmasaydım, Merkezden haberim olmayacaktı. Bu bile eksi kavramını bizim anladığımız algıdan bir hayli uzaklaştırıyor.
Bizler Esmaların birer gölgeleriyiz. Esma-i nefsiyeyi seçtiğimiz zaman Merkezden, Allah (c.c.) uzaklaşıyoruz. O halde asıl mesele nefsin merkezinden İlâhi merkeze yürüyebilmek, yükselebilmektir. Bunun adı da ilk olarak sırat-ı mustakim ikinci olarakta sıratullahtır. Yani bu da iki aşamalı ki denge bozulmasın.
Dünyamız denge de merkez de ise, o halde niçin Zelzele toprak kaymaları oluyor?
Burası son tecelli zuhur noktası. Sıladan en uzak yer. Esfeli Sâfilin. Merkezden ne kadar uzak olursa o kadar sarsılıyor.
Diğer bir açıdan da burasının hayal dünyası olması. Rüya âlemi olması eğer gerçek olsaydı bulutlar dahi kıpırdamazlardı. (fususul hikem sohbetlerinden alınmıştır)
Bu değişkenlikleri bir felâket olarak algılıyoruz. İnsan kendi sınırlı aklıyla red edebileceği birçok hadiseyi sınırlayarak anlayabiliyor. Kendi yargılarımız ile algıladığımız için birçok hadiseye eksi kötü diyoruz. Yani bana göre eksi olan karşıya göre artı olabiliyor. Ben, oturduğum muhitten çok memnun iken bir başkası için asla tercih edilmeyebiliyor. Bu durum bütün olaylar için de böyle. Hatta soykırım ve ırkçılık için de durum bundan ibaret. Kur-an –ı kerim de fir’avn ın İsrail oğullarını katledişi birçok ayette zikredilir. Fakat bu rüyasında tabir edilen felâketine olan bir önlemdi. Oysaki başkalarının felâketiyle kendi felâketini de tabir etmekteydi. Bunu merkez kelimesi aslında çok güzel açıklıyor:
Dostları ilə paylaş: |